Nedir bu kalabalık anlayamıyorum. Mehmet mi o, evin önünde elinde silah olan? Bir hafta önce bıraktığım ev bu muydu? Ben bütün acılarımı bırakıp gitmemiş miydim bu eve? Nasıl da sessiz sakin karşılamıştı benim gidişimi… Oysa ben ne kadar da sessiz ama içimdeki fırtınaları bırakıp gitmemiş miydim bu eve? Peki neydi şimdi bu kargaşa? Elimde Hakan, kucağımda Ayşe, karnımda adını bile koymadığımız bebeğim… yüreğimde “ne olursun düşündüğüm şey olmasın” kaygısı ile eve doğru ilerliyorum. Birbirlerine yumruk atan adamlar, karşılarında onlara engel olmaya çalışan zavallı kadınlar ve bu hengameyi çözmeye çalışıyorum.

Sürekli arada kalan Mehmet’i gördüğümde onunla ilgili bir durum olduğunu anlıyorum. Kayınvalidem de Mehmet’i korumak için öne atılmış, bir an “keşke birileri onu vursa…” diye düşünüyorum ama hemen uzaklaştırmaya çalışıyorum o düşünceyi -keşke uzaklaştırmak zorunda kalmasam- kafamdan. Birisi, “Yeter artık!” diyor: “Bu iş bugün burada çözülecek.” Bir süre daha kimse kimseyi duymuyor ve arbede devam ediyor. Ben ise kenarda bir yerde bebelerimle neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Uzunca bir süre geçtikten ve herkes birbirini yeterince dövdükten sonra bir sakinlik oluyor ve ben bütün gerçeği tam da o anda öğreniyorum ve yüzüme kocaman bir yumruk gibi vuruyor bütün bu gerçekler. Kocam ben evde yokken bir kız kaçırmış ve kızın ailesi onun hesabını sormaya gelmiş. Öylece donup kalıyorum ama ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemiyorum.

Ben Şengül, yirmi dört yaşındayım, iki doğurduğum bir de karnımda taşıdığım bir bebem var. Kocam olacak Mehmet’e kaçalı yedi sene oldu. On beşimde gördüm onu ilk kez, gerçi akrabam olurdu ama onlar Hatay’da yaşamadığı için her zaman göremezdik ama bana sorsanız ilk görüşte âşık oluvermiştim ona… Belki de o da bana… O zamanlar kızlar pek de fazla evde tutulmazdı. İlk isteyen iyi bir talipse verilir giderdi. Tabii başlık parasının da etkisi büyük olurdu bu kararın verilişinde. Bizimkiler beni istediğinde -iyi de başlık parası verdikleri için- babam hiç düşünmedi; verdi beni. Dediğim gibi ben de istekliydim bu işe. Neredeyse üç ay içinde kız isteme, nişan, düğün oluverdi. Beni en çok ilgilendiren evlenince köyde değil, şehirde yaşamak olmuştu. Evlenince şehirde tutulan evimize gittik ve orada yaşamaya başladık.

Evlendiğimizin haftası kocamın işiyle beraber bir de kumar ve pavyon alışkanlığı olduğunu öğrendim. Aslında hiç de evlenmek gibi bir isteği yoktu ama bizim oralarda aileye karşı durmak şöyle dursun fikrini bile söyleyemezdin. Mehmet de işin kolayını bulmuş ve hem onlara hayır dememiş hem de biraz da olsun hoşuna giden bir kadın almıştı. Ben ise köydeki kızların aksine oradan ve köy işlerinden kurtulmuş ve şehirde yeni bir hayat kurmanın keyfini yaşamaya başlamıştım ama bilmiyordum ki köydeki herifler en fazla hasattan hasada pavyona gidebiliyorlardı. Şehirde bu işler hiç de öyle yürümüyormuş, yürümüyordu. İlk başlarda pavyon olayını anlayamamıştım; kumar desen kahvehanede oynanan batak dışında bir fikrim yoktu. Evlenir evlenmez hamile kalmış ve gebeliğimi yaşamaya çalışıyordum. Mehmet ilgisiz bir kocaydı ama benim babamda da gördüğüm ilgi en fazla bu kadar olduğu için başlarda bunu yadırgamadım. Ne zaman ki eve artık bırakın geç gelmeyi gelmemeye başladı.

