Ana Sayfa > Gündem > Ehl-i Sünnet Doktrininin Oluşumu – 1

Ehl-i Sünnet Doktrininin Oluşumu – 1

Hz. Muhammed (asv)’in vefatını takip eden şartlar, üzerinde düşünmeyi gerektirmektedir. İslam’ın Mekke- Medine mücadelesi içinde yetişmiş Müslüman önderler bütün Müslüman coğrafyayı idare edecek bir yöneticinin seçilmesini elzem görmekteydi. O dönemin en önemli karakteristiği Peygamber (asv)’in yanında yetişmiş topluluğun ahlâkî ve dinî manada insanlığın görebileceği en kamil insanlar halinde temayüz etmeleriydi. Ancak, nasslarda Nübüvvet sonrası siyasi otoritenin nasıl tesis edileceğine dair en küçük bir ipucunun olmaması ihtilafları kışkırtmıştır. Bu mesele, kestirme bir yaklaşımla, dinî ve kabilevî intisaplarla çözüldü. Peygamber (asv)’in en yakın arkadaşı ve Arapların hürmet gösterdiği Kureyş kabilesine mensup Hz. Ebu Bekir, Peygamber (asv)’e vatanlarını ve evlerini açmış Ensar’ın dahil olduğu uzun siyasi tartışmalar sonucunda Halifeliğe getirildi. Ensar temsilcisi Sa’d b. Ubâde önderliğinde, Benî Sa’îde Sakîfe’sinde toplanıp iktidarı ele geçirmek istedi ise de, Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) olay yerine geldiler, duruma müdahale ettiler. Toplantıda Kureyşli Abdurrahman b. Avf, Ensar’a “Sizde Ebu Bekir, Ömer ve Ali gibi faziletli kimse yoktur” diyerek “üstün insan” teziyle Halife’liğin şartlarını ileri sürdü. Hz. Ebu Bekir (ra)’in gerekçesi daha farklıydı ve Müslüman Toplumun yönetiminde dinin politikleştirilmesinin bir örneği idi. Hz. Ebu Bekir iki delil ileri sürdü: 1) “Ey Ensar toplumu Resulullah bizdendir. Biz bu makama  daha layıkız. Araplar bu konuda Kureyş’den başkasını tanımazlar. İnsanlar Kureyş’in tabileridir” söylevi ile Resulullah (asv)’ın kavmî intisabını tarihselleştirdi; 2) Kur’an’dan Tevbe suresi 100. ayeti delil getirerek başka bir itirazın çıkmasını da önledi: “(İslâmda) birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve ensâr ile onlara güzellikle tâbi olanlar/ ve ellezîne ettebeû-hum: ve onlara tâbî kimseler (yok mu?) Allah onlardan raazî olmuşdur. Onlar da Allah’dan raazî olmuşlardır. (Allah) bunlar için — kendileri içinde ebedî kalıcı olmak üzere — altlarından ırmaklar akar cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük bahtiyarlıkdır” (9 Tevbe 100). Ensar’dan Habbab b. Munzir, “Bir emir bizden bir emir sizden” teklifiyle iktidarı paylaşmayı teklif etse de, Hz. Ebu Bekir “Bizler emir, sizler vezir olun” sözüyle bu yaklaşımları savdı. Benî Sakîfe’de bulunan grup yeni halifeye biat etti. İslam tarihinde bu biate “el-Bey’atü’l-Hassa” (Özel biat) denilmektedir (1). Bu ilk beyatta Hz. Ali (ra)’nin bulunmadığı düşünülürse Resulullah (asv) sonrası toplumda Şûra’nın kurumsallaşmadığı ve esaslarının belirlenmediği söylenebilecektir. Nitekim bu belirsizlik nedeniyle diğer dört halifenin seçimi için farklı ölçütler getirilmişti. Hz. Ömer (ra)’in seçimi Hz. Ebu Bekir (ra)’in ataması (vasiyeti) ile oluştu ve Kur’an’ın önemsediği istişare kurumunu çalıştırmadı. Hz. Osman (ra)’nın seçimi ilk bakışta şura ile görünse de böyle değildir. Hz. Ömer halifenin ismini belirlediği 6 sahabe içinden birinin olması şartını koydu ve  şuranın üyelerini de belirledi: Ali b. Ebi Talib, Osman b. Affan, Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydullah, bir de halife seçilmemek şartı ile Abdullah b. Ömer’dir. Seçim esnasında oylar eşit olursa Ömer’in oğlu Abdullah’ın vereceği karara uyulacaktı. Eğer Abdullah’ın verdiği hükme itiraz gelirse, Abdurrahman b. Avf’ın bulunduğu grubun adayı halife seçilecekti. İhtilaf edince Abdurrahman b. Avf, ihtilafı giderici bir teklifte bulundu ve şöyle dedi: Hanginiz hilafet hakkından vazgeçerek içinizden en faziletlisini seçmek üzere hakemlik görevini kabul eder?. Bu soruya hiç biri cevap vermedi. Kendisi, Ben halife seçilmekten vazgeçiyorum diyerek özveride bulundu. Abdurrahman b. Avf , halifeyi seçmede hakemliğe getirildi. Abdurrahman b. Avf , Osman (ra)’ın akrabası idi ve belirlenen süre içinde yaptığı ankette Hz. Osman (ra) ile Hz. Ali (ra) arasında belirgin bir üstünlük çıkmaması üzerine Hz. Osman (ra)’ı halifeliğe seçtiğini açıkladı. Dikkat edilirse ilk üç halifenin seçimi de “Halife’nin seçimle halkın işleri üzerinde emir sahibi olacağı” ilkesine uyum içinde değildir.

