Özgürlük Yollarına Kısa Bir Analiz
Sanıyorum, Sartre bu ithamla epey karşılaşmış. Onun eserinde okumaktayız “İnsanların yalnızca dövüşmeyi istemedikleri için korkaklıkla suçlanmasını anlamıyorum.” itinalı sözlerini.
Sartre, kedisine “nothing” adını verecek kadar hiçlik ve yoklukla özleşmiş biri. Varoluş akımının en marjinal filozofu olmasının temel sebebi de hiçlik’i gerçekten bir hayat tarzı hâline getirmiş olmasıyla sıkıca ilişkili. Yaşamın, mahrum kaldıkça daha yaşanılır olduğunu anlayan nadir insanlardan birisi.
Bugün seni anlatmaya çalışıyorum; öylesine düz, öylesine temelden. Afillli sözlerle değil üstelik birkaç sözünle birkaç cümleyle özetlemek istiyorum seni; öyle sade, öyle içten. Üç büyük eserinle senin aynandan senin pencerene bakmak istiyorum Sartre.
Dünyada yaşanan en büyük yıkımların başında gelen nedenlerden biri olan savaş, insanların zindan gibi bir dünya hayatı yaşamalarına sebebiyet verir. Egzistansiyalizm akımının,”Önce öz mü yoksa varoluş mu gelir?” sorularındaki düşünce ayrılıkları ve bu ayrılığın bağlamında rijit farklılıkları olsa da ortak noktada buluştukları unsurlardan birisi, savaştır. Bu hepsi dediğimiz bütüne şüphesiz Sartre’da dâhildir.
O, savaş temalı Yaşanmayan Zaman adlı eserini; Özgürlük Yolları adli üç kitaplık serisinin ikincisi olarak kaleme almıştır. Serinin ilk kitabı olan Akıl Çağı‘ında Mathieu’nun hayatla yaşadığı kargaşalara değinir yazar. Yaptığı seçim ve yaşadığı duygularının yine kendisine musallat ettiği olaylarla mücadele verir Mathieu… Sonunda yaşadıkları onun aklını başına getirmeyi başarmıştır ve bu yüzden bu çağ için akıl çağı adını vermiştir Sartre. Öyle olsa da –sanıyorum- hepimiz için geçerli olabilecek bir adlandırma.
Serinin sonuncusu olan Yıkılış‘ta ise savaştan ve insanların bir çıkış yolu bulmalarının imkânsızlığının doğurduğu buhranı ele alır yazar. “Umut öldükten sonra yürümek niye? Yaşamak niye? Niçin?” derken umut etmenin yaşamla olan yakın ilişkisine gönderme yapar ve “Yeryüzünde, bu sıcaktan ve bu taş yığınlarından başka bir şey yoktu, düşler olmasa.” ifadesiyle bir varoluşun düşlerle olan alakasına dikkat çekmeye çalışır. İşlediği konu kitabın ismi ile müsemma olduğu aforizmalarından gayet bellidir. “Dövüşen ben olsaydım, savunacak fikrim olurdu.” sözüyle de asıl savaşın felsefesini ortaya koymaktadır.
Tanrıtanımazlığını kanıtlamak için “Önce varoluş sonra öz gelir.” tezini varoluşçu akıma bir etiket gibi yapıştırırken esasında yazılarında sevgiye de önemle vurgu yapmaktadır.
“Sevilmek istemiyorlar, alışık değiller buna.”
HLotus