Türk siyasi hayatında ideolojik/siyasi konumlanışın orijininde yeralan iki olgudan söz edebiliriz. Bunlardan birincisi, yani ideolojik konumlanış için yeterli ipucu veren, bir çeşit turnusol kağıdı niteliğinde olan “manevi değerler ekseni” kavramlaştırmasıyla ifade edeceğim dini değer ve tutumlara bakış açısı ve algılayıştaki farklılaşmalardır. Siyasi konumlanış için ayırt edici faktör ise dini tutumların ve bakış açılarının siyasete etkisinin ne şekilde ve ne ölçüde olabileceğine dair kanaat ve niyetlerdir. (İkinci olgu olan ekonomik temelli farklılaşma yazımızın konusu değildir.)
Bu noktada karşımıza çıkan kavram çifti sekülerizm ve laikliktir. Sekülerizm, dinin etkisinin yok edilmesi ve kutsal nitelemesine sahip olan değerlerden kopuşu ve arınmayı, bireysel dünyevileşmeyi ifade ederken, laiklik siyasi örgütlenme tarzını ve siyasi otoritenin yapısını, hukuk düzenini ilgilendiren bir kavramdır.
Türk siyasi hayatını sekülerizm ve özellikle de laiklik kavramı çerçevesinde serimlemeye girişeceğimiz bu makale siyasal duruş ve konumlanışların ne şekilde oluştuğuna ve savunulduğuna dair kestirimlerde bulunmayı kolaylaştırma amacını gütmektedir.
Sağ ve Sol
Dünya ölçeğinde sağ ve sol ayrımının -her ne kadar bu konuda analiz yapmayı neredeyse imkansız hale getirebilecek ölçüde literatür zenginliğine/karmaşasına ulaşılmış ise de- az çok belirlenebilir çizgilerinin varlığından da bahsedebiliriz.
Sağ genellikle statükoyu korumakla ilişkilendirilen bir kavram olup “muhafazakar” hassasiyetlerle irtibatlı bir pozisyonu ifade eder. Buna karşılık solun ise değişim ve ilerlemeden yana tavır koyan bir duruş olduğu varsayılır. Başta belirttiğimiz gibi bu durum genel hatları ile bu şekilde ifade edilebilse de sağ ve sol skalanın merkeze yakın noktalarında bu iki tavrın birbirlerine yakın pozisyonlarda olduğunu gözlemlemek mümkündür.
Toplumsal mutabakatı ifade eden zemin çizgisini merkez olarak ele alırsak bu noktada sağ ve solun birbirlerine yaklaştıkları görülür. Toplumsal mutabakat zemininden uzaklaşılıp yukarılara doğru çıkıldıkça sol ve sağ duruşlar yine toplum içerisinden taleplere yanıt veren anlamlı kutuplar haline gelirler. Merkezden iyice uzaklaşılan tepe noktasında ise sağ ve sol, totaliter görüşün hakim olduğu, ötekine karşı hoşgörüsüzlüğün yaşandığı, bireyin ve özgürlüğün feda edildiği bir yakınlaşmaya varırlar. (Bkz. Aşağıda Şekil 1)
Bu ideolojik pozisyonlar ise dinsellik-sekülerizm, piyasa hakimiyeti-devletçilik, değişim-ilerleme, birey-toplum, adalet-eşitlik şeklinde sıralanabilecek dikotomik karşıtlıklarca şekillenmektedir. Bu ikilem çiftlerinden çaprazlama ya da paralel oluşturulan sentezler de farklı siyasi görüşleri oluşturmaktadır.
Türkiye’de Sol ve Laiklik
Buraya kadar dile getirdiklerimiz az çok dünya ölçeğinde anlamlı bir siyasi yapı skalası oluşturmamıza imkan tanımakla birlikte aynı iyimser bakış açısına maalesef Türk siyasi hayatını analiz ederken sahip olmak maalesef pek mümkün olamamaktadır.[1]
İyimser bir bakış açısına sahip olamasak da yine de “Türk siyasal hayatındaki sağ ve sol kavramlaştırması hangi belirleyici dikotomi çerçevesinde şekillenmiştir?” sorusunu sormak ve bu soruya yine tatmin edici bir cevap bulmak gerekirse bu noktada analizimizde anlamayı kolaylaştıracak bir araç olarak işaret ettiğimiz “manevi değerler ekseni” kavramlaştırmasına başvurmamız gerekecektir.
