Ana Sayfa > Gündem > Moğolistan Notları – 5

Moğolistan Notları – 5

Orhun Abideleri kısmını yazınca, sanki içim boşalmış gibi oldum, gezi notları bitmişti çünkü! Peki, niye kendimi dingin hissetmiyorum diye düşündüm, evet, orada son müze gezisi, Cengiz Han ve ahfadının yaptıkları, o zor şartlarda Türk kültürüne hizmet eden arkadaşların emeklerine vefa yok mu? Haa bir de stratejik sebep var, oradaki sohbetler sırasında Rusya’nın hâkimiyeti altında kalmış uzun yıllar. Petrol ve elektriği oradan alıyor, ama hemen yanı başında dünyanın bir diğer devi Çin var, ne yapıyorsunuz burada yaklaşık üç milyon nüfusla diye sorunca, buz gibi olduğum bir cevap aldım, Muhtır’dan. Söyleyeceğin laf kadar duyacağına da hazır olmak gerek derler ya işte öyle bir şeydi hali pür melalim. “Tamam, ikisi arasında bir denge oluşturmaya çalışıyoruz, peki sizin durumunuz farklı mı yani, üstelik bir de ABD var, Avrupa Birliği var, içinde bulunduğunuz durum ne, siz ne yapıyorsunuz bu küresel güçlere karşı?” deyiverdi.

Uzakdoğu terimi tıpkı Ortadoğu terimi gibi yapay, ama reel politikte kullanılıyor madem, biz de söyleyelim. Ortadoğu ve Avrasya politikalarıyla boğuşurken Uzakdoğu’yu Çin’i ve onu kuşatmaya çalışan Hindistan, Kore, Japonya’yı ihmal ediyoruz gibime geldi. Buraları görünce, Hindistan, Endenozya ve Japonya izlenimleri hatırlayınca, üniversitelerimizin acilen buralara açılması ve öğrenci çekmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyorum. Akademisyenler olarak bize düşen görev bu, diğer boyutlarını da ilgili birimler düşünsün artık.

Yaklaşık 3 milyon nüfuslu ülkede iki yüze yakın üniversite varmış iyi mi? Biz 75 milyon, Amerika’ya göre yaklaşık 80 milyonuz ve yeni üniversitelerin çokluğundan yakınıyoruz bir de! Şimdi diyeceksiniz gibi, oradaki gibi olacaksa hiç olmasın, yani MEB ve YÖK öğretim elemanı yetiştirmek için sürekli elaman gönderiyor yurtdışına, içerde alınanlarda var, üstelik Allah korusun ama biz de rüşvet ile ders geçmeyi hiç duymadım ben. Bir ara Nevşehirde bir hadise duymuştum o da Azerbaycanlı bir öğretim elamanı imiş, gazetelerden okumuştum.

ÜNİVERSİTE’NİN AÇILIŞI

3 Eylül 2012, gezinin son günü üniversitede derslerin başlangıç günüydü. Yıldız Teknik Üniversitesi adına protokol imzalanacakmış, ben, Aygun ve Orhan hocamda gittik, hocamlar içeride protokol ile uğraşırlarken, açılış günü gözlemleri yapayım diye dışarı çıktım. Öğrencilerin büyük çoğunluğu kız, %70 fazlaymış oran. Nedenini sorunca herkes kız çocuğunun daha iyi bir hayat yaşamasını istiyor diye cevap verdi Amantay, buna diyecek bir şey yok, aynen biz de öyle. Ben Begüm’ün kılına zarar gelmesini istemem, ama Enes’in burnunun duvara toslamasını, hayatın zorluklarını öğrenmesi, yaşayarak denemesi isterim.

