Merak etmek ve sormak, insanın dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasıdır. Soru soran insan özgür düşünen insandır; özgür düşünen insan, hazır telkin edilmiş kalıpların dışına çıkarak hayatı sorgular, anlamlandırır. Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez. Sorularımızın kalitesi arttıkça hayatımızın kalitesi de artar. Hem özel, hem de iş hayatımızda ne kadar nitelikli sorular sorabilirsek o kadar nitelikli bir hayata, yüksek standartlara ulaşabilme ihtimalimiz daha yüksek olacaktır.
Sorular önemlidir. Soru soran insan düşünen insandır. Bir toplumun gelişmesi, onların bol bol sorular üretmesine bağlıdır bir anlamda… Aynı şekilde gelişen, tekamül eden insan da sürekli sorular soran insandır. Tabii ki burada, rastgele ve sormuş olmak için sorulan sorulardan bahsetmiyoruz. Cevabını bulmaya adanmış sorulardır insanları yücelten…
İnsanlık var olduğundan bu yana, bugüne kadar gösterdiği ilerlemeleri, sorular sayesinde gerçekleştirdi. Sorular, beraberinde cevapları da getirir; böylece çeşitli çözümler konulur ortaya… Sorular her zaman mantıklı, lineer, sayısal, olağan, alışılmış ve bize öğretilen kalıpların sınırı içerisinde olmayabilir. Hatta diyebiliriz ki, sıra dışı sorulardır, insanların ilerlemede sıçramalar göstermesine neden olan…
Soru sormak Socrates’in felsefe tarzıdır. Socrates, yaşamda temel öneme sahip bir kavramı alır ve bu kavram hakkında sorular sorardı: “Dostluk nedir?”, “Cesaret nedir?”, “Dindarlık nedir?”… Socrates’in sorgulama yönteminde, aldığı ilk cevap her zaman kusurlu olurdu. Soruya cevap verenlere yeni bir dizi soru daha sorarak tartışmayı derinleştirirdi. Örneğin birisinin cesaretin “zorluklara dayanma yeteneği” olduğunu söylemesi, Socrates’i bu kez “İnatçılık ne o zaman?” sorusuna götürürdü. Onun bu tarzı, insanların kavramlar hakkında düşünmesini, kavramları daha doğru tanımlayabilmelerini sağlardı.
Einstein, izafiyet teorisi çalışmalarının başlangıcında, bir insanın, bir ışık demeti üzerine binip, ışık hızıyla uzayda seyahat etmesinin neticesinin ne olacağı üzerine birçok soru sormuştu. Bu, olağan ve günlük hayatın içerisinde alışılagelmiş bir soru değildi.
Filozoflar bazen, çok bildiğimizi sandığımız ama henüz farkındalığına erişemediğimiz sorular sormuşlar; “biz niye varız, nereden geliyor, nereye gidiyoruz?” diye… Yerçekimi kanunu keşfedilmeden önce de insanlar, bir şeyi bıraktığımızda yere düşeceğini biliyorlardı; ancak Newton’a düşmüş, bir şeyin niçin yere düştüğü sorusunu araştırmak…
Hepimizin malumudur ki, en çok soru soranlar çocuklardır. Çünkü onlar, kendi kontrolleri dışında adım attıkları bu dünyayı keşfetmek isterler. Bizlere çok basit gelen bir şeyi, hayal dünyalarında öylesine hikâyelendirirler ki, oldukça basit bir olaydan, oldukça farklı sorular çıkarabilirler. Çünkü onlar merak ederler, araştırırlar, keşfetmeye çalışırlar. Beyinleri henüz, kalıplaşmış bilgi hudutlarıyla bezenmemiştir. Bize basit bir değnek olarak görünen bir nesneyi, onlar hayal dünyalarında bir at yapabilir, onunla uzun seyahatlere çıkabilir, atın karnını doyurabilir, suyunu verebilir ve hatta onunla gökyüzünde uçabilirler…
Soru sormayı 5 öğeye ayırıyorum ben. Bunları şöyle ifade edebiliriz:
- Düşünmek
- Merak Etmek
- Motive olmak
- Araştırmak
- Akıl yürütmek
Çocuklar bu işi iyi yapıyorlar. Peş peşe gelir çocuklardan sorular. Bazen sabrımızı taşırdığı da olur belki, ancak soru soran çocuk, bir köşede sessizce oturan çocuktan çok daha iyidir. Çünkü o beynini çalıştırıyordur. Bu nedenle çocuklarımız sorular sorduğunda, onlara vakit ayırmalı, sabırla ve onların anlayacağı dilden cevaplar verebilmeli, ya da en önemlisi belki, kendi cevaplarını kendilerinin bulmalarına imkân tanımalıdır.
