– SEÇKİN ÇOBAN –
Sizce tüm kusurlarını kusursuz bir vitrinle saklamayı becerebilmiş sıkıntılı bir zihin, toplumdaki varlığını nasıl tanzim eder? Romancı Bret Easton Ellis’in bu soruya ilginç bir cevabı var. O cevap; Patrick Bateman..
Patrick Bateman; Wall Street’de çalışan, seçkin bir sınıfa mensup, yakışıklı, oldukça bakımlı, kaslı, materyalist bir psikopattır. Çevresindeki herkes, onun karanlık ve çarpıcı iç dünyasının yardımcı oyuncusudur. Chris Hanley ve Christian Halsey Solomon tarafından kaleme alınmış ve Mary Harron tarafından yönetilmiş American Psycho filminin, Patrick Bateman karakterinin koyu bir teması var. Bana göre Patrick Bateman’a sadist bir katil diyerek konuyu devam ettirmek, filmin tüm mesajını kaçırmak demek çünkü aslında Patrick Bateman diye biri yok! Filmde de bahsedildiği gibi ‘’Patrick Bateman bir konsept. Soyut bir fikir. ‘Gerçek ben’ diye bir şey yok’’. Anlam örgüsünü, bu mantık bağlantısından koparak değerlendirdiğimizde, sadece cinayetler işleyen bir seri katilin hayatını izlemiş oluruz. Fakat mantığa sadık kaldığımızda, bazı kavramların belirdiğini göreceğiz. Mesela ‘’obsesif imaj’’.
Patrick Bateman; tüm yaşantısını nasıl göründüğü konusunda bir matematik edinmek üzerine kurgulamıştır. Sosyetik restoranlar, elit buluşmalar ve pahalı kıyafetler ona statü sağlamaktadır ve bu statüyü korumak için takıntılı bir kıskançlık sergilemekten kendini alıkoyamamaktadır. Onun eşyaları, kıyafetleri ve kullanmakta olduğu olan nesneler, her zaman çevresine nazaran daha pahalı, şık ve gösterişli olmalıdır. Buna ‘’işaret değeri konsepti’’ denir. Patrick Bateman, kendi iç dünyasında hiç karmaşık olmayan bir prestij yarışını başlatmıştır ve bu yarışta onunla başa baş ilerleyenleri, hedefe koymaktadır. Filmin kartvizit repliği bu konudaki en açık anlatıdır. İş arkadaşlarıyla ofiste oturduğu sırada, herkes kendi kartvizitini masaya koymaya başlar. Patrick hızla masadaki kartvizitlerle kendi kartvizitini karşılaştırır. Beyni sessizce konuşur: “Şu incelikli beyaz renklendirmeye de bir bak. Şu zevkli kalınlığı… Aman Tanrım.. Filigranı bile var…”
Bu obsesif yaklaşımın nedeni nedir? Sadece basit bir kartvizit’i bu denli detaylarıyla yorumlama eğilimi altında ne olabilir? Filmi dikkatle izlediğinizde göreceksiniz ki tüm karakterler esasında bir kartvizit. Takım elbiseleri, kravatları, ceketleri, şapkaları, tıraş şekilleri ve saçlarını tarama biçimleriyle hepsi birbirine benzeyen insanlardır. İmajlarla olan bağları ve işaret değeri konsepti, bu insanları pahalı ve işlevsiz bir et yığınına çevirmiştir.
Filmin bir başka temasından bahsetmeden önce bu temanın fikir babasını anmamız gerekir. Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard, ‘’hiper gerçeklik’’ temasını açıklarken şöyle söyler: ‘’Hiper gerçeklik hem gerçekliği hem de düşünceyi kontrol edebilir.” Ve izahatın en önemli aracı olarak da televizyonu göstermiştir. Baudrillard, hiper gerçeklikten sonra artık gerçekliğe ihtiyaç kalmadığını söyler: “Bize gösterileni gerçek sanmaya başlamamız, kendi gerçekliğimizi kaybetmemizin ön şartına bağlıdır.’’
Hiper gerçeklik, sizi en yakından ilgilendiren konuyla hiç ilgilendirmeyen konuyu aynı ilgi seviyesiyle karşılamanızı sağlar. Aşılması güç bir duyarsızlık mekanizması geliştirir. Filmde duyarsızlık ve buna bağlı etkiler, karakterlerin sık sık birbirlerinin isimlerini karıştırması şeklinde gösteriliyor. Fakat bir sahne var ki daha güzel anlatılamazdı. Patrick Bateman öldürdüğü cesedi bagaja yerleştirmek üzere bir çantaya koymuştur. Çantada insan olduğu, şeklinden bariz şekilde anlaşılmaktadır. Hatta çantadan kan sızmaktadır. Patrick tam bu sırada iş arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı rahatlıkla çantaya bakarak içinde insan olduğunu tahmin edebilecekken şu soruyu sorar: ‘’O gecelik çantayı nereden aldın?’’
Duyarsızlaşmanın geldiği seviyenin ciddiyeti bir başka sahnede şöyle anlatılır: Patrick akıl sağlığının yerinde olmadığının ve insan öldürme eğilimini aşamadığının farkındadır. Arkadaşlarına yaşananları itiraf eder. Fakat bu itiraflar ya espri olarak karşılanır ya da dikkate değer bulunmaz. Bir sahnede arkadaşına: “Cinayet işlemeye olan ihtiyacım düzeltilemez. Fakat arzularımı tatmin etmemin başka yolu yok.’’ açıklamasında bulunur.
Elbette pek çok sahneyi ve filmin genelini izah ettiğimiz kavramlar, filmin mesajını anlamamız konusunda bize yol gösteriyor. Fakat yine de mesajın tamamında anlamsız bulduğumuz noktalar olabilir. Bu noktada bilmemiz gereken, bu filmin oldukça gerçekçi bir kültür eleştirisi olduğudur. O kültür, Yuppie Kültürüdür. 1980’lerin Amerika’sı ve ilgili dönemin ekonomik atılımlarının sosyal karşılıkları incelendiğinde karşımıza Yuppie Kültürü kavramıyla açıkladığımız model çıkacaktır: Genç, başarılı, zengin ve girişimci insanların elde ettikleri refahı gösteriş kültürüne dönüştürme hâli; işte Yuppie Kültürü...
Film, bu kültürü temel alan bir mantığa sadık kalarak devam ediyor. Filmin sonlarına doğru geldiğimizde, bence kafamızda kalacak en net soru işareti gerçeklik kuramıdır! Filmde gerçeklikten kopuk pek çok sahne var. Gerçeklik içine mantıksal olarak entegre edemediğimiz sahneler bunlar. Patrick’in çok iyi silah kullanıyor olması gibi… Arkasından kan sızan bir çanta taşıdığını gören görevlinin sadece izleyici kalması ya da elinde elektrikli testere ile kanlar içinde koşarken kimsenin onu duymaması gibi… Burada sormamız istenen soru belki de şudur: Acaba Patrick, bütün bu cinayetleri kafasında mı işliyor?
Yazıyı bu soru ve bir alıntı ile bitirelim:
“Bir Patrick Bateman fikri var. Bir tür soyutlama ama gerçekte ben yok. Sadece varlık, yanıltıcı bir şey.”