O zaman burada bir terslik olduğunu düşünmeye başladım. Fakat bunu -bırakın şikâyet edecek- söyleyebilecek kimsem olmadığını fark ettiğimde daha büyük bir terslik olduğunu anladım. Ben bütün bunları yaşarken ilk kızımı kucağıma almıştım bile. İlk zamanlar kızla ilgilenirken bütün bunları da bir kenara attım. Bir süre sonra Mehmet kazandığının eve yetmediğini ve benim de çalışmam gerektiğini söyledi. Bu arada bir apartmanın kapıcılığını yapıyor ve yeterince para kazanıyordu. O öyle söyleyince ben de ufak ufak apartmandaki yaşayan kadınların evlerine temizliğe gitmeye başladım. Başlarda para yetirmeye çalışan kocam daha sonraları apartmanın bütün işlerini bana bırakıp hiç çalışmaz ve bütün gece eve hiç gelmemeye başladı. Başlarda bütün apartman onu sorarken bir süre sonra bütün işlerden ben sorumlu olmaya başladım. Bütün apartmanın bu olanlardan hiç haberi yoktu ve bu durum onları çok da ilgilendirmiyordu, sadece işler yürüsün onların için yeterdi. Apartmanda bütün bunlardan rahatsız olan tek bir kişi vardı, o da beş numarada oturan Neriman Hanım idi.

Ben bütün bunu işleri ilk ele aldığım günden itibaren neden bana kaldığını ve bütün bunları neden benim yaptığımı sorgulayan tek insan oydu. İlk kocası o daha çok genç yaşlardayken vefat etmiş, uzun yıllar bekledikten sonra bir kere daha evlenmiş ama kendisinden küçük olan kocasının her şeyine göz yumsa da kocası bütün kumar batağına batmış olsa da bütün bunları sineye çekebilmiş ama aldatma konusunda o kadar da insaflı olamamıştı. Kocası ne kadar yalvarsa, af dilese de asla affedememişti. İşte Neriman Hanım’ın o ince çizgisi beni her gördüğünde ortaya çıkıyor ve “Bak seni aldatırsa sakın affetme, donuna kadar alırız.” diyordu. Bilmiyordu ki kocamın sadece iki tane donu vardı ve zaten onlar da işe yaramazdı. Gel zaman git zaman ben ikinci çocuğuma hamile kaldım. Mehmet hem erkek olur ihtimalini düşünerek hem de nasıl olduysa bana biraz acıyarak azıcık da olsa apartmanın işleriyle ilgilenmeye başlamıştı. Ben onu kumardan kurtardığımı düşünürken bir gün öğrendim ki kumar sadece kumarhanede oynanan bir oyun değilmiş. Mehmet iş yaparken bir taraftan da sürekli elinde telefonla uğraşıyordu. Meğerse o kumar denen illet telefonda da oynanıyormuş. Ama bizim geri zekâlı onu pek beceremedi. Hem elinde avucunda ne varsa kaybediyor hem de kaybettiğinde karşısında bir muhatap bulamıyordu.

Ben bütün bunlardan o kadar sıkılmıştım ki evdekilere şikâyet ede ede evdekileri de bunaltmıştım. Babamgil artık dayanamayıp kayınbabamları da alıp bize geldiler. Onların geldiği gün bile bir bahane bulup geç geldi. Bak size söyleyeyim kocamın beni dövmesi yoktu. Gerçi böyle bir şeye kalkışsa ben mi onu döverdim o mu beni döverdi bilinmez ama hiçbir zaman böyle bir şeye kalkışmadı. Babamgilin gelmesi işte sadece birkaç gün işe yaradı çünkü bu geri zekâlı telefondan kumar oynayamadığını anlayınca gene kumarhanelere gitmeye başladı. Valla aslına bakarsanız “ne hâli varsa görsün” diye düşünüyordum. Benim parama dokunmadığı sürece şeytan görsündü yüzünü ama ne zaman ki para yetiremedi o zaman benim parama göz dikti, işte o zaman ben delirmeye başladım. E be pezevenk madem paran yok -zaten ben apartmanda senin işini yapıyorum-, benim gittiğim günlük paraları, çocukların rızkına ne diye göz dikiyorsun! Gel zaman git zaman, borçları iyice çoğaltınca gelen giden ve bunun borcunu soran çok olmaya başladı. Önce apartmandan olduk sonra da şehirden. Paramız kalmayıp icralık olunca elde avuçta ne varsa gitmesin diye hem köye döndük hem de elimizde avucumuzda olan tek arsayı almasınlar diye boşandık. Resmî nikâh olmazsa benim üstüme yaptığı arsaları alamazlarmış. Biz taşındık mı köye? Ben kaldım mı üçüncüye hamile…

