Sabır kelimesi Türkçeye Arapçadan geçmiş olup sabera kökünden gelmektedir. “Sabr” darlıkta kendini tutmak demektir. Sabretü‟d-dabbe hayvanı yemsiz hapsettim, sabertü fulanen falanın ardından kurtulamayacağı şekilde tuttum manasındadır. “Sabr”da böyle bir hapis ve tutma manası olmakla birlikte gerekli durumlarda nefsi hapsetme, kendini tutma, iradesine hâkim olma anlamları da vardır. Ayrıca, “intizar etme, bekleme ve gözleme” eylemleri “sabr” sözcüğüyle ifade edilmektedir. Türkçede kelime karşılığı acı, yoksulluk, haksızlık gibi üzücü durumlar karşısında sözsel veya fiziki tepki vermeden durumun geçmesini bekleme erdemi ve dayanıklılık olan sabır, ayrıca olacak veya gelecek bir şeyi, telaş göstermeden bekleme olarak tanımlanmaktadır.
İngilizcede sabır kavramı için patience kelimesi kullanılmaktadır. Kelimenin sözlükteki karşılığı, dayanma gücü, hoşa gitmeyen veya çaba gerektiren bazı şeylere dayanma kapasitesidir. Sadece acı çekme veya bir tahrik karşısında değil aynı zamanda haksız yere veya haddinden fazla gecikmiş görünen bir sonucu beklerken veya önemli ihtiyaçları karşılayan bir işi yerine getirirken sükûneti muhafaza etmek ve soğukkanlı olmak patience kelimesi ile anlatılmaktadır. Sabır; her türlü zorluk, tehdit ve kayıp karşısında gönüllü bir şekilde dayanma, direnme, göğüs germe ve sonucu bekleme eğilimi olmakla birlikte, duygusal bilişsel, davranışsal boyutlarıyla yaşanan çözümleyici psikolojik bir süreçtir. Çeşitli sözlüklerde “engellemek, hapsetmek, güçlü ve dirençli olmak, dayanma, dayanıklılık, tutma, kararlılık, acele etmeme” anlamındaki sabır kelimesinin ahlak terimi olarak “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belalar karşısında direnç gösterme; olumsuzları olumlu kılmak için gösterilen metanet” gibi manalara geldiği; karşıtının telaş, kaygı ve yakınma olduğu belirtilmektedir. Bu anlamda sabır, musibet ve belaya uğrayan insanın feryat etmeyip metanet göstermesi, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmesi, sosyal hayattan veya insani münasebetlerden doğabilecek olumsuzluğa direnç göstermesidir.
İnsanın kendi gücü ve iradesi dışında ve maddi-manevi yönleriyle değişik türde tezahür eden sıkıntı, bela, musibet, güçlük ve zorluklara karşı heyecana ve paniğe kapılmadan, tedirgin olmadan, şikâyet etmeden soğukkanlılıkla mücadele etmesi, zor ve insana ağır gelen durumlar karşısında dayanıklı olmasıdır. Sabır en temel anlamda bireyin, koşullar ve zaman dilimlerinin geniş yelpazesinde ortaya çıkan hayal kırıklığı, sıkıntı veya acı çekme durumları karşısında sakince bekleme eğilimi olarak da tanımlanmaktadır. Kunz’a göre sabır, şikâyet etmeden sıkıntı ve zorluklara dayanmaktır. Kierkegaard’a göre ise sabır, şikâyet etmeksizin öylece beklemek olarak tanımlanırsa bunun bir erdem olduğu söylenemez. Zira sabır, tevazu ve hürmet gibi pasif erdemlerden değildir. Sabrı, davranışın iki kutbu arasında ortalama olarak kavramlaştırmanın daha doğru olabileceğini belirten Schnitker ise onu, Aristoteles’in “Erdemli bir eylem daima eksiklik ve fazlalık içinde yansıtılan bozukluğun iki ucu arasında ara bir durumdur.” tanımlamasına dayandırarak “Tembelliğin noksanlığı ve ataklığın aşırılığı arasında ortalama bir durum.” olarak tarif etmektedir.