Hz. Ali (ra)’nin seçilmesi daha farklıdır. Hz. Osman (ra) isyancılarca şehit edildi ve Medine beş gün halifesiz kaldı. İsyan genişlemekteydi; İsyancılar, şura üyelerini ve büyük sahabeleri öldüreceklerine dair halkı tehdit etmeye başladılar. Bu fitne ortamında şura üyelerinden hiç biri halifeliği kabul etmediği gibi, Hz. Ali’den halife olmasını talep etmeye başladılar. Nihayet içlerinde Talha ve Zübeyr’in de bulunduğu  Muhacir ve Ensar Hz. Ali (ra)’yi halifeliğe ikna etti. Biattan sonra “Benden öncekilere biat edildiği gibi bana da biat ettiniz. İmama istikamet, tebaasına da itaat gerekir. Bu biat umumidir” şeklinde hutbe verdi ve yetkiyi halktan aldığını vurguladı. “Siz isterseniz otururum” diyerek bitirdiği hutbede iktidarın halkın hakkı olduğunu söylemiş, yetkisini halk adına kullandığını ifade etmiştir. “Sizsiz devlet hazinesinden bir dirhem dahi almam” sözüyle de yönetici dahil herkesin hukukla sınırlandırıldığını ifade etmiştir. Bu sözleri Hz. Osman (ra) uygulamalarının da zımni eleştirisi idi. Hz. Ali (ra)’yi halife seçtikten ve isyan sona erdikten sonra, eski imtiyazlarını ve memurluklarını kaybedeceklerini düşünen Ümeyyeoğulları muhalefete geçtiler. Çünkü bunlar Hz. Osman (ra) zamanında vilayet valiliklerine gelmişler ve İslam öncesi sınıfsal yapılarına kavuşmuşlardı. Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra)’in şuraya dayanmayan iktidarı zamanla Kureyş lehine bir servet temerküzüne sebep olmuştu. Asabiyetin iktidar ve iktidarın da servet getirmesi kaçınılmazdı. Hz. Osman zamanında bu iktidar ve servet, topluma yeni katılan “mevali” Müslümanları toplumsal bölüşümden mahrum ediyordu. Üstelik hukuk sistemini de bozarak. Hz. Ömer (ra) şehit edildikten sonra Hz. Osman’ın (ra) “hukuk” açısından yanlışa düştüğü ifade edilmiştir. “Suçun şahsiliği” prensibi itibarıyle oluşturulmuş bir adalet yapısını inşa etmekte yara alan iktidar bu yanlışı aşamadı. Daha Hz. Osman zamanında iktidarın seküler yapılaşmaya uğradığı söylenebilir: Hz. Ömer şehit edilmiştir. Oğlu Ubeydullah babasının katili olduğu zannıyla iki adam ile katilin kızı olan Ebu Lü’lü’yü (ki suç işleyecek yaşta değildir) öldürür. Hz. Ali, Ubeydullah’ın kısas edilmesi reyindedir. Hz. Osman ise Amr b.el- As’ın görüşüyle hareket ederek “kısası diyete çevirdim” der. (2) Hz. Osman zamanının diğer “elit refleksleri” şunlardı:

a)      Velid b. Ukbe Kûfe valiliğine atanır. Bu şahıs hakkında Hucurat sûresi 6. ayet inmiştir: “Ey İman edenler eğer bir fasık size haber getirirse onu tahkik edin”. Ayrıca bu şahıs, şarap içtiği için ahalinin şikayetlerine neden olmuştu. Bu şahsın babası Ukbe b. Ebi Muayt, Hz.Peygamber (asv)’in sırtına secdede iken deve işkembesi atan kişidir.Velid Hz.Osman’ın akrabasıydı.

