Halkın mesajı: “Ya gel bana sahici sahici ya da…”
AK Parti kenarda tutulduğunda, partilerin Türkiye partisi olmayı başaramadıkları belli bölgelere sıkışıp kaldıkları görülüyor. Halbuki Türkiye’de halk, parti değiştirmekte zorlanmaz. Bir seçimde verdiği desteğin müteakip seçimde % 95’ini geri çektiği örnekler yaşanmıştır. seçmen davranışının geçişlilikleri için son 20 yıla bakmak bile yeterlidir.
2002’den itibaren ise siyasette istikrar tablosu gözlenmektedir. Kabul etmek gerekir ki bunda belirleyici olan AK Parti’dir. AK Parti, özellikle iktisadi performansı ile iktidarını sürdürmeyi, beraberinde siyaseti domine etmeyi başarmıştır. Başarıda, siyasetin konformizmine kendini kaptırmaması, kolaycı yaklaşımlar yerine çalışkanlığı etkili olmuştur. Zaten ‘Türkiye Partisi’ olabilmek için, belli siyasi akımlara, kamplara hitap etmek yerine, kimseyi dışarıda bırakmayan, toplumun tamamını kucaklama cehdine ihtiyaç vardır. Bu manada muhalefetin başarısızlığı sabittir. Nitekim referandum okumaları da yine mevcudu konsolide etmeye dönük kaldı. Sonuçlara bakarak, bu kayıtsızlığa halkın da aynı kayıtsızlıkla mukabele ettiği söylenebilir.
Seçim zamanları hatırlanıp sonra unutulan, sığ bakış eseri açılımlar halk tarafından sahici bulunmuyor. Filvaki referandum sürecinde dillendirilen başörtüsü (doğrusu kızların okuması, çalışması seçilmesi… MNY), genel af söylemleri, söylem olmanın ötesine geçmedi, ömrü kısa oldu, kısa sürede tevil edildi.
‘Neden % 92’den daha yüksek ‘Evet’ değil?
Türkiye’nin referandum okumasında ‘Evet’lerden ziyade ‘Hayır’ ve ‘Boykot’lar ön plana çıktı. Bunda ‘Evet’e bakış bir faktördür mutlaka. Zira doğal olan budur. İnsanlar özgürlüklere ve değişime daha yatkındırlar, buna daha fazla prim verirler. Kim bilir asıl merak edilmesi gereken 12 Eylül darbe anayasasının neden daha yüksek bir oyla (mesela 1983’teki % 92’nin üstünde bir oyla) kabul edilmediğidir. Ancak bu sağlanamamış ve toplumun % 42’lik bir kesimi ‘Hayır’ demiştir. Üstüne Güneydoğu illerimizde belli oranda bir ‘Boykot’ tavrı sergilenmiştir. ‘Evet’lerin de facto veri olarak kabul edilmesi, üstüne herkes tarafından ‘başarı’ olarak teslimi, onun tartışma harici kalmasına sebep teşkil eder; bir yere kadar mazur da görülebilir. Bunu teslim etmekle birlikte, bakışın risklerine de –şimdilik- işaretle yetinelim.
Pakete destek vermeyenlere dönüldüğünde, terör destekli Kürt Milliyetçiliği, Türkiye’nin en yakıcı, çözümü aciliyet arz eden meselesidir. Dolayısıyla şu ya da bu oranda halkın sandığı boykot etmesi üzerinde durmayı hak eder. Nitekim kayda değer oranda ‘Boykot’ vardır. Esasen altındaki dinamikler kimsenin meçhulü de değildir. Ki, terör, baskı nedeniyle sandık güvenliği dahil kahrından ya da kavlinden boykot bütün boyutlarıyla tartışılıyor.
