Ana Sayfa > Genel > Yusuf Kaplan’dan Çarpıcı Bir Yazı: “Erdoğan Kendi Kuyusunu Kazıyor”

Yusuf Kaplan’dan Çarpıcı Bir Yazı: “Erdoğan Kendi Kuyusunu Kazıyor”

Yusuf-Kaplan (1)Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan Yeni Şafak’ta “genç kuşaklar”ın durumu ile ilgili çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Fevkalade önemli bu makaleyi dikkatlerinize sunuyoruz:

Genç kuşaklar, ‘kültürel intihar’ın eşiğine sürükleniyor; uyanın artık!

Genç kuşaklarımızın, İslâm’la ilişkisi hızla sıfırlanıyor, çocuklarımız elimizden kayıp gidiyor ama aldırış eden yok!

Durum bu kadar vahimken, Türkiye’nin geleceğinde kilit rol oynaması beklenen iki İslâmî kesim, birbiriyle tuhaf bir ‘iktidar kavgası’ veriyor!

Hayret doğrusu!

12 YIL ÖNCEKİ UYARILARIM GERÇEĞE DÖNÜŞTÜ!

12 yıl önce bu sütunda, ‘Tekno-paganizm: Öküze Bakan Tren’ başlığıyla tam on yazı yazmış, dünyadaki neopagan, yoz ve yozlaştırıcı postmodern kültürel dalganın Türkiye’yi de kasıp kavuracağını hatırlatarak, ilgilileri uyarmıştım.

Bu yazılara, o vakitler, sadece belli entelektüel çevreler ilgi göstermiş ve bu yazılar bendenize, Türkiye Yazarlar Birliği’nin ‘yılın fikir yazarı’ ödülünü getirmişti.

Geldiğimiz nokta, o zamanki tespitlerimin ve uyarılarımın, ne yazık ki, beklediğimden daha hızlı ve daha ürpertici şekillerde gerçeğe dönüştüğünü gösteriyor.

GENÇ KUŞAKLARIN, İSLÂM’LA İLİŞKİSİ SIFIRLANIRKEN…

Şu an, Türkiye’deki, 15-25 yaş arası genç kuşak arasında, İslâm, omurga olma özelliğini yitirdi.

Gerek ortaöğretimdeki çocuklarımız gerekse üniversitedeki genç kuşakların İslâm’la irtibatları neredeyse sıfırlanmak üzere…

Sadece çeşitli cemaatlere bağlı gençlerin İslâm’la bağlantıları sürüyor ama bunlar, hem genç kuşaklar arasında azınlığı teşkil ediyor hem de bu yozlaşmadan, çözülmeden korunma kaygısıyla gettolarına kapanıyorlar!

ŞARK MESELESİ VE ‘TÜRKLERİN’ İSLÂM’DAN UZAKLAŞTIRILMASI

İngilizlerin geliştirdiği ‘Şark Meselesi’ olarak adlandırılan, hayatî bir stratejik proje var/dı.

Bu proje, iki aşamadan oluşuyor/du.

Birinci aşama, Türkleri, Avrupa’dan uzaklaştırmaktı. Bunu başardı İngilizler, Yahudilerle birlikte.

İkinci aşama ise, Türkleri, İslâm’dan uzaklaştırmak/tı.

Bunu, İngilizler başaramadı belki ama biz kendi ellerimizle başarmak üzereyiz!

BİN YILLIK HAÇLI HAYALİNİ, SÖMÜRGECİLER DEĞİL, BİZ GERÇEKLEŞTİRİYORUZ!

Türkiye’nin genç kuşakları arasında İslâm’ın omurga özelliğini yitirmesi, geleceğin Türkiye’sinin Müslüman bir ülke olamayacağının habercisidir!

Geleceğin Türkiye’sinin İslâm’la irtibatlarını koparması, bin yıllık haçlı hayalinin, iki yüzyıllık İngiliz idealinin, Batılılar tarafından değil, bizzat kendi ellerimizle, bizim ‘beyinsizliğimizden’ ötürü gerçeğe dönüşmesi, Türkiye’nin bütün tarihî iddialarını yitirmesi ve leş kargalarına yem olması demektir.

