En çok onlar acıtıyor aslında. Hani hiç olmasalar, hayatımıza hiç girmeseler farkında bile değilsin ama bir kere dokununca, tadını alınca bir kere hasretini çekiyorsun, sigara gibi ya da bağımlılık yapan başka bir şey gibi her zaman olsun istiyorsun.
Mesela hiç olmamış bir sevgiliye şiir yazmaz kimse. Ama gidenin ardından yakılan ağıtlarla dolu ortalık. Hatta bu kadar romantik olmaya dahi gerek yok, arabayı tamire versen iki gün, o zaman bile hissediyorsun güzel bir şeyin yokluğunu. Ve en çok o zaman fark ediyorsun, Allah’ın her günü değiştirmek için can attığın arabanın gerçekte ne kadar da güzel olduğunu.
Size de hiç olur mu bilmem, gece otobüsle yolculuk yaparken yanınızdan başka bir yolcu otobüsü geçtiğinde o otobüste olmak daha cazip gelir bana. Sanki içinde olamadığım o otobüsün koltukları daha rahat, hostesi daha güzelmiş gibi gelir. Hatta koltuk ekranlarında gösterilen, normal şartlarda on dakika dayanamayacağım türden filmleri seyredebilmek için dayanılmaz bir istek duyarım. Hâlbuki kendi önümde de en dandiğinden benzer bir film var ama yok, illa komşu otobüstekini seyredeceğim.
Sanki bir şeyin değerini bilmek için güzel olması değil de, yok olması gerekiyor. Normal hayatın en tabii ritüelleri bile elinden alındığında (yok mahkûmiyeti kastetmiyorum) dünyanın en güzel şeyinden mahrum kalmış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Erkekler en çok askerde yaşar bunu mesela. Ben en büyük farkındalığı, acemi birliğinde iki ayın sonunda bir öğle vakti, yemekhaneye uygun adımda değil de, on dakika içinde orada olmak kaydıyla bile olsa, kafamıza göre gitmemize izin verildiğinde yaşamıştım. Ellerin cebinde, dudağında memleket havalarından bir ıslık çalarak şeyinin (gönlünün) keyfine göre yürüyebilmek yok olmasa güzel olduğunu hiç bilemeyeceğim bir nimetmiş meğerse.
Kanser taraması yaptıran birinin anılarını okuyordum bir gün. “Sonuçları hastanenin bahçesinde beklerken yerdeki çimenlere takıldı gözüm” diyordu. Sonra da “ben o zamana kadar yeşilin bu kadar güzel bir tonu olduğundan habersizmişim” diye devam ediyordu yazısına.
Bunun gibi işte. Aslında “yaşamak güzel şey be kardeşim.” Sadece hep bir yerlere yetişme telaşıyla, üstüne basıp geçtiğimiz, belki bir parça sıradan, ama her halükarda hayatımıza hesap etmediğimiz türlü tatlar katan, ama hep orada olduğun için hiç fark etmediğimiz güzellikler var. Sabah kapıdan çıkarken kapının önündeki ağaç, çöpü atmanı sabırsızlıkla bekleyen sokak köpekleri, az önce önümden geçen fosforlu yeşile boyanmış Ford Escort, Emrah’ın son kitabı…
Varken kıymetini bilin. Alın bu kitabı; Güzel Şeylerin Yokluğu’nu okurken kendi hayatınızdaki güzel şeylerin varlığını keşfedin.
Umut Çalışan
– Haber Lotus –
HLotus