En önemli Alman edebiyatçı Johann Wolfgang von Goethe, 1749 yılında Frankfurt’ta başlayan yaşamına, 1832’de veda etti, Edebiyat, resim ve doğabilim alanlarında başarı ve yeteneğini ortaya koyarak, ayni zamanda politika alanında dükalık bakanı olarak çalıştı. Eserleri ise, Dünya edebiyatında yankılanmaya devam etti. Meslektaşı Kestner, onun için; “Goethe, muhteşem hayal gücüne sahip bir dehadır, asil düşünce tarzı ile, tam bir karakter adamıdır, tüm zorluklar ise ondan korkmaktadır” der.
Goethe’nin evrim teorisi ile ilişkilendirilmesi ve buna olan katkısının tartışılması, doğabilime olan yakınlığı ile başlar. 1780 yılında, Anatomi profesörü Loder ile ortak çalışarak, insan embriyosundaki, ara çene kemiği hakkındaki savı ortaya çıkarması, hayvanlar ile bir akrabalığın kanıtı anlamında değerlendirilmiştir.
Memeli hayvanlardaki ara çene kemiği, insanlarda yoktur çünkü, doğumdan önce, üst çene kemiği ile birleşmektedir. Oysa bilinmelidir ki, bu durum bize konuşma yeteneğimizi bahşeder. Ara ve üst çene kemiğinin doğumdan önce kaynaşabilmesi, bütünü ile, insanın çene yapısının değişimini engellemeye yöneliktir.
Goethe’nin doğa bilimsel çalışmaları, ve bilimadamları ile yazışmaları çok çeşitlidir. Goethe’nin, önceleri hareket ve sürekli değişim konusundaki araştırmaları, yine Evrim Teorisi’nin başlangıcı gibi addedilmiştir. Birçok çevrede ise, İslam dinine olan yakınlığı, bu gibi nedenlerle inkar edilmektedir.
‘’BU ESERİN (Doğu- Batı Divanı ) YAZARI, MÜSLÜMAN OLDUĞUNU REDDETMEZ”
Johann Wolfgang Von Goethe, Hz. Muhammed’e ilahi mana aleminden Kur’an’ın indirildiği mübarek gecenin daima kutlanmasını dilemiştir. Çünkü O, İslam’a ve peygamberine, candan ve özden gelen bir cezbe ile yakınlaşmış, arapça çalışarak, 20’li yaşlarında iken, Hazreti Muhammed’i övgüleriyle anlattığı şiirini yazmıştır.
İslamı merakla araştıran az sayıda Avrupalı yazar, 18. yüzyılda kaleme aldıkları eserlerinde, genellikle peygamberin hayatını incelemişlerdi. İslamın sosyal bir din oluşu, diğer peygamberlere olan yaklaşımı, akıl dairesindeki tüm saflaşma telkinleri, Hristiyanlığın önemli noktaları ile bağdaşmalar dahil, onları saygı ve huşu duymaya yönlendiriyordu.
Alman yazarlar, Leibniz ve Lessing, bir dine dair en özel nitelikleri İslam’ın taşıdığını ifade ederler. Teolog Johann Gottfried Herder ise, yine peygamberi ve İslam’ın külli iradeye teslimiyetinin açıklığını övmektedir, geçmiş yıllardaki birçok Müslüman bilimcinin kültür seviyesi de bunlar arasında anılmıştır.
Goethe’nin, İslama olan pozitif yaklaşımının, kesinlikle ruhsal bir çekim olduğu ortadadır, kişisel özellikleri ile, Allah aşkı, bu noktada buluşmuştu.
‘’Musa peygamber’in Kuran’da dua ettiği gibi dua etmeyi diliyorum, Rabbim, benim dar göğsümde genişlik ver bana, işimi kolaylaştır, dilimin bağını çöz’’
İşte, tüm özel güçlerimizin selameti için, en büyük güce yönelişti bu.
En saf duygularıyla, Kur’an’ı okumuş ve anlamak adına çalışarak, onun dilinin özeliğine, özgünlüğüne şu cümlelerle, Doğu-Batı Divanı ‘’West-östlicher Divan (1819)’’ adlı eserinde yer açarak, sena’da bulunmuştu: “Kur’an’ın üslubu güçlüdür, yüksektir, gerçekten olağanüstüdür.”
