YÜZYIL ÖNCEKİ BEDELLİ ASKERLİK ÜZERİNE
Yer: Meclis-i Mebusan
Konu: Mükellefiyet-i Askeriye Kanunu Layihası
Tarih: 17 Teşrinievvel 1327 (30 Ekim 1911)
Toplantı (İçtima): 8
Oturum (Celse): 1
OHANNES VARTEKS EFENDİ (ERZURUM)- Efendiler, herkesin malumu olduğu üzere, ulema ve ruhaniler, mütefekkir ve âlimler nihayet herkes askerlik vazifesinin mukaddes olduğuna bar bar bağırıyorlar. Maatteessüf bu bar bar bağıranlar kitaplara yazanlar, kürsülerde vaız edenlerden hiçbirisi bu hizmet-i askeriyenin mukaddes olduğunu şahsen ve fiilen göstermemişlerdir.
Şimdi zengin 50 lira verip kaçıyor. O halde muharebeye kim gidecek? Fukara, değil mi? Ne için zenginlere, alimlere bu mukaddes hizmetten kaçmak için fırsat veriyorsunuz? Ne için onlara bu mukaddes vazifeden bir hisse vermiyorsunuz? Bu mukaddes vazifeyi yalnız fukaraya veriyorsunuz. Bu nasıl adalettir, bu nasıl müsavattır?
BUGÜNKÜ BEDELLİ ASKERLİK ÜZERİNE
Başbakanın yıllar önce söylediği askerlik yan gelip yatma yeri değildir sözü belki de askeri bölgenin dışında ve bir sivil tarafından söylendiği için yadırganmış üstelik aleyhine kullanılmıştı. Aslında başbakan tel örgülerle sarılı askeri mıntıkaya adım atan her askerin kabullenmesi gereken bir ön şartı ifade etmişti. Muhtemeldir ki başbakan askerliğini yaparken kendisi de bu ifadeyle karşılaşmıştı. Askerliği böyle ifade etmek hoşumuza gider ama imtiyazlıların varlığı da inkâr edilemez. İmtiyazlılar bir bakıma askerlikte yan gelip yatma yerine sahip olma hakkını elde etmişlerdir. Bunlar ilk bakışta parasıyla imtiyaz elde etmiş olan bedelli askerlerdir. Ayrıca hiçbir bedel ödemeden babadan atadan kalma imtiyazlarıyla yan gelip yatanlarsa burada ele alınmayacak kadar ayrıntılarda saklılar. Zaman zaman tartışmalara konu olan bedelli askerlik konusunda artık bütün siyasi partilerin mutabakat içerisinde olduğu görülüyor. Şehir ekonomisine katkısını bir kenara bırakıp dikkatlice bakıldığında bedelli askerlik olarak adlandırılan askerlik türü gerçekte askercilik oynanan açık hava tiyatrosuna benziyordu. Diğer türüyle mukayese edildiğinde askerlik yapmak gibi bir durum söz konusu değildi. Bedelli veya dövizli türünden askerlere verilecek elbise, attırılacak mermi, verilecek eğitim israfın ta kendisiydi. Şimdi iktidar muhalefet siyasi partiler arasında küçük ayrıntılar dışında bedelli konusunda mutabakat sağlandığına göre bedel ödeyeceklerin askerlik tiyatrosunu oynamalarını gerektiren şartların ortadan kalktığı konusunda bir konsensüs var demektir. Partilerin hangi kaygıyla hareket ettiği malum, ama bu konuda bedelli veya bedelsiz askerlik yapmak durumunda olanlar arasında bir uzlaşma var mı, bilmek lazım. Siyaset ve medyanın uyum halinde olduğu yerlerde hakkı hukuku hak getire diyelim ve hangi mevzide olduğumuzu belirtmek için askerlik bedelini bilâ-bedel yaptığımızı ifade ederek bedelli askerliğe devam edelim.
