Ama o, sevecenlik dolu,
sevgili yumurtalarını koruyan kıskanç kanatları altında çıplak ürpertisini dinliyor
öteki yavrularının kanatçıklarının başkaca bir şey bilmez dingin duyguları onun*
Gündeme bakıyorum. Kanlı her yer. Bir insan, bir kadın, bir çocuk, bir erkek öldürülüyor ve ortalık (?) ayağa kalkıyor. Kadına şiddet; y a l n ı z c a kadınlara, çocuklara, hayvanlara zarar vermiyor üstelik. Aynı zamanda erkek şiddetine de sebep oluyor ki bunu defalarca üzülerek gördük: Oğuz Can Acar ve ailesinin yüreğimizi yakan cinayeti, bize bunu tüm açıklığı ile göstermişti.
Peki bu durumda ne yapalım? Mesela tepki… tepki verelim. Bu, en doğal hakkımız ve elbette vereceğiz fakat attığımız taşa ve ürküttüğümüz kuşa bakmamız gerekiyor. Sosyal medyada gündemde vahşete tepki vermek, sandığımız kadar iyi bir şey olmayabiliyor. Fast food tüketim derekesine indirgiyorsak şayet bu meseleyi, esaslı olarak düşünmemiz gerekiyor. Şimdi soracaksınız tepki vermeyelim mi? Esasında klavye, sadece tozunu alıyor bu meselenin. İçimiz rahatlıyor bir şeyler yazınca. Daha kötüsü temele inemiyoruz, diyorum ya tozumuzu alıyor alfabetik tuşlar, biz ne kadar sağduyulu olsak da. Sürüncemede kalıyoruz ve kalıcı olarak bir çözüm bulmaktan böyle böyle uzaklaşıyoruz.
En başa dönmek lazım, kavramlara… Kavramlarla baktığımız dünyaya, bir baharla değişim gelsin istiyorsak tohumları gözden geçirmeliyiz. Tohumlar nedir? Kavramlar, tohumlardır. Peki kavram, özünde masum mudur? Öyle ise ne kadar masumdur? Gelin, “tanım”ın esarete açacağı kapıları tek tek sayalım:
Bir şeyi tanımlamak, onu sınırlandırmakla mümkün. Sınırlar çizebiliyorsanız, tanım yapmanız işten bile değildir. Onun, tanımlanmaya uygun olması, sınırlandırılmaya elverişli olmasından kaynaklanır.
Şiddet… tanımlamaya ne kadar uygundur? Bu kavram, çok çeşitli, ucu son derece açık ve kendi içinde fazlasıyla boyutlar barındıran bir kelime. Pratik hayatta o kadar çok ve bir o kadar ilginç şekilleri var ki bunu birkaç cümle ile açıklayabilmemiz mümkün değil.
Şiddetin etkilerinden ve sonuçlarından örnek vererek belirtmekte fayda var: Şiddete bizzat maruz kalan ama bunu çevresine asla belli etmeyen insanları düşünün. Bu insanları şiddet kapsamında nasıl ele alabilirsiniz? Peki bil(e)mediğiniz bir şeyi nasıl tanımlayabilirsiniz? Tanım, bilinenler üzerinden yapılır. Bu noktada tanım, şiddeti kapsayacak bir güce malik değil, o hâlde bizim için tanım hükümsüz, kudretsiz. Bize muktedir araçlar lazım.
Şiddeti, kısımlara ayırmak da son derece sağlıksız. Zira bunun, fiziksel ve ruhsal şiddet olarak bir ayrımı mümkün değil. Fiziksel şiddetin, ruhsal etkilerinin derinlik açısından travmalarla sonuçlandığı gerçeği göz ardı edilerek yapılan bir tasnif olacaktır bu nihayetinde. Değerlendirmeler, sebepleri alıp sonuçları öteleyerek değil, sebep-sonuç ekseninde yapılır ve yapılmalıdır.
Hem babasından şiddet gören çocukların şiddete meyilli olmaları, şiddet görmeyen çocuklara oranla daha yüksek ve bu, oldukça bilinen ve yaşanan bir gerçek. Buradan ise şiddetin doğurgan bir yapıya sahip olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün gözüküyor. Şiddete çözüm bulmak, onu köklü olarak çözmektir, aynı zamanda. Şiddete çözüm bulmak demek, çözümün köklü ve kesin olmasını beraberinde getirir çünkü.
Gelelim ilk cümleye. Şiddeti tanımlamak demek, şiddeti kendi içinde sınırlamak olacağından, aslında bu yapacağınızın, şiddetin devam etmesine bizzat kapı açmaktan başka bir fonksiyonu olmayacak maalesef.
*Elsa Morante
HLotus