Ülkemizde pek kıymet görmese de Batı’da din psikolojisi oldukça kıymetli ve pek verimli bir bilim dalı olarak menşei de yine kendisinden hasıl olmak üzere meydana gelmiş bir alandır. Din psikolojisinin en iyi yanlarından biri, dini nesnel ve dinî olguları tarafsız bir şekilde ele alabilmesidir kuşkusuz. Din psikolojisi bağlamında Kur’ân’a bakıldığında bolca malzeme çıkar karşımıza. Bunlardan birisi benim incelemeyi pek sevdiğim kıssa olan Yusuf suresidir.
Bu sure, her şeyden önce insani zaafların yoğun işlendiği bir metindir. Bir peygamber olarak Yakub’un, oğullarında şiddetli bir hasede sebebiyet verecek ve onları genç yaşlarında büyük hatalar işlemeye sevk edecek orantısız sevgisinin sebep olduğu bir olay silsilesidir bu sure. Yakub peygamber oğluna olan sevgisini diğer çocuklarına göstermekten imtina etmeden aşikâr bir şekilde göstermesinin -hem de bunun fazlasıyla farkındayken- acı bedelini ödemişti.
Peki Yakub peygamber ve oğulları dindarlık boyutunda ele alınırsa ortaya nasıl bir manzara çıkar, gelin beraber inceleyelim.
Dindarlığın boyutlarına değinen din psikologlarından Glock, aynı dinî geleneğin içinde olan insanlarda bile değişik boyutlar olabileceğini söylerken bunu anlaşılır kılmak için inanç boyutundan bahsetmektedir. Bu izaha bir katkı olarak Yakup Peygamber’i, Yusuf’u ve kardeşlerinin kıssada bildirilen tutumlarını örnek olarak vermemiz isabetli olacaktır.

İslam inancına göre peygamber soyundan gelen ve yine babaları peygamber olan bu çocuklar değişik boyutlara sahiptirler. Glock açıkça ifade ediyor ki sahip olunan inanç ne kadar içselleşmiş ise dindarlık bu durumdan o kadar nasibini almaktadır. Dindarlık için merkezi role sahip olan inanç, kuvvetine göre kişilerin yaşamlarına etki etmektedir. (Elbette kişilerin inançlarını sanki bir ölçer var da o aletle ölçüm yapar gibi niyet beslemek etik değildir. Zaten buna hiçbir insanın hakkı da yoktur. Fakat Yusuf peygamberin babası tarafından aşırı bir sevgi ile sevilmesinin ve nübüvvet makamına layık olmasının sebeplerini somutlaştırmanın yollarını söylemek gerekir. Burada kardeşler için psişik tahliller yaparken onları küçümsemek gibi bir gaye gütmeden sadece var olagelmiş bu olayları incelemeye tabi tutuyoruz.) İnanca göre Yusuf Peygamber ahlakının yüceliğini şüphesiz inancının kuvvetinde ve sağlamlığında bulurken bir elçi olarak Yakub Peygamber’in de bu olanlara sabrederken Allah’a olan tevekkülü ile inancının muhkemliğini gözler önüne sermektedir.
Bilindiği üzere kıssada muamelata dair pek bilgi verilmemektedir. Yani gerek Yusuf Peygamber’in gerek kardeşlerin ibadet yönü ele alınmamıştır. Buradan anlaşılan kıssanın; adalet, kıskançlık, yalan vb… gibi tutumları ele alırken bu kavramların, insanların hayatlarında ne kadar önemli rol oynadığına dair dikkat çekmek istemesidir. İbadetler kuşkusuz müntesiplerini inşa etme noktasında önemlidir. Bir hazır bulunma hâli için önem taşıyan ibadetler mümin için elzemdir. Fakat Yakub Peygamber’in oğullarının ibadet açısından herhangi bir eksikliğinin, tembelliğin olacağı çok düşük ihtimaldir. Fakat bakıldığında insanın bu ibadetleri -tıpkı inanç gibi- içselleştirmediği takdirde maneviyatının askıda kalacağı ve bunun da etrafına olumsuz bir şekilde yansıyacağı kuvvetle muhtemeldir. Allah müminlere, kıssada dinî ve ahlaki anlamda olumsuz olan hislerin, başka insanların hayatlarına ne denli büyük felaketler getireceğini izah etmektedir.

