Ana Sayfa > Kitap ve Kültür > Suzan Demir: “Her daim yazarlar seçmez, bazen karakterler seçer yazarı…”  

Suzan Demir: “Her daim yazarlar seçmez, bazen karakterler seçer yazarı…”  

Suzan Demir ile Söyleşi – Selçuk Alkan

Bir kitabı okurken duygularınız lodosa tutulmuşçasına dalgalanıyorsa, göz pınarlarınızdan safiyâne damlalar yerçekimine yeniliyorsa bilin ki o kitabın satırlarına emek veren yürek de, kitabı yazarken aynı hislerin rayihasından beslenip, bir duygu pınarı olup, gözyaşlarını billûr edip size sevgi demeti olarak sunmuştur. Yazar Suzan Demir de işte böyle nadide kalemlerden. Onun kitaplarını okurken duygu dalgalarında süzülürsünüz, ancak hiçbir zaman batmazsınız. Bu süzülüş, aslında gönlünüzdeki sevgi özünün tanıdık bir simasıdır sizinle hemhâl olan.

yazar suzan demir
Suzan Demir’in ellerinde, Düğmeler romanı

Yılın en sevda kokulu romanı Düğmeler’den bahsediyoruz. Öz sevdanın rayihasını, ıtırını ve en latif meltemlerini mis gibi bahar tadında yaşayacağınız, bazen hüzünlenip göz pınarlarınızı akmaya bırakacağınız, bazen içiniz içinize sığmayacak bir hissiyatla merak edeceğiniz, yaşanmış ve yaşanacak sevdaların kapısından içeriye girip arı duru kalplerin serencamına şahit olacağınız bu kıymetli kitabın yazarı Suzan Hanım ile güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Gelin hep birlikte yılın en sevda kokulu romanının yörüngesinde bir devr-i âlem yapalım.

Merhabalar Suzan Hanım. Öncelikle kıymetli vaktinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Okurlarımız sizi “Diz Çök Kalbim” romanı ile tanıdı. “Yılın En Duygusal Romanı” mottolu kıymetli eseriniz gerçekten duygularımızı yerinden oynattı diyebiliriz. Duyguları bu kadar güzel ifade edebilmek için, derin duygular diyarında devr-i âlem etmiş olmak gerekir, diye düşünüyorum. Biz ilk romanınızı çok sevdik. Şimdi ise “yeni bir şaheser” diyebileceğimiz “Düğmeler” adlı romanınızla okurlarımızın karşısındasınız. Söyler misiniz, “Yılın En Sevda Kokulu Romanı”nı neden yazdınız? 

Merhabalar Selçuk Bey. Öncelikle mailime ulaştırdığınız soruları açtığımda belirtmek isterim ki çok duygulandım. Sizinle birlikte her iki romanım üzerinde çalıştık ve sizden başkası bu denli yakından “Diz Çök Kalbim” ve yeni çıkan “Düğmeler” romanımı tanımlayamazdı. Bir defa daha tüm kalbimle teşekkür ederim, satırlarda her daim kalemimin elinden tutmanız adına. “Yılın En Sevda Kokulu”  Düğmeler isimli romanın  yazarı, kalemi olarak demek isterim ki, kalbimi hayran bıraktığım çalışmalarımdan birisidir bu. Düğmeler romanımız  her bir satırında sevda kokusunu öyle derinden hissettirmekte ki insana, eminim ki kalemimi asıl bir sevdanın kokusu bürüyüp yazdırdı. Hem çok tanıdık hem de çok uzak bir kokunun özlemi sardı tüm gecelerimi. Düğmeler romanını kalbimde çok başka ve özel kılan, onun, sevgili babamın nesline ithafen yazılmış olmasıdır. Onların nesli her daim sevda kokusunu üzerinde bir papatya gibi taşıyan birer bakıştı. Her biri sessizce aramızdan ayrıldılar. “Yılın En Sevda Kokulu” Düğmeler romanını yazarak bir neslin özlemine dokunmak istedim. Başarabildiysem ne mutlu…   

Her iki romanınızda da duygusal ve psikolojik tahlilleriniz, insan ruhunun derinliklerine kadar inebilmekte. Bunu her insan başaramıyor. Sizce bu özelliğiniz nereden geliyor? 