Türkiye’de sol pozisyonu belirleyen “manevi değerler ekseni”nin dışında konumlanış yani dindışı/seküler bir harçtır. Solun diğer temel argümanları bu binanın lâdinî harcına bulanmış tuğlalardır. İşçi Partisi, TKP ve CHP ve neredeyse diğer bütün sol partiler açısından ortak referans noktası ise her zaman dinsel yaşamı ve dinin kendisini dışlayan tavır olagelmiştir. Bu savımızı destekleyecek bir gösterge de Türkiye solcu sayılan aydınların yapıtları ve fikirleridir. Turan Dursun, İlhan Arsel, Aziz Nesin, Server Tanilli vb. sol aydınlar agnostik bir tavrın sınırlarını aşıp dinsel olana bir karşı koyuş psikolojisiyle düşünce üretmişlerdir.[2]
Biz burada solun dünya ölçeğinde dinsel olana mesafeli tavrını görmeyerek Türk Solu’nun özgün bir konumda olduğunu söylemek niyetinde de değiliz. İfade etmek istediğimiz bu tavrın abartılı bir duruşla Türk Solu’nun merkezinden en uç noktasına kadar neredeyse tek belirleyici olduğudur.
Peki neden Türkiye’de Sol, kendisini böyle bir pozisyonda inşa etmiştir? Bu sorunun yanıtı resmi ideoloji ve siyasal etkileşim kalıpları incelendiğinde billurlaşmaktadır.
Bu sorunun yanıtını Türk toplumunun zihniyet yapısı ve cumhuriyetin kurucu resmi ideolojisinin tavrını analiz ederek vermeyi deneyeceğiz.
Türk toplumu en azından zihinsel düzeyde geleneksel ve aşkın değerler kümesine yakın bir duruşa sahiptir. Bu durumu bir pergel metaforuyla anlatmayı denersek, Türkiye’de yaşayan bireylerin pek büyük çoğunluğunun bir ayağı “manevi değerler ekseni”nin merkezine sabitlenmiştir. (Sol partilere oy veren seçmen kitlesinin de önemli bir bölümü bu değerlendirmeye dâhildir.) Dini ve geleneği yaşayış ve algılayışlar çerçevesinde en dar olanından en geniş olanına kadar binlerce, belki milyonlarca daire içiçe geçer ve etkileşir. Bu etkileşimler cemaatler şeklinde kalabalık grupları, bu grupları aşan gruplararası iletişimleri gösterebildiği gibi daha dar kapsamlı etkileşimleri de oluşturabilmektedir.
Bütün bu etkileşim kümeleri temelinde gelenek ve dinin yarattığı bir kültür özününün yeraldığı monolitik bir kütle oluşmaktadır.
Bir özne olarak din, Türk toplumunda kutsal olana saygı ve önem verdirirken, etkisini bu alanla sınırlamayarak, gelenekle eklemlenip akraba ve yakın çerçeve ilişkilerinin başat role geçtiği bir ilişkiler ağı da yaratmıştır.
Türkiye coğrafyasında yaşayan halk bu ilişkileri ve düşünme biçimlerini Osmanlı Devleti’nden miras almıştır. Cumhuriyet elitleri de, bu düşünme ve davranış kalıplarının çok daha güçlü ve merkezi bir saltanat etrafında halelenerek oluştuğu bir dönemde, eski olana ve siyasal güçlerini tehdit eden bu pozisyona karşı bir duruş üretme yoluna gittiler. İktidar kurabilmek için Osmanlı’dan farklılaşma ihtiyacı hissettiler.
