Ana Sayfa > Eğitim > Hangi Eğitim?

Hangi Eğitim?

İstatistiksel olarak yaklaşıldığında, imkânları geniş olduğundan dolayı ebeveynleri tarafından kendilerine sağlanan olanaklar doğrultusunda (ilkokul ve lisansüstü eğitim-öğretim dönemleri dâhil olmak üzere) tahsillerini özel kurum ve kuruluşlarda tamamlayan öğrencilerimizi tenzih ederek bu makaleyi sizinle paylaşmak istiyorum. Ama bundan önce ise devlet ile hükûmet terimlerinin birbirinden bağımsız olduğunu belirterek, Türkiye’deki eğitim sisteminin, devlet tarafından değil hükûmetler sebebiyle öğrencilerimiz üzerinde anlamsız bir psikolojik baskı oluşturduğunu ve vasıfsız bir eğitim-öğretim hayatı yaşamayı icbar ettiklerini bilmenizi ve bu durumu da kabullenmenizi isterim. Ne demek istediğimi örneklerle açıklayacağım.

İstanbul Valiliği’ne bağlı olarak bir sosyolog ve psikolog olarak bir ortaokulda görev yapmaktaydım. Oradaki görevim; okulu bırakmış olan öğrencileri tekrar eğitim-öğretim hayatına kazandırmak, gün geçtikçe artış göstermekte olan madde bağımlılığının engellenmesi adına rapor hazırlamak, kısaca toplumun refahını olumlu anlamda etkileyecek gözlemlerde bulunmak ve bunu rapor etmekti.

Birçok kez yerel yönetimlerde söz hakkına sahip şahıslarla toplantılarımız olurdu. Bu toplantıların birinde ben de dâhil olmak üzere yaklaşık altmış tane psikolog ve sosyolog, İlçe Millî Eğitim Müdürü, Diyanet Müftüsü, Emniyet Genel Müdürü, Kaymakam, Vali, yerel basın organları ve benzeri birçok kesimden şahıs mevcuttu.

Toplantı; belirttiğim konulara ek olarak, dilenciliği sonladırmak, eğitim oranını arttırmak, engelli çocukların eğitime kazandırılması gibi içeriklere sahip bir slayt gösterisiyle başladı. Bu slayt gösterisi son bulduktan sonra vali beye meslektaşlarım tarafından sorular sorulmaya başlanılacaktı. Lakin soru sormak, rapor sunmak yerine vali beye karşı teşekkür ve takdirler sunuldu. Bu durum ne yazık ki beni hezeyana uğrattı ve vali beye yöneltilen son teşekkürden sonra ben söz hakkı istedim. Mikrofonsuz konuşmak istemiyor olmama rağmen elime vali beye yakın biri tarafından mikrofon verildi. Kadrolu olmak adına anlamsız teşekkür ve takdirlerini sunan sözleşmeli meslektaşlarımın bu anlamsız tavırları sebebiyle tebessüm etmekte olan vali beyin tebessümünü solduracak olan “Toplumun refahı adına, belirtmek istediğim hususlar mevcuttur. Lakin bu hususları paylaşmadan önce bir soruyla başlamak istiyorum. Valinin görevi nedir, vali ne iş yapar?” diye ilk sorumu sordum. Vali Bey bu soruya kaşları çatık bir şekilde duraksayarak ne cevap vereceğini düşünürken ben şu hususları sırasıyla dile getirdim:

1) Bugün emniyet personelleri toplu taşıma ulaşımını ücretsiz kullanıyorlar. Lakin evini asgari ücretle geçindirmeye çalışan bir baba, maddi bağımsızlığını kazanamamış bir öğrenci veya işsiz bir birey ise ulaşıma ücret ödüyor. Emniyet personelleri devletin adamı, peki bu insanlar devletin neyi? (Bu soruyu sormamdaki en önemli sebep ise ortaokula yeni başlamış kızının servis ücretini karşılayamayan bir annenin, evde yeni doğmuş bebeğini yalnız bırakıp kızını yürüyerek okula getirip götürmesi sebebiyle duyduğum vicdani rahatsızlıktı. Ayrıca yedi yaşındaki ebeveynlerinin bakımına muhtaç çocuklarımızdan dahi ücret alınırken 65 yaş üzeri (emekli dahi olmasa, yaşlılık maaşı alan) vatandaşlarımızın ulaşımı, ücretsiz ve suistimal eder bir şekilde kullanmalarına karşı bir sitemdi.