Kutsalla olan iletişim sonucu ortaya çıkan dinî duygu, bu bağlamda en çok Yusuf Peygamber’in hayatında mevcuttur. Bir disiplin olarak dinler tarihinden ve İslam tarihinden ve Kur’ân’dan okumaktayız ki peygamberlerin hemen hepsi belli bir yaşa geldikten sonra çeşitli sıkıntılara duçar olmaktayken Yusuf, bu noktada biraz daha farklı bir serüven yaşamaktadır. Bir çocuğun ıssız bir yerde kuyuda mahsur kalması hafife alınacak bir durum olamaz. Fakat bu çocuğun psikolojik olarak bu hususta yara aldığına dair Kur’ân’da bir bilgi geçmemektedir. Yani böyle bir korkuyu dahi yenen Peygamber’in Tanrı ile olan irtibatının sandığımızdan çok daha fazlası olduğuna kanaat getirmek mümkündür. Yine zindana atılması ve diğer olumsuz durumlarda hiç ümitsizliğe kapılmamış olması onun bu durumlarda dinî tecrübe boyutunda ciddi bir mesafe katetmiş olduğunu göstermektedir. Ayrıca tüm bu olanların ardından devlet adamı olması ve bu nimetle bir an olsun şımarmaması ve kardeşlerine olan olgun tavırları onun peygamberliğe olan liyakatini göstermektedir. “Bir peygamber misyonu gereği elbette böyle olmalıdır.” diye düşünen insanların aksine yeri gelince peygamberlerin de hataları olduğuna tarihin şahitlik yapmış olduğunu hatırlatmakta fayda var. Çünkü peygamberler nihayetinde bir insandır, ne kadar nübüvvete layık görülmüş olsalar da onların da hata yapma ihtimallerinin olabileceği unutulmamalıdır. Çünkü hata yapmaya meyilli olmayan bir varlık zaten insan olamaz. Allah insanı yaratırken hem iyilik yapma hem de kötülük yapma potansiyeli doğrultusunda yaratmıştır. Buna hikmet demekle birlikte içinde kötülüğe meyil olmayan yalnızca iyilik yapmaya temayülü olan varlık yalnızca “melek” olabilir. Yani ikisi de aynı bünyede olmalı ki insan olmanın anlamı ve gayesi tecelli etsin. Peygamber de bir insan olarak ister istemez bu iki özelliği bünyesinde barındırmak zorundadır.

İnancı zorunlu olarak bilgiye tabi kılmamak yine bu kıssada örneğiyle mevcuttur. Çünkü yüksek bir bilgi kişiyi inançlı da yapabilir inançsız da. Burada elbette ki inançsız insanlar yok fakat yine de meydana gelen olaylarda Yusuf Peygamber’in veya kardeşlerinin durumunun bilgi boyutu ile bir alakasının olmadığına dikkat çekmek yerinde olacaktır. İlaveten Yusuf Peygamber’in rüyaları yorumlama durumunun sezgisel bilgi olarak nitelendirmek de uygun olmaktadır. Netice olarak bilgi yalnızca kelimelerden ibaret, cümlelerden müteşekkil sıralı maddeler değildir. Canlıları, gökyüzünü okuyabilmek ilim ve bilgi merhalesinde ayrı bir önem teşkil etmektedir.
Dindarlığın boyutlarının en önemlisi olarak kabul edilen etki boyutu aslında somutlaşmış dinî algı açısından, gözleme olan yatkınlığından dolayı ciddi bir önem kesbetmektedir. Anlatılanlara bakıldığında yukarıda zikredilen tavırlar ve tutumlar somut bir şekilde okuyan kişiye sergilenirken bu aktarılanlar doğrultusunda kimin ne kadar dindar olduğunu izah etmeye ihtiyaç yoktur.
Yusuf suresinin 8. ayetinde geçtiği üzere anlıyoruz ki: “Hani kardeşleri demişlerdi ki: “Yusuf ile öz kardeşi babamızın gözünde bizden daha değerli. Hâlbuki bizim sayımız daha çok. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanılgı içinde!” formatında olaylar ilerlemeye devam etmektedir. Kardeşlerin; Yusuf’a ve kardeşi Bünyamin’e olan olumsuz düşünceleri sözlü olarak bildirilmeye başlanmışlardır. Artık içinde tutulamaz bu nefret intikam hâlini almaya başlamıştır. Çokluklarda güvenden dolayı sadır olan bu düşünceleri, onlarda “güçlü olma” kanaatini de doğurmaktadır. Bu çok olmakla güçlü olmak arasındaki olumlu ilişki yalnızca Yakub Peygamber’in evlatlarına has bir durum değildir. Tarih boyunca insanlar her zaman sayı, nicel ayrımlardan kaynaklanan bir üstünlük düşüncesine sahip olmuşlardır ve olacaklardır. İnsanlığın müzmin hastalığı olan bu çokluk anlayışı neden Yakub Peygamber’in çocukları için de geçerli olmasın? Bu anlayışın vahim sonuçları da olacaktı kaçınılmaz olarak. Ki bu da bildiğimiz: kıskançlıktı.