Eğer ki bir insanın ruhunun derinliklerinin en güzel yerinde bir anlık bile olsa yer alabildiysek, bu çok değerli bir başarı. Bir insanın yeteneklerinin sadece kendinden ibaret olmadığına inanıyorum. Kalemim şiirseldi; kalbim zaman ile romana büründü. Özüme işlenmiş bir geçmişin izlerinin sadece bir yansımasıyım kanaatimce. Sevgili babam ve atalarımız şiirsel insanlarmış, bunu da belirtmek isterim. Ruhuma işlenmiş bir geçmişin duası olarak kabul ediyorum yazabildiğim her ânımı. Hissetmediğim ya da duygusuna bürünemediğim; birlikte ağlayamadığım, gülümseyemediğim hiçbir şey kalbimi ikna edemediği gibi, yazarken de hissetmediğim hiçbir duyguyu kaleme almadım. Bu duyguları da kalbime sunulmuş özel bir armağan olarak kabul ediyorum. Bunun yanı sıra psikoloji dalı çok hayranlık ile yıllarca okuduğum ve hâlen okumaya devam ettiğim bir alandır. Farkında olmasam da yazılarıma yansımış olabilir.

Romandaki Abdurrahim karakteri oldukça ilgimizi çekiyor. Bizce Abdurrahim, sadece romandaki bir karakter olmaktan çok bir neslin acı ve tecrübelerinin bir simgesi gibi. Siz bu hususta neler söylemek istersiniz? 

Düğmeler romanımda yer alan tüm karakterlerin her birini kendi içimde bir defa daha yaşadıktan sonra Abdurrahim  karakteri üzerine kendi kalbimce, “Adeta eski bir trenin üzerine yeni simalar çizilmiş” demek isterdim. Tren yaklaştıkça görüyorum ki hep aynı sima, hiç değişmeyen aynı bakış, hafızalara yankı veren aynı sesin sireni, rayların her birinin alnına yazılmış aynı iz, aynı koku; hep aynı garda tam kalbin köşesinde, bir saatin altında hep aynı bekleyiş…

Abdurrahim  karakteri de vatanını, sevdiklerini ardında bırakıp o kalabalıklar arasındaki simalardan sadece biri, fakat binlercesini temsilen biri. Abdurrahim karakterini yazarken, yaklaştıkça bütünleşen romanıma, kalben bir yazar olarak kendime bir adım daha yaklaştığımı gördüm. Abdurrahim,  kendi içimdeki özlem duyduklarımın sesi, başımı omzuna koymak istediğim bir babanın kokusu… Geçmiş ve gelecek neslin birbiri ile tanışmasının adı belki. Dileğim o dur ki, hiç unutulmasın ilk Avrupa’ya gelen o güzel insanların siması, ayak sesi, kokusu ve bizlere bıraktıkları kocaman çınarların dalında her daim gölgesine sığınabileceğimiz en değerli hazine olan ailenin varlığı ile ilgili sözleri. Abdurrahim karakterine “Düğmeler romanının çınarı” diyebiliriz.  

Gelelim Elife’ye… Gerçekten ibretlik bir hayat… Çektikleri, özlemleri, acıları, hasretleri, aşkı, hayal kırıklıkları ve ummadığı gelişmelerle bizi kitaba öyle bağlıyor ki! Kitabın her bir sayfasından sonrasını heyecanla, ümitle ve hatta birtakım beklentilerle çeviriyorsunuz. Sizce Elife karakteri neyi ve kimi sembolize ediyor olabilir? 

“Elife karakteri” sorusunu okurken  kalbim duraklıyor; okuyor, tekrar duraklıyor.  Satırlara sığdıramadığım, yazmaya doyamadığım karakteri anlatmaya gelince zorlanıyorum belki de. Elife  ismine tevafuken aile soyağacımızda rastladığımda ona hayran kalmıştım. İsmi dahi kalemime çok güçlü bir gönlü hissettirdi. Düğmeler romanımızı okuyacak olanların, Elife’nin o sevda ve aşk  dolu kalbinin yanı sıra çok güçlü duruşunu da hissedeceklerine eminim.

Elife karakterinin yer aldığı tüm bölümlerde özel olarak hep şunu hissettim:

“Ezelden yazılmış bir kaderin, ertelenerek çiçeklenmiş bir hali olduğunu.”

Ve tüm vazgeçişlerin ardındaki sızıyı en derininden hissettirdi her defasında kalemi elime aldığımda. Düğmeler romanımda  Elife karakterimizin satırlarda okurlara seslenişinde buna defalarca şahit olacağız. 