Neyse, “peki bu açık giyinmenin nedeni ne olabilir, tıpkı Kore ve Japon gençler gibi?” diye sorunca, burada çok güneş yok, olduğu zamanda böyle, hem buranın önemli bir kesiminin Budist olduğunu da unutmamak lazım. Bir de erkeklerin çoğu Güney Kore’de çalışıyor, arabaların çoğunun, giyim kuşamın genellikle oradan gelmesi de doğal, dediler. Felsefe bölümünü bulduk, resim çektirmek istedik ama çekindiler başlangıçta, birden “Siz Türk müsünüz?” diye bir soru geldi, Altıntaş imiş adı, Kazak genç kız, Türk okullarında okumuş. İlk yılıymış, aslında Türkiye’ye gidecekmiş ama ailesi izin vermemiş. Zaten 1300 civarında öğrenci Türkiye’de okuyormuş. 1400 kadar da 4 Türk okulunda okuyan genç varmış.

Dersler de vize yok, ocak ayında final varmış, yazılı ve sözlü olabiliyormuş. B urada ender; ama diğer üniversitelerde özellikle özellerde rüşvet çok yaygınmış. Yahu Rusya etkisinde olan her yerde bu durum var deyince, Rusya da öyle, demesin mi, Amantay. Orada birkaç üniversite haricinde rüşvet ile ders geçmek yaygınmış. Moskova Devlet Üniversitesi bu konuda hiç taviz vermemiş. Bu yolsuzluğun sebebi ne, dedim, fakirlik, ekonomik en önemlide mental, yani zihniyet meselesi dedi.

Ben stratejik nedenden bahsedecektim, değil mi? Lafı dağıttım mı, yok bu kez dağıtmadım, çünkü bütün Batı ülkeleri burada, her m2 3-4 turist düşüyor, müzeler yabancı dolu,  biz hariç. Çünkü son gün ve bizim kafilenin bir kısmı alışverişe, bir kısmı da at binmeye gitti! Türkiye’de at yok mu anlamadım? İlhan Keçeci hocam, Yıldız Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı, ben müzeye gideceğim kim gelecek deyince, asistanınız olurum, geçen sene sergi açarken ve toplarken olduğu gibi dedim. Estağfirullah ne demek, dedi, aslında Aygün bey de gelecekti ama olmadı. Vehbi de otelde kaldı, çünkü biz, üniversite dönüşünde otele geleceğimizi sanıyorduk. Sonrasında epey sitem etti, haklı kardeşim.

DOĞAL TARİH MÜZESİ

Üniversiteye yakın, hemen oraya daldık. Giriş 5.000 tureg, resim içinde o kadar istiyorlar. Rehberimiz Amantay. Her taraf turist dolu, bir Fransız hanım ve yanında 12 yaşlarında oğlu, biraz konuştuk. 3 haftadır buradalarmış, Ger’de beş gün kalmışlar. Yani biz bir gün zor kaldık, bunlar nasıl kaldılar diye merak edince, İlhan hocam, gözlem başka nasıl olur k, deyiverdi. Müzede İngiliz, İspanyol ve anlayamadığım bir dilden konuşan birçok insan vardı. İlk defa yakından 70 milyon önce yaşamış dinozorları gördüm. Renk renk kelebekler, ufak büyük yılanlar, velhasıl o bölgede yaşayan bütün vahşi hayvanların örneği var burada. Bir yabancı genç, dinozorun yanında önünde bilgisayar, sürekli bir şeyler yazıyor, ben de onu seyrediyorum. Böyle giderse daha çok seyredeceğizL bölgede olan biteni? Kendimi yaşayan dinozor gibi hissediyorum bir anlığınaL

MİLLİ DEVLET MÜZESİ

Doğa müzesinde fazla vakit geçiremezdik, çünkü bizim esas hedefimiz diğeriydi, zamana karşı yarışmak bu olsa gerek. 11 sularında girdik, bir ara öğle yemeği molası verdik, 17 de çıktık. İlhan hocam, yahu ben günde ortalama 3 saat çalışırım, ama burada fazla vakit yok, ama çok da yorulduk, müze kapanma saati de geldi dedi. Burada durum aynı, gene ecnebiler ve iki saf Türk, biri Gayserili, biri Çorumlu.