Biri elimde, biri yanımda, biri karnımda köyde öylece kalakaldık… Allah razı olsun kaynanamgil bizi alt katına aldılar ama orada daha çok iş vardı. Apartmanda ne iş yapacağın belliydi en azından. Bizimki şehirde öğrenemediği telefon kumarını orada çözmüş sabahlara kadar oynuyordu. Sabah da akşama kadar danalar gibi yatıyordu. Kaynanam desen bana apartmandaki karılardan daha beter davranıyor ve bütün işleri -hamile olmama aldırmadan- bana yaptırıyordu. Bir taraftan da neden tekrar nikâhı kıymadığını soruyorlardı. Sanki nikâhımı ben bile isteye vermiştim. Mehmet daha da değişmiş sanki içinden bir canavar çıkmıştı. Bugüne kadar ne kadar ilgisiz davransa her şeyi benim üstüme yıksa da bir şekilde o kadar kötü bir adam değildi. İçki içmezdi mesela ama köye geldikten sonra her şey gibi bu da değişti. İlçenin çıkışında bir pavyon vardı, biz dolmuşla gelip geçerken görürdük. Bir süre sonra köyde Mehmet’in oraya dadandığı ve bir kadın tuttuğuyla ilgili dedikodular olmaya başladı. Ben şehir görmüş karıydım, dikildim bir gün karşısına: “Mehmet karı mı tuttun kendine?” dedim. İşte kaç yıllık kocamdan o gün yedim ilk dayağımı. Zaten sarhoştu ve hiçbir zaman böyle sorularla karşılaşmamış adam (köye gelmenin de verdiği cesaretle) dövdü beni hem de dokuz aylık hamileydim.

İşte o gün bana geldiler. Tamam, her şeye “evet” demiş olabilirdim. Karnımdakiyle üç çocuğumun babasıydı, belki iyi de bir insandı. Onun bu durumundan dolayı kaynanama bile “tamam” demiştim ama bana vurmayacaktı. Ben de o gün çocuklarımı da toplayıp anamın evine gittim. Oraya giderken ondan ayrılmak değil -ki resmî olarak zaten ayrıydık- onun aklını başına toplamasını bekliyordum. Annem de geçen iki hafta boyunca aramasını ve bizi almaya gelmesini bekledim. Baktım ki hiç hareket yok ve Mehmet’ten bir ses çıkmıyor, eltimi arayıp “ne var ne yok” diye konuşmaya başladım. Eltim telefonda ne diyeceğini bilemez bir hâlde bariz saçmalıyordu. Ben ısrar edince de: “Ben bir şey diyemem, gel gör.” dedi. Ben de çocukları alıp eve gitmeye karar verdim.
Evet, şimdi kendi evimin önünde, çocuklarımla bir köşeye çekilmiş neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kaynanam bile sahnede… Mehmet elinde beylik silahı bir oraya bir buraya saldırıyor. Ortalarda kendini yırtarak bağırıp yalvaran bir kız var. Beni gören eltim yanıma gelip sanki bir maç anlatır gibi olan biteni anlatıyor.

