Siyaset, her ne kadar içinde bulunulan zaman ve mekânın önceliklerine uyum sağlamayı gerekli kılan bir esnekliği şart koşsa da, kendisine referans aldığı ideolojik evrenin temel varsayımlarıyla uyumlu bir ilkeselliği de zorunlu kılmaktadır. Zira siyasetin yalnızca gündelik yaşamın akışına ve gelişmelerin seyrine uygun bir esneklikle sürdürülmesi mümkün değildir. Siyaset, tam aksine, kalıcı bir takım değerler üzerine inşa edilmek ve bu değerler üzerinden sürdürülen bir sosyolojik talebe karşılık gelmek zorundadır. Ancak Türkiye’de, siyasetin bu türden kalıcı değerlerle ve sosyolojik taleplerle yapıldığını söylemek oldukça güçtür. Bu durum, diğer bazı faktörlerin yanı sıra, esas olarak siyasal düşünce geleneğinin ve demokrasi kültürünün zayıflığından kaynaklanmaktadır. Söz konusu zayıflık da, normal şartlar altında yan yana gelmesi imkânsız gibi görünen yapıların aynı çatı altında birleşmesini öngören ya da en azından bu türden bir talebin dile getirilebilmesine olanak sağlayan oksimoronik bir siyasal anlayışın/söylemin oluşmasına yol açmaktadır.
Türkiye’nin yakın dönem siyasal tarihi, bu türden örneklerle doludur. AK Parti’nin iktidara geldiği yıllarda oluşmaya başlayan ve fikren bir araya gelmeleri mümkün görünmeyen siyasal eğilimlerin ‘ulusalcılık’ adı altında birleşmeleri akla gelen ilk örnektir. Ancak bizatihi BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş tarafından ifade edilen ve son zamanlarda kamuoyunda tartışılmaya başlanan ‘CHP-BDP sol ittifakı’ önerisini de bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. Gerçi birbirinden çok farklı ve hatta birbirine zıt eğilimlerin ulusalcılık adı altında bir araya gelmesiyle CHP-BDP ittifakının oluşturulması yönündeki talep arasında bir paralellik olduğunu iddia etmek ilk anda şaşırtıcı gelebilir. Ancak burada kullanılan paralellik ifadesiyle, her iki yapı arasındaki içerik benzerliğine değil, bu türden söylem ve taleplerin oluşmasına imkân sağlayan siyasal düşünce geleneğinin aynılığına vurgu yapıldığı unutulmamalıdır. CHP ile BDP arasında bir sol ittifak oluşturulması yönündeki öneri ayrıntılı bir şekilde incelendiği zaman, söz konusu aynılıkların neler olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Bu açıdan bakıldığında, kökleri İttihat ve Terakki zihniyetine kadar uzanan bir siyasal düşünce geleneğinin nev-i şahsına mahsus bir özelliği hemen kendini açığa çıkarmaktadır. Bu özelliği, kısaca siyasal oportünizm olarak tanımlamak mümkündür. Ancak bu siyasal oportünizm, dünyadaki benzerlerinden farklı olarak, ele geçirilen fırsatların savunulan ilkeler uyarınca kullanılmasını değil, her durumdan rant elde edilmesini esas alan aferist bir yaklaşıma dayanmaktadır. İşte Türkiye’deki partilerin siyasal genlerine işlemiş bu güçlü aferizm eğilimi, dünya siyasi tarihinde eşine az rastlanır türden oksimoronların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Her iki partinin siyasal gelenekleri, talepleri, mücadeleleri ve sosyolojik temelleri açısından irdelendiğinde CHP-BDP ittifakının da, bu türden bir oksimoronun eşsiz örneklerinden birini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Tabii burada akla 1991 yılında yapılan SHP-HEP ittifakının gelmesi mümkündür. Ancak bugünkü CHP ve BDP’nin o yıllardaki karşılığı olan bu partilerin ittifakı, hem söz konusu dönemin şartları hem de SHP’nin nispeten daha özgürlükçü bir sol söyleme ve programa sahip olması nedeniyle siyasal ve sosyolojik karşılığı olan rasyonel bir tercih olarak değerlendirilebilir. SHP-HEP ittifakından günümüze kadar geçen süreç ise, bu ittifakın siyasal ve sosyolojik rasyonalitesini ortadan kaldırmış ve hatta her iki partiyi birbirine neredeyse her açıdan taban tabana zıt pozisyonlara taşımıştır. Bugünkü CHP, kendisini düzenin sahibi ve ebedi koruyucusu olarak gören statükocu bir zihniyetin temsilcisi iken; bugünkü BDP, tam tersine, kendisini düzenin mağduru ve tek muhalifi olarak gören statüko karşıtı bir zihniyetin temsilcisi olarak tanımlamaktadır.