‘Hayır’ın anlamı
‘Hayır’lara gelindiğinde, konuyu mesele haline getiren en başta ‘Hayır’ın dağılımıdır. Zira ‘Hayır’cılar sahillerde, daha doğru ifade ile ülkenin Batı sahillerinde temerküz etmesidir. Zaten meseleyi haritalar üzerinden analiz ettik. Detaylarına inildiğinde, ‘Hayır’ı merkeze alan tartışmada iki yönlü tutumdan bahsetmek gerekir: İlki iktidar partisinin yaklaşımı, ikincisi ise ülke entelijansiyası ve medyasının karakteri… Zira AK Parti, referandumu ‘Hayır’ları önceleyerek ele aldı.
Burada parti ve iktidar tefrikinin yapılmasında da fayda vardır. AK Parti, aynı zamanda ülkeye hükümet etme görev ve sorumluluğuna sahiptir. Bu anlamda parti ile hükümet arasında zaman zaman açı farkı oluşması da sürpriz olmaz; kademe siyasetinin gereği olarak bu anlaşılmaz da değildir. Elbette bu sofistike bir bakışın ürünüdür, maharetle uygulanabildiği ahvalde sahiciliğine de halel getirmez. Yönetilebildiği sürece, idealler ile hikmeti hükümetin gereği yürütülen politikalar elinizi güçlendirir, ülke yararına faydaya tahvil edilebilir. Bilhassa dış politikada bunun kabulü ve tefriki önemlidir. Düz mantıkla hemen takiyye ve samimiyetsizlik izafe etmek, sofistike bir meşgale olan siyasetin doğasıyla mütenasip değildir.
İktidarı geniş anlamıyla ele alarak ülkenin Batı sahillerinde yoğunlaşan muhalif tavra yakından bakacak olursak:
Sınıf değil ‘yaşam biçimi’ ayrışması
Bir kere ‘Hayır’ın sınıf temelli bir ayrışmadan neşet edip etmediği önemlidir. Eldeki veriler ışığında emek-sermaye, ırki (Türk-Kürt-Çerkez vs) dini (alevi-sünni) aidiyetlerde anlamlı homojenite gözlemlenmiyor. Ancak:
–Laik/seküler ve dindar temelli farklılaşmanın varlığı varsayılıyor.
–Sistem (statüko)ya yandaş yada karşıt olma bakımından ayrışma ise vakıa olarak kabul edilebilir.
Bu ikisinin geçirgenliği de teslim edilebilir. Laik hassasiyeti fazla olan kesimlerin statükodan yana/siyasi iktidara karşı; dini hassasiyeti fazla olan kesimlerin ise statükoya karşı/siyasi iktidara muvafık tutumları biliniyor.
Batı Anadolu sahillerinin farklı siyasi tutumu için sıkça asri-modern-çağdaşlığa vurgu ile açıklama yoluna gidilir. Tarhan Erdem modernizm eksenli okumasında üç ayrı kategoriden bahsediyor. “Endişeli-Mazbut-Muhafazakar modernler”den endişeli grubun bunu itiyad haline getirdiğinden bahisle onları “kararlı korkaklar” olarak niteliyor. ‘Hayır’ dinamiğini açıklama adına başvurulan diğer argümanlar ise şunlar:
–Turizm yöreleri, turistler nedeniyle dış etkilere açık, dış dünya ile ünsiyeti fazla.
–Emekli yoğun bölgeler: asker ve sivil bürokrasi, öğretmenler mukim.
-Doğu vilayetlerinden yoğunlukla göç alıyor. Sayfiyelerde yaşayanlar, iş saikiyle gelen bu göçmenlere karşı tepki duyuyor.
–Eğitim seviyesi yüksek algısı hakim. (Prof. Ömer Çaha yaptığı son araştırmada bu tezin geçerli olmadığını savunuyor. Ancak araştırmanın metropol şehir olan İzmir’i konu aldığını hatırlamak gerekiyor.)
