Ana Sayfa > Kitap ve Kültür > İnsanlığın Temel Arzuları ile Mitolojiyi Anlamak: Mitlerin Kısa Tarihi

İnsanlığın Temel Arzuları ile Mitolojiyi Anlamak: Mitlerin Kısa Tarihi

İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran en büyük özelliklerden iki tanesi; hiç kuşku yoktur ki hayal gücü ve varlığının farkında olma bilincidir. İnsanın mantık çerçevesinde açıklamasının zor olduğu fikirlerini, hayal gücünü perspektif alarak kullanması gibi bir özelliği vardır. Lafı burada mitlere getirmek istiyorum. Mitlerin, efsanelerin, dinlerin bu hayal etme gücünün ürünü olduğunu söyler Armstrong.  Buna bağlı olarak mitlerin insanlığın ta başından beri var olduğunu kitabının en başında ifade eden Karen Armstrong’un Mitlerin Kısa Tarihi isimli kült eserinden bahsetmek istiyorum.

Mitos ve logos kelimelerinin birleşimiyle meydana gelmiştir mitoloji. Mitos insanın dünyadaki varlığına anlam kazandırmak için hayal gücünü kullanmasıdır. Logos ise insanın hayatta kalma güdüsü için yapacağı eylemlerin çizelgesidir. İlk uygarlıklar döneminde yazının bulunması mitos ve logos kelimelerinin günümüze kadar gelmesini sağladı. Armstrong, kitabının “ilk uygarlıklar” kısmında efsanelerden sıkça söz eder. Efsanelerin önemli bir teması ölümdür. İnsanlığın derdi başından beri aynıdır: ölüme ve yaşama mana bulmak.

Anladığım kadarıyla mitoloji, günümüz insanının geçmişteki bir formudur. Günümüzdeki insanlığın geçmişteki insanlıktan kalır yanı yoktur. İnsanın içinde bir yerlerde hayal gücünün getirdiği inanma arzusu diğer kalan yerlerde ise hayatın gerçekliğini kabul edip ona göre gardını alma güdüsü yatar.

Mitolojiye günümüzde iç açıcı bakılmaz. Mitoloji insanlar için bir ütopyadır. Günümüzde ise insanların gerçekliğe olan tutkusundan dolayı mitoloji geri planda kalmak zorundadır. Birkaç yıl öncesine kadar uzayda yaşam, uzaya yolculuk, yapay zekâ dediğimiz hususların insan için hayal ürünü olduğunu biliyoruz. 80’lerde yaşayan bir adama –faraza- geleceği ön görerek, “ileride küçük bir telefonla inanılmaz şeyler yapabileceğiz küçük bir telefondan hâlledeceğiz.” deseydik bize tepkisi “dalga geçme” olurdu. Bana göre, günümüzde temaşa veya birebir tecrübe ettiğimiz ve gelecekte olacak olan bütün potansiyel gelişmeler hayal gücünün bir ürünüdür.

Peki mitoloji nedir? Mitoloji; insana nasıl yaşaması, neye inanması, ölülerin nasıl gömülmesi konusunda fikirler vermiştir. Mitoloji bir nevi efsanevi hikâyelerden oluşan, özünde kültürü barındıran olaylar silsilesidir. Mitler, insanın en temel korku ve isteklerini gün yüzüne çıkarır der Karen Armstrong. İnsan, her zaman gerçeklikten faydalanmak istemez. Bazen hayal gücünün pençesine atar kendisini. Mitlerin bu konuda atalarımıza faydalı olduğu söylenebilir. Mitlerin insanın doğası gereği anlamak, bilmek, inanmak için yine insan tarafından oluşturulmuş hikâyelerdir. İnsan her zaman bedeninin ışıkta kalmasını istemez. İçindeki o karmaşayı çözmek ve rahatlamak ister. Mitler insanın içindeki karmaşayı çözmesine ve aydınlatmasına yardımcı olmuştur. Eğer olmuyorsa başarısız bir sanat eseri gibi kıyıda köşede unutulmaya mahkûm edilmiştir. Mit insanın hayatına, yaşamına anlam katması için insanlar tarafından kendine hizmet etmesi gereken hikâyelerdir.

Armstrong, yitik cennetten, tanrılardan, Gök Tanrı inancından bahsederek, gök ve yer arasında kalan dağların mitler tarihinde kutsal sayıldığını dile getirir. Yine Tarihçi, Şamanların avcı-toplayıcı toplumlarda av için ayinler yapılmasının insanların görevleri için anlama büründüğüne işaret eder.

Onun nezdinde mitolojiyi anlamanın asgari şartı, insanın; efsaneleri anlamaya yönelik algısının ayırt edici düzeyde olmasıdır. Buradan hareketle mitoloji efsanedir diye geçiştirmenin isabetli olmayacağı aşikârdır.

İnsanların toprağı işledikçe yeni ürünler alması; toprağı da gök, dağ gibi kutsal motiflerin arasında görmesine vesile oldu. Yitirilmiş cennet, kutsal toprak düşüncesini benimseyen toplumlarda günah sonrası erkeğin artık kendi çabasıyla bir yemek kazanma telaşı içerisinde olduğu işlenir. Toprak artık tarım toplumlarında kutsal bir tanrıçaydı: Toprak Ana. Kadının görevleri ve toprağın görevlerinin birbiri ile özdeşleşebilir olması toprağı toplumlarda resmen bir tanrıça yapıyordu.

İnsanların birlik-beraberlik olgusu bile toprağa göre şekil alır hâle gelmişti. Toprak işlenirken bir araya gelen iki çiftçi, hasat zamanında yeni bir birey meydana getiriyordu. Tarım toplumlarında da ölümün varlığı konusunda motifler işlenmeye devam etmiştir. Tanrıların bu kentleşme döneminde eskiye nazaran daha az etkisi olduğunu dile getirmektedir. Eksen Çağ’ı inceleyerek mitolojiyi anlatmaya devam eden Tarihçi, bu Çağ’ı, Çin’in mitolojik olarak tanrılara ağırlık verdiği, tanrıların insanlarla konuşması, yemek yemesi gibi kalıpların olmadığı fakat atalar kültünün varlığını sürdürdüğü bir dönem olarak tanımlıyor. Bu Çağ’ın en önemli buluşu ise Konfüçyüs’ün bânisi olduğu insancılık politikasıdır. Bu dönemi işaret ederek Yahudilerin ve Çinlilerin mitolojilerinden örnekler veren Yazar, Eksen Çağ’dan sonra üç semavi dinin tarihsel mi yoksa mitsel bir çıkışla mı din olarak benimsendiği  tartışmasına değinir.

16. yy sonrasını da daha çok logosun getirdiği Avrupa’yı ele alan Karen Armstrong kitabını bu konu ile sonlandırmaktadır.

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.