Ana Sayfa > Gündem > Yaşamama İzin Vermediğiniz İçin Hiçbirinizi Affetmeyeceğim

Yaşamama İzin Vermediğiniz İçin Hiçbirinizi Affetmeyeceğim

Benim adım Tor. Anneme kalsa hem bir halk kahramanıyım,  hem de biraz popom olduğundan ve kendim tombiş olduğum için toramandan gelen Tor. Annemle birlikte bir kamp alanında karavanında yaşıyoruz. Bu annem aslında benim gerçek annem değil. Ama onu çok seviyorum. Burada bir tane dost bildiğim bir ağabeyim var. Onunla yapmayı en sevdiğim şey, tavukları kovalamak. Aslında tavukları seviyorum ama dost ağabeyim ben ne zaman onlarla oyun oynamak istesem onların üzerine gidiyor. Bir de paşa ağabeyim var; o tam bir delikanlı. Herkese ve her şeye havlıyor. Bazen bana da havlıyor ama neden olduğunu anlamıyorum. Ondan öğreneceğim o kadar çok şey var ki… Umarım büyüdüğümde onun kadar cesur olabilirim. Annem çok değişik bir kadın. Burada onu seviyorlar. O da beni çok seviyor ama ben geceleri uyanıp uyumadığım ve onu unutmadığım için bazen bana çok kızıyor. Ama ben onun gönlünü almayı beceriyorum. Eğer çok kızmışsa yanına yatmak için bir bakış atıyorum. Hemen kızgınlığı geçiyor. Buradaki hayatım benim için çok güzel geçiyor. Buradan öncesini çok hatırlamıyorum. Belki de hatırlamak istemiyorumdur. Annem beni aldığında sokakta yaşıyordum. Asıl annem beni dünyaya getirdiğinde dört kardeşim vardı.

Gözlerimi hayata açtım sanırım… Sağıma bakıyorum iki tane benden var. Solumda benden daha çelimsiz bir kız görüyorum. Herkes deli gibi meme emmeye çalışıyor. O kadar yorgunum ki emmek istemiyorum ama o kadar hevesli emiyorlar ki benim de öyle davranmam gerektiğine ikna oluyorum. İlk nefeste bir şey anlamıyorum ama sonra sonra içime dolan o sıcak sütün keyfine varıyorum. Neden buradayım, nefes almak ne demek yavaş yavaş anlamaya çalışıyorum. Kıskanıyorum önceleri onları, sonra sonra onlara da alışıyorum. Sanırım sütü paylaşmam gerekiyor. Başlarda sevgi yok birbirimize karşı. Herkes içebilmenin peşinde, hayatımız sadece doymaktan ibaret. Annemi görüyorum bir süre sonra sanki yorgunluktan bitmiş durumda fakat bize baktığında gözlerindeki mutluluğu görüyorum. Sanırım bir süre böyle geçiyor sadece emiyoruz, uyuyoruz, annemizin etrafında geziyoruz. Daha sonra alanımızı biraz daha genişletip etrafta dolaşmaya başlıyoruz. Kardeşlerimden birisi hasta; bizimle oyun oynayamıyor, doğru dürüst meme de ememiyor ama biz üç kardeş deliler gibi oynuyoruz, yavaş yavaş etrafı keşfediyoruz. Galiba burası birinin bahçesi, gerçi biraz terk edilmiş gibi ama annem bizim için güvenli olduğunu düşünüyor. Annem bazen dışarı çıkıp bir süre gelmiyor. Sanırım hem yemek yiyor hem de biraz kafasını dinliyor. Biraz daha büyüdüğümüzde annem bize dışarıdan yemek getiriyor, bu sırada hasta olan kardeşim hiçbir şey yiyemiyor, annem onu alıp bizden uzakta bir yere götürüyor. Bir daha da getirmiyor. Sonra sonra onun öldüğünü anlıyorum.