–Gelir seviyesi yüksek Türkiye’nin varsıl bölgesi. (Burada da GSMH bakımından en başlarda gelen Trakya’nın Anadolu yakasındaki illerinin pekala ‘Evet’ tavrını benimsediğini hatırlamak gerekiyor)
Sağlıklı değerlendirme için bunlara ilave olarak:
-Yaş istatistikleri
-(Din) mabed istatistikleri: Cami, kilise, havra dağılımı
-Huzurevi bakımevi istatistikleri
-Sokak ve yurt çocukları istatistikleri
Daha detaya inerek:
-Kültür
-Sanat
-Spor
-Teknoloji
-Çevre
-Evcil hayvan sahipliği ve çeşitleri
-Alkolizm
-Fuhuş
-Madde bağımlılığı
-Eşcinsellik
-Ruhi hastalıklar
-Kürtaj
-Zührevi hastalıklar
-Obezite
-Asayiş kayıtları, suç ve çeşitleri
Vb. istatistiklere bakmak, gerekir. Buralarda anlamlı farklılaşmanın var olup olmadığı geliştirilecek politikalarda yol gösterici olacaktır.
Şu halde, muhalefetin yoğunlaştığı Ege-Akdeniz sahilindeki siyasi davranış kalıplarının altında neyin yattığını anlamak için detaylara inen, ciddi saha araştırmalarına ihtiyaç vardır. Zira kamu ve ilgilileri için önce doğru teşhislere ulaşmaya, peşinden buna uygun politikalar geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bunun da ilk şartı anlamaktır.
Peşinen söylemek gerekirse, anlamak ille ‘doğru’ kabul etmeyi gerektirmez. Ona teslim olmak manasına ise hiç gelmez. Yine ‘Hayır’ın medya/entelijansiya desteğine sahipliği de göz ardı edilemez. Keza en az ‘azınlığın’ hassasiyetleri kadar gözetilmesi gereken bir de ‘çoğunluğun’ hassasiyetleri vardır. Filvaki geliştirilecek politikaların mutlaka her bölgenin aynı kılınması, birbirine entegre edilmesi şeklinde de olması da gerekmez. Yan yana barış içinde yaşanması ve/veya gerilim ve stres birikimlerinin yönetilebilir olması daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Sahil ve ‘getto’lardaki ayrışmanın yaşam biçiminden kaynaklandığı sır değildir. Faraza kızının erkek arkadaşını misafir eden aileler turizm yörelerinin gerçeğidir. Ya da Kadıköy Belediyesi’nin bir ara lise talebelerine prezervatif dağıtması, Anadolu’da emsaline rastlanmayacak bir uygulamadır.
‘Yağa yatırsam, bala batırsam faydasız’
AK Parti ve refiki muhafazakar partilerin böylesi sosyal tabana sahip bölgelerde diğer bölgelere nazaran başarı çıtasının düşük kalması esasen doğaldır. Buna ‘sağ’ ve ‘sol’ siyasi geleneklerin yaklaşım farklılıklarını da ilave edebiliriz. Bu yaklaşımı kabaca idare-i maslahatçılık ve kalkınmacı eser siyaseti olarak alırsak; ikincisinin sosyali (içtimai olanı) iktisadi olanın gerisine aldığı gerçeğini de beraberinde teslim etmek zorundayız.
Hal böyle olunca, varsıllara iktisadı önceleyen politikalarla yaklaşmanın zorluğu anlaşılır. AK Parti’nin ‘kimseyi aç ve açıkta bırakmama’ iddiasıyla başlatıp 8 yıldır sürdürdüğü sosyal güvenlik politikalarının yoksullar nezdinde karşılığı vardır, çok da belirleyicidir. Ancak varsıllar için başka türlü sosyal politikalara ihtiyaç olduğu da bellidir.
Şu halde mesele iktisadi değil içtimaidir…
Para ve hizmete dayalı alışverişe direnç oluştuğu, bunun bir tür rüşvet, para ile satın alma algısı doğurduğu düşünülebilir. Öyle olmasa iktidarın hizmetlerinin karşılık bulması beklenirdi.
