Schopenhauer, Aşkın Metafiziği’nin başında aşk konusunun asırlardır işlenmiş konulardan biri olduğunu söyleyerek konuya giriş yapar. Filozofların bu konunun üzerinde yeteri kadar durmadıklarını, konunun üzerine düşen filozofların derinlemesine bir inceleme kaygısı taşımadığını söyler. Kitabında “Bütün aşklar, istedikleri kadar uçuk, tensellikten uzak, dünyevilikten uzak görünürse görünsün. Temelinde cinsel dürtüde bütünleşir.” der. Bu cümlenin Schopenhauer‘ın kitabının ana fikri olduğunu düşünüyorum.

Bireyin; bilinci dışında meydana gelen türün devamına hizmet etme alışkanlığı aşkı meydana getirir. Bireyin yaşama itkisinin meydana getirdiği durumlardan birisidir aşka düşmek. Filozof, eserin hemen ilk sayfalarında cinsel dürtünün öznel fenomen personalar giymiş bir nesnel fenomen olduğunu söyler.
Onun bakış açısına göre aşkın nesnelliği nedir? İnsan doğasında olan üreme ihtiyacı nesnel bir fenomendir. Bireyin yaşama arzusunu, bilinçli olarak yaptığı cinsel dürtünün öznellikten çok bilinç dışı var olan bir nesnel fenomen olduğunu söyler. Bireyin âşık olma diye temellendirdiği sevgi ihtiyacını karşıladığını varsaydığı bu duygu durumunun temelinde, fiziksel haz ve zevkten başka bir şey olmadığını savunur.

Bireyin aşk diye tabir ettiği duygunun birey için bir fiziksel halisünasyondan farklı bir şey olmadığını ifade eder. İnsanların aşka düştüğü takdirde elinden gelen her şeyi feda etme durumunun hayvanlarda da görüldüğünü söyler. Aşka düşen birinin yaptığı fedakârlık; bireyin aşk sandığını ancak -büyük resme baktığımız takdirde- sonlu olan bireyin sonsuz olan insan türüne hizmetinden başka bir şey değildir. Kitabın ilerleyen sayfalarında Shakespeare ve diğer yazarlardan alıntılar ile aşkın insan gözünde nasıl oluştuğunu anlatmak ister. Örneğin, Shakespeare alıntılarının en önemlilerinden olan “İlk bakışta sevmeden kim âşık olmuştur ki?” ifadesi, filozofun eserinde görüşünü temellendirmek için kullandığı en cazip unsurlardan biridir.

İnsan algıladığı her şeyi kabul etmesi için onun kendi rasyonel zemininde -bu diğer insanlar için rasyonel olmak zorunda değildir- bir karşılığı olması gerekir. İnsan olarak, önümüze gelen her insana -eğer ayran gönüllü değilsek- âşık olmuyoruz: Bir kadın beliriyor hemen önümde. Bakıyorum gözlerine. Boyuna, posuna, ses tonuna. Sohbet ediyoruz belki birkaç saat. O an içimdeki bir duygunun ibreyi kırmak üzere olduğunu hissediyorum. O duygu sadece o kadına karşı ibreyi kırmak istiyor. Diğerleri bir anlığına önemini yitiriyor.
Bu ifadeler ona göre bireyin âşık olma durumu için gerekli olan ön koşullardır. Kadını gördüm ve beğenmedim. Schopenhauer’a göre beğeneceğim muhakkak bir kadın olacaktır. Türün devamı için gerekli olan durumdur birini beğenmek.

Aşkın tezahür etmesi için karşımıza çıkacak bireyin özelliklerine değinen filozof; yaş, sağlık durumu, iskelet yapısı, gibi etmenlerden bahseder (s.42). Bununla beraber psikolojik sonuçlara değinir. O; kadınların aşka düştüğünde aşka sahip çıkma eğilimdeyken erkeklerin vefasızlık eğiliminde olduğunu söyler. Bu durumu fizyolojik olarak temellendirir. Kadınlar yılda; ikiz ve diğer çoklu ihtimalleri çıkarsak bir çocuk dünyaya getiriyor. Erkeklerin ise yılda kadınlardan daha fazla çocuk dünyaya getirme potansiyelinin olduğunu söyler.

Kadınların aldatma durumunda toplum tarafından hor görüleceğini ayrıca ifade eder. Aşka sahip çıkma duygusu kadının gün sonunda başına bela oluyor ona göre. Bir din adamından doğruluk beklerken doğruluğun karşısında yer aldığını varsayalım. Beklenilen davranışı vermeyen her birey, toplum tarafından hor görülür.
Schopenhauer’ın ne anlatmak istediğini din adamı örneğinde anlamaya çalışmak ise bu yazının benim için en yoğun eylemidir.
HLotus