Ortadoğu bölgesi “Yasemin Devrimi”, “Arap Baharı” veya “Demokrasi” adı altında soğukkanlı bir reel politik ile yeniden şekilleniyor. Libya, Suriye ve Yemen’de yaşananlar bunun bölge ülkelerine daha demokrasi getirilmesi mi yoksa dünya petrolünün üçte ikisini barındıran, Afroavrasya anakıtasının merkezi konumunda bulunan Arap dünyasında küresel güçlerin, devlet dışı aktörlerin (uluslarası şirketler) sürekli yeni planlamalar içinde olması mı diye sormak gerekiyor. Araplar, 2. arap baharı diye isimlendiriyorlar ve bununla I. Dünya savaşından (1914-1945) sonra Arap dünyasını paylaşan İngiltere, İtalya, Fransa gibi istilacı güçlere karşı verilen 1. uyanışın devamı olduğunu, 2. uyanışla bu küresel güçlerin bakiyelerinin de giderileceğini iddia ediyorlar.
Afroavrasya’yı anlamak
Soğukkanlı bir reel politik ile bakıldığı zaman bölge halkları için özgürlük, eşitlik ve liberal değerlerin çok da önemli olmadığı maalesef gözükmektedir. Ya da masa başında bölge için geliştirilen kuramlar ile mevcut durum arasındaki uçurum gittikçe büyüyor diyebiliriz. O halde realist ve liberal yaklaşımların açmazlarını giderecek ve sebep sonuç arasındaki ilişkiyi kurgulayarak basitleştirme ve yorumlamanın imkanı araştırmak gerekir. Bunu yapmak ancak yapısalcı bir yöntemle, yani uluslar arası politikanın gerçekliğini ve söylemini şekillendirmede kültürün ve fikirlerin önemini araştırmakla mümkün olur. Bu durumda ne yapmak gerekir denilirse, bölgede yaklaşık beş yüz kalmış Osmanlı’nın bakıyyesi olan entelektüel siyasi elitin birikimini jeo kültürel açıdan değerlendirmeye başlayan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni tutumunu rasyonel ve yerinden analizler yapmak gerekir.
Türkiye’ye politik turlar:
Uluslar arası gelişmelerde kilit rol oynayan bölgelere odaklanarak insan hayatının yönünü değiştirebilecek deneyimlere öncelik veren insanlara ulaşmayı hedefleyen bir şirket kurulmuş İngiltere’de. Kuzey Kore’den sonra en çok talep de Türkiye içinmiş. Türkiye’nin yükselen bir güç, muhafazakar bir parti tarafından yöneltilen demokratik bir Pazar ekonomisi dinamiğiyle gerçekten etkileyici bir karışım olduğunu söylüyor şirketin kurucusu. Türkiye’nin geleceği AB, Akdeniz ve Ortadoğu üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olacak, bu yüzden Türkiye’deki ekonomik gelişmeyi, Anadolu kaplanlarını anlamak ve düşük yoğunluklu olarak süren iç çatışmaları yerinde analiz edip, görmek için iki farklı tur düzenliyorlarmış. Bunlardan biri 9 günlük Erdoğan ve Anadolu Kaplanları; diğeri de Türkiye ve Kürtler: Çatışma sona mı eriyor yoksa kızışıyor mu? Başlığıyla ilan edilmiş ve talep de oldukça yoğunmuş.(Dünya gazetesi.6.9.2011:10)
Yeni pazarlardaki ekonomik ve siyasi eğilimleri anlamak isteyen iş dünyasına yönelik programı incelediğimde gerçekten de yapısalcı yöntemin gereklerinin yerine getirildiği, reel durum ile liberal söylemin açmazlarına düşülmeme çabasını görünce şu sormak elzem oldu.
Peki biz ne yapıyoruz?
Türkiye’nin artan bölgesel gücünü geliştirmeye mi, yoksa sekte vurmaya mı? Bana öyle geliyor ki, dış politikayı gene iç politikaya kurban edip sekte vurmaya çalışıyoruz. Sana’a üniversitesinde Arap baharının başladığı dönemlerde görev yaptım, dünya da bireysel silahlanmanın en yoğun olduğu ülkenin güzel insanları, sivil itaatsizlik yaparak, kan dökmeden liberal değerleri talep ettiler, sonuç ne oldu?