Cumhuriyetin resmi ideolojisi Cumhuriyet Halk Fırkası üzerinden işlendi ve yaygınlaştırıldı. Altı ok olarak isimlendirilen altı ilke bu partiyle birlikte sistemin temel değerlerini oluşturdu. Temelde bu altı ilkenin en önem verileni ve eskiden kopuşu en rahat sağlayabilecek olanı ve dahası geriye dönüş tehdidini ortadan kaldırabilecek olanı laiklik ilkesiydi. Çünkü bu ilke dinsel olanlar karşısında eşit mesafe almayı değil de daha çok dinsel olana karşı tavır almayı ifade ettiği ölçüde karşıdakini sindirme amacı güdüyordu.
Türkiye solunun da dindışı bir zeminde hayat bulması bu oıjinden menfez buldu. Şöyle ki; biraz önce belirttiğimiz akraba ve yakın çevre ilişkilerinin önemli ve belirleyici olduğu etkileşim alanı içerisinde, CHP üzerinden bütün bir sol tahayyül ve düşünüşe yayıldı.
Bu tahayyülün bir diğer sirayet şekli Türk siyasetinin işleyiş mantığı kavranabilirse daha net görülecektir. Türk siyaseti aşırı uçtaki siyasal örgütlerin merkez partileriyle paslaştıklan bir zeminde yürümektedir. Sol ve sağ örgütlerde “aktif mücadele” yapan “devrimciler”, “mücahitler”, “alperenler”, ya da “yoldaşlar” merkez partilerine inanmış dava adamları olarak paslanırlar. İktidara gelince “iktidarın nimetlerinden” dava arkadaşlarını da yararlandırmak isterler. İktidarın nimetlerinden yararlanan bu kişiler her ne kadar “legaiize” olmuşlarsa da “yüceltilen değerler”in yönlendirici etkisiyle, geçmişle bağlarını kopartmak istemedikleri ve kopartamayacakları için ideolojik etkileşimlerini sürdürürler. CHP örneğinde de Laikçi ideoloji yataylamasına “legalize” olmuş parti mensuplarına oradan da örgütsel tabana sirayet eder.
Pratik açıdan böyle bir seyir izleyen Türk politik hayatının sol cephesi, CHP üzerinden bir seküler dünya yaratmakta ve dindışı değerlerin aşırı vurgulandığı bir sol tahayyül oluşturmaktadır. Bu sol tahayyül yukarıda aktardığımız ilişkiler çerçevesinde en radikal sol örgütlere kadar dindışı tavır ve duruşu genişletmekte ve lâdinî bir yaşam formu meydana getirmektedir. Hem de tıpkı pozitivizmin kurucu babası Auguste Comte’un alternatif dinine benzer, minyatür kalıplar içerisinde tersinden bir dinsel alan oluşturarak. Mesela, sol örgütlerde “oruç” ve “şehit olmak” gibi dinsel kavramlar enteresan bir şekilde yoğun olarak işlenmektedir. Ölüm oruçlarında hayatlarını kaybedenler şehit olmaktadırlar. Ya da daha merkeze yakın ve CHP çizgisinde bir sol duruş dinsel alanı Anıtkabir çevresinde kurmaktadır. Dinin hac emrine, ya da geleneksel dinin türbe ziyaretlerine benzer bir seremoni işletilmektedir. Aşırı sol bir duruş radikal islamm kalıplanyla kendini ifade ederken, merkeze yakın bir sol da bu kavramlann ötesinde şekilsel merasimler çerçevesinde yaşanan alternatif bir din alanı inşa etme çabasındadır. Burada cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki alternatif kutsallaştırmalar, “ol Zübeyde’den doğma…” şeklinde mevlit yazma girişimleri de hatırlanmalıdır. Hatta Tekin Alp (Moiz Kohen) Türk’ün Yeni Amentüsü adıyla bir risale kaleme almıştır.
