6. Ekim sabahı Türk kafeye kahvaltıya gidiyoruz. Hah şöyle denilecek bir kahvaltı yapıyoruz. Self servis ve açık büfe. Peynirli pidesini pek sevdim. Turqoise deki i’nin noktası Hitit sembolü, ee ne yaparsanız yapın, Çorum kültürü ve tarihi ile her yerde. Kahvaltıdan sonra fuar alanına gidiyoruz.
Stafford meydanında, geniş bir Türk çadırı karşılıyor bizi. Sol tarafta Orta Asya kültür yapıları, sağ tarafta büyük bir yazı karşılıyor. Tek giriş bilet 10 dolar, 4 günlük 15 dolar. Bugün konserde var, Ömer Faruk Tekbilek, yarın yani ayın yedisinde Rafet er Roman. Her ikisine katılmak istedim ama program o kadar yoğun ki, nasip olmadı. Yani Rafet’i canlı dinlemek isterdim, çünkü onu sonradan keşfettim, şarkılarının bazılarını dinlerken ak yüreklerin kıpır kıpır ettiğini, ama olmadı.
Giriş Çadırın ortasında 6 Türk devletinin bayrakları var solda Kırgızistan benim ikinci vatan, Azerbaycan ve Kazakistan stantları var. Sağda Özbekistan ve yanında, yanı ortada Türkiye stantları var. İstanbul üniversitesinin girişini kapı olarak yapmışlar. İçerden ise Topkapı sarayının girişi var. Her ülkenin milli kültürü, yiyecekleri için stantlar açılmış, ortada halk oyunları için platform var. Kırgızistan da biraz daha fazla duruyoruz. Çünkü Cemal ve Kamil beylerde birer yıl görev yaptı, Recep abi de bir ay yoğunlaştırılmış ders verdi. Bu fuar geçen yıl New York da yapılmış, sene de orada düşünülüyormuş. Amerika ve Avrasya Türk konseyi (TCAE) düzenliyor. Türksoy ve Kültür bakanlığının da önemli desteği olmuş. Birçok kültürel etkinlik düzenleniyor hafta boyunca. İlgili ülkelerden gençler stantlarda hizmet veriyorlar. Biz gençlerle sohbet ediyoruz en çok da Kırgızistan standında duruyoruz. Sonra alış veriş merkezine geçiyoruz oralarda biraz hediyelik aldıktan sonra Kültür Merkezine yöneliyoruz. Ama önce bir Amerika evi görelim ve çay molası verelim diye Adem Akıncı beyin evine geçiyoruz. Hemen merkezin arka sokağında, filmlerde gördüğümüz her taraf tertemiz, evlerin önü çimen, büyük ağaçlarla örülü evler. Hindistan’da plato olarak görmüştüm, önleri ev, arka tarafları boş, ama bunlar essahtan filmlerdeki gibiJ Adem hocam, Ankara ilahiyat fakültesinde din eğitiminde doktorasını yapmış, akademisyen bir kardeşimiz. Önce misafir öğretim üyesi olarak gelmiş sonra burada kalmış, bu etkinliklere bakıyor. Evi yeni almış, kira öder gibiymiş, zaten diğer eyaletlere göre burası çok hesaplıymış. Bizi evine çaya davet etti, bu vesile ile 1970 yapılmış, ama bütün lüks özelliklere sahip bir dönüm bahçe içine kurulmuş, 4 odalı, geniş iki salonlu evine geçtik. Önce arka bahçede biraz sallanayım dedim ama düştüm tabiki. Kamil’in çektiğini nerden bilecektimJ
Evin iki arabalık bir garajı var, içinde her türü malzeme bulunuyor. İşçilik çok pahalı imiş, aleti alıp kendin veya bir arkadaşın ile yapmak çok daha hesaplı imiş. Ev ve bahçe çok düzenli, öyle de olmak zorundaymış, çünkü mahalle muhtarı, hadi biz ona şerif diyelim, düzenli gezermiş, boya da ya da evin dış görünüşünde, bahçesinde en ufak bir hasar olunca önce uyarı ardından ceza gelirmiş. Aha ondan demek bu düzenlilik, diye sorunca, yok hayat tarzı olmuş dedi. Öyle ışıkta daha yanmadan korna çalmak falan yok deyince, yok o kadar da değil dedim ama sürekli geziyoruz, korna sesi duymadım. Kornaları yoktur arabaların, olsa çalmazlar mı! Gerçi korna çalmayın levhası gördüm bir iki yerde. Hindistan ise kornaya basın levhalarına şaşırmıştım!
Peki niye meyve ağacı yok, işte onu ben de anlamadım, ama bak ben dikince, komşum ne gerek var ki, marketten alırsın dedi, öyle yani, ne diyeceksin! Hamza Akmermer kardeş üç katlı bir binada oturuyor site içinde, neredeyse Adem beyin ödediği kadar parayı kira için ödüyor. Ama aynı daire New York da yaklaşık beş bin dolara kiralanabilirmiş! Semaver görünce tamamdır diyorum, Türkiye nere, Houston nere demeden getirmiş semaveri kardeşim.
