Ana Sayfa > Köşe Yazıları > Bal: Manevi Gerçeklik

Bal: Manevi Gerçeklik

Semih Kaplanoğlu’nun “Bal” filmini farklı bir perspektiften de ele almak mümkün. Bu filmi bir üçlemenin sonuncusu değil de başlı başına bir hikaye şeklinde kavrıyorum. Dolayısıyla henüz üçlemeyi seyr etmeyenler için de BAL’dan başlamak imtiyaz sağlıyor.

 Kur’an’a göre Hz. Yakûb, Hz. İbrahim (as)’in İshak’tan olma torunudur: “Biz ona (İbrahîm’e) İshâk’ı ve İshâk’ın oğlu Yakûb’u da hediye ettik. Hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nûh’a ve onun soyundan Dâvud’a, Süleyman’a, Eyyûb’e Yûsuf’a Musa’ya ve Harûn’â da yol göstermiştik. Biz güzel davrananlara böyle karşılık veririz” (6 En’âm 84). Yakûb (as), Kur’an’da üç temel özelliği ile öne çıkıyor: a) Sabır, b) Ahiret yurdunu düşünme, inanç ve amelde Allah’a tedeyyün: “Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim’i, İshâk’ı ve Yakûb’u da an. Biz onları ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize hâlis kul yaptık” (38 Sâd 45- 46), c) Rüya tabiri. Yakûb (as), oğlu Yusuf (as) rüya gördüğünde ona şöyle der: “Yavrum, rüyanı kardeşlerine anlatma” (12 Yusuf, 5). Bu ayet BAL filminin kilidi gibi görünüyor. Çünkü bu ifade, film içinde de başlangıç cümlesi. Baba Yakûb, oğul Yusuf, rüya ile oluşan dünyayı ele alan Kaplanoğlu, Kur’an’a yaklaşımlar açısından yeni bir yol güzergahı sunuyor: Anlatıcı, Kur’an kıssalarını aynıyla anlatmak zorunda değil. Bir anlatım kıssayı nakletmek kaygısından koparak mesela Yakûb ile oğlu Yusuf arasındaki “manevî gerçeklik”le alakalı “tekellümü- konuşmayı” verebilir. BAL, buna dair önemli bir çıkış denemesidir. Sinemanın edebiyata müdahalesi şeklinde de okunabilir. Kıssadan değil de ayetten hareket etmek, Kur’an’ın ahlâkî ilkelerini “yaşayan her insana” tatbik etmek bakımından geniş bir alan açıyor. Bu, Yusuf kıssasının “Leyla ile Mecnun” şeklinde okunması ısrarından da bizi koruyan yeni bir tutum oluşturacaktır.

Baba ile oğul arasında anneyi “dışarıda bırakan” bir ilişki var. Çocuk için hazırlanmış sütü anneye sezdirmeden baba içiyor. Baba ile oğul, aralarında “fısıltılı bir dille” konuşuyor. Normal şartlarda fısıltı “kötülük” yüklü paylaşım olmakla beraber, burada öyle değil. Yusuf babasına hayran. Yalnız onun yanında kekelemiyor. Hatta okuyabiliyor. Ama sınıfta başaramıyor. Bu bir direniş değil. Hal. Yusuf’un içinde yaşadığı bir “manevi gerçeklik” var ve bunu anne dahi yeterince algılayamıyor. Annenin tanıdığı biri hakkında “İstanbul’da polis kolejini kazanmış” diyerek çocuğuna yüklediği “hedef”, baba Yakûb’un mesleki seçimiyle uyuşmuyor. Dolayısıyla BAL’da okul ile bilgi arasında bir kırılma bulunuyor. Baba, semaya ip atarak rızkını yüksekten alıyor. Bu metafor yine Kur’an’dan: “Rızkınız semadadır” (51 Zâriyât 22). Yine Kur’an’da “Hablullah” (3 Al-i İmran 103) kelimesi ile anlatılan “Allah’ın ipi” kavramı var. Elmalılı Hamdi bu kavram hakkında şöyle açıklama yapmış: “Bu âyetin cemaat ve içtimaiyyet (toplum bilim, sosyoloji) ile emir olduğunda kuşku yoktur. Bununla beraber burada cemaat, hablullah (Allah ipin)in aynı değil, ona yapışmanın ürünüdür. Ebu Said el-Hudrî hazretlerinden rivayet edildiği üzere Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Gökten yeryüzüne indirilmiş olan hablullah (Allah’ın ipi), Allah’ın kitabıdır”. Korkunç bir yolun kenarına çekilmiş olan bir ip veya bir kuyuya düşmüş olanları çıkarmak için uzatılmış bir ip ve ona gereğince iyice tutunmuş bir toplum düşününüz”. Neticede “gökyüzüne çıkmaya yarayan bir ip” ve maneviyatı yüksek bir Yakûb modernliği eleştiriyor. İşte Yusuf, “manevi gerçeklik” ile modernizmin reelleri arasında gidip gelirken babasından feyz alıyor. Anneye yanaşırsa modernize edilecektir, ama baba hakikatin kapısındadır.