b)      Ebu Zer hakkında sözü şudur: “Halka kenz (biriktirme) hakkında görüşlerini açıklama”. Onu susturmuştur. (3)

c)      Halife olduktan sonra Muaviye hariç, Hz. Ömer’in tüm valilerini değiştirmiştir. Osman’ın valileri: Mısır’a süt kardeşi Abdullah b. Sa’d b. Ebi Sarh, Kûfe’ye ana bir kardeşi Velid b. Ukbe, Basra’ya dayısının oğlu Abdullah b. Amir’i, devlet katipliğine amcası oğlu Mervan b. el- Hakem’i. Emevilik Osman ile kadrolaştı.(4)

d)     Osman’ın halifeliğine destek veren Abdurrahman b. Avf, Ali’ye “Sen kılıcını al ben de alırım” demiştir. Osman’ın indirilmesini helal görüyordu. Emevi kadrolaşma hakkında Osman’ın huzuruna da çıkmış ama Osman’ın azar ve hakareti karşısında hayatının sonuna kadar susmuştur.Daha sonra aynı şikayetler Ammar b.Yasir’e iletilmiş o da Osman’a şikayet edince bayıltılıncaya kadar dövülmüştür.(4)

e)      Hz. Osman zenginliğini İslam’dan önce kazanmıştı, tacirdi. Mala düşkünlüğü yok ise de akrabalarına düşkün olduğu söylenebilir. İktidarında ahalide meydana gelen rahatsızlık, Hz. Osman’ın Beyt’ül Mal’den harcamaya başlaması ya da akrabalarının harcamasına göz yummasıdır. “Yakınlarına ve başkalarına kendi malından verirmişçesine veriyordu. Savaşa katılmayanlara atâ (maaş) verdi. Kufe valisi Velid b. Ukbe Beyt’ül Mal’den ödünç almış ödememişti. Beyt’ül Mal görevlisi Abdullah b. Mesûd borcun hazineye iadesini isteyince Osman şu cevabı verir: Sen bizim hazine görevlimizsin (…) Velid’ e yüklenme” (5).

Hz. Osman zamanındaki zenginlik ve lüksün bir sınıfsal yapı oluşturduğu kavganın bundan çıktığı açıktı. İktidar bu sınıfın taleplerince belirleniyordu. Servetin kapsamı ile ilgili bir profil dökümü verilebilir:

1) Zubeyr b. Avvam: (AŞM/ Aşere-i Mübeşşire + ŞE/ “şura ehli”). Terekesi 59.800.000 dirhem. Harac toplayan 1000 kölesi vardı. Medine’de 11 evi; Basra, Kûfe, Fustat ve İskenderiye’de evler ve bahçeleri vardı. Ali’ye karşı savaşmıştır, Cemel vakıası.
2) Talha b. Ubeydullah: (AŞM+ ŞE). Milyonlarca dirhem serveti vardı. Yalnız Irak’tan sağladığı gelir, hergün için 1000 dinardı. Hz. Aişe’ye büyük miktarda bağış yaptı. İkisi de Cemel’de Ali ile savaştı.
3) Sa’d Ebi Vakkas: (ŞE). Mirası 250 bin dirhemdi.
4) Abdullah b.Mes’ud: Öldüğünde köle, ticari mal, hayvan, 90 bin miskal altın ve Irak’ta ev bırakmıştı.
5) Habbab b. İrs: 40 bin dinar bıraktı.
6) Zey b. Sabit: Öldüğünde baltalarla parçalanan altın ve gümüş ve 10.000 dinar değerinde arazi bıraktı.
7) Ya’la b. Munye (Umeyye): Osman’ın Yemen valisi. Mal yüklü 400 deveyle Medine’ye geldi. Talha ve Zubeyr’e mali destek verdi.
8 ) Amr b. El As: 325 bin dinar, Mısır’da değeri 10 bin dirhem toprak, Mısır’da yıllık 200 bin dinar olan gelir.
9) Abdurrahman b. Avf: (AŞM+ŞE). Öldüğünde 1000 deve, 100 at, 3000 koyun, 320 bin dinar ve Medine’de geniş bir ev bıraktı.
10) Osman b. Affan: Öldürüldüğünde 30 milyon 500 bin dirhem, 150 bin dinar, Rebeze’de 1000 deve, Medine’de 7 ev, 100 bin dinar değerinde toprak bıraktı. (5)