23 yaşında iken, İslam Dini esaslarına ve Yaradan’ın tabiatta tecelli etmesi inancına yaklaşarak; şu Kur’an ayetlerine de dikkat çekmiştir: “Doğu da Allah’ındır, Batı da Allah’ın; nereye dönerseniz, Allah’ın vechi orada. Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, bütün bunlarda, dikkatli olan ve düşünen bir topluluk için Allah’ın birliğini ve lütufkarlığını gösteren yeterli deliller vardır.”
Kafirlerin Hz. Muhammed’ten mucize göstermesini istemelerini anlatan ayet, Goethe üzerinde etki bırakmış ve şöyle not almıştı:
‘’Mucizeye kudretini yok, diyor peygamber. En büyük mucize benim Varlığım’’
Bir övgü olarak dile getirdiği “Muhammed’in Şarkısı” coşku içinde ifade edilmişti.
‘’Mahomet’s Gesang’’
Sevinç sevinç berrak,
Ve yıldız yıldız parlak, bir dağ pınarı,
Üstünde beyaz bulutların,
Ve kuytusunda bir yeşil yamacın,
Aziz ruhlar sallamış beşiğini
Veda edip çocuk tazeliğiyle bulutlara,
Raks eder gibi iner mermer kayalara.
Haykırır sevincini semalara.
Dağ geçitlerinde
Önüne katar renk renk çakılları,
Ve bağrına basar kardeş pınarları.
Çiçeklenir ayak bastığı yerler,
Ve nefesiyle yeşerir çimenler.
Yoldaşı olur şimdi ırmaklar.
Ovaları doldurur gümüş ışıklar.
Bir ses yükselir pınarlardan:
“Kardeş; ayırma bizi koynundan.
Kollarını açmış bekliyor Yaradan,
Yoksa bizi çölün kumları yutacak.
Güneş kanımızı kurutacak, kardeş.
Dağın ırmaklarını,
Ovanın ırmaklarını,
Hepimizi, alıp koynuna,
Eriştir bizi yüce Tanrı’na,
“Peki” der, dağ pınarı,
Kendinde toplar bütünü
Ve haşmetle kabarır göğsü, kolları,
Ülkeler açılır uğradığı yerlerde,
Yeni şehirler doğar enginlerde,
Kulelerin alev zirvelerini,
Ve haşmetli mermer saraylarını,
Bırakıp arkasında,
Yürür mukadder yolunu
Dalgalanır başının üstünde binlerce bayrak,
Evlatlarını, Tanrı’sına ulaştırarak
Karışır İlahi Umman’a coşarak!
Ruhani İslam öncüsünün manevi açılışı, dalgalar gibi genişleyerek, önüne önce yakınlarını, sonra diğer müslümanları katıyor ve Rabbi betimleyen sonsuz okyanusa akıyor.
Tıpkı burada yazdığı üzere, Goethe’de bir misyon üstlenmişti, insanlar için çalışmak, daha yüksek manevi hayat seviyesine ulaşmak, ulaştırmak, Ve o, gerçekte de böylesi güzel bir öğretmendi, aydınlanmalara fırsat açıcı hizmetleribulunmaktaydı.
Allah’ın Birliği öğretisine verdiği önem; doğada ilahlaşacak cisimlerin ve çeşitli görünümlerin, Tek Allah’a yüceltilmesini şu satırlarda aksettirmektedir:
Bu ruhun duygularını size anlatamam.
Duyguları bütünüyle size duyuraınam.
Yakarışlara kulak verecek kimdir?
Yalvaran gözlere cevap verecek yok mudur?
İşte pırıl pırıl yükseliyor, Jüpiter, sevimli yıldız;
Rabbim sen olmalısın! Tanrım! Bana lütufla işaret ediyor!
Kal! Kal! Sönüyor musun?
Fakat, sönüp gideni nasıl severim?
Kutlu ay! Yıldızların kılavuzu,
Rabbim sen olmalısın,
Yolları sen aydınlatırsın.
Bırakma, koma beni karanlıkta
Şaşkın kalabalıklarla.
Güneş; sana yanarım gönlüm yanıktır.
Tanrım sen olmalısın!
Ey herşeyi gören, beni doğrult.
Sen de mi batıyorsun, sen de mi, ey ihtişamlı?