“Ağlamaya hakkım var mı gönlüm, seninle gülüşünde kaldığım sevdaya? Şimdi sadece bir veda savur! Savur gönlüm, bu son bir dokunuş olsun sevdaya dair…”

Hangi zamanın ahenginde olursa olsun inanıyorum ki bütün kadınlar güçlüdür. Elife ise tüm kadınların duygularını en derininden kalbine yaşamaya izin veren, kalbi ile aklı arasında sevdaya dair arayışa düşen bir geçmişin, belki  geleceğin izi. Ve sadece kalbime sorduğumda ise Elife karakteri “toprağı” sembolize etmekte. Toprakta yeşermeyi bekleyen tüm bekleyişlerin ardındaki kadınlar misali. Eminim, Elife karakterini tüm okurlar yaşayacak kendi içsel yolculuğunda.

Aslında romandaki her bir karakter biricik ve hepsi de hayata dair bize önemli ibretler sunuyor. Her birinden alınacak o kadar çok ders var ki. Bu karakterleri nasıl seçtiniz?  

Karakterler, ruhumuzda hissettiğimiz an oluşur; buna inanıyorum. Düğmeler romanımı yazmaya başlamadan, her bir karakterin siması, yüzü, ses tonu dahi belirmeden kalbimde, kendi içimde yaşamadan satırlara dokunmadım. Her daim yazarlar seçmez, bazen karakterler seçer yazarı/kalemin ta  kendisini…  

Avrupa’da yaşadığınızı biliyoruz. Yurt dışında yaşamak, ana vatanı özlemek nasıl bir duygu sizce? Türkiye’de birçok insan için Avrupa’da yaşamak Türkiye’de yaşamaya göre çok avantajlı olarak görünüyor. Siz bu hususta neler söylersiniz? 

Dünyanın hangi ülkesinde yaşadığımızdan daha çok, kendimizi nereye ait hissettiğimiz ile alakalı bu durum. Türkiye ya da başka bir ülke… Her ülkenin kendince kolaylıkları  ve zorlukları vardır. Dünyanın neresine gidersek gidelim, oraya ilk kendimizi götürmüş olacağız. Yaşadığımız ülkeye, bastığımız toprağa, baktığımız gökyüzüne karşı vefalı olmayı seçelim. Bir al bayrağın altında ya da başka bir bayrağın simgesi altında, nerede olursak olalım, yaşadığımız ülkeye, topluma varlığımız güzellikler sunsun. Ana vatana özlem duygusu  her daim var olan bir duygu olacak yaşadığımız sürece. Türkiye’de bir ezan dinleyecek kadar bir zaman kalsam, ruhuma bir ömür yetiyor. Danimarka ise yaşadığımız ülke. Tüm hatıraların, güzel anların birikimi. Manevi olarak ise  ruhumu daha güçlü hissedebildiğim aitlik duygusunu yaşatan ülke. Sonuçta her “merhaba” ve her “hoşça kal” kadar, her iki ülke de kalbimde değerli  olarak kalacak.  

Her iki romanınızda da gurbet-sıla ikilisinin bağlarını, etkileşimlerini derinden hissediyoruz. Siz neler söylemek istersiniz bu konuda? 

İzniniz olur ise bu sorunun cevabını dilerim Düğmeler Romanımda ki başkarakterimiz Abdurrahim versin.

“Abdurrahim, kapıyı usulca arkasından kapattı. İnanıyordu; yeşerecekti nesillerce nesiller bu ülkede. Ağaçların her bir dalı, hep aynı  kokuyu savuracaktı, umut dağıtacaktı tüm bekleyenler adına… Gönüllere kenetlenmenin sırrını rüzgârlar ile söyleyecekti. Özlem duydukları ezanlar, yüreklerinde hep bakî, yankılanacaktı. 

İlk adım attığı gara vardı. Yolcuların gideceği istikamet yankılanıyordu sonsuzluğun habercisi gibi. Gözlerini kapattı. Duyabiliyordu ilk  trenin sirenlerini, ilk ayak seslerini, ilk gönül atışını, kaybolmuşluğun sızısını ve bulunmak istenmiş olmanın sancısını… Her şey, bir bulutun gözlerde buhar olup yağışı gibi geçmişti. 

Abdurrahim, boş kalmış avuçlarına bir son defa daha baktı.  

