İslam dünyasında en uzun parlamenter sistem tecrübesine sahip olan bir geleneğe sahibiz. Nizam-ı Cedid arayışları, Tanzimat ve Islahat Fermanları, I ve II. Meşrutiyet ilanlarıyla oluşan Osmanlı birikimi üzerine Türkiye Cumhuriyet’i kuruldu. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte halkın ya doğrudan ya da seçtiği temsilciler vasıtasıyla kendi kendisini yönetmesi, yönetimde kuralların hakimiyetini sağlayan demokrasiyi önceledik. Bu sürece baktığımız zaman kimin ve nasıl yönettiğini meselesi önemlidir.
Demokrasi mi; Party-okrasi mi?
Parlamenter sisteme sahibiz ama ilk dönemden beri uygulamalar baktığımız zaman Başkanlık ve/ya Yarı Başkanlık Sistemi ile yönetildiğimiz, parti liderlerinin de her birinin aslında kendi çaplarında Bir Başkanlık Sistemi kurduklarını partilerini bir hanedanlık haline dönüştürerek “Sultan, Padişah” gibi yönettikleri de malum. Meşrutiyet deneyimlerinden bu yana halk hakimiyeti kavramı tartışıldığı ve o dönemde bile bunun mülkte hakimiyet ve herkesin temsilcileri vasıtasıyla hükümete iştirak etmesi anlamına geldiği halde, günümüzde, halk, kendi adaylarını seçememekte, parti liderinin ve yöneticilerinin (hanedanın) adaylarına oy vermektedir. Dolayısıyla halk, vekillerini seçiyor gibi gözükse de, önemli oranda bu bir yanılsamadır. Bu açıdan mevcut yapıya halkın yönetimi anlamına gelen demokrasi değil de, party-okrasi; yani parti yönetimi demek daha uygun olur. O zaman “Kim ve Nasıl Yönetiyor?” sorusunu tekrar merkeze almak gerekiyor. Düşünce tarihinde “Muallimi Evvel” diye bilinen Aristoteles’den bu yana önemli olan budur.
İslam Siyaset Felsefesinin İlk Teorisyeni: Fârâbî
Biz de “Muallimi Sani” diye bilinen Farabi (v.950) merkeze alarak yönetici ve yönetim sorununu ele alıp, müzakerelere katkı yapalım dedik. Çünkü Farabi, Çayardı (Maveraünnehir) bölgesinde Farab kasabında doğmuş bir Türk düşünürüdür ve İslam düşüncesinin ilk siyaset felsefecisidir. Grek geleneğini, İslam düşüncesini ve Türk örf ve adetlerini bilen, siyaset ve ahlak ilişkisini bu üç düşüncenin verileriyle harmanlayan felsefi bir sistem kuran alimimizdir. Bir düşünce klasiği olan “İlimlerin Sayımı” adlı eserinde “Medeni Bilim” başlığı altında siyaseti, felsefenin altında bir bilim dalı olarak inceler.
Fârâbî, Felsefe, yani bilgelik, teorik ve pratik olarak ikiye ayırarak, ahlak ve siyaset arasındaki zorunlu ilişkiye işaret eder. Ona göre, pratik, yani ameli felsefe, ahlak (sanaatü’l hulkiyye) ve siyaset felsefesi olarak ikiye ayrılır. Siyâset ilminin ilk hedefi, gerçek mutluluğu araştırmaktır. Bu, felsefenin mutluluğu elde etme (Tahsilu’s-saada) ana çerçevesinde gerçekleşir. Bu anlamda gerçek mutluluğa götürmeyen eylemlerden ayıklamanın önemi ortaya çıkar.
Bu husus, “Başkanlık” mesleği aracılığıyla şehirlerde uygulanmaya konulur. Velhasıl siyâset ilminin iki büyük ödevi olup, ilki, gerçek olan mutluluğu, sahte mutluluktan ayırmaktır. İkincisi ise, gerçek mutluluğa götüren eylem ve davranışların ülkeye yerleşmesini ve bozulmadan sürmesini sağlamaktır
ERDEMLİ YÖNETİM VE BAŞKANLIK
Fârâbî’ye gore, toplumun niteliği nasıl olursa olsun, başında mutlaka bir başkan vardır. Toplumdaki iyilik ve yetkinliğin kaynağı ve sorumlusu, o toplumun başkanıdır. Aynı durum, toplumdaki olumsuzluk, kötülük ve eksiklik için de geçerlidir. Fakat “olması gereken” açısından bakılınca, başta bulunması gereken başkan, erdemli (el-fâdıll) olmalıdır. Başkan, erdemli olduğu takdirde, onun belirleyeceği görüşler ve eylemler de erdemli olur, yönetimi de erdemli (Medinetu’l-Fazıla) olur.
Fârâbî’ye göre, İlk Başkan, hakiki mutluluk ancak “farklı kavimleri aile gibi yapmak”la, yani “yoksulu zengin, azı çok yapmak ulusunu yüceltmek ve onları birbirine kardeş yapmak, düzen ve barışı sağlamak” ile görevlidir.
İlk Başkan ve özellikleri
Yakın zamana kadar ülkemizde “Reisü’l-evvel” sözcüğü “Reis-i Cumhur” sözcüğünü kullanıyorduk. Şimdi “Cumhurbaşkanı” diyoruz ki bu Fârâbî’e İlk Başkan’a tekabül ediyor. el-Medînetü’l-fâzıla’da ilk başkanın sahip olması gereken on iki özelliği, Füsûlü’l-medenî’de ise altı özelliği sayar ve açıklar. İlk başkan, başkanı olduğu şehir halkı arasında, o halkın en yüksek mutluluğa ulaşmasını sağlamak için işbölümü yapar, sonra da bunu korur ve sürdürür. Bunu yasama ve kural koyma yoluyla yapar. Sayılan niteliklerin tek bir kişide toplanma olasılığı çok zayıf olduğundan dolayı bu özelliklere salip ikinci bir başkan ile birlikte görev yapar. İkinci başkanlık, eylemlerinde birinci başkanlığın yolunu izleyen başkanlıktır. Bu başkanlığı yerine getiren kimseye gelenek başkanı (reisü’s-sünne) ve gelenek meliki (melikü’s-sünne) adı verilir. Bunun başkanlığına da gelenek başkanlığı (er-riasetü’s-sünniyye) denir.
YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ VE FARABİ
Buradan hareketle Farabi’nin “Yarı Başkanlık” sistemini daha makul bulduğunu söyleyebiliriz. İlk Başkan’a Reisü’l-evvel ve Reis-i Cumhur olup, ikinci Başkan’a ise “Başbakan”diyebiliriz.
İlk ve İkinci Başkan arasındaki ilişkiyi Farabi, insan vücuduna benzeterek şöyle anlatır: Kalp, yönetir ve İlk Başkan’a tekabül eder; beyin, ikinci başkana karşılık gelir, hem yönetir hem de yönetilir. Halk ise diğer uzuvlar olup, yönetilenleri temsil eder. Düşünce Tarihinin üç geleneğini (Türk, İslam ve Grek) içselleştirmiş filozofumuzun siyaset ve ahlak arasında kurduğu ilişkiyi, yönetim sorununa dair görüşlerini ayrıntılı olarak tekrar gözden geçirmenin tam zamanıdır.
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
– Haber Lotus –
HLotus
tarihimizden ve geleneklerimizden beslenerek süregelmesi gereken değişim/modernleşme sürecinin yol haritası belirlenirken incelenmesi gereken önemli bir noktaya temas eden güzel bir makale olmuş sayın Mevlüt Hocam teşekkür ederiz.