Tabii CHP ile BDP arasındaki fark yalnızca bu durumla sınırlı değildir. He iki partinin kuramsal açıdan da aralarında önemli farklar bulunmaktadır. Her ne kadar bu partiler kendilerini sol ideoloji içinde tanımlıyor olsalar da, aralarındaki bu ortaklık yalnızca görüntüden ibarettir. CHP’nin temsil ettiği sol anlayış, her türlü bireysel hak ve özgürlüklere ya karşı ya da onları minimal olarak destekleyen geniş anlamda milliyetçi ve devletçi bir reflekse tekabül ederken; BDP’nin sol anlayışı, bireysel hak ve özgürlüklerin neredeyse fetişizm düzeyinde ve fakat çoğunlukla salt bir etnik kimlik adına sahiplenildiği dar anlamda milliyetçi ve anti-devletçi bir eğilime denk düşmektedir. Evrensel sol değerlerden ve yaklaşımlardan uzak olmaları ise, CHP ile BDP’nin sol ideoloji çerçevesindeki tek ortaklıklarını oluşturmaktadır. Örneğin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve daha özgürlükçü-sivil bir anayasaya kavuşması açısından tarihi bir öneme sahip olan 12 Eylül referandumuna ilişkin propaganda süreci boyunca, her iki partinin, farklı gerekçelerle de olsa, sergilediği muhalif tavır bu duruma örnek olarak verilebilir. CHP’nin laik ve üniter devlet yapısını zedeleyeceği gerekçesiyle karşı çıktığı anayasa değişikliklerine, yine CHP tabanının bölücü bir parti olarak gördüğü BDP de yapay bir takım gerekçelerle karşı çıkmış ve böylece Türkiye’ye özgü solculuğun (marjinal bazı sol gruplar hariç) ortaklaştığı yegâne zeminin anti-solcu bir zemin olduğu iyice netleşmiştir.
Tam bu noktada, CHP ile BDP arasındaki en önemli fark da ortaya çıkmaktadır. Bu fark, her iki partinin de, kendi geleneksel tabanlarının her daim “öteki” olarak gördüğü ve sürekli bir biçimde dışladığı toplumsal kesimlerle ilişkili bir farktır. Kendisini sık sık ‘Cumhuriyet’i kuran parti olarak tanımlayan CHP ve onun temsil ettiği değerler, BDP tabanı tarafından yaşadıkları sorunların kaynağı olarak görülmekte; buna mukabil CHP tabanı da BDP’yi ve onun temsil ettiği değerleri ‘bölücü’ ve ‘teröre hizmet edici’ olarak değerlendirmektedir. Burada özellikle son zamanlarda kıyı şeridinde yoğunlaşmaya başlayan ve CHP ile kurduğu ilişkiyi yalnızca siyasal bir tercihle sınırlı tutmayarak, bu durumu aynı zamanda bir yaşam tarzı meselesine dönüştüren etkili bir kesimin varlığından da bahsetmek gerekiyor. Bir takım ‘laisist’ kaygılarla dindar ve muhafazakâr olarak gördüğü toplumsal grupları ‘gerici’ olarak yaftalayan bu kesim, aynı şekilde bazı ‘üniter’ ve ‘üniform’ kaygılarla da Kürtleri ‘bölücü’ olarak ötekileştirmektedir. Kamuoyunda ‘Beyaz Türkler’ olarak da tanımlanan ve CHP ile oldukça güçlü bir gönül bağı olan bu kesimin mensupları kendilerini ‘modern’, ‘kentli’ ve ‘makbul’ vatandaş portresi içinde konumlandırırken, ortalama bir AK Parti’liyi ya da BDP’liyi ise ‘arkaik’, ‘taşralı’ ve ‘merdut’ bir toplumsal imaj içine hapsetmektedir. İşte bu ‘aydınlanmacı’ bakış açısı, AK Parti’ye oy verenleri ‘göbeğini kaşıyan adam’ metaforuyla aşağılamakta, Ahmet Türk’ün de içinde bulunduğu otobüsü İzmir’de taşlamaktadır.
Bugün, varlığını inkâr eden ve kendisini taşlayanlarla ittifak kurma önerisinde bulunanların bu gerçekleri göz ardı etmemeleri gerekmektedir. Zira bu durumu bazı BDP’lilerin dile getirdiği gibi ‘kiminle savaştıysam, onunla barış yaparım’ felsefesiyle açıklamak imkânsızdır. Bu durum, olsa olsa ‘Stockholm sendromu’ ile ifade edilmeyi hak eden patolojik bir durum olarak tanımlanabilir. Başkalarının varlığını kendi varlığına her sabah armağan eden/ettiren bir anlayışla, kendi varlığı için yaşam alanı oluşturma iddiasında olanların ittifak kurması muhaldir. Dolayısıyla CHP ile BDP arasında kurulması öngörülen ya da en azından arzu edilen bir ittifak, siyasal anlamı itibarıyla oksimorona, sosyolojik yönüyle bir trajediye ve mizahçılar gözüyle de bir komediye dönüşmeye mahkûmdur.
—–
Not: Bu yazı Stratejik Düşünce Dergisi’nin Aralık sayısında da yayınlanmıştır.
Ahmet Kızılkaya
– Haber Lotus –
HLotus
Akademik bir üslup ve entelektüel bir bakış açısıyla kaleme alınmış, yerinde ve kıvamında bir yazı. Elinize sağlık.
her kesin biri biriyle işbirliği yapması mümkün bu mümkünlük kızılkayayı neden rahatsız ediyor yoksa Stratejik Düşünce Dergisi’nin kimin finanse ettiğinimi sorgulamak lazım. akp ne kadar de değişimciyise chp de ve uzantılarıda öyle. bana göre chp nin kürt sorununa el atması ittifağa sıcak bakması önemli en azında sahildeki ulusalcıları ıslah eder.