Ana Sayfa > Felsefe > Özgürlük’ün Miladı: Toparlanın, Fikirlerin Kutsallığının İnşa Ettiği Cennetten Kovuluyoruz

Özgürlük’ün Miladı: Toparlanın, Fikirlerin Kutsallığının İnşa Ettiği Cennetten Kovuluyoruz

Güç, nefret, tarih, hepsi. Erkeklere ve kadınlara, hakaretlere ve nefrete göre bir hayat değil. Gerçek hayatın bunun tam tersi olduğunu herkes biliyor.*

Tüm idealistler, hizmet ettikleri düşüncelerin, her şeyden önce diğer davalardan üstün olduğunu düşünür. Kendi davalarının biraz olsun başarılı olması için diğer insan girişimlerinde gerekli olan aynı pis kokulu gübreye açıkça ihtiyacı olduğuna inanmak da istemezler.

Sanıyorum bir davaya hizmet etme düşüncesi hemen birçok müntesibi için birkaç anahtar kelime ile başlayan bir serüven. Bu konuda birçok izmin taraftarı için başta gelen kelimelerden biri, özgürlük; özgür düşünceye dair ifadeler. Pek çok doktrinde bunu aramak ve savunmak ölüm kalım meselesi raddesine gelmiş durumda.

Peki bir izme âdeta bir halatı boyna dolar gibi bağlı olmak, özgürlüğün mahiyeti ile ne kadar uyumlu olabilir? O insan, bunu, sadakat ya da mevcut yapıyı iyi anlamanın bir göstergesi olarak açıklayabilir mi? Bir kalenin gerçek ebadını ve ihtişamını görebilmek için onun bütünüyle ortaya çıkacak kadar mesafe gerekmektedir. Eğer kalenin dibinde durursanız, göreceğiniz tek şey, kendi boyunuz ve bu yakınlıkla gelen görüş mesafesinin izin verdiği kadarıdır. Yani o mesafeden bir duvar ya da tuğla yığını görürken gerekli mesafeyi iyi kestirdiğinizde göreceğiniz şey, muazzamlığını size sunan bir kale olacaktır.

Peki bu benzetmeyi fikirlere nasıl uygulayabiliriz? Ne yapmalı ki özgürlük denilen dillere pelesenk olmuş bu kelime bütün yönleri ile insan hayatındaki tahtına oturabilsin? Evet, önce bir tahtınız olmadığı ve herhangi bir şeyi tahta oturtacak kadar önememeniz gerektiğini söylemekle işe başlamak istiyorum. Bu, özgürlük bile olsa. Çünkü gerçek özgürlüki muadillerine epey benzer. Eğer buna müsaade ederseniz tahtınızı bir muadile kaptırmış olabilirsiniz.

Kanaatimce insan, ilk önce –yoğunlaştığı şey her ne ise- onun ne olduğu ile değil, ne olmadığı ile ilgilenmelidir: “Özgürlük ne değildir?” Bu soru önemli çünkü bir şeyin ne olduğu, en çok ne olmadığını doğru teşhis etmek suretiyle anlaşılır. İnsan, bunu da kendi düşüncesi sahasında değil muhalif olduğu düşüncelere eğilerek başarabilir. O zaman kritik ilk etabı sonuçlandırmak için gereken bir araç olarak karşımızda belirmektedir.

Sonrasında karşıt fikirleri kritik ederken yahut sert bir ifade ile eleştirirken özgürlüğün neresinde olduğumuz hususu gelir. Bir fikri eleştirirken neyi baz alırsınız? Özgürlüğü mü? Yoksa düşüncenizin özgürlüğünü tehlikeye atması sebebi ile ona karşı bir anti-tez geliştirme ihtiyacını mı? Kısaca “Neden kritik ediyorum?” ama bu neden, sonucu özgürlüğe bağlanabilecek bir neden olursa bir kıymetiharbiyesi vardır.  Özellikle ülkemizde herkes, kendi özgürlüğünün mümkünatı için çaba gösterirken geçmiş ve şimdiki –ve bunların tayin ettiği gelecekteki- manzaralar kısa bir an düşünülürse ne dediğim tüm açıklığı ile meydanı ele geçirmektedir. Evet, attığımız o taş özgürlüğü ürkütüyor! Buna rağmen hâlâ özgürlükten bahsediyoruz. İnsan, özgürlüğüm diyemediği için özgürlüğübağımsız ele alarak diğerlerini yanıltabileceğini düşünüyor. Ve elbette başaramıyor.

Özgürlüğün kapsamında mıyız, diye düşünüyorum. Siz de düşünün. Hatta acilen işi gücü bırakın ve bunu düşünün. Düşünmek, insanın aklının içine düşmesidir ve orada sadece bir kişilik yer var. Eğer kalabalıksanız…

Şöyle bi’ etrafa bakınca temelde her şey özgürlük veya onun karşıtlığı ile dolu. Herkesin bir söyleyeceği var. Söylem etiği olmayan her toplumda konuşan çok olur. Bu bağlamda özgürlük, temelde ve her anlamda insana ne gibi özellikler yükler, özgür insan nedir/ne değildir, diye sorsak herkes mutlaka bir cevapla noktasını koyar. Her sarf edilen cümle, bir mağduriyeti gidermek için dillerden savrulurken başka mağduriyetleri doğurarak tez-antitez düalizmini de meydana getirmiş olur.

Esas husus da bu: Herkes bu konuda mağdur (Eh biraz da trajikomik. Aynı yöntem ama gelinen noktada herkes başka türlü bir biçimde.). Mutlaka –her zaman istisnaları ayrı tutarım- bir taraf, tezat olduğu diğerini ötekileştirir ve bu yüzden hürriyet ihlali meydana gelir. Hâlbuki gözden kaçan, tez ve anti-tez düalitesinin özünde birbirini var eden kavramlar oluşu. Yani birbirini soyutlamaya çalışan bu gruplar aslında varlıklarını birbirlerine borçlular. İkisi dönüşümlü olarak birbirini besler. Her icat edilen fikir vb. unsur varlığını buna borçludur (Ama icat diyorum, burada keşfedilen fikirleri ayrı tutmakta fayda var.). Onun yok olması demek diğerinin de encamı demek.

Bana öyle geliyor ki kendi tezadının özgürlüğünü tehlikeye atmak ciddi bir eylem olmanın yanında işin magazin boyutu: Boş bir odada eko sayesinde çıkan her ses, sahibine bir lidermiş hissi verir. Fikirler hakkında konuşmak da böyle. Eğer kafanızın içi boş ise orada yankılanan her fikriniz sizi bir lider, bir kuramcı, bir dâhi gibi hissettirir. Bunun çözümü ise önce kafaları doldurmak. O zaman filtresiz fotoğrafa bakmak misali durumlar değişecektir.

Ama unutulmamalı: İnsana hazzı tattıracak olan gerçeklerin verdiği acıdır; fantezi dünyasında yaşamak değil.

* James Joyce, Ulysses

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.