Bürokratik Cumhuriyet Türkiye’sinde iki merkez bulunmaktaydı: Devletin merkezi ve toplumsal merkez. İstikametleri birbirinden farklı olan iki merkez arasındaki ilişki ise gerilimli müzakere temeliydi. Gerilimli müzakere kavramı, devlet ve toplumsal merkezin bir birini kolladığı, güçlü dönemlerinde geri çekilip, karşı tarafın zayıf anlarında ileriye doğru adım attığı, diyalogdan ziyade taktiksel mücadelenin olduğu siyasal sistemi tanımlamaktadır. Bu sistemin devamını sağlayan ise gerilimli müzakerenin sürdürülmesinde kolaylaştırıcı unsur olarak tebarüz eden merkez sağdı. Devlet ve toplumsal merkezler arasındaki gerilimi azaltan, aynı zamanda iki merkezin taleplerini belirli oranda karşılayan merkez sağ, Bürokratik Cumhuriyet’in emniyet supabıydı. Merkez sağ tartışmadan önce, devletin merkezi ile toplumsal merkezin konumlarını açığa çıkarmak gerekir.
Toplumsal merkez cephesi yekpare bir cephe değildir. Farklı toplumsal grupları içinde barındıran ve geleneksel değerlerden beslenen bu cephenin, kendini yeniden üretme sorunları olan, bu nedenle de kültürel derinliğini kaybederken, ait olduğu kültürel değerlerin simgeleriyle olan ilişkisi giderek metafizik bir boyut kazanmıştır. Bu bakımdan, kültürel olarak muhafazakârdır. Siyasal olarak mevzi kazanmasının tek yolu ise seçimlerdir. Toplumsal merkez seçimler üzerinden kendisi için demokratikleşmeyi talep etmiştir. Demokratikleşme talebi demokrasinin kurumsallaşması ve bütün toplumsal grupların kendini ifade edebildiği bir düzen talebi değildir. Toplumsal merkez, devletin dönüşmesini ve kendi kültürel ve siyasal talepleri çerçevesinde yeniden inşa edilmesini istemekteydi.
Devletin merkezi ise kendi kontrolü dışında ortaya çıkan değişime her dönem büyük oranda mesafeli olmuştur. Bundan dolayı ‘Batılı’ değerlerle yerel değerler arasında bir sentez oluşturma kabiliyetinden yoksundur. Devletin merkezi “Batılı” ve yerel değerler arasındaki ilişkiyi karşıtlık üzerinden kurmuş, birinin varlığı diğerinin unutulmasıyla mümkün olacağını varsaymış ve yerel olanı modernite karşıtı olarak tanımlamıştır. Devletin merkezi, kültürel ve sınıfsal konumunu sağlamlaştırmak için ‘Batılı’ kültürel kodlara sarılmıştır. Kültürel olarak “Batılı” iken, siyasal olarak demokrasinin kurumsallaşması ve bürokratik vesayetten kurtulmasına karşıdırlar. Bunun nedeni, devletin merkezinin hedefinin, toplumun kendi merkezine siyasal ve kültürel olarak eklemlemek olmasıdır.
İşte bu sosyolojik zemin üzerinden tebarüz eden merkez sağ, devletin merkezi ile toplumsal merkezin müzakere zeminidir. olmuştur. Merkez sağ toplumun değişim taleplerini siyasi dile tercüme edebildiği nispette toplumsal merkezle bütünleşmiştir. Toplumsal merkezin radikal değişim taleplerini yumuşattığı nispette devletin merkezi nezdinde itibarı artmıştır. Ayrıca, halkı devletin merkezine eklemlenmesine katkı yapabildiği oranda da devletin merkeziyle bütünleşmiştir.
Devletin merkezinin parlak dönemlerinde toplumdan kadro devşirme kapasitesi yüksekti. Özellikle eğitimli profesyonelleri kendi yaşam biçimini benimsediği oranda kendi bünyesine katmıştır. Onlara idari yapıda yer açmış ve bir bakıma devletin merkezi Osmanlının devşirme sistemini devam ettirmiştir. Devşirme sistemi ile de kendi dinamizmini ve gerilimli müzakere sisteminin yeniden üretilmesini sağlamıştır. Devletin merkezi, bu şekilde toplumsal merkeze kendi hegemonyasını kabul ettirmiştir. Toplumsal merkez ise o dönemlerde varlığını koruma mücadelesi vermektedir.
1980 sonrasında meydana gelen ekonomik, siyasal ve uluslararası dönüşümler toplumsal merkezin güçlenmesini sağlamıştır. Toplumsal merkez giderek, alternatif bir merkez olmaktan iktidar merkezi olmaya başlamıştır. Toplumsal merkezin konumunda yaşanan dönüşüm, merkez sağı işlevsiz kılmıştır. Toplumsal merkezin iktidar talebi, merkez sağın toplum ve devlet karşıtlığını yumuşatarak siyasal alanda var olma olanağını merkez sağın elinden almıştır. Yaşanan toplumsal dönüşüm merkez sağı iki merkez arasında tercih yapmaya zorlamıştır. Merkez sağın giderek devletin merkeziyle bütünleşmesi, onun dağılmasını beraberinde getirmiştir.
Sonuç olarak, merkez sağın siyasal yaşamdan çekilmesi, toplumsal merkezde belirginleşen iktidar talebinin devletin merkezine mevzi kaybettirdiği göstermektedir. Merkez sağ iki merkezin müzakere zemini olmaktan çıktığında, bu merkezlerin taleplerini aşan bir perspektif oluşturup ihtiyaç duyduğu yenilenmeyi gerçekleştiremeyince eski bir siyasi gelenek oldu.
Selahattin Güven
– Haber Lotus –
■ ■ ■ <— Yazarın tüm yazıları —> ■ ■ ■
Selam. Toplumsal merkez, devletin merkezi ve yeni bir kavramsal alan oluşturulan iktidar merkezi etrafında dönen yorumlarınızı özgün buldum. Merkez sağın iflas edilişini sağlayan bu toplumsal merkez ile ilgili daha çok analizlerin yapılması gerekmektedir.
SELAMUNALEYKUM Sayın Güven, yazınızın genel manasına değil ama kıyısından dokunduğu konulara yorum yazmak istedim. Görünürde dediklerinizin hepsi doğru gibi fakat bu tam olarak iktidarın gerçek sahiplerinin düşünmemizi istediği şeydir bence. Yani toplumun merkezi iktidarda hakettiği paya sahip değil. Benim göstergelerim şunlardır: iktidar gerek siyasi gerekse ekonomik anlamda faaliyetleri ve açıklamaları toplumun özünü ne kadar yansıttığı. Gözlemim şudur ki; iktidarın göz boyaması dışında ki gerçek faaliyetlerinden bahsediyorum,mesela son zamanlarda gelişen dış ilişkilerde ortadoğuda, arap dünyasında bizim özümüze uygun davranamamış o bölgenin ağabeyi gibi davranamamış(başka güç odaklarının insiyatifine terk etmiştir), AKPM de haçlı seferlerini överek toplumunun önemli bir kısmına ters düşmüştür. Ekonomik alanda önce toplumun değerli varlıklarını ucuza satmış ve ardından tüm toplumu ve devleti borca esir etmiştir. Bu tablo çok uzun yıllardan beri devam etmektedir. Hatta 1997den bu yana ivme kazanmıştır.Şaşırtıcıdır ki toplumda ise tam aksi bir fikir oluşmuştur. bence kesinlikle toplumsal merkez iktidarda söz sahibi değildir sadece söz sahibi gibi gösterilmeye çalışılmış başarılı olunmuştur.