Gündelik hayatta bedel kelimesini genellikle maddi anlamında pek fazla kullanmayız. Bedelin içeriği kolaylıkla ifade edilemeyen bir ağırlık taşır. Mesele askerlik olunca bedel kelimesini parayla değil de canıyla, bedeniyle, ruhuyla askerlik hizmeti mecburiyetinde kalanların yaptıkları için kullanmak bana sanki daha doğru gibi gözüküyor. Bedelli diye adlandırılanaysa paralı askerlik deyimi daha uygun düşse de eskiden beri gelen bir kullanım olduğu için bu teklifimizle boşa kürek sallamış olduğumuzu biliyoruz. Askerlik mecburiyetinden dolayı maddi manevi bedel ödemek durumunda kalanların ödedikleri bedel ; “vatani hizmet” olarak adlandırılıyor. Tabii ki vatana vatandaş olan sözde herkes hizmet ederken bir kısım vatandaşın hizmeti vatanın nimetlerinden yararlanmayla doğrudan bağlantılı oluyor. Hizmeti kendi menfaatiyle vatanın nimetlerinin birleştiği ölçüde yapıyor. Vatani hizmet deyimi doğrudan askerliği hatırlattığı için anlıyoruz ki bu hizmet türü sadece toplumun belli tabakalarına havale edilmiş. Vatani hizmetin havale edildiği tabakalar arasında da eşitlik olmadığını söylemeye gerek yok. İki saatlik nöbetinde uyurken yediği dayağı veya askeri kamplardaki rahatını anlatanların hikâyesiyle dağ, bayır yürüyenle gece gündüz vurulmadan yaşamak testiyle karşılaşanların hikâyesi de aynı kategoride değerlendiriliyor. Yani vatani hizmetin içeriği farklıdır ama resmi kâğıtlar üzerinde aynı görülür. Burada aklımıza Orhan Pamuk’un çocukluğuna dair hatıralarını anlattığı kitabı geliyor. Pamuk ibadetler konusunda hizmetçileriyle kendi ailesinin mukayesesini yaparken dini fakirlere has bir şey olarak düşünüyormuş. Çocukça olmayacak ama bir benzetme yaparsak; askerlik de zenginimiz bedel verir askerimiz fakirdendir türküsünde ifade edildiği gibi yeri geldiğinde fakirlikle özdeşliği gösteren toplumun gelir seviyesi düşük tabakalarının vatandaşlığını ispat edebilmesi için yapması gereken bir hizmet olarak algılanıyor. Yapıp yapmama konusunda serbest bırakılsalar bu hizmeti yerine getirirler mi bilmiyorum, en azından bundan sonra eskisi kadar memnuniyetle olmayacağı açık. Onlarda biliyorlar apartmandan başka dağ görmemiş savaş çığırtkanlarının ve büyük adam protokollerinde ön sıra için yarışanların nutuklarında kullanılacak ucuz malzeme olmanın dışında şansları olmadığını.
Askerliğin kutsallığı konusunda askerliği katakülleyle yapanların ısrarlı kutsal haykırışlarının artık inandırıcı olmadığı bir devre geldik. Her erkek Türk vatandaşı için anayasal mecburiyet olan askerlik polisler için anayasa düşünülmeden sessiz sedasız kaldırıldı. Polisler bu vatandaşlık hakkından mahrum edildi ve görünen o ki bir itiraz da olmadı. Aslına bakılırsa askerlik hizmeti öncelikle polislerin yapması gereken bir şart olarak görülmeliyken neye istinaden muaf tutuldukları açıklanmadan kutsal vatandaşlık hizmetinden mahrum kaldılar. Tarihe dönüp baktığımızda askerlik üzerine tartışmaların yeni olmadığı görülüyor. Vakti zamanında inandırıcılığı konusunda şüpheye düşülen kutsallık nutukları karşısında ilk defa “anne bak, kral çıplak” diyebilen ne yazık ki askerlik konusunda genelde hakir görülen gayri Müslimlerin arasından çıkmış bir milletvekiliydi. Yukarıda verdiğimiz orijinal metinden anlaşılacağı üzere zekice ve hakkaniyetle: “beyler askerliğin kutsallığını yazanlar, anlatanlar, söyleyenler, din adamları, ruhaniler, nakdi bedel ödeyenler böyle kutsal bir vazifeden kendinizi neden mahrum