Adem hocam, çay ve baklava servisi yaparken şirin mi şirin Bilal ile oynuyoruz. TRT müzik açtım, vay ki vay, ne oyun oynuyor, yani zeka yaşı aynı ama biraz irice ak saçlı arkadaşı hazır bulmuşken biraz avutayım mı dedi ne?
Adem hocanın evinden Türk kültür merkezine geçiyoruz, orada yıllar sonra kadim dostlar, aynı sınıf arkadaşları olarak Ahmet Kurucan ile buluşacağız.
TEKSAS HOUSTON TÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
Sloganı Türk kültürünü keşfedin. Türkiye ve Türk devletleri hakkında öğrenin.
Turquoise Center; üç katlı bir bina. Yanında Taç Mahal’in kubbesi, Mevlana Türbesini bir yanda, diğerinde ise Kız kulesi var. Girişin sağ yanında Türk Teksas ve ABD bayrakları var. Zemin katta bir mescit, kafeterya, yönetim ofisi var. Kafeterya da kültürel öğeler, kitaplar bulunuyor. Ömer Seyfettin serisinin üzerinde 4. Sınıflar için yazıyor. Okullarda 3. Sınıftan itibaren seçmeli Türkçe dersi veriliyormuş. Önce iki saat ücretsiz bir ders yapılıyor 2. Aşama 2.5 saat ve 5 dolar kişi başı. Baklava ve soda ikramı var, bir ufak suyun 1.25 dolar olduğunu düşündüğünüzde bu fiyatın ne kadar sembolik olduğu da ortaya çıkıyor. 3. Paket de aynı şekilde ama bu sefer Türk yemeği ikram ediliyor, böylece dil ve kültür olarak tanışır gelenler. Unuttum yazmayı, rahmetli Ali Ulvi Kurucu hocamızın torunun çocuğu olmuş, akile yemeği veriyor, açık büfe. Erkekler Osmanlı, bayanlar ise Selçuklu salonunda yiyorlar öğle yemeğini.
Namazı kılıp, yan binaya geçiyorum. Osmanlı salonu girince, iki yanda Türk bayrağı ve Altınordu Timur Emirliği, Altınordu Avar, Batı Hun, Göktürk, Babür, Harezm, Uygur, Karahanlı, Büyük Selçuklu, Gaznelilerin simgeleri var. Salon büyük duvarında büyük Türk devlet adamları ve alimlerinin posterleri var. Salon her 6 Türk devletinin kültürel unsurlarını sergileniyor. Binadaki odalara önemli ve büyük şehirlerin isimleri verilmiş. Ana girişin sağ tarafındaki üç bina iskeleti var, farklı farklı bunlar ne diye baktığımda, Barış Bahçesi yazıyor. İnançlar arası Diyalog merkezi yaptırıyor.
BARIŞ BAHÇESİ
Üç ilahi dinin Anadolu’daki üç eski mabedinin küçük bir maketini yapacaklarmış. 1907 yılında Edirne’de bina edilmiş, Avrupanın en büyük 3. Sinago imiş, 1200 kişi ibadet edermiş, sonra bir yangında yokolmuş.
İkincisi ise ürgüp Göreme civarında olan ve 6. Yüzyılda inşa edilmiş olan Kızıl Kilisenin maketi olacakmış. İnançlar arası barış bahçesinin 3. Örneği ise Antakya’da Habib-i Neccar mescidinin benzeri olacakmış. Hz. İsa iki havarisini tebliğ için Antakya bölgesine gönderdiğinde ilk inanan kişi bu güzel insan, ama daha sonra şehit ediliyor. 6. Yüzyılda bölgeye gelen Müslümanlar Habib-i Neccar için bir mescid inşa ediyorlar.
Cemal, Kamil Niyazi beyler 1985 yani mezun olduğumuz yıldan bu yana ilk defa buluyor Ahmet Kurucan ile. Maşallah aynı duruyor, epey sohbet ediyoruz, güzel oluyor yıllar sonraki karşılaşma. Türk Kültür merkezi için teşekkür ediyoruz benzer diğer birimlerden bahsediyor, ama daha çok çalışmak gerektiğini, burada müslümanların çok farklı organizasyonları olduğunu, Türklerin daha yeni etkinlik yapmaya başladığını belirtiyor. Resmi olarak beş yüz bin ama tahmini bir milyona yakın Türk varmış. Dini, milli kimliğimizi kaybetmeden, kendi değerlerimizden taviz vermeden nasıl ayakta dururuz üzerine çalışıyoruz. Düşünün bu ülkede 2106 cami varmış, bunun yüzde kırkı Arap kökenlilerin, yüzde yirmi beşi zencilerin, binde biri bize aitmiş. Burada bütün Türk dünyasını anlatan ipek yolu, New Jerseyde Balkan ülkeleri ve Türkiye, Los Angeles de ise Anadolu kültürünü anlatan etkinlikler yapıyoruz. Türk asıllı müslüman Amerikalı olarak varolmaya çalışıyoruz.