Burada zeminde bulunan TİKAnın organize ettiği bölümden ayrıntılı bahsettim. Ama burada diğer yazıtlar hakkında bilgi var, bazıları da getirilmiş. 8-9 yüzyılda yazılmış olan Tarsiat anıtı, Argangai aymağında Dalon Tariat sum/yerleşim yerinde bulunmuş. Türk-Uygur kültürü ve tarihi hakkında önemli bilgiler içeriyormuş.

Yine aynı aymağın Sogdion bölgesinde Boğat anıtı Brahmi karakteri ile yazılmış. Kolicha anıtı 190 cm uzunluk, 61 cm genişlik ve 20 kalınlığında olup büyük kumandan Kolicha’nın yaptıkları, savaşları ve bu arada Türk siyasi ilişkileri hakkındaymış. Hemen Türk bölümün yanında hanım kanevçe işliyor, ne bu diye soruyorum, Amantay İngilizcesini de bilmiyor, ama hanımında bunları çok iyi yaptığını söylüyor. Resim çekinemeyeceğini, kameraların sürekli gözlediğini söylüyor hanım.

Saat iki sularında iyice acıkıyor ve yoruluyoruz, çünkü hocam en ince ayrıntısına kadar çekim yapıyor. Sohbet sırasında Amantay’ın kahvaltıda yapmadığını  öğrenince yemek molası veriyoruz. Hemen yakında Ata Türk lokantası varmış, Ankara caddesinde. Gerçekten öyle, Cingiltey mahallesi Ankara caddesinde, Adıyamanlı Mustafa Bozan kardeşin iş yeri. Tam yerinde açmış lokantasını. Burada yemek büyük sorun, helal yemek bulmak Japonya gibi zor, onun için helal kesim et bulunca, o mis gibi kekik kokan vadilerde yetişmiş koyunları düşününce kavurma istiyoruz. Porsiyon amma büyük! İlhan hocam, ben bunu nasıl bitireceğim diyor, paylaşıyor rehberimizle. Sonrasında biraz sohbet ediyoruz. İki adamı gelmemiş, artık bıktığını gideceğini söylüyor Mustafa bey. Öncesinden de İsviçre de lokantası varmış.  Bugün iyice zorlandığını nihai kararını verdiğini söylüyor, İlhan hocam sabret, bak işlerinde fena değilmiş diyor. Burası merkezi yer, öğle servisleri yoğun oluyormuş, ayrıca iş görüşmeleri uzun süren yemeklerde olurmuş, böylece biraz moral buluyor lokantacı kardeşimiz.

Yemek sonrasında hemen müzeye dönüyoruz. Biz de ona asistanlık yapıyoruz. Öyle deme yahu diyor, öyle hocam, bir nebze katkımız olursa şeref duyarız. Muharrem Ergin hoca, başkasının çektiği resimleri kullanmış, inşallah siz bunları en ince ayrıntısına kadar neşredersiniz de kendi hocamızın yürekten çektiği resimler daha fazla kullanılır akademik hayatta, diye cevap verdim.

KAZAK: TÜRK BOYU

Müzede benim için en ilginç an şu: Amantay ile uzun Orhun vadisi yolculuğunda epey felsefeden ve Moğolistan hakkında sohbet ettik, en sonunda Arapça öğrenmesi gerektiğine kanii olduJ çünkü İlk dönem çalışmış. İbn Rüşd, en büyük şarih, onu okumadan yapacağın yorumlar az biraz eksik kalır, dedim.  Zeki genç, beni sohbet eder gibi sınava tabii tuttu az biraz, ama benim Sokrates’in talebesi olduğumu unuttu tabiiJ

Descartes’in Metot üzerine konuşmalarını klasik bir metin olarak okuyabilirsiniz, ama Gazzali’nin el-Munkız’ını okumadan önce olmaz, çünkü sen antik çağ çalıştın kronolojinin önemini biliyorsun dedim.Kant, Spinoza veya Bergson okumalarının daha verimli olması için gene bizim Gazzali ve diğer Müslüman düşünürlere bakmak da fayda var diye.

