Ana Sayfa > Felsefe > Sistemin Dili

Sistemin Dili

Sistemin bir programlama dili var. Bu dil insanlar tarafından anlaşılmadığı/deşifre edilmediği takdirde, insanlar sistem tarafından yönlendirilmeye devam edileceklerdir. Bu da bilinç genişlemesinin (Büyük Mevlana diyor ki, senin kabın küçükse, deryanın günahı ne?) ve yükselmesinin ve tekamül sürecinin önündeki en büyük engeldir.

Bilincimiz tıpkı bir okyanus gibidir; orada her canlı (her bilgi) uyum içinde varolabilir, sorun şu ki; bilincimizin bir okyanus değil de bir bardak su olduğuna inandırılmışız ve orada hiçbir bilgi uyum içinde varolamıyor. Canlılar (bilgiler) birbirini yemek zorunda kalıyor. En güçlü olan (duygu) diğerlerini yok ediyor.

Sistemle ilişki kurmamanız mümkün değil zira içine doğarsınız. Sistemle ilişki kurmaya başladığınız anda ilişkinin yönü kesinlikle sistem lehinedir. Ama sistem bu ilişkinin sizin lehinize olduğunu söyler ve genellikle de sizi buna inandırır. Bilincimizin sistemle kurduğu ilişki sistem lehine işleyen bir ilişkidir. Sistem bilincimizin açılmasını, genişlemesini istemez. Tam tersine manipülasyonlara (yönlendirmelere) açık olmasını ister. Yani yönlendirmelere açık olmanız gerekir.

Bilinç, doğrudan idraki etkiler. Yüksek bilinç, anında idrak etmenin gereğidir. Bilinç hem maddi dünyanın bilgisiyle (neden-sonuç ilişkisi), hem de sezgiyle (içsel bilgi) yükselir. Maddi dünyanın bilgisiyle donanmak gerekir. Özellikle matematik ve fizik bilmek kıymetlidir. Neden-sonuç ilişkisinin ilerleyiş biçimini anlamak gerekir. Özellikle “neden-sonuç” ilişkisinde, “sonuç” olarak gördüğümüz bir durumun, bir halin (bugün böyledir) bir süre sonra “neden”e dönüşeceğini ve yeni sonuçlar ortaya çıkacağını hiç unutmamamız/aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Sezgi için akıl ve kalp kanalların açık olması gerekir. bu kanalları kapatmaya çalışan sistemin tuzaklarını bilmek gerekir.  Daha yüksek bilinç için ayrıca çaba gerekir. bir süre sonra sistemin sizi enforme etme (manipülasyon, -hileli yönlendirme- etki alanına alma) biçimini fark edip nasıl korunacağınızı da anlarsınız. Ama öncelikle sistem dışına çıkmak çok önemli. Bu da yoğun çaba gerektiren bir süreçtir. Çünki sistem tarafından genetiğiniz değiştirilmiş durumdadır. Genetiğiniz, yani bileşenleriniz, yani sizi var eden unsurlar, değiştirilmiş durumdadır.