Faraza Menderes Türel, Antalya’ya herkesçe teslim edilen büyük hizmetler yapmıştır. Yine Başbakan Erdoğan’ın, şehre onlarca defa bizzat gittiği, büyük açılışlara imza attığı da bilinmektedir. Yerel ve merkezi iktidarın sahibi Ak Parti, Antalya’nın sadece Türkiye’de değil dünyada marka haline gelmesine sebep icraatlar yapmıştır. Ancak mahalli seçimlerde M. Türel/AK Parti kaybetmiştir. Nitekim Başbakan Erdoğan yaşadığı hayal kırıklığını ifadeden geri dur/a/amıştır.
Sahillere sadece bayındırlık, ulaştırma, imar ile değil, sosyal (içtimai), kültürel ve eğitim politikaları ile yaklaşılmalıdır…
İktidarın sahil okumasının risk ve handikapları
Kabul etmek gerekir ki, AK Parti iktidarı, ‘Türkiye Partisi’ olma iddiasını her bölge/yörenin hassasiyetini dikkate almasına borçludur. Geliştirilen politikalarda, tercih edilen adaylarda yöresel özelliklerin göz önüne alındığı biliniyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken temel husus, mevcut taban ile hedef taban arasındaki korelasyon ve uyumun sağlanmasıdır.
İzmir’in % 63’ünün desteğini ararken, Erzurum’un % 87 desteğini arkada tutabilmek önemlidir. Ya da Edirne’nin % 75’i; Muğla’nın % 69’u ile Ağrı’nın % 96’sı, Şanlıurfa’nın % 94’ünün tefrikini iyi yapmak gerekir. Referandumdan sonra sonuçların ‘Hayır’ merkezli okumaya tabi tutulmasının ‘Evet’ bölgelerindeki psikolojik olarak nasıl karşılandığını da hesapta tutmak gerekir.
Burada psikolojik ayrışmayı derinleştirmemek, bunu yaparken beraberinde özlük-üveylik algısı doğurmamak önemlidir.
Keza yerel ve genel seçimlerde tercih edilen aday profili sorgulanmak durumundadır. Zira bir belde ağırlıkla liberal/sosyal demokrat/muhafazakar biliniyorsa burası için o nitelikte aday aranmakta/gösterilmektedir. Her partinin benzer düşünce ile hareket ettiği düşünülürse bu tam da zihni ayrışmayı destekleyen bir yaklaşımdır. Zira Türkiye’de bahse konu şablonlara bütünüyle oturan yekpare taban algısı yanıltıcıdır. Halihazır İzmir’de değişik sebeplerle ‘Hayır’ diyen üçte ikilik kesime karşılık üçte biri aşan da bir ‘Evet’ kesimi vardır. Keza bugünlerde bir siyasi partiye ağırlık verse de geçmişte pekala farklı siyasi tercihlerde de bulunabilmiştir. Bu arada Cem Uzan’ın Genç Parti’sinin en ciddi desteklerden birini İzmir’de bulmuş olmasını da not etmek gerekir. AK Parti açısından asıl göz önünde tutulması gereken husus, Özal’ın Anap’ı döneminde İzmir’in muhafazakar bir isimle yönetilmesidir. Burhan Özfatura başarılı başkanlığını ikinci dönem seçilerek de tescil etmiş, halk da kendisine pekala iki dönem destek sunabilmiştir.
İzmir için Taha Aksoy bir değerdir şüphesiz ama bir de Bakan Prof. Mehmet Aydın vardır. Ki sadece sahiller için değil, önümüzdeki dönemde geliştirilecek politikalar için hocaya hassaten bir mim koymakta yarar vardır.