            Ehl-i Sünnet doktrini iktidarın sekülerleşmesini bir vakıa halinde kavrayınca imameti devlette temsil eden mücadeleden ayırdı. Halka karıştı, ilmî riyasete yöneldi. Ehl-i Sünnet doktrinini Anadolu’da hem kad’a (kaza) ve hem tımar/ ahilik sistemini tesis etmeye yönelten saik imametin iktidarda olmadığı vakıasının kavranmasıydı. Bu nedenle ehl-i sünnet, iktidar olmak talebi yerine, iktidarı hakka göre davranması için uyarmaya dönük, politik olmayan bir “muhalif teba” fikrine döndü. Bu muhalifliği belirleyen de ilmin iktidarın dışında bir âlim toplulukta temsil edilmesi fikrine mensubiyetti. Servet temerküzünden ve iktidar talebinden ayrılan Sünni doktrin Müslüman toplumu beş emniyet içinde yaşatacak hukuk tanzimini teorize etmiş ve aynı zamanda insan-ı kamil bir ferdiyet problemini gerçekleştirmeye yönelmiştir. Hilafet ve hakimiyet meselesi hakkında Mecliste 3 Mart 1340’ta yaptığı konuşmasında Seyyid Bey şunu ifade etmişti: “ dinî olmaktan ziyade dünyevi ve siyasî bir meseledir. Doğrudan doğruya milletin işidir. Onun içindir ki, nusûs-i şeri’yye’de bu mesele hakkında tafsilat yokdur.” Kur’ân’ın, siyasî konularda hâkimiyet yetkisini tamamen insanlara bıraktığı ve topluma ait işlerin insanî birikimin ve ilişkilerin içinde toplum tarafından düzenlenmesini ve yürütülmesini istediği ifade edilebilir. (6) Devlet ve siyaset temelde sosyal, hukûkî ve beşerî bir olgu olup niteliği sürekli değişmeye uğramıştır.  Bu nedenle Kur’an, doğrudan siyasî bir sistem önermez. Demokrasi, Krallık, Meclis Hükümeti, Parlamenter sistem gibi siyasî bir yapılanmanın ayrıntısını ortaya koymaz. Nitekim Peygamberlerin kimlikleri de Kral (Davud- Süleyman), Vezir (Yusuf), Çoban (Musa) örneklerinde olduğu gibi siyasî erki elinde tutacak kişinin kimliği, özellikleri ve sorumluluklarını belirlememiştir. Onları toplumlarının içindeki konumlarıyla kavramıştır. Bundan dolayı Hz. Muhammed, ölmeden önce, kendinden sonra siyasî erki temsil eden imam veya halifeyi gizli veya açık olarak belirlememiştir. Buna karşın Şia’nın “seçilmiş bir soy” ile iktidara yönelişi ve Mutezile’nin “iyiliği emr kötülüğü nehy” teorisini savunurken “münker fiil idareciden kaynaklanan bir zulümse kuvvete başvurarak bu ilkenin uygulanması gerektiği” fikrine varmaları noktasında (7) ehl-i sünnet doktrini bir ayrışma içindedir. Kur’an kıssaları çerçevesinde bu ayrışmanın tutarlılığından bahsetmek mümkündür. Kur’an’ın ehl-i sünnet doktrinini güçlendiren bir söylemi vardır.

(1)     KAHVECİ Niyazi, İslam Siyaset Düşüncesi, Türk Demokrasi Vakfı, 1996; HAMİDULLAH Muhammed, İslam Peygamberi, İrfan, 1990; HURÇ Ramazan, Siyaset Bilincinin Oluşumu Bağlamında Dört Halifenin Seçim Sistemi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 1, Sayfa: 389- 418, ELAZIĞ- 2003

(2)   ALGÜL Hüseyin, İslam Tarihi, c: 2, s: 396; LEWIS Bernard, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Kahraman, 1988, c:1, s: 81

(3)   TABERİ, V, 66; CEVDET PAŞA, Kısas-ı Enbiya, c:1, s: 642

(4)   AYCAN İrfan, Muaviye b. Ebi Süfyan, Fecr, 1990

(5)   CABİRÎ, İslam’da Siyasal Akıl, Kitabevi, 1997: 361- 370

(6)   KUTLU Sönmez, “Ehli Sünnet Siyaset Anlayışının Dini Temellerinin Sorgulanması”, Makâlât Mezhep Araştırmaları, I/1 Bahar, 2008, s: 7- 26

(7)   KARA Emin, Mutezile Ekolüne Göre İyiliği Emretmek Kötülüğü Yasaklamak İlkesi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüYüksek Lisans Tezi, 2001

Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

HLotus

One thought on “Ehl-i Sünnet Doktrininin Oluşumu – 1

  1. peygamberin ölümünden sonra çıkan şeyler bidatsa o zaman ehli sünet bidatır ehli sünet kavmiyetçilik üzerinden siyasallaşırken şiada soy esasında siayasallaşıyor burdan şuraya varmak mümkün mü?milliyetçilik emevilerden hortlamadı peygamberin ölümünden horladı. o zaman islam hiçbir zaman ümmetleşemedi mi ? şia ve ehli sünet tarihte hep kavgalı olduğuna göre ümmetçilik salt bir ütopya mı? tartışmaya bekliyorum akıl sahiplerini

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.