Burada bir sorun yok, ama Kazakların Türk olduğu hususunda her zaman karşılaştığım refleksi gördüm. Ben ona Kırgızca konuşuyorum hatırladığım kadarıyla o bir iki harfini değiştiriyor biz de böyle diyor, iyi de işte bu aksan, farklı lehçe bile değil, Türkiye Türkü ile lehçe farkı var o kadar diyorum ama Moskava Devlet Üniversitesi mezunu kardeşim buna pek ikna olmadı, ben de ısrarcı olmamıştım zaten. Ama kendi resmi belgeleri yazınca, bir tuhaf oldu. Neyse Milli Devlet ve Tarih müzesini geziyoruz, beni bir tablo önüne çağırdı, nüfus ile bilgi veren yeri işaret etti. Şöyle yazıyor:

Moğolistan halkı iki kısımdan oluşur: Moğollar ve Türkler. %93 Moğol, %5 Türk orijinli Kazak diyor. Bunu gösteriyor ve gülüyor, yahu burada senin dediğin yazıyor diye, bende ulan kerata, ben deyince hiç oralı olmadın, demedim tabiî ki. Ayrıca Türk kökenli Şamanist Tuvalar var. Moğol boyları, Halha, Buryat, Dahad, Durvud, Bayat, Oyrat, uzemcin, Barga, Hoton vb.

CENGİZ HAN ve MÜZESİ

Müzenin en geniş kısımları doğal olarak Cengiz Han ve sonrası döneme ayrılmış. “İnsanları tek bir yönetim altında toplamak istememin nedeni, onları mutlu kılmaktır. Eğer dünya bir aile haline gelirse barış ve sükûnete kavuşur” demiş. Başarısının arkasındaki iki temel nedeni, kendimce şöyle buldum duvardaki sözlerinden. Birisi, eğer dost edinmek istiyorsan, kendilerini önemli hissetmelerini sağlayın, diğeri de insanlara bir takım üst sıfatlarla, unvanlarla hitap etmeyin, sadece ismini söyleyin demesi. Bir de yasalara önem vermesi ve şunu ilke edinmesini önemsedim: “Dağ gibi büyüklenmeyin, Dağ yücedir, ama hayvanlar tırmanabilir!” Ayrıca bütün dinlere eşit durup, birinin diğerinden üstün olduğu hususunda fikir beyan etmemesi, Amantay da bunu önemsiyor ve pluralizm işte bu diyor.

Temuçin, nam-ı diğer Cengiz han, 1162 de doğmuş, 1170 babası Yesogi öldürüldüyor. 1206 Han seçiliyor.1227 ölüyor, yani kısa sürede ele geçirdiği yerleri hatırlayınca, başarısı ve şimdi Moğolların onlarla iftiharı olması doğal.  1207-1227 yılları arasında Çin, 1208-1220 yılları arasında Havarizm bölgesi, 1219-1224 yılları arasında Rusya’yı ele geçiriyor. Macaristan’a kadar uzandığı malum. 1281 yılında japanya’ya sefer düzenliyorlar, kısmen de başarılı oluyorlar. Fukuoka Katolik Üniversitesinde Moğol İstilasını hatırlatmak için dikilen büyük duvarından bahsetmiştim hatırlarsanız.

