Ana Sayfa > Genel > Mehmed Niyazi “Marmara Kahvesi”ni yazdı…

Mehmed Niyazi “Marmara Kahvesi”ni yazdı…

Mehmed Niyazi, kendisiyle birlikte Peyami Safa, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Ziyanur Aksun, Erol Güngör, Abdurrahim Balcıoğlu, Ebubekir Eroğlu, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu gibi tanınmış yazar ve şairlerin uğrak mekanı olup tarihin tozlu sayfalarına karışan ünlü Marmara Kahvesi’ni yazdı. Mehmed Niyazi Zaman’daki köşe yazısında “Gerçekten Nuh’un Gemisiydi” başlığıyla mekandaki dostluk ve muhabbet havasına dikkat çekiyor:

Gerçekten Nuh’un Gemisi’ydi

Basın İlan Kurumu’nun gayretleriyle Ramazan eğlencelerinin arasına, yıllarca önce kapatılan “Marmara Kahvesi” de katıldı.

Bu ünlü kahve Bayezıd Meydanı’nın, Soğanağa tarafında kalırdı. Girişteki on beş kadar masaya oyun kâğıdı, tavla, okey takımı verilmezdi; bu bölüm, erbaplarının sohbet etmeleri için ayrılmıştı.

Sözünü ettiğimiz kahvenin cazibesi değişik sebeplerden gelirdi. Bayezıd, üniversite muhiti olduğu için çoğunlukla öğretim üyelerinin bu civarda oturmaları, emekli olanların da alışkanlıklarından dolayı ikamet için bu semti tercih etmeleri, öğrenci yurtlarının bu çevrede toplanmaları, basının merkezi Babıali yakınında bulunduğundan gazetecilerin her fırsatta buraya uğramaları ilk akla gelen unsurlardı. Kahvenin hayatı yıllarca sürdüğü için ünü belli çevrelerde yaygınlaşmıştı. Ankara’dan, İzmir’den, değişik illerden, yurtdışından herhangi bir sebeple İstanbul’a gelen bir bilim insanı, politikacı, gazeteci, romancı, şair Marmara Kahvesi’nde sohbet olduğunu bilir, dostlarını görmek, ülkede ve dünyada neler olup bittiğini anlamak, halkın duygularını yakalamak için oraya uğrardı. Burada sadece vatanın değil, dünyanın nabzı atardı; her gün Le Monde gazetesini okuduğundan “Le Monde” lakabını alan Hasan Bey Avrupa gazetesi okuyan tek kişi değildi. “Figaro” mu , “Süd Deutsche Zeitung” mu okuyana, insan rastlamazdı. Fransız Parlamentosu’ndan emekli bir Cezayirli, Marmara Kahvesi’ne her gün gelebilmek için İstanbul’da yaşar, bu ünlü kahveye “Nuh’un Gemisi” derdi.

Devamlılarının arasında her dünya görüşünden insan vardı; milliyetçiler, Batıcılar, dindarlar, ateistler, demokratlar, komünistler, faşistler aynı masada oturur, birbirlerine hürmette kusur etmeyerek rahatça tartışırlardı. Marksist Abidin Nesimi ile İslamcı Hilmi Oflaz saatlerce dünyanın meselelerini ele alıp konuşurlar, dinleyenler de gerçekten zevk alırlardı. Buradaki dostluklarda fikirlerin aynılığı değil, yaş, seviye önemli rol oynardı. Emekli profesörlerden, yaşlı yazarlardan gençlere doğru inerken birbirinden farklı gruplar oluşurdu. Gençlerin yaşlılara ilgisi fazlaydı; nereli olduklarını, nerede okuduklarını, hangi üniversitede doktora yaptıklarını, neler yazdıklarını bilirlerdi. Onlar ise gençlerin dünyalarına fazla girmezlerdi; ama Marmara Kahvesi’nin havası sadece bu iki grubu değil, memurları, işçileri, hatta meczupları kuşatır, onları bütünleştirirdi. Herkes haddini bilir, büyüklere saygısızlık yapmayı kimse aklının ucundan geçirmezdi. Kimse kimseyi küçümsemezdi; bazen dünya bilim literatürüne girmiş emekli öğretim üyesi veya ünlü bir şair, bir gençle, kahvenin sakini bir meczupla saatlerce sohbet ederdi.

Buraya kimler gelmezdi… Menderes’in Afganistan’da Tıp Fakültesi’ni kurdurduğu Ali Saib Atademir, belki de ülkemizde ilim namusu bakımından öne çıkarılması gereken Mükrimin Halil Yinanç, Emin Ali Çavlı, Orhan Münir Çağıl, Ziya Nur Aksun, Mehmed Genç gibi bilim adamları müdavimlerindendi. Burayı “Eshafil-i şark” olarak nitelendiren büyük şair ve mütefekkir Necip Fazıl da bazı kaynaklara ulaşmak amacıyla uğrardı. Sezai Karakoç, Sedat Umran gibi şairler, Erol Güngör, Nureddin Topçu gibi mütefekkirler ilgi odağı olurlardı. Adları listelere sığmayacak kadar çok sayıda gazeteci, politikacı ve aydın da akşamları masaları doldururlardı. Sahaflar şeyhi olarak ünlenmiş Muzaffer Özak Beyefendi, genellikle yatsı namazından sonra gelirdi. Sohbeti çok tatlıydı; yaptığı esprilerle çevresindekileri kırıp geçirirdi. Bilim, fikir ve sanat erbaplarını dinlemek isteyen gençler için de belki orası fakültelerinden daha çok şey öğrendikleri bir mekândı. Tiryakisi olan işadamları, esnaflar, işçiler de az değildi. Bir de meczupları vardı. Tabii sivil polisleri de unutmamak gerekir. Orada hangi konular ele alınmaz; milletin, hatta insanlığın geleceği hakkında en ince ayrıntısına kadar ne girift planlar yapılmazdı!

Kahvenin müdavimi olmak, adeta bir cemiyete dâhil olmaktı. Resmi dairelerde çalışanlar bakımından hangi fikirden olurlarsa olsunlar, kahvede aynı masada sohbet etmemiş olsalar bile, işi düşenlere yardımda bulunmaları için göz aşinalıkları yeterdi.

Bir Batılı ülkede böyle bir kahvenin yok olmasına kamu kuruluşları razı olmazdı. Bizde yıkılarak çarşı haline getirilmesini kimse umursamadı. Daha sonraları “Marmara” adında kahveler kurulmaya çalışılmışsa da tutmadı. Elbette tutmazdı; Marmara sadece büyük bir kahve değildi; oraya atmosfer kazandıran müşterileriydi; yapılan sohbetlerdi. Cemaleddin Server Revnakoğlu’nun, Filozof Cemal’in, Hilmi Oflaz’ın yerini kim doldurabilir!.. Marmara Kahvesi kültür hayatımızda bir dönemdi; müdavimlerinin hafızalarında hasretle yaşayacaktır.

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.