Sistem, kitleleri bir “şey”e yönlendirmek istediği zaman “asıl amacını” şifreliyor, yani başka bir dile çeviriyor ve iletişim kanalları (tv, radyo, gazete, internet..) yolu ile kitlelere aktarıyor. İnsanlar bu dili (çoğu kez) anlamadıklarından/deşifre edemediklerinden, sistemin “amaçladığı şey” insanların zihnine yerleşiyor ve bir süre sonra kişinin kendi fikriymiş gibi tezahür ediyor. Yoğun bir bilgi akışı (manipulatif/çarpıtılmış, yönlendirilmiş bilgiye)’na maruz kalan kişi, bir süre sonra “amaçlanan şeyi” kendi fikri zannetmeye başlıyor ve yaptığı şeyi “kendisi istediği için” yaptığını düşünüyor. Örneğin “asıl amaca” hizmet edecek bir “davranış kalıbının” kişilerde (ve kitlelerde) yerleşmesini, kullanılır hale gelmesini isteyen sistem, bu davranış kalıbının yerleşebilmesi için görsel ve işitsel konumlandırmalar yaparak bunu bir “özgürlük alanı” gibi sunuyor. Genellikle de “komik unsur”la birlikte bu aktarımı yapıyor. Işte ilk karşılaştığımız engellerden biri gülmeye olan meylimiz. Gülmek, kişinin düşünmesinin önündeki en büyük engeldir. Kendini “gülmeye” kaptıranın “düşünmesi” zordur. Bu “davranış kalıbı”nın işitsel olarak da konumlandırılmasının yapılması gerekir, bu da “müzik”le yapılır. Müzik, insanın ruhunu dinlendiren bir “eser” iken, artık sistemin, kitleleri yönlendirmek için kullandığı bir araca dönüşmüş durumdadır. (özellikle pop diye tabir edilen müzik türü). Hiç durmadan müzik dinleyen kişinin “beyni” uyuşmakta ve düşünme fiilini gerçekleştirememektedir. Sistem yerleştirmiş olduğu “davranış kalıbı” ile birlikte “işitsel” konumlandırmasını da yaptıktan sonra, kişi bir süre sonra sistemin istediği kıvama gelmiş oluyor. “Gerçekleştirilmek” istenen her neyse, kişi bunu kendi düşüncesi zannedip uygulamaya geçiyor. Hiçbir zorlama yok, tamamen kişinin kendi isteğiyle yaptığı bir şey oluveriyor. Bilinçli biri bu duruma itiraz etse hemen bir takım yaftalarla bertaraf ediliyor. Çünki genellikle “işitsel konumlandırmada” bu durumun nasıl bertaraf edileceği, savuşturulacağı da verildiğinden kişi kendini savunmakta hiç zorlanmıyor. Bilerek, isteyerek, özgür seçimiyle bu “davranış kalıbı”na girdiğini ve “bu kalıbın” kendi düşüncesi olduğunu söylüyor. Sistemin dilini bilmediği için kişi, bunu “kendi dili”, kendi düşüncesi zannediyor. Bu “kalıbın” yanlış olduğuna dair gelen her itiraz, onu biraz daha kendi düşüncesi zannettiği bu “kalıba” daha çok sarılmasına neden oluyor. Bu da kesinlikle genetiğini değiştiriyor, onu başka bir “şey” yapıyor. Bu dilin kodladığı hafıza, kesinlikle kişinin genetiğini değiştirmiştir. Bir süre sonra “bu durum” onu mutsuzluğa itecektir ve bu sonuç hiç de arzu etmediği bir mutsuzluğa neden olacaktır. Burası da çok önemli zira, sizin mutsuzluğunuz sistemin devamı için çok önemli. Çünki siz mutsuz olursanız, tüketmek isteyeceksiniz.

Sistem sizi “nesne” olarak görür, insan olarak görmez. Siz hem para kazanmak zorunda hem de harcamak zorundasınızdır. Harcadıkça ihtiyacınız daha da artacak, ihtiyacınız arttıkça daha çok kazanmak isteyeceksiniz ve sistemin devamını sağlayan bir “motor”a dönüşeceksiniz. Elbette kişi çalışacak ve geçimini sağlayacaktır. Ancak daha çok istemek, sizin sistemin değerlerinin bir parçası yapacak ve sizin diliniz sistemin dili haline gelecek. Örneğin, “her koyun kendi bacağından asılır” diyeceksiniz. Kendisini “başarıya” odaklayan ve daha çok kazanmak adına her şeyi yapabilen kişi, diğerleri ile ilgilenmeyecektir. O zaman sistem sizi korur ve yüceltir. Çünki sistemin önemli bir “taşıyıcısı” haline gelmişsinizdir.

Sistemin önermeleri vardır; sistem bir şeyi önerir, bu öneri çoğu zaman süslüdür, insan süse bakarken anafikri ıskalar. Süse tebessüm etmek yeterlidir. Hayranlık duymamak gerekir. Hiçbir maddi değere hayranlık duymamak esas olmalıdır. Çünki hayranlık, düşünmeye engeldir. Takdir etmek yeterlidir. Ayrıca basit bir matematik mantık ile bir önermenin hemen kabulü yerine, o önermenin bir “değili” olduğunu bilmek gerekir. Her önermenin (çünki bir önerme doğru ya da yanlıştır)  “değil”i vardır ve siz o önermenin “değil”ini akledebildiğiniz, düşünebildiğiniz anda o önermeye olan inancınızı, o önermenin sizi yönlendirdiği mecrayı “hemencecik” kavrayıverirsiniz. Önerme, “yargının, sözle dile gelişi; doğru ya da yanlış olabilen bir anlatım” olarak tanımlanmaktadır. Yani zihni bir faaliyetin sözle dile gelişidir. Bu sözle ifade edilen şey doğru olabilir ya da yanlış olabilir. Yani “önermeyi” doğruluk değeriyle (önermenin tersini düşünerek) ve dile getirdiği durumla (o duruma şahitliğimiz ya da güvendiğimiz bir kişinin şahitliği önemlidir) birlikte anlamaya gayret etmeliyiz. Bu gayretimiz bizi sistemi anlamaya ve sistemin yönlendirmelerine karşı tedbirli olmaya sevkedecektir. Kısa bir süre sonra sistemin diline aşina olup, o dili anlayan ve anladığı şeyi cevaplayan kişiye dönüşeceğiz.

 Ali Necip Erdoğan

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.