Kardeşlerimle oynamak çok keyifli, bir gün annem yokken oynamaya doyamayıp bahçenin dışarısına çıktık. İlk çıktığımda dilim tutuldu, gördüklerime inanamadım. Kocaman, dev gibi yüksek binalar vardı. Sürekli hareket eden iki patisi olan upuzun şeyler gördüm (daha sonradan onların insanlar olduğunu öğrenecektim.). Hepsi o kadar hızlı hareket ediyorlardı ki onları kovalamak bize çok eğlenceli göründü ve peşlerine takıldık. Bizi her gören çok sevimli olduğumuzu uzatarak söylüyor ve kafamızı okşuyorlardı. Tam onlarla beraber koşmaca oynuyorduk ki annem göründü ve bizi kızarak yanına çağırdı. Biz neden kızdığını anlayamadık. Annem onların insan olduklarını ve bize her zaman iyi davranmadıklarını anlattı. O gün babamın bir insan tarafından öldürüldüğünü öğrendim. Evet, babamı hiç tanımıyordum ama insanların bunu yapabildiğine de inanamamıştım. Hepsi bize iyi davranmışlardı aslında. Annem bize her ne kadar kızsa da o gittiği zamanlarda hemen delikten çıkıp insanlarla kovalamaca oynuyorduk.

Yine annemin gittiği bir gün koşarak oraya gittik. Benden sıska olan kız kardeşim de benim peşimdeydi. Yolun karşısında bir insan gördük ve bize çok güzel bakıyor ve sesleniyordu. Hemen yanına gitmek için koştuk. O anda daha önce hiç duymadığım bir ses duydum. Yanıma baktığımda kardeşim yoktu. Kafamı çevirdiğimde kardeşimin havada uçtuğunu gördüm. Hemen yanına koştum. İnsan kişileri de benimle birlikte koştular, demek isterdim ama kimse gelmedi. Hemen kardeşimin kulağını ısırdım ve onu kaldırmaya çalıştım ama o kalkmıyordu. Çok havladım, çok ağladım ama o bana son kez baktı ve gözlerini yumdu. Ölmek ne demekti bilmiyordum ama kardeşim artık bana cevap vermiyordu. Bizimle birlikte gelmeyen diğer kardeşim yanıma geldi ve o da beni kulağımdan ısırıp eve doğru götürmeye çalıştı. Kardeşimi orada bırakmak istemiyordum. Hem anneme ne diyecektim? O bize dışarı çıkmamamız gerektiğini söylemişti ama biz onu dinlememiştik. Peki neden hiçbir insan kişisi bize yardım etmemişti? Hâlbuki biz onlarla her zaman oynuyor ve bizi sevmelerine izin veriyorduk. Akşam olduğunda annem bize çok kızdı, yüzünde kardeşimi bizim yanımızdan götürdüğü zamanki üzüntü vardı. Birkaç gün annem bizi hiç yalnız bırakmadı. Ama hem o hem de biz çok acıkmıştık. Birkaç gün sonra mecburen yanımızdan ayrıldı. Sadece iki kardeş kalmıştık. Evet, birbirimizle sürekli oynuyorduk ama o insan kişilerinin ne yaptığını da çok merak ediyorduk. Her ne kadar merak etsek de o gün annemi dinledik ve dışarı çıkmadık. Akşam olmuş ama annem gelmemişti. Kardeşim ve ben daha önceden kalan yemekleri bulmaya çalıştık ama çok acıkmıştık. Kardeşim her zaman annemin sözünü dinlerdi onun için çıkmamamız gerektiğini annemin geleceğini söylese de ben dinlemedim ve dışarı çıktım. O da beni yalnız bırakmamak için benimle geldi.

