”Gerçeklik, bireysel frekansımızın titreşim yüksekliğine göre davranır, bu nedenle enerji ile çalışmak bir sanattır.” FEU
Herkes enerjiyle farklı ilişki kurar ve böylece enerjiyi nasıl algıladıkları kişiden kişiye değişir. Kimilerinde renkler, bazılarında tat, diğerlerinde dokunma veya ses ile ilişkilidir. İnsanlar enerjiyle bilinçli bir seviyede çalışmaya ilk başladığında, duyularının kendilerine ne söylediğini anlamaları güçleşebilir, bu aslında bir sentezin sonucu gibidir.
Birisi, diğerinin enerjisini “saçında ısı halinde” hissederek tanımlarken, bir başkası “yeşil bir toz gibi” tanımlayabilir. Enerjiyi algılamak için doğal yeteneğe sahip biriyseniz; enerjiyi manipüle edenleri tanıyabilir, kendi enerjinizi serbest bıraktığınızda, zihniniz tarafından yönlendirildiğini de bilirsiniz, enerjiyi yönlendirebilen; mutlaka daha fazla enerji çekebilir.
Sabit bir enerji ölçümü saptayamayız, ancak, herhangi bir bilinçli etkileşim, bunu yapan kişinin vücudu ve zihni üzerinde gözle görülür bir baskı oluşturur. İşte bu noktada, bedenimizin sınırları olduğu gerçeği kendisini gösterir.
Elbette çok fazla enerji de, az olduğu kadar zararlıdır. Vücudumuzu enerjiye kanalize ettiğimizde, karıncalanma hissi veya sinir yanığı olarak ifade edilen duruma girmek söz konusu olabilir.
Enerji manipüle edilirken, yönünü düşüncelerimizden alır. Bu nedenle hayal gücümüz, yapılabilecek her çalışma için önemlidir. Hayal gücümüzün bir sınır haline geldiği yer ayrıntılarda gizlidir.
Zamanı gösteren bir saat hayal ederek, onu sabit tutup, yetişmeye çalıştığımız yere yetişebilir miyiz? Ne kadar fazla ayrıntılı imajinasyona sahip olursak, bunları değiştirerek, o kadar fazla kontrol sahibi olabiliriz ve sonuçta daha az enerji harcarız. Hayal gücümüz sınırlarımızda başka bir kritik faktördür.
Enerji ile etkileşim, genellikle basit, bilinçsiz bir eylemde bulunma veya bunu kasıtlı eylem haline getirme meselesidir.
Enerjisini, yetiştirdiği bitkilere yönlendirip, onlarla paylaşarak, iyi büyümelerine yardımcı olan birinin durumu, bu türden doğal gelişen bir enerji ile çalışma sayılır.
Her enerji çalışmasının ilk gereksinimi, bunu yapma isteğidir.
Enerjimizi değiştirdiğimizde, irademizi etrafımıza yaymak veya uyumlamak için bilinçli bir seçim yapmış oluruz. Eğer irademizi, bir şeyin doğasına aykırı hareket edebileceği biçime empoze edersek, oluşturmaya çalıştığımız değişiklik ne kadar büyük olursa, istediğimiz enerjiyi elde etmek için daha fazla dirençle karşılaşırız. Bu nedenle, irade ve imajinasyon gücü, her türlü enerji için özgün bir zorunluluk haline gelir.
Kişinin bazı şeyleri değiştirme isteği ne kadar güçlü ise, o kadar başarabilir. Örneğin; rüzgarı bir yönde biraz daha sert esmeye teşvik etmek istediğimizi düşünelim, bu dikkat çekici bir şeydir, çünkü rüzgar doğasında zaten esmeyi ister. Böylece, enerjiyi daha güçlü hale getirecek şekilde manipüle etmek basitleşmiştir.