Böyle bir şeyi, hiç bir sömürgeci ülke, hiç bir emperyalist güç, istese bile gerçekleştiremezdi!

O hâlde, soru şu burada: Eğer biz kendi ellerimizle seküler Batı kültürünü (üstelik de posası çıkmış ürünlerini), bu topluma zerkedecek ve Batılıların bizi sömürgeleştirmelerine gerek kalmadan kendi kendimizi sömürgeleştirecek bir kültürel intiharın eşiğine sürüklenecek idiysek, Batılılara karşı ne diye bağımsızlık savaşı verdik ki?

Türkiye, hızla sekülerleşerek, bütün temel dinamiklerimizi yıkıcı ve çözücü bir kültürel intiharın eşiğine doğru sürükleniyor ama biz hâlâ ‘iktidar kavgası’ vermeye devam ediyoruz!

Burada, yeri gelmişken, bir parantez açarak, ‘Gezi kuşağı’ndaki -sayıları son derece sınırlı- ‘anarşist’ ve sahici sosyalist gençleri, onların arayışlarını, entelektüel ve siyasî kaygılarını önemsediğimi hatırlatmak istiyorum.

Nitekim bu arkadaşlar, Gezi aparaçya’sıyla aralarına mesafe koymasını, kendilerini kullandırtmamasını bilmişlerdi.

İŞTE KÜLTÜREL İNTİHARIN TÜYLER ÜRPERTİCİ ÖRNEKLERİ!

Geçtiğimiz hafta Kütahya’daydım: Kütahya, İç-Ege’nin İslâmî duyarlıkları en gelişkin şehri. Ama Kütahya’nın ana caddesi, üniversite öğrencilerinin sabahlara kadar takıldıkları barlardan geçilmiyor.

Bu ürkütücü manzara, sadece Kütahya’da değil, Anadolu’nun bütün şehirlerinde aynı: Üniversite açıyoruz ama bu üniversiteler, hem çocuklarımızı elimizden alıyor, kültürel intiharın eşiğine sürüklüyor hem de şehirlerimizin kültürel dokusunu yerle bir ediyor!

Somut ama ürpertici bir veri daha veriyorum: Sol görüşlü, nitelikli ve çaplı bir arkadaşımın erkek kardeşi orduda eğitmen subay olarak görev yapıyor. Bu arkadaş, 400 kişiden oluşan askerler arasında eğitim öncesi bazı sorular sorarak ciddi bir araştırma yapmış. Elde ettiği bulgular, gerçekten tüyler ürpertici.

Önce şöyle bir tespitte bulunuyor: ‘Artık batı şehirlerimizden asker neredeyse yok’ diyor ve ekiyor: ‘Batı şehirlerimizdeki gençler, askerden kaçmanın bir yolunu buluyorlar, askerlerin büyük çoğunluğu Doğu illerinden.’

Ve asıl tüyler ürpertici bulguları ise şöyle bu eğitmen subay arkadaşın: ‘400 kişilik grupta, grubun tamamı cinsel ilişki yaşamış; grubun tamamı esrar kullanmış; grubun %50’si uyuşturucu nitelikli hap kullanmış; grubun %25’i de eroin kullanmış!’

Nedir bu, peki?

Tam anlamıyla varoluşsal çöküştür; çürümedir; dekadansla danstır; geleceğimizin yok edilmesidir.

‘KÜRT HAREKETİ’, KEMALİST DEVRİMİN YAPAMADIĞINI YAPTI!

Ayrıca doğuda ‘ulusal Kürt hareketi’, Kemalist devrimin yapamadığını yaptı: Genç kuşakların İslâm’la hiç bir bağlantıları kalmadı.

Doğuya yaptığım seyahatlerde ve verdiğim konferanslarda doğudaki insanımızın bu felaketi yeni yeni farketmeye ve kara kara düşünmeye başladığını gözlemledim.