Akşam karanlığı basmıştı ve insan kişileri yoktu. Kafamız önde sürekli yiyecek bir şeyler arıyorduk. Bugüne kadar her zaman annem bizim için yemek getiriyordu onun için yemek aramak nedir bilmiyorduk. Yemek ararken oldukça uzaklaşmıştık. Her ne kadar uzak bir yerde olsak da kardeşimle birbirimizi hiç yalnız bırakmıyorduk. Onun yanında kendimi daha güvende hissediyordum. Acaba annem eve dönmüş müdür diye düşündüm. Ya geldi ve bizi bulamadığı için endişelendiyse… peki ya hiç gelmediyse? Acaba babam ve diğer kardeşlerim gibi annemde bir daha dönmezse… Ben bütün bunları düşünürken kardeşim bir restoranın çöpüne dalmış bir güzel karnını doyuruyordu. Aklım başıma gelir gelmez ben de daldım çöpe. Öyle iştahlı yiyorduk ki etrafımızda neler oluyor fark etmiyorduk. Arkamda bir hırlama duydum sadece, dönüp baktığımda annemin iki katı bir köpek gördüm. Daha önce bizden başka köpekle hiç karşılaşmamıştım. Hemen kuyruğumuzu sallayıp ona doğru gitmeye başladık. Ama o bize hiç de kuyruk sallamıyordu. Dişlerini çıkarmış bize doğru havlıyordu. Evet, insanlar bize yardım etmemişti ama onlardan hiç böyle korkmamıştım. Çok korkmamıza rağmen yine de yanına yaklaştık ve sırtüstü yatıverdik. Sonuçta o bizden çok büyüktü ve burası onun alanıydı. Küçük bir tanışmadan sonra bizim oradan yemek yememize izin verdi. Hatta yemekten sonra bizi evimize kadar yanında götürdü. Eve gittiğimizde annem orada değildi. Bizi oraya götüren köpek ağabey bizimle bir süre annemin gelmesini bile bekledi ama annem bir türlü gelmiyordu. Köpek ağabey bize “insanlar almış.” olabilir dedi. Bu ne demekti bilmiyorduk ve bir anlam verememiştik. O gece kardeşim ve ben birbirimize oldukça yakın bir şekilde korkmuyormuş gibi yaparak uyumaya çalıştık. Annem nasıl olsa sabah gelecekti. Sabah olduğunda annem yine yoktu. İşte o da diğerleri gibi artık gelmeyecekti. Biz de artık orada duramazdık. Karnımızı doyurmak için yine çıktık ve bu son çıkışımız olacaktı. Önceki gün gittiğimiz restoranın çöpüne koştuk hemen ama o köpek abi orada değildi. Akşamdan kalan artıklarla karnımızı doyurduk ve başladık gezmeye. Bir süre daha gittikten sonra insan kişilerinin çok olduğu bir yere vardık. Her zamanki gibi bizim başımızı okşayanlar ve sevenler vardı. Ama bir tane kadın bizi görür görmez çığlık atmaya başladı. Kardeşim ve ben neler olduğunu anlayamıyorduk. Kadın neden bize bağırıyordu, neden çığlık atıyordu anlamadık.