“Ölürsem müsaade edin öleyim, ama ülkenin ölmesine izin vermeyin” demiş ama öyle olmamış. O dönemin dünyasının önemli bir kısmını kısa bir sürede ele geçirmesine rağmen, ölümüyle oğulları arasında paylaştırılınca, kademeli olarak devletleri kalmış ortadan. Oğlu Ögedey, gördüğümüz bu bölgeleri alıyor, Karakurum’u, yani Harhurun’u başkent yapıyor. 1260 yılında Kubilay, buradan Pekin’e taşıyor başkenti. Moğol Devleti 1335-1550 yılları arasında küçülüyor ve bitiyor.  O zaman Osmanlı’nın bir türlü kabul edemediğimiz kardeş katli hususu aklıma geldi, devlet aklı başka bir şey demek ki!

2 Eylül 2012 de Tonyukuk abidelerini ziyaret ettikten sonra ovada kestirme toprak yollardan iki yıl önce yapılmış büyük bir Cengiz Han heykelinin süslediği müzeye gitmiştik.  O arada Tonyukuk yolu üzerinde bir yerde durduk, tepede bir mezar var dı, kazak mezarlığının yanında, Adem Tatlı, buraya Türk okulu açmak için gelen kardeşimizin mezarı var. Kazada vefat etmiş, alperen ruhu böyle bir şey olsa gerek. Tekrar ata yurduna gidip orada ne yapabilirim duygusu. Ruhuna Fatiha okuduktan sonra hızlıca kazak mezarlığına gittik, geniş ve büyükçe mezarlıkları ziyaret ettik, dualar ettik.

MÜZE

Cengiz hanın dev bir heykeli var, oraya asansör ve yürüyerek çıkılıyor. 250 ton çelik kontsruksiyon üzerine galvanizli saç ile döşenmiş. 250 mühendis 8 ayda bitirmiş. İlk kat müze, ikinci kata çıkıp, oradan bakıyoruz, aşağıdaki Cengiz hanın çizmesi ve kamçısına; temsili dev gibi duruyor, insanlar resim çektiriyor. Biz de savaşçı kıyafeti giyerek çektirdik resimler. Zemin katta müze var. Cengiz han dönemi tarihse kazılardan çıkartılanlar.

Bir tanesi çok ilgimi çekti, resmen nazi işaretine benziyor, bu ne yahu dedim. Meğer nazi işaretinin ters yönündeymiş ve muska gibi bir şeymiş gelenekte. Şöyle yazıyor altında:  Bronz object with pattern of sunrise-rotated. Kazakcası Khas, ruscası swastika imiş. Kötülüklerden korunmak ve güçü korumak için işe yaradığına inanılırmış. Asansör ile biraz çıktıktan sonra merdivenlerle Cengiz Han heykelinin yarısına kadar çıkılıyor, oradan bütün vadiyi kuş bakışı seyretmek mümkün.

Tekrar dönüş başlıyor. Akşam üzeri olduğu için yol üzerindeki Türk okuluna uğruyoruz, zaten bir kısım arkadaşlar burada kalıyor, onlar çarşıdaymış. Çocuklar geliyor, yerleşme telaşındalar, bizi ana binada bir salona alıyorlar. Arka planda harika bir boğaz manzarası var, kız kulesi ve Sarayburnu, Osmanlı padişahlarının mekanı, Amantay’a bahsettik epeyce. Mehmet hocam, Türkçe Moğolistan tanıtım kitapçığı veriyor, bir de Moğolcaya çevirdikleri Türkiye tanıtım kitabı var, onu Amantay’a veriyor, Orhan hocam. Akşam yemeğini yedikten ve genel olarak sohbet ettikten sonra otele dönüyoruz.

3 Eylül 2012 tarihinde Milli Devlet Müzesinde kıyafetler bölümünde gördüğüm kazak takkelerinden alayım dedim, Abdullah amca dek gelirsen alıver demişti, çıktık çarşıya, 17. Civarında. Yolda bir de bizimkiler rastlamayalım mı, Ulanbatur küçük yer dermişimJ yok bizim dolaştığımız yerler hep aynı mekânlar ya, ondan. Aygün hocam, pişman oldu, müzeye gelmediğine, çünkü bütün gün çarsılarda gezmişler, bir şey de alamamış, çünkü biz ilk geldiğimiz gün ve sonrası gece alışveriş yapmıştık önemli oranda. Müzede geçirdiğim anlar içinbir kez daha mutlu oldum, hemen alış veriş merkezine gittik, birkaç parça daha hediyelik aldık.