Akşam yemeğinde buluşmak üzere ayrılıyoruz, biz gezmeye, o Fuar Merkezine yöneliyor. Okullar ile ilgili bilgi alıyoruz. Bu kurumların hepsi devlet denetiminde, özellikle okullarımız en çok ihtiyaç duyulan alan olan matematik üzerine yoğunlaşıyormuş ve ilgi çokmuş. Üniversiteye kadar eğitim bedava, gerekli hususları yerine getirirseniz, binanızı ve programını iyi yaparsanız her öğrenci başına ücret veriyormuş. Dolayısıyla okullar arasında rekabet var, çok sıkı denetim varmış. Ama Türk okulları için bu hiç sorun olmamış. Okullardan sorumlu arkadaşa bir arkadaş sordu, Houston Hispanik dedikleri güney Amerika ağırlıklı insanlardan oluşuyor, neredeyse öğrencilerin yarısı onlardan. Ana dilde eğitim istemiyorlar mı deyince, 19 öğrenci olunca bu hakları var, ama şu ana kadar olmadı, çünkü eğitim dili İngilizce ve çocuğu ülkede İngilizce ile var oluyor, rekabetten düşmesini de istemiyor veliler dendi.
Burası oldukça çok kültürlü ve liberal bir eyaletmiş, bununla da iftihar ediyorlarmış. Belediye başkanı ve vali aynı kişiymiş, nadirmiş bu durum. Bir bayanmış ve bir bayanla yaşıyormuş, garip de karşılanmıyormuş. Aynı cins evliliği kabul eden beş altı eyalet varmış, Protestan kiliseleri de bu konu hakkında fazla konuşmazlarmış, bir de Darvinizm hakkında. Çünkü puan kaybedermiş bu konular üzerine konuşunca, ya kabul edecek ya susacak.
Haa unuttum, yüzde ellinin fazla din ile ilgisi yokmuş, ateist mi denildi, nasıl derseniz artık deyince, Moğolistan aklıma geldi. Yahu bu din ve dini işler, yaşam tarzı zor olan ile gayet rahat olan yerde de insanları geriyor mu ne? Ya da bizlerde, yani ya teologlarda bir sorun var, ne dersiniz? Üstelik dünyanın en büyük kilisesi buradaymış. Lakewood kilisesinde Pazar günleri iki seansa toplam elli bin kişi katılırmış. Haa bir de okulların yüzde doksan beşinin dini vakıflara ait olduğunu, bunların öğrenci başına devletten para aldığını, kaç yıl bu çocukları eğittiğini düşününce, ortaya çıkan tablo için soruyu tekrar edelim: Nerede hata yapılıyor? Hah bu iyi oldu, meçhul sığası ile sorduk, özne biz değiliz artık!
ŞEHİR MERKEZİ
Her yerde in cin top oynuyor dense yeri çünkü Pazar.insanların ölesiye çalıştığı gök delenler arasında az biraz şaşkın dolaşıyoruz. Her yer yüksek ve çoğu cam kaplı binalar, hiçbir yerde bakkal, pardon market türü bir şey yok, yani bu insanlar ne yapar ne yer demenin anlamı yok, her binada varmış buna dair mekanlar. İş kaybına hiç tahammülleri yok yani. 8-5 mesai ama genelde verilen işler o saatte zor bitermiş. Yani ruhsuz bu şehirler yahu, ne bir tarihi eser, ne şöyle mimarisi güzel bir bina, tamam teknoloji harika, binalarda sağlam ve yüksek katlı binalar, iyi de başka ne, hiçç. Yok, acaba bunlar kıyamet alameti mi? Nasip olursa yarın dünyanın en büyük ekonomi merkezine, Manhattan’a gideceğiz, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve ikiz kulelerin yerine yapılan binaları göreceğiz ya, burası çok da ilgimizi çekmiyor doğrusu.
Akşam yemeği için başka bir Türk lokantasına gidiyoruz. Nazif’in yeri. Burada Sertap söylüyor. Kayserili, ama ailesi Ankara’da oturuyormuş kardeşimizin. Çorba ve Kebapların ardından namazlar için tekrar merkezimize geliyoruz çaylar eşliğinde sohbetler oluyor. Yani sıla ve gurbet karışıyor Kamil kardeş, yahu niyeyse hiç Amerika’ya gelmiş gibi hissetmiyorum ha, diyor, ama namaz için seccadeleri serdiğimiz yerin hemen yanında bir kamyon var. Sicentology Kilisesi yazıyor. İşte nerede olduğumuzu bize hatırlatan ibare! Sabah erkenden kalkmamız gerekiyor, çünkü New York’a dönüyoruz. Hemen otele geçip bu notları yazabilsem benden keyifli insan olmayacak..
07.10. Houston. Texas
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
– Haber Lotus –
HLotus