‘Düğmeler…’ diye yutkundu. Lokman babasının her yolcuya söylediği sözleri geldi kondu yüreğine: 

‘Ömrüm geçti, bir karakış… Akıl, hayâ, iman kişiye sermaye. Dönüşümüz, bakî olan tek Allah’a…’ 

Hiç yere bakmadan, o güzel simsiyah kömür gözlerini gökyüzüne  değdirdi Abdurrahim. İlk gün gibi, hep böyle hatırlamak istiyordu ilk  adımı… Hep böyle Rabbi’ne yakın bir duygu olarak tamamlamak  istiyordu her bir yeni başlangıcı… 

Sessiz adımlarla uzaklaştı yakınlaşmak için, yaklaşmakta olan  sonsuzluğa…”

Yazarlık hayatınıza başlamadan önce nasıl bir hayatınız vardı? Şimdi nasıl gidiyor hayatınız? 

Bu sorunun cevabına, çok değerli ve  kalbimde ayrı bir yeri olan bir kalemin sözüyle başlamak isterim:

“Kalbim dostlarım için açık bir kitap ama kimsenin göremediği birkaç yaprak yan yana  asılı kalmış olabilir.”

O iki yaprağın, insanın kendisinin göreceği farklılıklar olması gerektiğini hissettirmiştir her okuduğumda bu sözü. Bir yazardan evvel bir kalbin sevdiği, bir annenin duası, bir babanın kanatları, bir başkalarının kardeşi, bir ülkenin, toplumun parçası ve öncelikle de bir anneyim. Kalbimde en kutsal sanat ve en değerli mesleğin annelik olduğuna inanıyorum. Eğer ki her şeyin bir öncesi ve sonrası olacak ise güzel insan ve güzel kalemler yeşertmeliyiz. Dünyadan bir şeyler istiyor isek kendimizi dahil  etmeliyiz tüm yeşertmelere. 

Fakat hayatımı yazarlıktan öncesi ve sonrası diye ayıracak isek, yazarlık daha çok kendime olan bakışımı değiştirdi ve geliştirdi diyebilirim. Her şeyden evvel bir yaprağın dahi, izin yok ise (Yüce Yaratan’dan)  kımıldayamadığını öğretti kalbime. Yazamadığım anlar “izin yok” sözü tesellim oldu. Yazarlık hayatım şahsıma inancımın yaşam tarzı olduğunu fark ettirdiği an  kalemim kendini daha özgür hissetti. Yazarlık her daim hayatımın bir parçası oldu.

12 yaşımdayken ilk yazdığım, “Aç Kapıyı Anne” isimli şiirim idi. Yıllar sonra adını “Dünya Kapısı” koydum. Okuduğum iki satır sözü ya da yolda karşılaştığım, hiç tanımadığım bir insanın gözlerindeki hüznü kalbimin derinliklerinde hissedip sayfalarca onun üzerine yazılar yazabiliyordum ya da yaşadığım bir olayın, mutluluğun, gülümsemenin ardındaki insanı, acıyı sizler gibi hayatta her şeyi anlamlı ve değerli kılan tüm duyguları yazabilmek de hayatın kendisiydi kalemim ve kalbim adına. Bugünlere gelebilmek adına yaşanması gereken bir süreçti yazabildiğim her ânım.

Bazen insan kendini göremeyebilir yakından. Yıllar öncesinde, 90 yaşlarında doğal tedavi gören güzel bir insan, bugünlerin müjdesini kalbime yaşatmıştı. Birkaç sır daha söylemişti, fakat o da bende kalsın. Şimdiki hayatımda da yazarlığa devam ediyorum. Hayalim, üçüncü romanımı da yazabilmek. Belki de kalbimi bırakabilmek satırlara; en sevdiklerimin yanında, en ihtiyaç duydukları sözler ile konuşabilmek. Tüm dünyaya olmasa da bir insana dahi bir eser bırakabilmek bir dua niyetine… 

Buradan sevgili anneme teşekkür ederim. Satırlarda her kalakaldığımda, kapısını çaldığımda duaları rüzgâr gibi yetişti binlerce şükür… 

Kitaplara olan ilginiz ilk nasıl yeşerdi?  

“Kilim dokumak ile kitapların ne bağlantısı var?” diyeceksiniz belki, fakat çocukluğumda dokunmaya hazır kılınmış kilimlere atılacak ilmikleri sayan, renklerini birbirine yakıştıran, aslında hayatı dokuyan bir bakış ile büyüdüm. Kitaplar da öyle değil mi? Her biri farklı hayatlara dokunmaya hazır ilmikler gibi. Kaleme, beyaz bir kâğıda sahip olmayan bir neslin çocukları olarak kitaplar çok değerliydi kalbimde. Kendi lisanımızda kitaplar ise o zamanlar hayaldi. Fakat başka lisanlardaki kitaplar imkânsız değildi. Okullarda kitaplar bir haftalığına ödünç verilirdi. Kitabın kokusu ile uyanmanın heyecanı ilk günkü gibi hatırımda. Sahip olmaktan öte bir duygunun en doruktaki mutluluğu kendimce kitaplar.