Sabrı, ahlaki bir erdem olarak ele alan Kierkegaard‘a göre sabrın bir erdem olması için
durumsal olmaması gerekmektedir. Çünkü bu kötülük yapan birinin de kötücül şemalarının
oluşması için sabırla beklemesi, sabrı bir enstrüman olarak kullanması anlamına gelmektedir ki
böyle bir durumda sabır bir erdem olmaktan çıkmaktadır. Oysa durumsal olmayan sürekli sabır,
erdemler birliği içersinde diğer hayat erdemleriyle birlikte düĢünüldüğünde vazgeçilmez bir erdem
olmaktadır.
Peki sabır kavramı psikolojik perspektiften nasıl değerlendirilebilir? Şöyle ki:
Sabır için her şeyden önce duygu unsuru kuvvetli ancak bilişsel yapısı ağır basan bir tutum olduğu rahatlıkla söylenebilir. Tutumlar belirli bir takım kişi, nesne ve olaylara karşı sürekli olarak benzer biçimde davranmamıza neden olan, kendileri gözlemlenemeyen fakat gözlemlenebilen bazı davranışlara yol açtığı varsayılan öğrenilmiş bazı eğilimlerdir. Bu eğilimler, belli bir insana, gruba, nesneye, olaya yönelik olumlu veya olumsuz bir şekilde düşünmesine, hissetmesine veya davranmasına yol açmakta, oldukça istikrarlı, yargısal bir nitelik taşımaktadır. Bu tutum, bireyin düşünce ve duygu davranışlarını birbiriyle uyumlu kılarak etkilemektedir. Genellikle birbiriyle uyum hâlinde bulunan bu üç faktöre tutumların ögeleri denir. Bilişsel, duygusal ve davranışsal ögeler, yerleşmiş güçlü tutumlarda tam olarak bulunmaktadır. Bazı zayıf tutumlarda ise özellikle davranışsal öge çok zayıf olabilmektedir. Sabır duygusu, sabır tutumunun duygusal ögesini oluşturmaktadır. Sabrın tek bir değer alanı ile sınırla olmayan ahlaki, dini, insani bir değer olması ve erdemler sınıfına dâhil edilmesi, dinler tarafından desteklenmesi, ahlaken doğru bulunması, yararlarının kabul edilmesi, toplumsal bir desteğe sahip olması, hatta atasözlerine konu olması nedeniyle kültürel bir alt yapısının olması bla bla… bu faktörler onun bilişsel temelini oluşturmaktadır. Aynı zamanda sabır bir davranış olarak gözlemlenebilen, güçlü olan birey her türlü zorluk karşısında direnme, dayanma, mücadele etme azmine sahip, sebat özelliği olan biri unsurdur.
Sabır özelliğine sahip olmayan birey ise sabırdan yoksun olan değil, sabır tutumu zayıf olandır. Tutumlar doğrudan gözlemlenebilen özellikler olmayıp bireyin gözlemlenebilen davranışlardan yola çıkarak varsayılan ve bireye atfedilen eğilimlerdir. Dolayısıyla tutumlar gözlemlenebilen davranışlar değil, davranışa hazırlayıcı eğilimlerdir. Sabır bir karakter gücü ve kişilik özelliği niteliği taşıdığından bireyin olayları anlamlandırması, değerlendirmesi aşamasından başlayıp çözümleme aşamasına kadar problem çözme veya başa çıkmanın her veresinde etkili olabilen, gerekli davranışa zemin hazırlayan bir eğilim olarak değerlendirilebilir.
Referanslar
Jonathan L. Freedman vd., Sosyal Psikoloji
Mebrure Doğan, Sabır Psikolojisi
HLotus