İstanbul’un varsıl semtleri ile Ankara’nın Çankaya’sında rakibiniz ile aynı profilde aday çıkarmanız size seçim kazandırmadığı gibi algıyı olgu haline getirmekten başka bir işe de yaramaz.
Antalya özelinde ise bir başka veçhe dikkat çekmektedir. Menderes Türel, sıra dışı hizmetleri ile temayüz eden bir isimdir. Kendisinin tercih edilmesinde siyasi kökeni ve şahsi profili de dikkate alınmış olmalıdır. Algı olarak Antalya’nın dokusuna aykırı olmadığı da teslim edilebilir. Ancak benzer algı ile Antalya’da Ak Parti ile kolay ünsiyet peyda etmesi beklenen bazı kesim/cemaatlerin kazanılamadığı da veri olarak ortaya konmaktadır.
Şu halde, taklit asla iltifattır. Kendisi olarak yaklaşmak siyaseten doğru, sonuç almaya da daha yakındır.
Sultan Fatih de muhalefetle karşılaştı, Chirchill seçim kaybetti
Partilerin, halkın tamamının desteğini hedefleyerek siyaset yapması doğaldır. İlave olarak, iktidar partisinin toplumun bir kesimine kayıtsız kalma lüksü yoktur. İktidar, toplumun tamamına hükümet etmek durumundadır. Bununla birlikte bir siyasi partinin bütün illerde birinci olma gibi bir zorunluluğu da yoktur.
Hatta toplumun ilerlemesi/yükselmesi için tektipleşme değil farklılıkların varlığı tercih edilir. Keza unutmamak gerekir ki, her toplumda ve her dönemde hoşnutsuz gruplar, muhalifler çıkmıştır. Faraza Sultan II. Mehmed, Fatihliğine rağmen döneminde ciddi hoşnutsuzlukla karşılaşmıştır. Özellikle vergilerin artmasından mütevellit İstanbul’da aleyhine muhalefet ciddi noktalara tırmanmıştır. Faraziye yapılacak olursa ortaya sandık konsa sadece Türklerin değil insanlığın büyük mareşali belki sandıktan çıkamayacaktır.
Bir başka çarpıcı örnek İkinci Dünya Savaşının muzaffer başbakanı Winston Chirchill’in durumudur. Savaşın hemen akabinde yani gücünün zirvesinde iken seçim kaybetmiştir.
Bazen de kara/negatif propaganda tek başına belirleyici olabilmektedir. Özellikle rüşt ispatına itilen, nefsi müdafaa durumuna sokulan (bu noktada algının sahici ya da üretilmiş olma ihtimali varid ve bu bahsi diğerdir) kitleler refleksif davranabilmektedir. Kimlik ve aidiyetler söz konusu olduğunda bu çok daha bariz ortaya çıkmaktadır.
Algı yönetiminde zaaf varsa olgular önemini yitirebilir
Nitekim 29 Mart 2009 Mahalli İdare Seçimlerinde bunun örnekleri görülmüştür. Başbakan Erdoğan’a atfen propagandası yapılan “Gavur İzmir”, Diyarbakır ve Güneydoğu vilayetleri için yürütülen “Ya sev ya terk et”; Şanlıurfa’da başvurulan “Ceketimle kazanırım” propagandaları etkili olmuştur. Bunların gerçekle bağı da belli bir noktadan sonra önemini yitirmektedir.
İstanbul’un bazı ilçe/semtleri, Ankara Çankaya ve İzmir’de yoğun olmak üzere iktidara rezervli bakış göze çarpmaktadır. Gettolaşma görüntüsüne rağmen buraları yekpare ele alamayız. Belki muhalefete odak olma, karşıtlık üzerinden bir dayanışmadan bahsedilebilir.
Unutmamak gerekir ki, Sultan Hamid’in muhaliflerinin çoğu Mason Locasına kayıtlı idi. Muhalefet orada temerküz etmişti. Sebep, kendilerini orada ifade imkanı bulmaları, locanın kendileri için korunaklı ve en emin yer olmasıydı.