Sadece kardeşim ona doğru bir hamle yapmış ve onunla oynamak istemişti. Kadın hiç durmadan bağırıyordu daha sonra birilerini aradı ve bizi almalarını söyledi. Biz şaşkın şaşkın etrafa bakarken mavi giysileri olan kocaman adam insanlar geldi ve bize ellerini uzattılar. Bizimle oynayacaklarını düşündüğümüz için hemen yanlarına gittik. Onlarsa bizi yakalayıp arabanın arkasında olan kafeslere koydular. Kadın insan o kadar öfkeliydi ki hâlâ bağırarak mavi kıyafetli koca adam insanlara bir şeyler anlatıyordu. Çok korktuk, o kadar korktuk ki kardeşimle ayrı kafeslerde bizi bırakmaları için havlayıp yalvarıyorduk. Bizim havlamamıza daha da çok sinirleniyordu kadın insan. Üzerimize kapıyı kapattıklarında içerisi karanlık oldu ve araba hareket ettiğinde daha da korktuk. Kardeşim de ben de ne yapacağımızı bilmiyorduk. Uzun olmayan ama bana çok uzun gelen bir yolculuktan sonra kocaman kapıları olan bir yere geldik. Arabadan indiğimde gözlerime inanamadım. Hiç bu kadar köpek ağabey ve ablaları bir arada görmemiştim. Hepsi bizi havlayarak selamladılar. Ama hepsi başka kafeslerin içindelerdi. Onlar için üzüldüm, bir yerde hapis olmak çok kötü olmalıydı. Ben tam bunları düşünürken mavi elbiseli kocaman adam insanlar bizi de bir kafese koydular. İşte o zaman bizimde hapsedildiğimizi anladım. Sevindiğim tek şey vardı o da kardeşimle beni aynı kafese koymuşlardı. Bir süre sonra biz de geldiğimiz için heyecanlanan diğer kafeslerdeki köpekler de sakinleştik. Ondan sonra orada ne işimiz olduğunu sorgulamaya başladık. Yan kafesimizde çok kibar bir köpek abla vardı. Bize her şeyi anlattı. Artık sokaklarda başıboş köpekleri istemiyorlardı, onun için bizim gibi hayvanları topluyorlardı. Belirli bir süre burada sahiplenilmeyi bekleyecektik, eğer bu sürenin sonunda sahiplenilmezsek bizi uyutacaklardı. “Uyumanın neresi kötü?” diye sordu kardeşim, “Ben uyumayı çok severim.” O zaman köpek ablanın yüzünde kocaman bir hüzün belirdi. Bize uyutulmanın ne demek olduğunu anlattı. O kadar çok korkmuştuk ki kardeşimle neredeyse birbirimizin içine girmiştik. İlk geceyi hem korkarak hem de karnımız tok bir şekilde geçirdik. Ertesi gün sabah olduğunda herkesle tanıştık. Gün içinde birileri geliyor, birileri gidiyordu. Sabah kahvaltıdan sonra bizi alıp dışarıya götürdüler ve resimlerimizi çektiler. Köpek abladan öğrendiğimize göre resim çekildikten sonra sadece on beş günümüz vardı. Ben bütün sevimliliğimle poz verdim ama kardeşim her zamanki gibi benden daha sevimliydi. Bundan sonra ne olacaktı çok merak ediyorduk. Kafeslerdeki diğer köpeklerin hepsi sağlıklı değillerdi. Bazılarına sürekli ilaç veriyorlardı. Günü dolanlarsa gidip geri gelmiyordu. Birkaç gün geçtikten ve bize birtakım iğneler yapıldıktan sonra yavaş yavaş oraya alışmaya başladık. Bize her sabah mama veren insan teyze çok iyi birisiydi ve sürekli bizim kafamızı seviyordu hatta bazen bizimle ilgilenirken ağlıyordu bile. Özellikle günü gelenler olduğunda insan teyze sürekli ağlıyordu.