Bu meselede yine önemli olan başka husus da modern algıda alt edilmesi gereken tabiatın Allah’ın rızkları paylaştırdığı bir pınara dönmüş olması. İnsan modern algıda haşerat diye kavradığı böcekten geçim temin ediyor pozisyonunda veriliyor. Anne, çay filizi topluyor, Yusuf kümesten yumurta alıyor, Yakûb da “göğe çıkarak” rızık indiriyor. Dolayısıyla Allah’a yaklaşmak ile hakikat düzlemindeki hayat arasında bir kırılma yok. BAL’da rızk meselesini önemli kılan diğer bir yön de “bal”ın on binlerce çiçek poleninden “cemaat” halinde elde edilebilir bir gıda olması ile ilgilidir. Hablullah’ın bireye değil cemaate vurgu yaptığından az önce bahsetmiştik. Bal bu metaforu tahkim edici bir “kavram”a dönüşüyor. Modernliğin birey kurtuluşlarını önemsemesi karşısında bal, cemaatçi bir toplumu öneriyor. Yani kolektivizmi, kanaati, paylaşmayı. Nitekim baba Yakûb maket gemiyi bir çocuğa hediye edince Yusuf’ta biriken kıskançlık, daha sonra “anlama”ya dönüşür ve o da hasta olan arkadaşına babasının yaptığı gibi gemi maketi hediye eder. Karakovan da cemaate ait rızkı paylaşmakta değil midir? Oysa modern toplum paylaşmayı değil, ayrışmayı sistematize etmektedir. Bireyleri bir biriyle yarıştırmaktadır. Yusuf, hakikat nazarıyla baktığında yarışmacı modernliğe toslayıp okuyamaz, kekeler. Modernlik sıkıntıdır. Bu sıkıntı, onu okulda yalnızlaştırıyor. Arkadaşlarının arasına katılmıyor.

Yakûb’un “semaya attığı ip” ile çıktığı ağaçtan bal toplarken dalın yavaş yavaş kırılması, havada asılı kalışı, “arada kalmışlık” Yusuf üzerinden tekrar ediliyor. Yakûb “yer ile gök” arasında kalırken Yusuf da “hakikat ile reel” arasında kalmıştır. Burada asıl problem Yusuf’a aittir. Modern ile manevi olan çatışmalıdır. Yusuf’un okula bir türlü intibak edememesi, doğanın daha güçlü bir hakikat halinde kendinde belirişi ile ilgilidir. Arının gelip okuması gerektiği kitap sayfalarında adeta “benim bunlara ihtiyacım yok” edasında gezinmesi, modernize kültürün “yaşamayan” hayatına meydan okuyor. Yusuf bu meydan okuyuşu görüyor, dahası o hayatın içinde hayy buluyor.