Buna bağlı olarak hırs ve en nihayetinde rekabet ve bu sözler aslında kardeşlerin bu iki duyguya duçar olmasının bir sonucuydu. Zincirleme giden sonuçlar dizisinin temeli ise şüphesiz kıskançlıktır. Yakub, sevgisi ile diğer evlatlarında bir duygu uyandırıyor. Kıskançlık, tüm bu olayların gelişimindeki nüve olması mahiyetiyle kıssadaki merkezi temadır.
Descartes’a göre kıskançlık bir korku çeşididir. Bu korku elde bulunan bir şeyi elden kaçırmak endişesinden meydana gelir. Çekememezlik kinle karışık bir üzüntü şeklidir. Kısacası çekememezlik, başkalarına ait şeyleri elde etmek arzusudur. Kıskançlık kendimize ait olan şeyleri elden kaçırmamak için gösterdiğimiz kuşkulu bir davranıştır [1]. Ayetten anlaşılıyor ki Yusuf Peygamber ve Bünyamin, Yakub Peygamber’in son iki evladıdır. Bu düşüncelere sahip kardeşlerle, Yusuf Peygamber ile Bünyamin’in annesi aynı kişi değildir. Yani arada bir üveylik söz konusudur. Elbette üveylik insanlarda düşmanlık getirecek mutlak bir sebep değildir. Fakat burada gerçek şu ki Decaertes’ın da ifadesiyle bu kıskanç kardeşler bir korku içinde kalmışlardır. Yusuf ve kardeiini benimsememiş olmaları ise gayet aşikâr. Bu benimsememe hâli onlarda yanlış düşünce ve hatalı hareketlerde aşırılığa kaçan duyguların illeti durumundadır.

Böylece babalarının sevgilerinden tamamen mahrum olma düşüncesi onların bilincini bütünüyle işgal ediyor olmalı ki ayetlerde geçen üzüntü veren konuşmaları bizzat gerçekleştirmişlerdir. Yoksa bu denli gözlerinin dönmüş olmasının açıklaması başka şekilde mümkün gözükmemektedir. Bu kıskançlık aynı zamanda kaygılı kıskanç türüne dâhildir ki bu kıskanç kaygıdan kurtulamazlar. Sürekli olarak endişe duyarlar. Kaygılı kıskançlık, gerçek tutku yüklü bir akümülatördür. Bunu gören Moliere şöyle diyordu: “Kıskançlık bütün ruh hastalıkları arasında daha çok şeylerle beslenen ve ilaçları az olan hastalıktır.” Bu endişeden kurtulamayan
kaygılı kıskançlar, huzur nedir bilmezler [2]. Kardeşlerin yaşadığı normal bir kıskançlık türü olmadığı için kaygılı kıskançlık hâlinde acil olarak bu duyguya sebep olan kişiden radikal bir çözüm ile kurtulmaya çalışmakla birlikte kıskançlık duygusu onlarda öç alma isteğini uyandırıyordu ki onlar bu isteğin gerçekleşmesi için planlar yapmaya başlıyorlar. Peki Yusuf’tan kurtulmak için çözüm bulmak yerine bu, içten içe onları kemiren kıskançlık duygusundan olumlu olarak kurtulma adına bir şeyler yapabilirler miydi? Belki onlar için olumlu kurtuluş bu idi fakat başka türlüsü de mümkündü ve elbette daha insani ve hakkaniyetli olanıydı.
Referanslar
1. Dr. Guy Delpierre, Kıskançlık,Terc: Dr. Halis Özgü, 1. Baskı Özgü Yayınevi, İstanbul, 1983, s. 26.
2. Dr. Guy Delpierre, a.g.e., s. 66.
HLotus