İlk okuduğum kitap “Anne Frank Günlüğü” beni çok etkilemişti. Biliyorsunuz, eskiden Avrupa okullarında ilk kitap tanıtımı olarak genelde “Anne Frank Günlüğü” okutulurdu. Şu an devam etmekte mi bu gelenek, emin değilim.

İnsan, ilk okuduğu kitabın her daim sözlerini hatırlar. Beni etkileyen, çatı katındaki bir kız çocuğunun, ışık sızmayan dünyasında dahi umutlarını diri tutmasıydı. Bir gün kurtuluşa kavuşacaklarının düşüncesinin gücüydü. Sığındıkları çatı katında dahi yazabilen bir kız çocuğunun kalemi bize aslında ne çok şey anlatmakta.

Kitaplar bir kaçıştır insanın kendine doğru. Satırlarda tek başına alınan yoldur. Kitaplar, her daim çocuksu ruhumu, heyecanımı diri tuttu ve bu gibi duygular yeşerince belki de “kitaplar beni seçti” düşüncesi ile ödüllendirmek istiyorum zaman zaman kalbimi.  

Neden yazmayı seçtiniz? 

Işıklı yollarda yürümeyi hayal ettiğim için. Dağılmış yıldızları, buğday tanelerini toplayıp kendi kalbimin evini bulmak için. Ruhuma hiçbir şey, yazmak kadar yeryüzünün daha büyük bir parçası olduğumu bu denli yakın hissettirmemişti. Şiirsel bir kalemden roman yazmaya bürünmek de bu hislerden sadece biri. Yazarken anlamak istedim hayatın kendisini; hayatta yaşadığımız, elimizde olmayan dünyayı; kaybetmenin ne anlama geldiğini ve kaybederken aşkın ne olduğunu… Henüz bağlantısı olmayan iki insanı ya da iki farklı resmi, iki farklı ülkeyi kaleme alıp, belki de yazarak kendi dünyama bir pencere açmış oldum. İnsan kendinden daha anlaşılır bir kitap yazabilmek için bırakmalı, içindeki henüz keşfetmediği duyguları ile teslim olmalı satırlara. Sanatın, doğasındaki maneviyatın bize sunabileceği türden bir deneyimidir yazmayı dileyen herkes için. Bizden daha büyük bir şeyin sadece “parçasıyız”. Seçtiğimiz her şey, iyi ya da kötü, sonunda her daim teselli bulur, inanmayı seçen her insan.

Bir yazar olarak kendinizi nereye koyuyorsunuz?

Allah’a inanan biri olarak aitlik duygumun limanını biliyorum. Yazar olarak nereye koyulduğumu sadece hissedebilirim. Güzel bir yorumun ardındaki okurun, gözlerin ortaya koyduğu emeği okurken, sevdiklerim benimle aynı heyecanı yaşarken, romanımın üzerinde birlikte çalıştığım insanın yalnız olmadığımı yansıttığı her anda, birlikte yol aldığım yayınevimizin gayret ve dilekleri ile hissedebilirim. Dünya çapında değil, kendi dünyamda dahi yazarlığa, yazmaya duyduğum heyecan henüz çokça duyulmamış,  savrulmamış bir sayfa olmasa da henüz, yine de mutluyum. Bir başka ülkenin insanı, yazarı olarak çok güzel yazarların başarısını okumak ve öğrenmek dahi anlam katar yazarlığıma. İnanıyorum ki hepimiz edebiyat ile ilgili bir şey istiyoruz. Dünyaya sesimizi duyurmak ve dünyada tüm olumsuzlukların değişebileceğimize inanmak gibi, bir şeyler adına kalemimizle yazıyor ve iddialı olmak istiyor isek, bunu, yaşadığımız topluma, okurlara, sevdiklerimize ayna tutabilmekle ve o aynada kendi değişimimizi yansıtan yazılar yazarak ispatlamalıyız. Kendi değişimimize yazarlar olarak birbirimizin kitaplarını okumakla başlayabiliriz…

