Yaratıcı ruhun canlı olduğu, yaşamın hâlihazırda sahip olduklarımızı koruma veya başkalarının sahip olduklarını ele geçirme dürtüsüne değil, kurma ve yapma dürtüsüne dayandığı, sevinç ve umut dolu bir macera sayıldığı bir dünya amaçlamalıyız.*
Dünya, 2024 Paris Olimpiyatları’na hazırlanırken Fransa’nın Spor Bakanı Amelie Oudea-Castera’nın açıklamaları büyük bir üzüntüye sebep olmuştu ve gündem hâlâ aynı: mevcut yasak bütün ağırlığı ile ayakları altına aldığı özgürlüğü çiğnemektedir.

Kimisinin kamusal alan ile bireysel alan arasında ayrım yaparak “başörtüsü” kavramını farklı kulvarda değerlendirdiğini görüyoruz. Nitekim bu yasağın çıkış noktası da bu. Ancak kamusal alanın -sonuç olarak- toplumun bir parçası olduğundan hareketle, birey-toplum bütününü ele almamanın bireyi yok saymak demek olduğunu hemen belirtmek istiyorum. Bu ayrım; her şeyden önce bireyi topluma feda etmek demektir. Ama mesele bireyin topluma yahut toplumun bireye feda edilmediği bir düzen olmalıdır. Neden mi? Zira özgürlüğün sınırları bu unsuru da kapsamaktadır. Bireyi ve tercihlerini göz ardı ederek sağlıklı bir toplumun inşası mümkün olabilir mi? Diğer taraftan kamusal alanın dinî hayatın yaşanacağı ortam olmadığını öne süren kesim de var. Ancak bireyi dikkate aldığınızda bu yaklaşımın da isabetli olmadığı net bir şekilde görünüyor. Başörtüsü, aşırılık içeren bir dinî sembol olmadığı gibi kadının kendi yaşantısında tercih konusunun tartışmaya açık olmayan bir yönelimdir. Mesele başörtüsünün doğru ya da yanlış olması da değildir üstelik. Burada tamamen baz aldığım şey, insanların seçimlerine karşı gelmenin yanlış olduğudur. Ölçütüm ise dinî yapılar değil, özgürlük anlayışımdır.

Diğer taraftan benim niyetim bir İslamafobiye karşı başka bir fobi doğurtmak veya nefret söylemleri ile Castera Hükûmeti’ni yerden yere vurmak da değil. Özelinde bir nefret söylemine karşı olmak tür fark etmemeksizin bütün nefret söylemlerine karşı durmak ve potansiyel bir nefret duygusuna karşı önlem almak. Ve nihayetinde bireysel özgürlüğün esas olduğu birkaç kelâm edebilmek. Castere Hükümeti’nin “kamu hizmetlerinde mutlak bir tarafsızlık sağlamak için” böyle bir yasağı getirmiş olması herhangi bir dinî sembole yönelik bir tutum. Aynı tavrı, 2019’da FIFA Kadınlar Futbol Dünya Kupası’nın katılımcıları için de takınmıştı.
Bu yasak için Uluslararası Olimpiyat Komitesi (International Olympic Committee, IOC)’nin sporcular için konaklama köyünde IOC kıstasının dikkate alınması gerektiğini, şartları ve sınırları buna göre koymalarının icabını ileri sürerek bu karara karşı çıktı.

Birleşmiş Milletler’e baktığımızda aynı tepkiyi görüyoruz: BM İnsan Hakları Ofisi Sözcüsü Marta Hurtado, Anadolu Ajansı’na verdiği röportajda bu konudaki tavrını BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne atıfta bulundu. Sözleri ile özetle kadınlara ne giyip giyemeyeceğini dayatamayacağının özenle altını çizdi.
Biraz önce bahsettiğim BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne Fransa’nın da taraf olduğu düşüüldüğünde bu yasağın neye dayandırıldığını anlamak güç. Başörtüsü yasağı her şeyden önce cinsiyetçi yaklaşımın “dini” ilavesi ile yumuşatılmaya çalışıldığı bir engeldir. İnsanların, grupların veya devlete ait mekanizmaların kadınlara yönelik hamleleri türü veya sebebi hiç fark etmeksizin ayrımcılıktır. Bu ise özgürlüğün tehlikesini iki misli artırmaktadır.

Olimpiyatlar, hepimizin merakla ve şevkle takip ettiği, barışın, özgürlüğü birer temsilcisi olması gereken bir mekanizma olması gerekirken gelinen noktada bu ayrımcılığın var olduğunu görmek son derece üzücü. Kişilerin yeteneklerinin ve hedefleri için verdiği emeklerinin ön planda tutulması gereken bir alan olması gereken Olimpiyatlar, bu tür ayrımcılık, özellikle cinsiyet ayrımcılığı gibi konular ile hasar almamalı ve tabii ki daha büyük hasarın kadınların ve özgürlüğün ve özgür bir dünya hayalinin almaması tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu en önemli hususlardan birisidir.
*Noam Chomsky
HLotus