Bu arada yeri gelmişken doğuda Hizmet hareketine bağlı dershanelerin, bu anlamda, genç kuşaklarımızın İslâmî aidiyet biçimlerinin korunması bağlamında, hayatî bir fonksiyon gördüğünü de özellikle hatırlatmak istiyorum.

ASIL MESELEYE GELELİM LÜTFEN!

Kimse, asıl meseleye gelmiyor: Ya asıl meselenin ne olduğunu bilemediği, göremediği, idrak edemediği için; ya da asıl meseleye geldiğinde işin içinden çıkamayacağını düşündüğü için.

Türkiye’nin asıl meselesi, bütün meselelerinin kökeni, varoluşsaldır. Türkiye’nin büyük siyasî sorunları, ekonomik sorunları, kültürel sorunları ve sosyal sorunları var elbette. Yığınla hem de.

Ancak bütün bu sorunlar, göründüğünden daha derindir. Bu sorunların kökeninde varoluşsal sorunlar gizlidir.

O yüzden ekonomik sorunlara sadece ekonomik açıdan, siyasî sorunlara sadece siyasî açıdan, sosyal sorunlara sadece sosyal pratikler açısından, eğitim sorunlarına sadece eğitimin maddî ihtiyaçları açısından yaklaşıldığı ve hâl yoluna konulmaya çalışıldığı zaman, bu sorunlar, kısa vadede, çözülmüş gibi görünebilir bize; ama şunu çok iyi bilelim ki, çözdüğümüzü zannettiğimiz sorunlar, orta ve uzun vadede geri tepecek, bizi daha büyük sorunların ve tam anlamıyla çıkmaz sokağın eşiğine sürükleyecektir.

Mesela ekonomik sorunlarımızı ve bunları nasıl çözdüğümüzü düşünün: Hükümet, yer yer daha önceki dönemlerde görülmeyecek ölçekte büyük ekonomik atılımlara imza atıyor: Devâsâ AVM’ler yapıyor; Türkiye’nin dört bir tarafında büyük ölçüde TOKİ ‘canavar’ı aracılığıyla büyük ‘kentsel dönüşümler’ gerçekleştiriyor; üniversitelerin sayısını son sürat artırıyor; Kürt meselesinde devrim niteliğinde bir ‘barış’ sürecine öncülük ediyor…

Sonuçta, bütün bu büyük atılımlar, toplumun bütününün, özellikle de bütün İslâmî iddialarını kolaylıkla terkederek sıvışan, sıvılaşan, plastikleşen dünün İslâmî, bugünün sekülerleşmek için can atan tuzu kuru muhafazakâr kesimlerinin hızla duyarsızlaşmalarına, şımarmalarına, yozlaşmalarına ve duyargalarını yitirmelerine yol açıyor.

Türkiye, maddî atılımlar bakımından ne kadar büyüyorsa, toplumun kültürel, zihnî ve ahlâkî çürümesi ve çözülmesi de o ölçüde büyüyor!

Böylelikle toplum, çölleşiyor, bencilleşiyor, ruhsuzlaşıyor, sorumluluk duygusunu ve ruh köklerini yitiriyor.

ERDOĞAN DA, ABDÜLHAMİD GİBİ KENDİ KUYUSUNU KAZIYOR!

Şimdi sıkı durun: Hükümet, aslında bütün bu büyük atılımlarla, kendi kuyusunu kazıyor; toplumu varoluşsal bir intiharın eşiğine sürüklüyor ama bunun farkında bile değil.

Hükümet, bütün bu büyük atılımları, bu topluma hizmet olsun diye yapıyor. Bunu söylemek bile gerekmiyor elbette ki.

Ama yapılan bu büyük hizmetlerin, bizi, tam bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlattığını göremiyor, ne yazık ki.

Türkiye, ekonomide, siyasette ve eğitimde niceliksel büyük atılımlar yapıyor; ama bu niceliksel atılımlar, toplumun, özellik de genç kuşaklarımızın niteliksel yani kültürel intiharının yapı taşlarını döşüyor.