Libya ve Suriye öncelikli olduğu için bölgede olanlar hep arka planda kaldı, ama Yemen’de, Ortadoğu’nun güney ucunda yaşayanlar, çok zor zorumda. Dünya ekonomisi ve siyaseti açısından en önemli 9 boğazdan üçü burada, İkisi Yemen, biri İran kontrolünde, Süveyş kanalı da Ortadoğu’da. Bunlara bir de Çanakkale ve İstanbul boğazlarını ilave edin, önemli beş geçiş noktasıyla ilgili hiçbir proje için bizim kültürel siyasi birikimimiz olmadan analizler yapılamaz.
Bunun idrakinde olan mevcut yönetim, Ortadoğu’da “Mutlak hakimiyet ve/ya mutlak terk” politikasını bıraktı. Çünkü bölgedeki olaylar analiz edilirken “Avrupa karşısında doğrudan hâkimiyet kurmuş yegâne medeniyet havzasının siyasi yapılanması” olan Osmanlı birikimi ve bu tarihi mirasın eseri olan Türkiye Cumhuriyetinin stratejileri olmadan tutarlı analiz yapılamaz.
İsrail ile olan gelişmeleri de bu perspektifte değerlendirmek olası aksaklıkları gidermeye katkı bulunmak yerine, BM raporunu en büyük hezimet olarak nitelendirmek ne derece tutarlıdır? “Derin üzüntü ve tazminat” ibaresinin yeterli olmadığı söylenerek olası çözüm önerilerini geliştirmek yerine, ayak bağı olmak, bölgede yükselken Türkiye imajını zedelemekten başka bir şeye yaramaz. Halbuki reel politik uzmanı İngilizler, İsrail’in taktiksel bir zaferi, stratejik bir ortaklığı zedelemeye tercih ettiğini ve yanlış yaptığı söylüyor. Üstelik raporda aşırı kuvvet kullanımının eleştirilmesi ama Gazze ablukasının meşru kabul edilmesiyle işgalinde hukuki olacağı gibi bir sonuç çıkacağını, bunu da Türkiye’nin uluslar arası mahkemeye taşıyarak bölgesel gücünü daha da artıracağını belirtiyorlar. Mevcut karmaşada diktatörlerin gittiği ortamda Türkiye’nin bölgede artan gücünü düşününce, bunun ne kadar hatalı bir karar olduğunu İsrail’in niçin anlayamadığının analiz edilmesi gerektiğini vurguluyorlar. Nitekim Jerusselam post gazetesi, terörle savaş, hassas istihbarat bilgileri konusunda sırdaşı olan Türkiye’nin kaybedilmek üzere olduğu uyarısını yapıyor. İsrail merkez bankası başkanı ticari ilişkilerde aksamanın sonuçlarını pahalı olacağı söylüyor. (Dünya gazetesi.6.9.2011:3,10) 7.5 milyon nüfuslu İsrail de, son onlu günlerde süregelen pahalılık gösterilerini düşündüğümüzde bu uyarının önemi daha da artmaktadır.
Kanaatime göre, bölge halkları yönetimlerinin ABD ve Israil yörüngesindeki politikalarına karşı müthiş tepkili ve Türkiye’nin stratejilerini destekliyor. Yönetimler de bundan çok rahatsız aslında. İslam Konferansı Teşkilatının bile Türkiye kadar inisiyatif alamaması, bölgedeki kabilevi/ebevi nizamın ne derece etkili olduğunu göstermektedir. Şimdi, tekrar soralım: BM raporları ile yapılan iç politika açıklamaları son tahlilde kimin işine yarıyor, İsrail ve bölgede totaliter yönetimlerin mi; yoksa Türkiye’nin mi?
Sonuç: Türkiye’nin bölgedeki jeokültürel potansiyelini artırarak bölgesel güç olmaya çalışmasını söylemek, ucuz bir politikayla, “Neo Osmanlıcılık” değildir, bilakis Türkiye’nin ulaşabileceği güç potansiyeli olabileceğinden daha düşük düzeyde gösterilerek Turkiye dışında oluşmuş bulunan güç merkezlilerine endeksli politikalara karşı olası çözüm önerileri üretmeye çabalamaktır.
Bu gerçekleştirmek mümkündür, çünkü “Türkiye, bu asrın başında Avrasya üzerinde hakim olan sekiz çok uluslu imparatorluk yapısından (İngiltere, Rusya, Avusturya-Macaristan, Fransa, Almanya, Çin ve Japonya) birini oluşturan Osmanlı Devleti’nin mirası üzerine kurulmuş modern bir ulus-devlettir.”
Prof.Dr. Mevlüt Uyanık
Hitit Üniversitesi Öğretim üyesi
— Haber Lotus –
HLotus