Kocam, ben gittikten sonra alt mahallede gördüğü, daha on sekizine bile girmemiş bir kızı beğenip onu kaçırmış… Kızı nerdeyse altı gündür evde kapalı tutuyormuş… -bu arada beni arayıp dön demesi de cabası-. Ailesi kaç gündür kızı arayıp duruyormuş. Sonunda nerede olduğunu öğrenince ailesi gelip kapıya dayanmış. Asıl hikâye tabii ki bundan sonra başladı. O kenarda, ne olduğunu anlamaya çalışan ve sessizce duran ben…. Öyle yüksek sesle “Mehmet” diye bağırmıştım ki herkeste derin bir sessizlik olmuştu. Benim kim olduğumu bilen ya da tahmin eden birkaç kadın aralarında benden fısıltıyla bahsettiler. Beni hiçbir şekilde orada görmeyi beklemeyen Mehmet de bir an duraksadı. Sessizliği bozan yine kaynanam olacak o cadı yaptı: “Ne işin var burada?” ile başladı ve sonra: “Sen karışma bu erkek işi!”dedi. Bu erkek işi ne demekti? Kız kaçıran benim kaç yıllık kocam değil miydi? Ama ben dinlemiyordum. Dinlemeyi bırakalı uzun zaman olmuştu. Çocukları eltimin eline tutuşturdum ve meydana Mehmet’in olduğu yere doğru koşar adım gittim.
O andan itibaren ne Mehmet benim kaç yıllık kocam ne de diğerleri umurumda değildi. Yılların zehrini atıyordum sanki. “Bunu bana, bize nasıl yaparsın?” dedim. “Saçmalama Şengül, sen karışma bu işe, hadi al bebeleri de eve gir.” dedi. “Sen nasıl şerefsiz bir insansın? Hadi benden çekinmedin, etraftan da utanmadın, bu sabi sübyanlara da mı acımadın?” dedim.

Kız da öylece kalakaldı. Herkes benim kim olduğumu anlamaya çalıştı. “Ulan kumarın yetmedi, borcundan göç ettik, bebelerin rızkını da yedin bu da yetmedi. Şimdi de üstüme kuma mı getirmek istiyorsun! Yazıklar olsun.” dememe kalmadı… kaldırdı elini ve koca bir tokadı yerleştirdi ama ben bu sefer boyun eğmeyecektim. Artık yetmişti, ne olacaksa olsundu. “Bak Şengül, kaşınma, senden daha önemli bir mevzu var burada.” dedi. Benden daha önemli bir mevzu varmış. “Ulan pezevenk biz evliyiz ya benden ve bizden daha önemli ne olabilir?” O anda o kadar delirmişim ki elinde olan tüfeğe saldırdım. Aramızda bir arbede yaşanmaya başlandı. Sanki hayat durmuştu. Etrafımızdaki herkes, her şey sanki öylece kalmış bizi seyreder olmuştu. Hamile olmama -kendi çocuğu olduğunu bir kenara bırakıyorum- aldırış etmeden karnıma tekmeler atıyordu. Birden bir sancı duyunca bir ana olarak çocuğumu kurtarmak adına vazgeçtim ve geri çekildim. Bu sefer de o bütün planlarını bozduğum için çok öfkelenmiş ve kendine hâkim olamıyordu. Ona pes ettiğimi ve ne isterse yapacağımı söyledim. “Yeter ki karnımdaki yavruma zarar vermesin” diyordum. Fakat Mehmet sanki zıvanadan çıkmış gibi davranıyor ve beni deli gibi dövüyordu. Son tekmeden sonra ben de kendimden geçtim ve üstüne atlayıp saldırmaya başladım.
İşte o anda önce bir ses sonra da bir sıcaklık hissettim. Birden hayat durdu, sesten midir yoksa sonrasında olanlardan mıdır… bilmiyorum. Herkes öylece kalakaldı. Kaynanamın bile yüzünde bir pişmanlık ifadesi gördüğüme yemin edebilirim. Sadece Mehmet de o ifade yoktu. Adam hırsını bir türlü alamamıştı. Yavaşça yere oturdum. Önce ne olduğunu algılayamadım, sonra sonra karnımın tam orta yerindeki kırmızılığı fark ettim.
Yavaş yavaş algılamaya başladım. Karnımda bir can vardı ve onu yok eden ona can verendi. Hem de ne uğruna; sadece hırs…
HLotus