Hoca bir gün eşeğinin çok yem yediğinden yakınmış. Komşuları öğüt vermişler:
“Eşeğin yemini her gün azaltacaksın. Zamanla az yemeye alışır.”
Hoca bu öğüde uymuş. Eşeğin yemini her gün biraz azaltmış.
Aradan zaman geçmiş. Komşuları sormuşlar:
“Hocam ne oldu? Eşek az yemeye alışabildi mi?”
Hoca içini çekmiş:
“Tam alışıyordu ki, zavallının ömrü yetmedi.” demiş.
Nasreddin Hoca’mız, öylesine espriler yapan herhangi biri değil, yaşadıkları ve yaşattıklarıyla hepimize önemli hayat dersleri sunan bilge bir zat. Ben derim ki, sadece Nasreddin Hoca fıkraları okuyarak (ama işin komikliğine takılıp kalmadan, olaydan ders çıkararak) hayatı, insanları çok iyi tanıyabilir ve şu dünya denen misafirhanede adımlarımızı temkinli atabilir, doğru düzgün bile yaşayabiliriz. Nasreddin Hoca fıkralarındaki eşeği de küçümsemeyin hani… Eşek deyip geçmeyin; o bizzat eşeğin hâl diliyle bize bilgeliği anlatır. Zaten yaratılanı Yaratan’dan ötürü seviyorsak, eşeği de sevmeliyiz. Eşeğin gözü ne güzeldir, dikkatlice bakın bir ara eşek görürseniz… Sırtına bunca yük yüklediğimiz, asfalt yol yaparken, takip ettiği güzergâha göre en güvenli ve en kestirme yolu tespit edebildiğimizin söylendiği ve hatta etinden, sütünden (yani bilerek tercih etmesek de bilmeden çoğunlukla) istifade ettiğimiz eşeğe kurban olayım, insanı eşek yerine kullanmaya çalışanların karşısında… Nasreddin Hoca’ya da kızmayalım bu fıkradaki davranışından dolayı. Çünkü adım gibi eminim ki, Nasreddin Hoca kesinlikle ve kesinlikle, bırakın eşeği, bir karıncaya bile zarar verecek biri değil, kalıbımı basarım. Olsa olsa, böyle davran/mış gibi yaparak insanı eşek yerine koymaya kalkışanlara usturuplu bir hisse bırakmak niyetiyle böyle bir kıssayı halk içinde yaymış olmalı zahar…
Bu fıkranın devamı şöyle: (Nacizane bizzat ve şahsen benim senaryomla):
Nasreddin Hoca bakmış ki, eşek nalları havaya dikmiş. Açlığa ömrü yetmeyen eşeğin ardından bir nazire düzmüş:
“Ne güzel işimi görüyordun, beni yarı yolda bırakıverdin vefasız!!! Hiç hoca yarı yolda bırakılır mı? Senin vefadan haberin yok mu? Ben sana daha ne otlar, samanlar alacaktım. Bak, evimizin karşısındaki şu boş araziye! Oraya diken dikecektim. O dikenler büyüyecekti, sonra oradan koyunlar geçecekti ve onların tüyleri bu dikenlere takılacaktı. Sonra ben o tüyleri teker teker toplayacaktım, yün yapıp eğirecektim. Sonra o yünlerden halı dokuyacaktım. Halıyı da alıp semt pazarında iyi bir fiyata satacaktım. Aldığım parayı kendime, aileme, eve harcayacak, birkaç yıllık borcumu kapatacaktım. Sana da taze ot alacaktım…”
O anda (üzerinize afiyet-sözüm meclisten dışarı) nalları havaya dikmiş eşeğin berisinden bir zorultu çıkmaya başlar. Hoca önce zıplar korkudan, sonra eşeğe bakar, önce gözlerine, sonra dişlerine… Eşek sanki gülüyor gibidir. “Ha!” der Hoca… “Hazır otu buldun nasıl da keyiflendin köftehor seni!” der muzipçe gülerek. Bu zorultunun, eşeğin ağzından geldiğini sansa da az sonra daha büyük bir zorultu, müthiş tiksinç bir kokuyla birlikte eşeğin berisinden dışarıya pırtlayınca Hoca, zortlamanın menşeini idrak ederek oradan kaçar, terk-i mekân eyler…
Bu hikâye de burada biter… Eşek vefasını göstermiştir, öldükten sonra, içinde biriken metan gazını Hoca’ya, berisinden üfleyerek…
Selçuk Alkan
– Haber Lotus –
HLotus