ediyorsunuz.” şeklinde meclise soruyordu. Bu soru o devirde kutsallık nutuklarının ardına sığınan riyakârların yüzüne tükürmek gibi bir şey olsa gerek. Şimdi vicdani retçilerin, başkalarının çocukları için kutsal askerlik çığlıkları atıp kendileri ve çocuklarına sağladıkları imtiyazlı askerlikten de yırtmanın peşinde olanlara göre daha dürüst oldukları anlaşılıyor. Vicdani retçiler hiç olmazsa cezalandırılacaklarını itilip kakılacaklarını bile bile inandıklarını savunuyorlar. Bunlarsa inandık dediklerini yapmıyorlar. Anlaşılan birbirimizi vatanperverlik hikâyeleriyle avutan söylemden en azından vicdani retçiler kadar dürüst olmak için uzaklaşmak gerekiyor. Tabii ki eski devirlerde şimdi bahsi geçince bazılarının hoşuna gitmese de ordu millet olduğumuz konusuyla birbirimizi kandırmıyorduk. Ordu millet kavramı zamanının icadıydı ordu millete ihtiyaç doğduğunda mesela Birinci Dünya Savaşında dünya tarihinin o güne kadar görülmüş en geniş çaplı savunma savaşını yapmak durumunda kalınca eli silah tutan büyük çoğunluk savaşa katıldı. Bu elbette 19.yüzyılla birlikte ortaya çıkan mecburi askerlik sisteminin ilk önceleri kolay kolay kabul edilmediği gerçeğini değiştirmez. Bunun için Ziya Paşa, Türkiye’de bir cumhuriyet olursa ne olacağını tahayyül edemediğinden Batıdaki cumhuriyet sistemine övgü düzüyordu. Ona göre Cumhuriyet rejiminde insanların işlerinden güçlerinden memleketlerinden edilerek kışlalarda yıllarca tutulduğu bir askerlik sistemi yoktu. Bu tür ülkeler bir taarruza maruz kaldıklarında eli silah tutan herkes müdafaaya katılırdı. Çünkü memleket herkesindi…
Mevcut askerlik sisteminin zamanın şartlarına uyum sağlamadığı konusundaki kanaatlerin neticesinde birdenbire ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı askerlik hizmeti için yeni arayışlar ortaya çıktı. Bunlarda biri olan paralı askerlik, önceki yıllarda birkaç defa uygulandı. Her yeniden gündeme gelişinde toplumun vicdanında yaralar açtığı filan laflarıyla ertelendi, ama şimdilik vicdan yarası unutuldu. Üstelik şu kışlanın kapısına mail oldum yapısına türküsünü tutturamadan yapılabilen bir hizmete dönüştü. Acıklı askerlik türküleri şartları yerine getiremeyip fiili askerlik hizmetinde bulunacaklara kaldı, ortaya çıkan adaletsizlik konusundan bahseden yok. Fiili askerlik hizmeti oldukça ucuz ve başlarına bir iş gelmediği sürece devletten aldıkları bir şey yok, karın tokluğu yetiyor. Madem mecburi askerlik tamamıyla ortadan kalkmıyor adaletsizliği gidermenin yolları düşünülmelidir. Mesela adaletsizlik silahaltına alınanlara ve bunların arasından özellikle çatışma bölgelerindekilere ücret verilmesiyle giderilebilir ki bunu bir milletvekili teklif etti, fakat anlaşılan kale alan olmadı. Parayla askerlikten muaf olanların ekonomik katkısı onların yapacağı fiili askerliğe göre daha tutarlı gözüküyor. Mecburen gitmek durumunda olanlara para vermek ise iktidarın kulağına pek hoş görünmüyor, onlara atacakları kutsal hizmet nutukları henüz tükenmedi.
Not; Sınır bölgesinde görevlendirilmek üzere profesyonel asker alımı konusunda yapılan çağrılara milletimizin işşiz, sokaklarda, caddelerde, trafikte, stadyumda vatanperverlik üzerine slogan atanları arasında bile yeterince talep olmadı. Açılan 5000 kişilik kadroya 500 kişi müracaat etti. Üstelik ortaokul mezunları da alınıyor iki bin lira maaş veriliyor. Ortaya çıkan manzarayı yorumlamak ağır ifadeler içerebilir yazmasak daha iyi…
Ahmet Gezgin
– Haber Lotus –
HLotus