Abdülhamid, kendi sonunu hazırlamıştı yaptığı büyük atılımlarla. Özellikle de, eğitim alanında, Tanzimat’tan itibaren en büyük eğitim devrimlerine imza atmıştı. Ama yaptığı bu eğitim devrimi, sadece Abdülhamid’i devirmeye yaramış, devletin temellerine dinamit yerleştirmişti.

Önceki yazıda, Abdülhamid’le Erdoğan arasında konumları açısından bir paralellik kurmuş, ‘Abdülhamid’in başına gelenler, Erdoğan’ın da başına gelirse… Vay hâlimise’ demiştim.

Burada başka bir paralelliğe daha dikkat çekmek istiyorum: Abdülhamid, dış politikada İslâmcı siyaset izleyerek, devleti, dünyanın en güçlü stratejik gücü hâline getirmişti. Ama içeride, kendisinin açtığı ‘modern’ eğitim kurumları, hem Abdülhamid’in ipini çekecek hem de devletin tarihe gömülmesine öncülük edecek seküler kuşaklar ve seküler kurmaylar yetiştirmişti.

Şimdi aynı yanlışın Tayyip Erdoğan tarafından da tekrarlandığını görüyoruz. Tayyip Erdoğan da dışarıda Türkiye’nin stratejik gücünü artıracak büyük atılımlara imza atıyor ama içeride kendi kuyusunu kazacak işler yapıyor.

Dün, Abdülhamid, eğitimde, kalkınmada, ekonomide yaptığı ‘modernleşme devrimi’yle nasıl kendi kuyusunu kazmışsa, bugün de Erdoğan, kendi kuyusunu kazıyor.

Eğer tarihten ders almasını bilemezsek, dün, nasıl ki, Abdülhamid’in yetiştirdiği kuşaklar, sadece Abdülhamid’in değil, koskoca devletin sonunu getirmişlerse, bugün de Özal liberalizmiyle başlayan, Erdoğan’ın neoliberalizmiyle ivme kazanan niceliksel sıçramanın kaçınılmaz ürünü seküler, neopagan, hız, haz ve ayartının peşinde koşturan sarsak ve savruk kuşaklar da, Erdoğan’ın ve bu Müslüman toplumun sonunu getirebilirler!

ERDOĞAN’IN HAYATÎ ROLÜ VE ÇIKIŞ YOLU

Daha önce de yazmıştım: Erdoğan, Türkiye’nin (Özal’lı liberalizm yıllarından itibaren) eşiğine sürüklendiği bu kültürel intiharın önüne geçebilecek ve Türkiye’nin önünü açabilecek tek liderdir.

Türkiye’de önümüzdeki süreçte bu kültürel intiharın önüne geçebilmenin tek yolu, yıkıcı, mankurtlaştırıcı ve sömürgeci eğitim sisteminde; bütün değerlerimizi dinamitleyen çözücü medya rejiminde ve medeniyet iddialarımızı yerle bir eden kültür-sanat dünyasında büyük, köklü ve çığır açıcı paralel devrimler yapmaktan geçiyor.

Pazar gününden itibaren belli bir süre sadece bu üç büyük paralel devrimi, hiç bir kesime zarar vermeden, toplumun bütün farklı kesimlerini kucaklayarak nasıl gerçekleştirebileceğimiz meselesini somut önerilerle ve ayrıntılı bir şekilde yazmaya başlayacağım.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/genc-kusaklar-kulturel-intiharin-esigine-surukleniyor-uyanin-artik/43930

HLotus

One thought on “Yusuf Kaplan’dan Çarpıcı Bir Yazı: “Erdoğan Kendi Kuyusunu Kazıyor”

  1. Nasıl olduda bu yazı sansürlenmedi, hayret doğrusu. Sayın hocam siz devamını yazacağınıza söz veriyorsunuz da gazeteniz yayınlayacağına söz veriyor mu acaba? Saygılar,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.