Bir sabah uyandığımızda her şey normal görünüyordu. Kahvaltılarımızı yaptık ve karşı kafeste kalan yaşlı köpek amca bize her zamanki gibi sokaktaki yaşadığı maceralarını anlatıyordu. Tam o sırada uzakça kafeslerden havlama sesleri başladı, o havlamanın ne demek olduğunu artık hepimiz biliyorduk. Bu sahiplenmek için birilerinin geldiğini ve bizlerden birini seçeceği anlamına geliyordu. Kardeşim ve ben hemen köpek amcayı dinlemeyi bıraktık ve bütün sevimliliğimizle kafesin tellerine burnumuzu dayadık. İnsanlara öyle yapınca daha masum geliyorduk. Gerçi neredeyse bebek olduğumuz için bunun bütün artılarını kullanıyorduk ama ne ben ne de kardeşimi hâlâ kimse beğenip evine götürmemişti ama içimden bir ses o gün bugün diyordu. İşte ben bütün bunları düşünürken birdenbire onunla göz göze geldik. Ben o kadar şaşkın bakıyordum ki o sırada kardeşim bütün sevimliliğiyle kendini sevdirmeye başlamıştı bile. Hemen kendimi toparlayıp o tarafa doğru gittim ama o sırada bizim kafesin önünden geçmişti işte. Beni görmemişti, kardeşimi de beğenmemişti. Olan bizim hikâyeye olmuştu. Ne de güzel anlatıyordu hâlbuki köpek amca. Bize yine anlatması için yalvarmaya başladık. Aslında kimse söylemiyordu ama herkes sonumuzun nereye gideceğini biliyor ve kabulleniyordu sanki. Madem öyle olacaktı o zaman bari buradayken güzel vakit geçirmeye çalışıyorduk. Köpek amca bize yavruyken annesinden nasıl ayrıldığını ve sokakta kaldığı ilk gün başına gelenleri anlattı. Gerçi o kahramanca anlatıyordu ama hepimiz ilk defa tek başımıza kaldığımızda neler yaşadığımızı biliyorduk. Ne kadar eğlenceli olsa da herkesin içine bir hüzün çöktü. Annemi ne kadar özlediğimi düşündüm. Yine hülyalara dalmıştım ki havlama sesleri duyuldu. Karşı çaprazımızda olan aslında sokaklarda yaşamaya hiç de alışık olmayan süs köpeği arkadaşım Fifi hemen havlamaya başladı. Geldiğimiz günden beri her zaman bizim hiç şansımız olmadığını ve herkesin bir süs köpeği sahiplenmek isteyeceğini ve burada çok kalmayacağını söyleyip duruyordu ama kimse de onu sahiplenmiyordu. Bence çok bağırıp havladığı için onu almıyorlardı ama o havlamaya devam ediyordu.

İşte Fifi’nin sesiyle herkes pozisyonunu aldı ama ben bu sefer dönmedim. Nasıl olsa bizi beğenmeyeceklerdi. Gözümün ucuyla kardeşime baktım, o yine aynı yerde pozisyonunu almıştı. Havlama seslerinden bizim kafesin oralara geldiklerini anladım. Kardeşim bildiği bütün numaraları yapıyordu. Bense arkam dönük yatmaya devam ediyordum. Nasıl olsa bunlar da geçip gideceklerdi. Ama havlama sesleri bir türlü geçmedi. O anda o sesi duydum. “Hey minik sen neden buraya bakmıyorsun?” diyordu. Nasıl oldu bilmiyorum yine bakmadım, aslında bakmak için “Lütfen beni al yoksa beni uyutacaklar…” deyip yalvarmak için can atıyordum. Ben dönmeyince o da gitmedi. Bana yine seslendi. Ona bakmaktan beni sevip yine gitmesinden o kadar korkuyordum ki. Sadece kardeşime baktığım gibi göz ucuyla baktım. Annemi gördüğüm o anı hiç unutamayacağım. Bana öyle güzel bakıyordu ki köpek annemi kaybettiğimden beri kimse bana öyle bakmamıştı. Ne kadar kararlı olsam da o bakış karşısında kendimi tutamadım. Lanetli kuyruğum beni hemen ele verdi. Bu kadar sallanmasa ne olurdu sanki. Kuyruğuma hâkim olamadığım gibi kendime de olamadım. Hemen kafesin demirlerine yapıştım ve beni sevmesine izin verdim. Aramızda öyle güzel şeyler oldu ki ilk defa o an beni alacağını anladım. O gün annemle gideceğim için çok mutlu olmama rağmen kardeşimi arkamda bırakmak çok zor geldi.

İnsan olan annemle kamp hayatımız böylece başlamış oldu. Daha önce de söylediğim gibi burada çok güzel bir hayatım var. Annem aynı zamanda kampta çalışıyor. Bazen o kadar çok işi oluyor ki benim peşimde koşamıyor ben de o zamanlarda kampa gelenlerden yemek istiyorum. Annem buna da çok kızıyor, benim yemeklere karşı alerjim varmış ve yememem gerekiyormuş. Ne olur sanki sadece geceleri biraz kaşınıyorum. Bir iki de ufak yaralar çıkıyor. Ama insanların yediği yemekler çok güzel. Kardeşim bazen aklıma geliyor. Allah babaya dua ediyorum inşallah birisi de gelip kardeşimi almıştır diye.