BAL’da müzik kullanılmamış. Tabiatın içindeki sesler verilmiş. Ancak film bittikten sonra bende kalan iç ses “Ya Sin, Ve’l Kur’anil hakîm”in kıraatı oldu. Modern toplumun “ses”i olan müziğe bulaşmamış bir hayat tarzı anlatılıyor. Müziğin bir “gürültü” olduğunu ana- oğulun Yakûb’u aradığı sahnede görüyoruz. Panayırda müzik, insan ayartıcı enstrümana dönüşüyor. Tüketimin aygıtı haline geliyor. Zaten modern toplumda birey, müziğin baskısı altındadır.

Bir de hakikatin çok katmanlı yansımalar oluşturduğundan bahsetmeliyiz. Öncelikle BAL, rüya gören Yusuf fikri üzerine bir hikâyeden bahsediyor. Film de rüya ile başlıyor. Modern toplum açısından rüya, hakikat değil. Oysa baba Yakûb’un manevi irşadı altında Yusuf için rüya bir hakikat alanıdır. Film içinde hakikatin varlık sahasının, dokunulabilir bir saha olmadığı ile ilgili bir yansıtma da var. Kova içinde dolunayın aksi Yusuf tarafından “ele geçirilmeye” çalışılır. Hakikat var, ama elle tutulamaz. Seyirci bu noktada bu sembolizmin niçin güneş üzerinden değil de dolunay üzerinden verildiğini sormalıdır. Bu sorunun cevabı, ayın ışığının da güneşe ait olması ile ilgili. Kovadaki ay ışığını tutamadığımız gibi, ayın ışığı da kendisinin değil. Giderek güneşin de gerçekliğini sorgulayacak silsileli bir düşünce gelişiyor. O zaman hakikat Allah’a varıyor. Yakûb, karakovan balcılığı ile mesleki süluku üzerinden kadim bilgiyi temsil ediyor. Rızkını “göklerde” arıyor; bir tür miraca çıkış. Nitekim filmde Miraç hadisesinin anlatıldığı bir bölüm de var.  Bilgi Miraç’ta öğreniliyor. Şimdi ise Yakûb öğreten, Yusuf öğrenen kimliği ile karşımızda. Modernizm otoriter bilgi disiplini. Öğretmenin ödevini yapmayan öğrenciyi dövmesi ile Yakûb’un kadim bilgiyi talim eden mürşide dönüşmesi arasında ayrışma var. Bu nedenle Yakûb’un ölmesi Yusuf için yine bir irşada dönüşüyor. Yusuf, babasının öldüğünü evdeki kalabalıktan anladığında ağlamak ve acısını halk içinde bastırmak yerine ormana koşuyor. Babasının üzerine çıktığı ağacın altında rüyaya yatıyor. Yani halktan Hakk olana kaçıyor.

Filmi çocukluk, gençlik, yetişkinlik ile ilgili üçlemenin sonuncusu görmeden hakikat ile modernizm çatışması üzerinden okumaya çalıştık. Bağımsız bir hikâye olarak algıladık. Gogol’ün Palto’sundan nasıl Rus hikâyesi çıktı ise, BAL’dan da Türk sineması adına yeni anlatımlar doğacaktır.

 Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

HLotus

3 thoughts on “Bal: Manevi Gerçeklik

  1. filmi üstünkörü izlemiş biri olarak iyi izleme gerektiğine katılıyorum. zira öyle yalın bir seyredişle bi şey görmek, anlamak zor sanki. ama bu kadar derinlikte gerçekte kurgusunda mı var, siz mi görüyorsunuz onu bilmiyorum.

  2. Filmi iki kez izledim, yusuf, yakub ve mirac hadisesini, dahabir cok telmih ve isareti bilincli kullandigi belliydi. Ancak Yusufun modernizme ayak uyduramaziyisi da cok ilginc geldi.. Kekelemesi, okuyamamasi vs.
    En guzel yani da, Camlihemsin’i anlatmak istedigim ingiliz bir arkadasa filmi gosterdim. “Memleketin isvicre Alpleri gibi guzel bir yermis” dedi.
    Dogru dedi, ne zaman ozlesem sesini duyabilir, yesilini ormanini gorebilirim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.