Kısaca şunu söyleyebiliriz ki, Türkiye’de sağ ve sol kalıplar dinsel olan ve seküler olan ayrımından hareketle bir görüntü oluşturabilmekte, buna rağmen dindışı olanla kendini ifadelendiren sol da dinsel kalıp ve formlara tersinden bulaşmakta hatta alternatiflerini üretmektedir.
Oysa ki laiklik, yönetsel düzeyde inançlar karşısında tarafsız bir tavır almayı gerektirmektedir. Bu da felsefî düzeyde agnostik; siyasi düzeyde liberal; özgürlükçü ve demokrat bir bakış açısıyla sağlanabilecektir. İnancını ideoloji yapan bir parti -inancı aşkın olsun ya da olmasın- laik bir düzeni ne ölçüde savunabilecektir?
Netice-i Kelam
Türk siyasal hayatının ayrım ölçütlerini belirleyen en temel ayırdedici faktör din ve geleneksel değerler manzumesini içine alan “manevi değerler ekseni” olagelmiştir.
Bu ayrım çerçevesinde “manevi değerler ekseni”nin çevresinde yer alan duruş sağ, dışında kalan ise sol olarak ifade edilmiştir. Cumhuriyet’in kurucu partisi olan CHP de inşa sürecinin pratik zorunluluklardan kaynaklı nedenlerle dinsel olana, geçmişle ilgili olana karşı bir politik duruş almış ve bunun muhalifinde kalan geniş bir kitle ise sağ olarak adlandırılmıştır.
Buna rağmen Türk solu kendisini “manevi değerler ekseni”nin dışında konumlandırmakla kalmamış tersinden bir kutsallık alanı binası kurmuştur.
Bu kutsallık alanı içerisinde hapsolan Türk solu ise hiçbir zaman gerçek laik anlayışa sahip bir zihniyet düzeyi geliştirememiş, laik bir devlet yapısından ziyade tehdit üretme psikozuna saplı bir laikçi zihniyet üretebilmiştir.
Bunun karşısında ise Türk sağı merkezde, gelenekle yumuşattığı, moderniteyle sentezlediği ölçüde dini bireyselleştirmiş, toplumsal ve siyasi taleplerini dönüşüm ve toplumsal uzlaşma hedefleriyle birleştirmiştir. Laikliğe uyumu açısından bakıldığında ise Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumu bünyesinde barındırmasıyla yarı-laik görünüm arz eden devlet yapısını özümsemiştir.
Not: Gerçekten dinler karşısında tarafsız tutum sergileyen “yerli” solculukla son 10-15 yılda barizleşen Birikim Dergisi çevresi, Müslüman sol, Ufuk Uras vb. örneklerin solculukları bu analizimizde değerlendirme dışı tutulmuştur.
[1] Bu noktada İdris Küçükömer’in CHP’yi sağ parti, DP’yi de sol parti olarak nitelendirmesi hatıra getirilmelidir. Değişimden yana olan DP ve statükocu CHP’nin böyle bir ayrımla ifadelendirilmesi oldukça anlamlıdır.
[2] Sol hareketin önderlerinden Mihri Belli, solun Türkiye’deki en büyük yanlışının dini değerlere ve dindarlara sırt çevirmesi olduğunu itiraf etmiştir. Belli, bu durumu ifade ettiği konuşmasında Küba devriminin lideri Che Guevera’nın kiliseyle birlikte devrimi gerçekleştirdiğini anlatmıştır.
Mehmet Ali Erdem
– Haber Lotus-
HLotus
Sevgili yazar,
‘Türkiye’de sol laik mi’ başlıklı yazınız, ‘Türkiye’de sağ Müslüman mı’başlıklı bir başka yazı serisiyle devam etmediği müddetçe, siz zat-ı şahanelerinin yazmış olduğu bu yazı, köşenize koyduğunuz masum vesikalığınızdaki yüz hatlarınıza sirayet etmiş irticai çizgilerin düşmanca bir dışavurumu olmaktan bir adım öteye geçemeyecektir. Nokta…
Nasip olursa yazarız fakat kısa vadede yazmak pek mümkün görünmüyor… Yorumunuz için teşekkürler
İnş…