Bir gün kampa çok tatlı insan ağabeyler ve ablalar geldi, kamp o kadar kalabalık ve annem o kadar yoğundu ki benim ne yaptığımı bilmiyordu. O ağabeylerin de benim kadar bir köpek arkadaşları vardı. Bütün gün onunla oynayıp eğlendik. Akşam olduğunda mangal yaptılar ve haberleri olmadığı için bana yediklerinden verdiler. Tam nefis yemekleri yiyordum ki annem geldi ve yakalandım. O gece biraz daha azar işittikten sonra uyuduk. Sabah olduğunda koşa koşa arkadaşımın yanına gittim. Ama arkadaşım o gün kamptan ayrılıyordu. Ben de bir karar verdim ve onların da haberi yokken peşlerinden gitmeye çalıştım. Arabayı önceleri takip edebiliyordum ama daha sonra o kadar hızlandılar ki yetişemedim. Onlar gittiğinde etrafıma bir baktım ki kamptan çok uzaklaşmıştım ama kendime çok güveniyordum ve kesin eve dönüş yolunu bulabilirdim. Hava çok sıcaktı; yürüdüm, yürüdüm. Bir süre sonra çok yoruldum ve susadım. Etrafımda evler yoktu, yoldan da epeyce uzaklaşmıştım. Biraz dinlenmeye karar verdim ve olduğum yere öylece yattım. Bir süre uyuduktan sonra bir sesle uyandım. Kocaman bir insan amca da başımda duruyordu. Ben uyku sersemi ne olduğunu anlayana kadar beni bir çuvala koyup bir arabaya attı. Çuvala koyarken o kadar sert ve kabaydı ki her yerim çok acıdı. Ben şu kısacık hayatımda bu kadar canımın acıdığını ve korktuğumu hatırlamıyorum.

Keşke annemin sözünü dinleseydim, keşke kamptan hiç ayrılmasaydım. Şimdi ne olacaktı, bu adam beni öldürecek miydi? Yoksa beni yine barınağa mı götürecekti? Keşke barınağa gitsek belki annem benim kaybolduğumu fark edip beni gelip oradan alırdı ama bu insan amca hiç de öyle birine benzemiyordu. Ne kadar süre gittik bilmiyorum ama hava karardı. Araba durdu ve beni çuvalla alıp bir yere götürüp çuvalı yere attı. Bak yine çok canım yandı. Ağladım. Havladım ama kimse sesimi duymadı. O geceyi çuvalın içinde ağlayarak geçirdim. Sabah olduğunda annemin gelip beni bulacağını hayal ettim ama sabah olduğunda annem gelmedi. Karnım çok acıkmıştı, susamıştım. Kapının açıldığını duydum. Öyle çok korkuyordum ki gelip çuvalı açmasını istemedim. O da gelip çuvalı açmadı zaten. Sanırım uzunca bir süre o çuvalda kaldım, ikinci günden sonra ne zaman sabah ne zaman akşam oldu bilmiyorum.

Ben Tor, bilmediğim bir yerde, daha dört aylık bir köpekken bir çuvalın içinde açlıktan öldüm. Bunu neden yaptılar bilmiyorum. Şu kısacık ömrümde insanları sevdim ama bazıları beni, bizi sevmedi. Önce babam sonra annem ve kardeşlerim hep beraber bu dünyadan gittik. Bizi sevmeyen insanlar umarım mutlu olmuşsunuzdur. Sizi bilmiyorum ama ben şimdi olduğum yerde ailemle mutluyum fakat hep beraber hayatta da mutlu olabilirdik. Bunu elimizden aldığınız için hiçbirinizi affetmeyeceğim.

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.