Enerji ile çalışma sanatında ayni sonuç, farklı modlarda da elde edilebilir. Enerjiyi çeşitli sonuçlar için manipüle ederken, gerektiği kadarını toplayabilen herkes, düşünceye yeterince odaklanır ve istediklerinin görüntüsünü net bir şekilde görselleştirebilirse, her türden kontrol için, bu zihinsel görüntüyü gerçekleşene kadar güçlendirmesi ve bu süreçte imajinatif olanakla birlikte, enerjiyi kesintisiz akıtması önemlidir.
Enerjiyi, zihinsel imaja ve düşünceye sürekli akıtmak, aynı zamanda büyük miktarda enerji kullanılmasını gerektirir. İstenilen sonuca, neyin neden olduğunu incelemek ve daha sonra bu etkileri doğrudan taklit etmek yararlıdır.
Yağmur yağmasını dilerken duada bulunanlara ayni zamanda, bir sağanağın çok boyutlu hissini, ses, koku dahil, zihinsel imajlarla enerjileri eşliğinde toplamaları, yere dönük parmak uçlarından toprağa akan suları hissetmeleri önerilerek; bulutlardaki su moleküllerinin, ısının ve rüzgar hızının değiştiğini düşünmeleri, iyi bir yağışın geleceğine olan inançlarını, kendi enerjileri ile beslemeleri sağlandığında, sonuçların daha verimli hale gelmesi mümkündür.
Eğitimsiz bir pratisyen, ‘Ham Enerji’yi çevreye gönderdiğinde; enerjisinin, hiç bir yöne yönlendirilemediği bir anda, kendisini büyük bir meşe ağacı gibi düşünebilir. Ağacın kökleri derinlere iner, gövdesi gelebilecek her şeye karşı sağlam ve güçlüdür, dalları gökyüzüne doğru yükselir, yaprakları güneşin sıcaklığını emer ve su ile derin köklerini besler. Böylece çok gerekli olan topraklama ve merkezleme çalışmalarını araştırıp öğrenebilir.
Enerji, doğası gereği düşüncelerimize yanıt verir, manipüle ettiğimiz enerji buna tepki verir ve ona gerçekleşmesi yönünde davranır. Sözlü, ya da kendi zihnimizin sınırları içinde “yapabilirim” diyen bir ses, “sadece bunu yapmama izin ver” diyen bir dilek, dua veya küçük bir mantra, belirli bir manipülasyonu gerçekleştirmek için, zihne ipucu olarak hizmet eder. Muhtemelen bilinçli istekler için çıkış sağlar.
Ayrıca bilinçaltımız, zihnin, etraftaki enerjiyi manipüle edebileceği ve titreşimini değiştirebileceği bir kanal olabilir. İnanç her şeydir. Kendinize, hayallerinize, yeteneklerinize inanıyorsanız, olanaklarınız fazladır.
SEMBOLLERİ DOĞRU KULLANMAK
Şöyle düşünelim; bir koruyucu çağırmaya çalışan biri, kızgın bir başka enerji formu tarafından uyarılmışsa, enerjisini doğru kanalize etmesini engelleyen kolektif ve kültürel bağlayıcılığı bulunan bir sembol, ya da bir söz öbeği edinmiş olabilir. Mesela bir renk, dünyanın başka bir bölgesinde farklı anlam taşır. Batıda ‘siyah’, Asya kültürlerinde ‘beyaz’, Afrika’nın bazı kısımlarında ise ‘sarı’ ölümle ilişkili renktir. Benzer şekilde, batıda ‘kırmızı’ arzu veya saldırganlıkla ilişkili, çoğu Asya kültüründe de şansla ilişkilidir. Sonuçta, enerjinin nasıl çalıştığı, ”su gibi akıp akmadığı” bunun gibi sembolik ayrıntılara dahi takılabilir.
Sürekli kendini dengelemeye çalışan enerji, bir noktadan diğerine sürekli akar ve kişiye özgüdür. Tıpkı ”Su’ gibi, kişisel veya toplumsal havuzlar oluşturur.
İnsan toplulukları etrafında oluşan büyük enerji havuzları, çoğu zaman o topluluğun zihinleri sayesinde, onların çevresel enerjilerinin doğasını bilgilendirmektedir. Kısacası, bu topluluğun bilinçaltındaki kolektif bilinç, etraflarındaki enerjinin davranışını da yönlendirecektir.