Esasen suyun kendine akacak bir dere yatağı bulması önemlidir. Aksi halde taşkınlarla karşılaşılır. Sosyal olaylarda da benzeri kendini ifade zeminleri bırakılmazsa bu tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Yine Sultan Hamid’in siyaseten bazı kanaat önderlerini –muvazaalı- sürgünlere tabi tutarak, böylece toplumun nabzını elde tutma siyaseti bilinmektedir. Keza İnönü’nün sadece kendi partisi ile sınırlı kalmayan siyaseti dizayn iddiasını hatırlamak gerekir. Demirel için referans olup yol göstermeleri, bağımsız TİP’e karşı muvazaalı ‘Çalışanlar Partisi’ projesi aynı bakışın birer tezahürüdür.
Toplumlar bazen başarı başarısızlıktan bağımsız değişime ihtiyaç duyabilirler. Buna sebep bazen iktidardan yorgunluk, bazen beklentilerin artması ya da beklentilerin farklılaşmasıdır. Türkiye’de mevcut iktidar için henüz kendisi ve toplumun yorgunluğundan bahsedilemez. Ancak toplumda AK Parti iktidarından beklenti çıtasının yükseldiğini teslim etmek durumundayız. Söz gelimi kızların okuma, çalışma ve seçilmesinin önündeki engellerin kaldırılması beklentisi artacaktır.
12 Eylül Referandumu ile devlette yeni denge ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Paradoksal görüntüsüne rağmen, AK Parti iktidarının önünde 11 Eylül’e göre yönetilmesi daha zor bir Türkiye vardır. Zira çözüm bekleyen kronikleşmiş bazı sorunların çözülmemesinde hükümetin mazur görülmesine sebep devlet direnci artık ortadan kalkmıştır. Hiç değilse toplumda böylesi bir algı vardır. Bu algı siyasi iktidarı içerde ve dışarıda zorlama potansiyeli taşımaktadır. AK Parti iktidarını algı yönetiminde daha rafine politikalara ihtiyacı vardır. Yeni dönemde check-balans sisteminin ihdası artık kendi sorumluluğundadır.
Erdoğan ve hükümetinin çalışkanlığı teslim ediliyor. Toplumun desteği de bunu teyid ediyor. Ancak bu başarı büyük oranda iktisadi alandadır. Referandumla açılan yeni dönemde AK Parti’nin iktisadi politikaları kadar içtimai politikaları da belirleyici olacaktır. Evet, yoksul kesimlere yönelik sosyal politikaları vardır, bunun ciddi karşılığı olduğuna şüphe yoktur. Lakin iş bununla bitmemektedir. Bir de varsıl ve kendisine soğuk bakan varsıl kesimin ihtiyaçları vardır. Hiç değilse yaşam biçimlerine müdahale istememektedirler. Dahası direkt müdahale olmasa bile kendisiyle aynı yaşam biçimine sahip olmayan kesimlerin iktidarının bizatihi varlığından rahatsızlık duymaktadırlar. Verilen teminatın da kendilerini teskin etmeye yetmediği görülüyor.
Siyaset dilinde doğrular yanlışlar
Siyasi partilerin farklı siyasi tercihlere yaklaşımında başta siyasi dil problemi vardır. Meseleyi ısrarla “türban” olarak nitelemek buna örnektir. Anlama yerine dayatma dilinin karşılık bulması beklenemez. Nitekim bulamıyor da…
“Yaşam biçiminize karışmayacağız”, “baskı uygulamayacağız, bizden korkmayın” demek inandırıcı olmaz. Olmuyor. Temin ve teskin eden pasif dil, doğru bir iletişim dili değildir. İstediğiniz kadar teminat verin, monologdan diyaloga evrilmedikten sonra şüphe ve korkuları daha da beslemekten başka bir işe yaramaz.