HEY TAKSİ!

Çok yorgun olduğumuz için bir taksi tutalım dedik. Burada öyle belirli bir rengi yok, herkes korsan taksicilik yapabiliyor yani. Biri durdu almadı, yakın mesafe diye, sonra bir hanım durdu, yanında 5 yaşlarında bir çocuk var. Niye öne oturtuyorlar bu yavruları diye kızdım, ama bir baktım Amantay hanım şoförle konuşuyor. Buyurun demesin mi, meğer bize durmuş, korsan taksicilik yapıyor yani. UNESCO bünyesinde yeşillendirme projesinde çalışıyormuş, işten çıkmış kızını ana okulundan almış, yolda uygun gördüğü insanları alıp ek gelir kazanıyormuş. Bebenin resmini çekebilir miyiz diye sordu tabii ki, dedi, zaten mesafe yakındı, ancak bu kadar sohbet edebildik. Otelde inerken bir başka bayanı almıştı bile taksiye. Yani giderayak en hoş anı oldu.

Otelden yediye doğru Türk okuluna giderken bindiğimiz taksici Türkçe bilmesin mi? İstanbul da taksicilik yapmış, oo sizin oralarda buradan farklı değil, aynen kornaya basıyorsunuz, kurallara riayet etmiyorsunuz dedi. Haklı adam. Neyse yolda uzun beyaz bir limuzin gördük, ardında birkaç tane Hummer jeep ve pahalı araçlar; ama içinde bir ufak veled var, sünnet mi deyince, epey güldü, yok biz de sünnet yok. anne ve babası evleniyor deyince, hemen dün Cengiz Han Müzesinden çıkınca Türk okuluna uğrayıp, orada hocalar ile sohbet ettiğimiz aklımıza geldi.

Burada evlilik işleri biraz sakat gibi, gençler bir arada yaşıyorlar, çocukları oluyor ve sonra düğün yapıyorlar. Benzer durumda Kırgızistan da görmüştüm. Evlenmemeler de oluyor, yani evlenmeden ayrılanlar veya evlenip boşananlar çokmuş. Tabii olan her daim çocuklara oluyor. Kadınlar da rahatlıkla boşayabiliyorlarmış erkekleri.

TÜRK OKULU

Türk okulunun şehir merkezinde şubesine geldik. Dünkü ziyaret ettiğimiz kenar bir mahallede daha büyük ve kolej niteliğinde bir okuldu. Eğitim ve öğretimin açıldığı gün de oradaydık, sefir beyin de iştirak ettiği güzel bir yemek oldu. Önce mantı geldi. Kırgızistan da alıştığım iri büyük mantılardan geldi. Ardından pilav, et ve harika bir salata eşliğinde ana yemek. Tatlı bizim Türk hoca hanımların elinden çıktığı belli, etimek üzerine puding yapılmış.

Meyveler eşliğinde müzik şöleni başladı. Önce Moğol gençler ardından Özer ve İlhan hocamlardan harika parçalar dinlendik. Sefir bey, kısa ve özlü bir konuşma yaptı, Türkiye Moğol ilişkilerin düzenliliğinden eğitim ve öğretimin öneminden bahsetti. Burada dört Türk Okulu var. 1994 ilki açılmış. Ulanbotor Darhan ve Bayan Ülke, yani Bayülke diye konuştuğum kazak bölgesi. Bayan, zengin, ülke de beşik demekmiş, yani zengin beşik, zengin yurt anlamında. 1999 yılında ise Erdenet bölgesinde açılmış okullarımız. Yayınevi var ve en çok satan kitaplar basıyorlar, iki yüze yakın kitabı Moğolcaya çevirmişler. Yeni Kainat dergisi ülkede en çok satan dergiymiş.

