“Yaşamı çok ciddiye almayın, nasıl olsa sonunda sağ çıkmayacağız.” diyor Üstat Necip Fazıl. Ama sırf bu sözden etkilendiğim için bugün gündemden uzak yazacak değilim. Malum en önemli gündem maddesi 12 Haziran seçimi ve 11 Nisan’da YSK’ya verilecek olan kesinleşmiş listeler. O nedenle şu an söylenecek bütün sözler afaki olmaktan öteye gidemeyecek. Ne iktidarın hamlesini ne de muhalefetin karşı tezini göremeyeceğiz.
Bir sonraki yazımda listeler hakkında elimden geldiği kadar ayrıntılı değerlendirmelerde bulunacağım.
Bu sıralar en çok satan kitapları şöyle bir incelediğinizde “sufi” lik üzerine yazılmış kitapların peynir ekmek gibi sattığı gözleniyor. Öyle ki birbirinin neredeyse aynısı olan aynı konuyu işleyen kitaplar. Özellikle Mevlana-Şems Öğretisi üzerine ciddi yazarlardan emek harcanarak yapılmış birçok çalışma mevcut.
Bu çalışmaları değerlendirirken değişik açılardan bakmak gerekiyor. İlki bu zamana kadar Mevlana’ya, Şems’e, Mevlevilik’ e mesafeli duran aydınların bu konuyu işlemeleri mutluluk verici. İkincisi; yıllardır ülkemizde daha çok realist yöntem ve çarelerle kendine çıkışlar arayan okuyucunun bu kitaplara sarılmış olması da apayrı bir inceleme konusu.
İnsanların yıllardır ihmal ettiği maneviyat mevzusuna bu şekilde sarılmış olmaları üzerine konuşmak gerekiyor bence. Bunun kökenine inmek gerekiyor aslında. O kadar yıl maneviyatı dini ve dini ritüelleri öcü gibi görerek büyümüş olan bir neslin yerini alan ve içindeki “Ben” i arayan okuyucu. Bu bir nevî içindeki boşluğun doldurulamamış olmasının bir türevi aslında. Yaşadıklarına, sıkıntılarına, başına gelen kötü olaylara hastanelerde, bilim adamlarında çareler bulamayan insanın bir kurtuluş reçetesi oldu bu kitaplar.
Güzel olan yanı şu ki; daha önce Uzakdoğu felsefelerinden umut bağlayan insanımızın kendi öz değerlerine dönmesi, reçeteyi kendi köklerinde araması umut verici. Artık hemen herkesin, Mevlana’dan, Tasavvuftan, Tarikat Ritüellerinden bahsediyor olmaları oldukça güzel. Hatta bu kişilerin içinde günümüzdeki tasavvuf ve tarikat kavramlarına “ülke elden gidiyor” , “irtica hortladı” yaftalarıyla bakanların da bulunduğu unutulmamalı.
Burada ülkem insanının en önemli özelliklerinden biri karşılıyor bizi. “Söz” e değil, “Ravî” ye bakıyor. Eğer Elif Şafak’ın maddelerini bir Mevlevi dedesi söylese, Ahmet Ümit’in anlattıklarını bir İlahiyat Profesörü anlatsa aynı etkiyi görmeyeceği herkesin malumu. Acaba kaç kişi bu kitapları okuduktan sonra Mesnevi’yi alıp okudu çok merak ediyorum. Yine acaba kaç kişi televizyon dahi olsa bir Şeb-i Arus törenlerini izledi? Tabi ki güzel söz güzel ağızdan çıkınca değer kazanır. O nedenle bu kitapların okunması, okuma özürlü milletimiz adına umut verici . Darısı diğer kitapların başına. Burada sözler biterken Mevlana’dan şu sözlerindeki temennileri söylemek lazım.
”Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti Cancağızım.
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
İsmail Baybars
– Haber Lotus –
Batıda ve dünyanın bazı ülkelerinde bu konuları rahatlıkla bahsederken yüzde doksanının müslüman olduğu bir ülkede bu konuların konuşulamaması veya yazılamaması çok acı. evet bir değişim oluyor olması güzel, hatta geç bile kalınmış.