Bazen sorular bizi zor durumda da bırakabilir. İşte örnekler:
– Balık niye boğulmuyor?
– Uzaylılara taş atsak ne olur?
– Nasıl doğdum?
– Pirincin üzerinde niye çizgi var?
– Uyumayınca sabah olmuyor mu?
– Babam sünnet olmuş mu?
Bazen de soru-cevap şeklinde ilerler süreç:
– Bu ne renk anne?
– Sarı hayatım.
– Peki bu?
– O da mavi.
– Renk ne?
Bazen, bizim, olması gereken ve sıradan gördüğümüz şeyler üzerine kafa yorarlar:
– Bu ne?
– Kalem.
– Niye?
Bazen de , bize çok mantıklı gelen bir şeyin mantık duvarlarını yıkar sorular:
– Bu çizgi ne, niye çizmişler?
– Bu sarı çizgiyi geçmek yasak, hem de tehlikeli!
– Peki trene nasıl bineceğiz o zaman?
Bazen de çileden çıkarır gibi olur sorular. Şöyle ki;
Kendi evlerini satın alıp taşınan babaya oğlu sorar:
– Baba bu ev bizim mi?
– Evet oğlum, artık kira vermeyeceğiz, bu evde oturacağız,
– Peki önceki evde niye kira veriyorduk?
– Çünkü o ev bizim değildi.
– Bizim değilse niye oturuyorduk o evde?
Çocuklardan gelen sıra dışı sorular karşısında bazen bizler de oturup tekrar düşünürüz. Çocukların beyin gelişimine set çekmemek için kesinlikle onu azarlamayın. Bazen cinsellikle ilgili sorular da sorarlar. Ayıp, günah diyerek terslemeyin, onların dilince, anlayacakları kadar cevaplayın. Unutmayın, ailede bulamadığı cevapları sokakta öğrenmeye kalkışır sonra…
“Önemli olan, soru sormaktan vazgeçmemektir. Bu kutsal merakı asla kaybetmemek gerekir.” diyerek konunun önemine değinmiş Einstein. Bizi geliştiren, içimizdeki merak ve sorduğumuz sorulardır. Merak etmek ve sormak, insanın dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasıdır. Soru soran insan özgür düşünen insandır, özgür düşünen insan, hazır telkin edilmiş kalıpların sınırından çıkarak hayatı sorgular ve anlamlandırır. Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez. Sorularımızın kalitesi arttıkça hayatımızın kalitesi de artar. Hem özel, hem de iş hayatımızda ne kadar nitelikli sorular sorabilirsek o kadar nitelikli bir hayata, yüksek standartlara ulaşırız.
Peter Drucker; “Geçmişin lideri nasıl emredeceğini biliyordu; geleceğin lideri ise nasıl soru soracağını bilen kişi olacak.” diyerek, lider özellikli, başarılı çocuklar yetiştirmeye işaret ediyor.
İçinizdeki çocuğu sürekli yaşatın, çocuk gibi sorun, muhteşem cevaplar karşınızda yerini alacaktır.
Selçuk Alkan
– Haber Lotus –
HLotus
insanları bilinçlendirmek dolmayı prinçlendirmeye benzemez……