2) Uyuşturucunun yayılmasını engelleyeceğinizi söylüyorsunuz, engellemenin birçok yolu var. İki temel yolunu ben size sunmak isterim: Ya yasal olacak (yasal olan bir şey suç sayılmaz) ya da denetimli serbestliğin kaldırılması adına çalışmalar başlatılacak. (Bu soruyu sormamdaki sebep ise yalnızca okulda değil, okul etrafındaki cami imamları, hastane-sağlık ocağı personelleri, muhtarlar ve esnaflar ile görüşüyordum. Bu görüşmenin birinde okullu çocuklarımızın yoğun olarak bulunduğu bir mahalle muhtarının “Ömer Bey akşam sekizde, sizinle buluşalım. Ceza almasına rağmen denetimli serbestlikten faydalanarak çıkan ve yine uyuşturucu satmaya devam eden şahısları tek tek ziyaret edelim!” demesi olmuştu.)

3) Burada altmışa yakın sosyolog ve psikolog bulunmaktadır. On yılı aşkın, ben de dâhil olmak üzere yabancı dil eğitimi aldık. Lakin çoğunluğa bakılacak olursa yabancı dil bilinmiyor. (Bu soruyu sormamdaki sebep ise eğitim sistemindeki çürümeyi dile getirmek ve bizden sonraki nesillerin ileride yaşayacakları muhtemel bir soruna değinmekti. Çünkü doğurganlık oranları, yerli vatandaşlarımıza göre daha fazla olan, vatandaşlık verdiğimiz Arap mültecilerin çocukları, hem kendi ana dillerini hem de Türkçe konuşmaktadırlar. Zihninizde canlandırın: bir işletme sahibisiniz ve müşterilerle ilgilenmesi, işletmenizi tanıtması içi bir eleman alacaksınız. Önünüzde ise iki dil bilen ve yalnızca tek dil bilen iki kişinin başvurusu var. Siz hangisini seçerdiniz? Eğer mantıki olarak yaklaşacak olursanız, iki dil bilen şahıs tercihiniz olacaktır. Yani Arapça-Türkçe konuşan genç…)

4) Görev yaptığım okulda çocuklar yanıma gelip benden maddi yardım talebinde bulunuyorlar. Bu durum beni psikolojik olarak çok yıpratıyor. Sizin çocuğunuz da birilerinden yardım talebinde bulunuyor mu? ( Bu soruyu sormamdaki sebep ise çocuklarımıza aşılanan bencilliğin önüne geçilmesi adına paylaşma dürtüsüne sahip olmaları ve sağlıklı beslenmeleri için masrafları şahsım tarafından karşılanmış bir şekilde hafta da bir öğünlerinde meyve dağıtmam olmuştur. Yedi yüze yakın öğrenciden, bazıları bu samimi yaklaşım sebebiyle benden özel taleplerde bulunurlardı. Gerçekten ihtiyaç sahibi olan çocuklardı. Öyle ki bir çocuğun ayakkabısını göstererek “Ömer Öğretmenim, ayakkabı yardımı olduğunda bana bir tane ayırır mısınız?” diye sorması olmuştu. Çünkü sözde ayakkabı giymesine rağmen çocuğumuzun çorabı görünüyordu…)

5) Dilenciliği bitireceğinizi söylüyorsunuz. Müftü Bey de en önde oturuyor. Söyleyeceklerime dair yanılıyorsam cevap verebilir. Türkiye’nin en zengin kurumu Diyanet İşleri Kurumudur. Lakin kutsal cuma günlerinde, camiye yardım adı altında para toplanıyor. Bu yasal bir dilencilik değil midir? Çünkü toplanılan paranın resmî kaydı bulunmamaktadır. (Bu soruyu sormamdaki sebep ise dinin ticari ve siyasi çıkarlar uğruna kullanılması sebebiyle toplum içerisinde gün geçtikte artan inançsızlığı dile getirmekti.)