Bu nedenle, belirli renkleri, sembolleri ve jestleri tek bir şeyle ilişkilendiren bir grup çalışma, ritüel veya topluluk zihni, aynı şeyi zıt bir sembolle ilişkilendirdiğinde, sağlıksız bir sonuca sahip olabilir.
Kültürün kolektif görüşleri, enerjinin belirli bir sembole nasıl tepki verdiğinin en büyük faktörü olsa da, topluluklar kendi zihinlerine sahip bireylerden oluşur. Sembollerin ters etki yaratmamaları ve hangi formda olursa olsunlar, ilgili tüm üyelerin zihinsel ihtiyaçlarını karşılamaları bu yüzden önceliklidir.
Birlikte çalışan iki veya daha fazla kişi, tek başına çalışan bir kişiden daha fazla etkiye sahip olabilir, ancak bütün olarak dünyayı daha iyi anlamaları, enerjiyi genel olarak daha çabuk dönüştürür.
Bedenlerimiz, etrafımızdaki enerjiyi emen süngerler gibidir.
Bu yüzden kimi insanlar belirli bir grubun içinde olduklarında kendilerini rahatsız hissedebilirler. Zira insan vücudu, duygusal ihtiyacına göre hücrelerini beslemektedir.
YARATIM GÜCÜMÜZ YOK, SADECE YORUMLAYABİLİRİZ
Fizik alem, defalarca yanıp sönen büyük bir enerji okyanusudur ve gerçekliğin ‘iç haritası’ kişisel hayatımızın kolektif deneyimlerinin bir sonucudur. Düşüncelerimiz bu görünmez enerjiyle bağlantılı olmakla kalmaz, fiziksel yaşamımızı yönlendirmek için, ”evreni parçacık bazında kaydırmayı” da başarabilir.
Bu sürekli değişen enerji alanı; güçlü düşüncelerimizle motive edilebilen, sembolleri ve imajinatif etkiyi değerlendirebilen çok akıcı bir yerdir.
Düşünce gücü, daima nöronlar arasında bir enerji yükü temin ederek yönlendirmeye hazır hale gelir.
Düşünce gücümüz kuantize karakterdedir.
Kendisinden güçsüz frekansları etkiler.
Güçlü olan titreşim yoğunluklarının alanından etkilenebilir.
Vücuda yararlı her tür şifa materyali de, zihinsel faaliyetin yepyeni işleyişi sayesinde üretilerek, hücresel düzeyde yenilenmeyi sağlar. Sahip olduğumuz hücreler; moleküllerden, atomlardan, hücrelerimizin atomaltı parçacıkları da enerjiden oluşuyorsa, sürekli değişken bir enerji kümesi isek, bu bizim doğamızda vardır.
Beden, Tanrısal ve ilahi bir neden. Biz bedenin düşünce tarafından yaratılan bir etki olduğunu bildiğimizde; bedenimizin ”yaratma veya yaratım gücü olmadığını”, sadece deneyimleyenebildiğini, ancak, zihinde oluşan düşüncenin de, yorumlamak ve deneyimlemek için bedene gereksinim duyduğunu anlayabiliriz.
Sürekli olarak kişinin yaratım gücünden bahsedilmesi, asla enerjetik düzeyde geçerli bir önerme sayılmamalıdır !!
Fizik alemde öne çıkarılması istenilen şey; yaratma gücümüz değil, bilinç seviyemizdeki değişiklikleri kurarak, evreni olduğundan farklı frekansları içinde görme ve saf titreşimlerle rezonansı öğrenmemizdir.
Böylece, gerçekten istediğimiz neyse, yararımıza olan bir parçasını tezahür ettirebilme adına; güç, irade ve imajinasyon olanaklarımıza sahip çıkabiliriz.
Ferda Ercan Uyulan
Karanlığın Mesajı –
Bölüm V, Bilincin Dalga Fonksiyonu’ndan alt bölüm.
HLotus