Hayata dair bir öngörünüz dahası bir teklifiniz yoksa o hayata kabul edilmezsiniz. Dışarıda kalırsanız, dışında kaldığınız yapıyı değiştirip dönüştüremezsiniz.
Serbest yaşam, birlikte yaşam için tavırsız olmak yerine tavırlı olmak tercih edilmelidir. Mamafih, nikahı savunmak, hukuki haklardan, güvenceden bahsedilmesi mutlaka karşılık bulur. Olumlu karşılayanlar umarsız olanlardan fazla olur. Kumaya karşı çıkıldığı ahvalde kapatma olanlardan bahsedilmiyorsa inisiyatifi ele geçiremezsiniz.
Değilleme yerine önerme siyaseti sonuç almada daha tercihe şayandır. Negatif, şikayet eden, ‘istemezük’çü siyaset sizi bir yere kadar da taşıyabilir. Esasen Türkiye’de bu tarzı siyaset bidayetten beri fazlaca kullanılmış, hala da kullanılmaktadır. Uzağa gitmeden referandum sürecinde muhalefetin tavrına bakmak yeterlidir. CHP ‘getto’larda fazla emek sarf etmeksizin, kafa konforunu da bozmadan belli bir tabanı arkasında tutabiliyor. Ancak bunun iktidar için yetmediği de onlarca yıldır tecrübe edilerek geliyor. Unutmamak gerekir ki, CHP’nin % 42 ile iktidar olduğu 1977 seçimleri bunun dışına çıkan, atak ve önermesi olan siyaset ile sağlanabilmişti. Ecevit: “Toprak işleyenin, su kullananın” dedi. “Köykent”ten bahsetti. “Ne ezilen ne ezen, hakça düzen” dedi. “İnançlara saygılı laiklik” dedi. Kazandı…
Öykündüğünüz (taklit ettiğiniz) size itibar ve iltifat etmez
Bazen tarafsız kalmak en iyisidir. Ancak bunu itiyad haline getirilmesi bir süre sonra bertaraf olmanızı kaçınılmaz kılar. Zira bitaraf olan bertaraf olur. Siz bir taraf olduğunuzda rakibinizi de bir taraf olmaya, onu tavır almaya itersiniz. Bununla aslında sahici bir siyasete de hizmet edersiniz.
“Ben şunu yaparım” diyene “ben senin dediğini senden daha iyi yaparım” diyerek üstünlük sağlayamazsınız. Taklit asla iltifattır. Aslı varken kimse fotokopisine iltifat etmez.
“Bizden korkmayın” demek korkuları beslemekten başka bir işe yaramaz. “Hayatınıza karışmayacağız” demek güven telkin etmez. Üstüne edilecek her yemin güvensizliği daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramaz.
İktidar olmanın rüknü, gündemi elde tutmaktır. Önermesi olan kazanır. Siyasette, özellikle de diplomaside amorfluğa (şekilsizliğe) bürünmek geçerli bir yöntemdir. Ancak amorf görünmek siyasetsiz olmakla karıştırılmamalıdır. Aksine iddianız ne kadar büyük, hedefleriniz ne kadar gerçekçi ise o kadar da büyük başarılar sağlayabilirsiniz. Siyasetinizi hayata geçirmede geçirgenliğe açık, alternatifleri bol tutmanız başarıyı artıran bir yöntemdir.
Bir önermenin bir tarafından tutmanız denkleme müdahil olmanızı sağlar. Denklemin iki tarafında da bulunmanız kazancınızı garantiler. Denklemi sizin kurmanız kazandırmakla kalmaz, inisiyatifi elde tutmanızı, kalıcı olmanızı sağlar.
İktidar muhalefete göre avantajlı ama…
Neye, ne kadar müdahil olacağınızı söylemeniz, hiç söylememenizden iyidir. Daha fazla güven telkin eder, konuşmaya başlayabilirsiniz.