Bir yazar olarak hangi yazarı örnek aldığımızı, hangi yazarın kalemine hayranlık duyduğumuzu satırlarda paylaştığımız zaman dünya, farkına varmasak da değişecektir. Kalbimce başarı sonuçta değil, insanın yaşadığı anlarda gizlidir. Kendi penceremizden bir duyuru okuruz: “Roman yakında çıkacak” ya da “Çıktı” gibi…  Bunun ardında yer alan emek ve çalışmayı bir bütün olarak merak etmediğimiz her an ise kayıptır. Bu sebeple bir yazar olsam da, bir kitabın yazarını ve çalışmalarını, yazarın kendi kaleminden okumayı, araştırıp bir bağ kurmayı seviyorum. Bize yöneltilen soruların, kitaptan, insandan daha çok, nereye koyulmamızı diledikleri bir okyanus olunca zorlanabiliyorum insan olarak. Bir makamda görmeyi arzu edenler adına söylemeliyim ki, hayır, henüz bir yayın ya da kitap fuarı gibi teklifler almadım. Ya da kendim dilemedim, ihtiyaç duymadım; fakat hayatta hiçbir şey imkânsız değildir. Kendi toplumumun insanına sunacağım güzellikler arasında olacak Düğmeler adlı romanımın tanıtımı ve “romanına fiziksel olarak kavuşma” olarak adlandırdığım bir gün inşallah, çok yakında…

Çok kalın romanlar yazmaya devam edecek misiniz? 

Nokta koymakta zorlanan bir insanım. Buna Sevgili Selçuk Alkan Bey, satırlarda siz şahit olmuşsunuzdur. Bu sebepten gerçek hayatımda da bağlandığım insanlar nadirdir. Ölümü kabul etmekte dahi zorlanan bir insanım. İşte tam bu duyguyu yazmış ve itiraf etmişken, 600-700‬ sayfalık romanlar beni her bir bağlanışın sonucuna alıştırmakta diye kendimi teselli etmekteyim belki de. Biliyorsunuz, 2019 yılında ilk romanım “Diz Çök Kalbim” yayımlandı. İkinci romanım Düğmeler de 2021’in sonunda yayımlandı, bin şükür. Düğmeler, yepyeni bir heyecanla sardı bizleri. Üçüncü romanıma Düğmeler basılmadan başladım. Fakat çalışma hayatına başladığım için ancak bazı geceler yazabiliyorum. Hangi gül bahçesinde açar, hangi zamanın güneşine tutunur bilmiyorum. Kalemimiz yaşadığı sürece yazmaya devam. Görünürde henüz sayfalar çoğalmadı, kalbim onaylasa da kalın olacak diye. Bize düşen, kalın romanlar yazmayı seven kalbim için “inşallah” sözü olsun.  ‬‬

Düğmeler romanınızın kitap kapağında neden düğme resimlerini tercih etmediniz?

Bu soruyu, ilk tanıtımı kitabın kapağı ile paylaşmaya başladığımda çok insan merak edip sormuş. Yıllarca masamdaki çiçeğin bana eşlik ettiğini biliyor musunuz? Masamdaki çiçeğe vefa borcu diyelim, sevgi diyelim, geceleri yazarken danıştığım diyelim. Özellikle sevgili kızım, kitap kapağının çizimini üstlendi. Çiçekten dahi çok başka bir duygu ile sardı tüm benliğimi. Düğmeler romanımızı okuyan her bir kalbin, düğmelerin ardında gizli olan çiçeği bulacağından eminim.  

Söyleşimize katıldığınız için teşekkür ederiz. 

Bu imkânı kalbime, kalemime sağladığınız için öncelikle Selçuk Bey, size çok teşekkür ederim. Bu vesile ile şimdiden “Yılın En Sevda Kokulu Romanı”nı okuyacak tüm okurlara, heyecanımı paylaşan sevgili eşime, çiçek kızlarıma, kalbimdeki kocaman aileme, yaşadığım, nefes aldığım güzel ülkemize, ülkemizdeki güzel, sevgi dolu insanlara ve toprağı, özü, gülüşü güzel rahmetli, sevgili babama dua dua kalbî teşekkürlerimi bir defa daha sunarım. Kalbimin sahibi Allah’a binlerce şükür ile, kalplerinizin en sahibi Yüce Sevgili’ye emanet olun.  Saygı ve sevgilerimle… 

Kaynak: https://www.okuyorum.org/2022/02/yazar-suzan-demir-ile-dugmeler-roman.html

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.