6) “Geçimini tarım ve hayvancılık ile sağlayan vatandaşlarımızın okutmaya çalıştığı çocuklarımıza…” diye başlamıştım ki mikrofonu bana uzatan Vali Bey’e yakın olan şahıs “süremiz bitti” diyerek mikrofonu elimden aldı.

Belirtmiş olduğum bu durumlara binaen şu an İstanbul Valisi olarak atanmış olan devlet memuru, bana şu cevabı vermiştir. “Sana yalnızca şu cevabı vereceğim, camiye isteyen para veriyor.” Ben de bu cevaba karşılık “Dilenciye de isteyen para veriyor!” dedim. Benden sonra mikrofon sosyolog ve psikolog olarak görevli olan bir hanımefendiye uzatıldı. Ben yalnızca bir buçuk dakika konuşmuştum ve sürem dolduğu belirtilmişti. Bahsi geçen hanımefendi ise hiçbir baskı görmeden, dört dakikaya yakın Valiye, Millî Eğitim Müdürüne, Müftüye teşekkürlerini sunmuştu. Öyle ki salondaki birçok kişi hatta vali dahi sıkılmıştı…

İşte böyle bir anım olmuştu. Lakin esas mesela söylediklerim değil, söylediklerimden sonra olanlar değil. Ataları, kuşaklardır bu ülkenin vatandaşı olan,  gelecek nesillerimize iyi bir gelecek verilmesi adına bizler ne yapıyoruz? Unutmayın ki bir başka çocuğun eğitimini, karakterini, geleceğini, kendi çocuğunuzunki gibi önemsemezseniz, o önemsemediğiniz çocuk, bir gün o çok önemsediğiniz çocuğun başına bela olabilir. Bundan dolayı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak çocuklarımızın geleceklerinin teminatı, bugün bizim yaptıklarımız ve yapmaktan kaçındıklarımızın sonucunda var olacaktır.  

Bununla birlikte Millî Eğitim Bakanlarını atamakla yetkili olan cumhurbaşkanına naçizane bir önerim var: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir kadın Millî Eğitim Bakanına ilk olarak sizin dönemizde kavuşmuştur. Lakin iki yıl görevde kaldıktan sonra görevden alınmış ve yeniden erkek bakanlar getirilmiştir. Önerim ise ne zamanki Millî Eğitim Bakanı, bilinçli bir kadın olur, işte o zaman bu ülkedeki gençler, eğitim ve öğretim yıllarını daha verimli geçirecektir diye umuyorum. Psikoloji, sosyoloji, kadın sağlığı dolayısıyla jinekoloji alanında da kendini az çok geliştirebilmiş genç bir yazar olarak bu düşüncemi şu şekilde açıklamak isterim: Özellikle kız öğrencilerimizin, yoğun bir şekilde fiziksel ve biyolojik değişimler yaşadığı, adelosan yani ergenlik dönemlerinde maruz kaldıkları eğitim sistemi ne yazık ki cinsiyet ayrımının pozitif bağlamda göz önünde bulundurulmaması sebebiyle tüm çocuklarımızı psikolojik olarak da yıpratmaktadır. Binaenaleyh Milli Eğitim Bakanı olarak, bu evreleri bir zamanlar genç bir kız çocuğu olarak yaşamış, her zaman millî bilincini muhafaza etmiş, ülkesinin eğitim-öğretim anlamında vasıflı gençler yetiştirmesi uğruna çaba sarf edecek bir Türkiye Cumhuriyeti kadını ile taçlandırabilirsek o zaman çocuklarımızın, beyin göçü dediğimiz yurt dışına gidişleri bir nebze olsun engellenecektir diye düşünüyorum. Çünkü empati hoşgörüyü, hoşgörü ise saygıyı, saygı ise sevgiyi, sevgi ise mutlu bir aileyi, o aile ise bilinçli bir toplumu doğurur…

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.