Takıntılara kurban edilmeyen yaklaşımla hayata dair hayatın içinden meselelere odaklanılması gerekir. Bu konuşma tartışmaya başlanması dolayısıyla çözüme doğru adım atılması manasına gelir.
İzmir’in % 37’sini mobilize etmeden % 63’e ulaşamazsınız. % 37’yi harekete geçirmek için onları motive etmeye ihtiyacınız vardır.
Doğal tabanınızı pasif halden aktif hale geçirebilmek için ise onları inandırmanız gerekir.
Psikolojik üstünlüğe sahip olmadığınız karşısında muvaffak olamazsınız.
Kayıtsızlık, inatlaşma ve katılaşmayı aşmak için doğru algı yönetimine ihtiyaç vardır.
Kabul etmek gerekir ki, ‘Hayır’cı bölgelere atfedilen ‘yaşam biçimi’ algısı bugüne kadar yeterince irdelenmiş değildir. Buna karşılık kaynağı ve sıhhati meçhul bazı kabullerden hareket edilmiştir. Erteleme, geçiştirme tavrı ağır basmıştır. Salt izafe edilenin de facto kabulünün ise belli ölçüde olumlama, yüceltme barındırdığı da söylenebilir. Bunun sınırsız bir özgürlük algısını beslediği, onun da ötesine taşarak zaman zaman toplumun tamamına dayatıldığı görülmektedir. Bir taraftan korku söylemine sarılıp, diğer taraftan bütün insanlığın tartıştığı ‘serbest/birlikte yaşam, cinsel tercih, kamu zararına dahi yol açsa istediği gibi alkol kullanma özgürlüğü’ şeklinde anlaşıldığı görülmektedir. Ya da bazı tarihi kişiliklerin, bazı kavramların kişi ya da zümre tekelinde tutularak, toplumun diğer kesimleri aleyhine bölme vasıtası yapılması vakıadır.
Her alanda yaşanan normalleşmenin sosyal (içtimai) hayata da yansıması beklenebilir. Bu aynı zamanda ülke menfaatine olacak temennidir. Türkiye’nin daha dengeli vasat yakaladığı, düne göre daha sahici zemine kavuştuğu söylenebilir.
Bütün bunlardan sonra mevcut tabloya göre iktidarın rahat olduğunu asıl sıkıntıda olanın muhalefet olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. İktidar partisi, mevcudun hukukunu koruyarak, daha fazlasına ulaşmayı deneyebilir. Bunun için zamanı, imkanı vardır. Belki sabra, komplekssiz ve acul tavırlardan uzak yaklaşmaya ihtiyacı vardır o kadar…
İlave olarak toplumun tamamı için adaleti gözetmesine… Adil olması, takdir haklarını ve tercihlerini de elinden almaz şüphesiz. Örneğin yoksul bölgelere daha fazla altyapı hizmeti, daha çok sosyal yardım; buna karşılık varsıl bölgelere kültür, sanat, spor gibi sosyal projelerle yaklaşması kendi tasarrufundadır. Stratejik planlama iktidarların görev ve sorumluluk alanına girer.
Türkiye’de beklenti çıtası yükselmiş, talepler artmıştır. Esasen güç ve imkanlarımız da potansiyelimizi harekete geçirmeye daha elverişlidir. Uzun aradan sonra olumlu bir vasat yakalanmıştır, iç ve dış konjonktür düne göre çok daha fazla lehimizedir.
Bütün bunların hülasası zaman içtimai olarak da atılım (terakki) zamanıdır.
Mehmet Niyazi Yavuz
– Haber Lotus –
HLotus
“Modern siyasetname”yi sadece zaman boyutuyla alıyorum. Eğer yaşadığımız zaman kesiti ‘modern’ zamanlar ise yapıp ettiklerimiz modern zaman meşgalesidir. Zira ‘modern’ve ‘modernizm’e çekincelerim epey fazla…