Ana Sayfa > Gündem > Varlığa Karışmak

Varlığa Karışmak

saricicek

Modern teknolojinin geriye döndürülemez bir hal aldığını düşündükleri için muhataplarımın “kentleri durdurmak” içerikli yazılarımı “romantik, uçuk ve muhal” sayan ifadeleriyle karşılaşmak artık benim için şaşırtıcı değil. Belki de şaşkınlık “teknoloji çağında” geriye dönüşten bahseden bir adamın söylemini fütûrsuzca dile getirivermesinden kaynaklanmaktadır. Şaşkınlıktan hemen sonra, “ee, siz de teknoloji kullanıyorsunuz!” itirazının altında da söylemimle eylemim arasındaki tenâkuzu göstermeye girişiliyor; söylemimin ciddiye alınır bir tarafı bulunmadığı imâ ediliyor. Bu bir zafer mi? Yürüttüğümüz hayat böyle devam ederse insanın yenilgisi olacak. Çünkü biz tabiata ancak teknoloji üzerinden temas etmeye mahkûm bir varlığa dönüştürülüyoruz. Herkes şöyle bir silkinsin ve kendi durumunu yoklasın. Artık tabiatın içinde bulunmamak insan tabiatının zarureti haline geldi. Hanginiz sabah güneşini görebiliyor, seher yelini hissedebiliyorsunuz? Cemre düşüyor. Cemre hesabını bilen kaç kişiyiz? Metro vagonlarında büyük bir hızla bir bucaktan öte bucağa ulaşabiliyoruz. Lâkin gün ışığı göremiyoruz. İklimleri yaşayamıyoruz. Kara trende pencereden başını çıkartıp rüzgâra saçlarını veren çocukluk yok artık. Leylekler ağaç başlarına yuva yapmıyor. Tabiat tabiat-dışına döndürülüyor. Bu cümlelerimi nostalji olarak değerlendirenler olabilecektir. Ne olursa olsun kentin süregit yürüyüşü kesinlikle tabiat değil. Tabiatı yitirdiğimizde tabiatımıza ait olmayan canlıların çoğalması da bunu gösteriyor. Çocuklarımız artık tavuk, kaz, keklik, koyun, keçi, inek, vs. bilmiyor. Saydığımız hayvanlar etinden sütünden yararlandırıldığımız hayvanlardı. Şimdi artık hamamböceği biliyoruz. Ve o bizim tükettiklerimizin üstünde dolaşıyor. Dostoyevski ve Kafka’nın bu haşerattan bahsetmesi bir yanılgı değil. Çünkü artık hepimiz yeraltında yaşıyoruz. Yaşadığımız yer bir pisliği içselleştirmiş olmasa, beraber yaşadığımız canlılar pislikle anılır olmayacaktı. Teknolojik canlılık pislikle beslenen canlıları insanla eşitlemiştir. İnsan tabiatını kaybedip yeraltına düşmüştür. Artık papatya tarlalarında yürüyemiyoruz, metronun tünellerinde kıyamete yol alan bir vagonun içindeyiz. Her yer karanlık.

Yunus, “Sordum sarı çiçeğe” diyordu. Artık hiçbirimiz bu soruyu sorma imkânına haiz değiliz. Bu insanî oluşu kaybetmek demektir. Suya akması için cesaret vermek lazım. Güvercinin kanat çırpıntısına. Nar ağacının büyümesine. Bir menekşenin mor bakışına. Cesaret. Teknolojik yürüyüşümüz bırakın cesaret vermeyi, tabiatı denetliyor.  Artık varlıkların, mevcudatın arasında değiliz. Toprağın üzerinde milyonlarca kilometre yol yapıldığını ve tabiatın nefes almasını asfaltla önlediğimizi görmenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Karıncaya basmamayı örnek gösteren bir kültürün toprağı asfaltlayarak canlılığın öldürülmesine ses çıkarmamış oluşunu “çağın gerekleri” ile izaha yeltenmesine hadsizlik nazarından bakıyorum. İnsanlık yükselen binalarla engin manzaralar elde etti ama toprağı betona dönüştürerek yapaylığa esir kılındı. Cam, beton ve çelik insanın hayatını idame ettireceği bir tabiat değil. Toprak, içinde canlılık varsa nefes alıyor demektir. Hangi solucanın beton duvarlar içinde yürümesine şahit olabiliriz? Tepelerin üzerindeki çok katlı binalar Mısır’ın eski zaman despotunun iktidar ünlemesini hatırlatıyor: “Ey Haman, benim için kuleler dik de çıkıp Musa’nın tanrısına bakayım!” Oysa Musa ayakkabılarını çıkarıp da huzurunda durduğu Rabbini görmek isteyince, Rahman bunun imkânsızlığını dağa tecelli ederek göstermişti. Dağ parçalanmıştı. Firavun’un semada aradığı yücelik duygusu, suda boğulmakla nihayetlendi. Mısır’ın ultra teknolojisinin ideologu, tabiatı yenememiş oldu. Modern teknoloji de tabiatı yenememiş görünüyor. Yapılan, insanı tabii hayatından izole etmek anlamına geliyor. İzolasyon, tecrit bir hastalıktan başka nedir?

Kentler mega-kentlere dönüştürülüyor. Gece kondu bölgelerine işçi ihtiyacı için göz yumanlar şimdi bu bölgelerin kent merkezinde kalması nedeniyle artan rantına tamah etmektedir. Gecekondu yoksulluğu kent dışına sürülmek isteniyor. Kent dışına yeni beton kuleler yapılmasının nedeni tabiatta yaşayamaz kılınan bu nüfusun tüketici davranışlarını kontrol etmektir. İnsanın tabiatta yaşayamaz kılınması dünya kapitalizminin üretiminin tüketici stokları tarafından talep edilirliğini tekeffül ediyor. Kent büyütülüyor. Kent önü alınmaz habis bir ur misali canlılığı emiyor. Yoksulluk kent dışına çıkarılmakla kapitalist elit kent merkezlerini ele geçiriyor. David Harvey, böyle söylüyordu. Ulus ötesi sermayenin AVM, iş merkezi, gökkonut inşasının hedefi bu. Artık buralarda toprak işgal edilmiştir. Beton toprağın üzerinde nefes almayan bir hilkat garibesidir. Tarımdan koparılan kitlelere GDO’lu naylon yiyecekler vermenin yolu insanlığı yaradılışından dışarı itmekten geçmektedir. Ekmeğinin içinde hangi hayvanın geni var bilememektesin. Eski Çin’de şöyle derlermiş: “İnsan yediği şeyden ibarettir.” Dönmek söylemi “romantik” deniyor. Dönmezsek naylon olacağız.

Varlıklardan kopamayız. Mevcudatın içinde varız. Varlıkların arasına karışırken öfke ve ele geçirme elbisemi çıkarırım. Sarı çiçekle konuşuruz.

Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.