Bütün ihtiyaçları Türkiye’den karşılanıyor ve şimdiye kadar 3100 öğrenci mezun olmuş. Şu anda 1400 öğrenci okuyor. Bu nedenle her yerde Türkiye Türkçesi konuşan birine rastlayabilirsiniz.  Bir iki ay yaz olan onu da toz toprak içinde, geri kalanı ise dondurucu soğukta geçiren kardeşlerimiz harika bir de afiş bastırmışlar. “Moğolistan’daki Türk Eserlerine Hoş Geldiniz” diye. Üste Orhun abideleri altta Türk okulları var. Dün de okulda akşam yemeği yemiştik, öğrencilerle birlikte. Ortak bir damak tadı oluşturuluyor. Üst kuruluş ismi Empathy Yurtun Co., Ltd

Yemek sonrasında bizleri taksilerle yeniden alışveriş merkezine götürdüler. Hataylı kardeşim Önder, buranın soğuklarına bir türlü alışamamış. Nasıl alışsın garibim, zaten sıcak ülkenin sıcak şehrinden gelmiş. Ama eşi buradaki Türk okullarından mezun olmuş ve Türkiye’de okumuş bir hoca hanımmış. Dengeyi bulmuşlar yani. Sağlık sistemini soruyoruz. Hiç memnun değiller, tıp 4 yılmış, devlet hastaneleri ücretsizmiş ama hiç sağlıklı değilmiş. Yaklaşık beş yüz dolar civarında bir ücret alıyorlarmış doktorlar. Ama özel hastaneler açılmış, Türkiye şartlarına göre epey hesaplı ve iyiymiş. O zaman Nurpalot’ın babasının niçin doktorluğu bırakıp kamyon şoförlüğü yaptığını anladım.

Velhasıl hak üzerinde bir bezginlik ve bıkkınlık varmış, yakın gelecekte pek de umutlu değillermiş, çünkü yolsuzluk had safhadaymış. Bir de sosyalist dönemden mi kalma ne, haksızlıklara karşı direniş de yok, örneğin apartmanda bir kişi elektrik ödemezse, bütün binanın ve hatta aynı hatta olan diğer binalarında elektriği kesilebiliyor, günlerce ışıksız kalabiliyorsunuz ve kimse de itiraz etmiyor. Bana ne kardeşim ben ödedim, niye onun cezasını ben çekiyorum demiyormuş.

DÖNÜŞ: 4. Eylül Sabahı: Neyse bedbinliğe gerek yok, inşallah burada güzel insanlarda yakın gelecekte hak ettikleri hayata kavuşurlar deyip halimize şükrederken otel lobisinde netten haberlere bakan arkadaşlar, Beytulşebab’da çatışma olmuş, 9 şehit var deyince, herkes buz gibi oldu. Buralara bakıp, ülkemizin altın beşiğimizin, yurdumuzun güzelliği, gelişmesi ile övünürken, bu ne yahu, neler oluyor dedik. Hele İstanbul’a inince Atatürk havaalanında akın akın ülkeye gelen insanları görünce, hem gurur duyuyoruz hem de içimiz burkuluyor. Herkes buraya geliyor, her dilden insan konuşuyor ve ülkeye girmek için epey sıra bekliyoruz çünkü her bankonun önü dolu, peki bu akışı engelleyecek tek ne var: Terör. Acilen bu beladan kurtulamamız gerek, o zaman hem insanımız daha yüksek standartlarda yaşayacak hem de çevremize, ilgili dost ve kardeş ülkelere daha fazla yardımcı olabiliriz.

Dönüş notunu Cengiz Han’ın şu sözü ile bitireyim: “Çocuklarınıza ata babalarını unutturmayınız!” Orhun Abideleri’ni bir de bu açıdan düşününce, bu gezinin nasıl büyük bir lütuf olduğu da açıktır. Vesselam.

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.