Karanlıklara gömülmekteyim artık.
Göster ey Sevgili, göster kuluna kendini!
Rabbim Sensin!
Herşeyi gözeten Sen,
Güneşi, Ay’ı ve yıldızları
Yeri, göğü ve beni yaratan Sen.
Allah’a, tek ve ezeli olana, tüm sınırlı, sonlu güzellerin varlık dairelerini borçlu olduğunu anlatan Goethe, yukarıdaki bu kasidesini, Kur’an’daki 6. Sure olan En’am suresi’nden esin ile yazmıştır:
75- Böylece İbrahim’e, kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk.76- Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: “Bu benim Rabbimdir.” Fakat yıldız kayboluverince: “Ben kaybolup gidenleri sevmem” demişti.77- Ardından Ay’ı, etrafa aydınlık saçarak doğar görünce: “Bu benim Rabbim” demiş, fakat o da kayboluverince: “Andolsun” demişti, “Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse, gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum.”78- Sonra Güneş’i etrafa ışıklar saçarak doğar görünce: “İşte bu benim Rabbim, bu en büyük” demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: “Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.”79- “Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak, yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.”
Goethe, o zamanlar, doğatanrıcı ve çok tanrılı unsurların peygambere yönelttiği, “Senin Allah’ının gerçekten hiç ortağı yok mudur?” Sorusuna bu kaside ile yeniden cevap veriyordu.
Goethe’nin kaderciliğe olan inancı, İslam’daki Allah’ın iradesine teslimiyete ve önceden belirlenmiş olduğuna dayanır, O’nun iradesine karşı çıkmamayı inancının gereğinde bulur. “Kimse, kendisi için yazılı olanı değiştiremez ve kaderinden kaçamaz,” der. Bir yakını ölümcül rahatsızlığa yakalanınca, “Söyleyecek birşey kalmadı, yine İslam’a tutunmaya çalışıyorum.” demiştir. Bu doğrultudaki sözleri ise şöyle; Herhangi bir şekilde cesaret aradığımızda, aslında hepimiz İslam’da yaşıyoruz.”
Çevresine daima şu telkinlerde bulunmuştur: ‘’İnsanın bütün önlemleri iflas ettiğinde, dikkat edilirse, kendilerini kahredici korkudan kurtarmak için, şifa verici bir kayıtsızlıkla, İslama atıldıkları ve Allah’ın akıl sır ermez emirlerine teslim oldukları görülür.Güven ve teslimiyet, her seçkin dinin ana temelidir, kavrayamadığımız, olayları düzenleyici olan yüksek iradeye teslimiyet. Eğer bir asker, savaşta iken; üzerinde benim ismimin yazılı olmadığı kurşun bana isabet etmiyecektir, diye düşünürse, kadere teslim olur. Ve o, bu güvene sahip olmazsa, korkunç tehdit altında iken, cesaretini nasıl koruyabilir? ”
Kuran ezeli mi değil mi? Bunu araştırmıyorum, Onun Kitapların Kitabı olduğuna Müslümanlık gereği olarak inanıyorum diyen Goethe, ünlü Doğu-Batı Divan’ının şu dörtlüğünde, Kur’an-ı Kerim’in 2. Sure’si Bakara’nın 115. ayetinden esinlenerek;
Doğu da Allahındır,
Batı da Allahın.
Kuzey ve güney illeri
Huzur içinde, Onun ellerinde.
O, sizin için ‘düzenledi yıldızları
Yol göstersin diye, karada, denizde;
Böylece yol buldunuz sevince
Biteviye bakarak gökyüzüne.
yazmıştır.
Goethe, Dünyevi yoğunluğu gereğinden çok arttıracak her erek ve edimin, manevi yoğunlaşmanın önüne atılacağını, elbette ki, bunların, ne kadar geniş alana yayılırlarsa, ilahi olanın da, ayni ölçüde geri çekileceğini bildirmektedir.
Prof. Katharina Mommsen’in “ Goethe ve İslam “ adlı eseri 2001 yılında yayınlanmıştır ve eser, bir Goethe bilgini olan Mommsen’in, İslam dini ve kültürü hakkında, Goethe’nin tüm düşüncelerini keşfetmeye yönelişidir.
Ferda Ercan Uyulan
– Haber Lotus –
https://www.facebook.com/okultizmveenerji
HLotus