Medeniyet kavramı 19.yüzyıl ve 20.yüzyıl aydının gündeminden hiç düşmemiştir. Batı Medeniyetinin üstünlük iddiası karşısında Osmanlı aydınının farklı dönemlerde farklı tepkisi gelişmiştir.Yeni Osmanlı hareketinin doğduğu yıllarda batı medeniyeti karşısında Osmanlı aydınının duruşu oldukça anlamlıdır. Namık Kemal’i Renan Müdafanamesi yazdıracak kadar meydan okuyucu, “Avrupa’da bir cevalan” yapan Ahmet Mithat’ı bazı hayranlıklarına rağmen kendi medeniyetinin üstünlüğü konusunda gururlu bir çizgide tutar. Abdülhak Hamit Endülüs’e yeniden döner. Namık Kemal, Ortaçağdan bulduğu kahramanlarla modern çağ karşısında bir duruş sergiler.
Elbette batı medeniyetinin bir üstünlüğü vardır. Bu üstünlük ulûmla fünûnu ayıran bir anlayışla tanımlanır. Fünûn lüzumludur batının fennini temsil eder ve özellikle savaş meydanlarına yansıyan şekilde batının üstünlüğünü göstermiştir, ama oryantalizmin aşağılayıcılığı karşısında savaş meydanlarında olduğu kadar kolay teslim olunmamıştır. Meydan okunmuştur. Bir kısım aydın bu üstünlüğü hiç alttan almamıştır; “Dinleri var işimize benzer işleri var dinimize benzer” şekilde bir yargı kullanarak Batı medeniyetine dinimiz vasıtasıyla ortak olunmaya çalışır.
Yeterince medenileşmiş II. Meşrutiyet aydınının bir kısmı bu meydan okumayı oryantalistlerin tarafında yer alarak kendi medeniyetine karşı yapmayı tercih eder. Kılıçzade Hakkı’ya göre batı medeniyeti kutuplarda da olsa muhakkak alınmalıdır. Batı medeniyeti kutuplara gitmeye gerek kalmadan kendine bu tartışmaların yapıldığı yıllarda nüfuz alanı açmıştı zaten. Cumhuriyet bu açılımın bayrağını devralır ve Batı medeniyeti ideal olarak benimsenir. Cumhuriyeti kuranlar için muasır medeniyete ulaşma konusundaki uygulamalar mecrasından gelmesine bakılmaksızın medeniyete ulaşmanın sabırsız arzusu sayesinde şeklî bir takım özellikleriyle hızlıca getirilmiştir.
Medeniyet kimi zaman park alanları şeklinde kimi zaman bir şapka şeklinde kendini göstermiştir. Park şeklinde kendini göstermesi daha öncedir ama parka koyulan bankın oturak olduğu anlaşılmış olsa da oturma biçimi konusunda medeniyet banka nasıl oturulması gerektiği konusundaki etkisini hemen gösterememiştir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var sözünü hatırlatırcasına banka oturmayı deneyen İstanbullu bağdaş kurmayı tercih etmiştir. Bunu gören kutuplarda da olsa medeniyeti alıp getirmeyi düşünen başka bir münevver makalesinde veryansın etmektedir. Batı medeniyeti alınmalıdır, ama bir de silindir şapka meselesi vardır. Sadri Ertem bundan pek haz duymaz silindir şapkaların ölçüleri problemlidir. Oldukça trajikomik durumlar ortaya çıkmaktadır. Ölçülerden ziyade bu meseleyi inkılapçıların tanımıyla mürtecilerin safında yer alan Necip Fazıl “bir şapka bir eldiven bir maymun ve …” diye yazarak Batı medeniyetinin referanslarını müstehzi bir şekilde ifade eder. Elbette üstadın bu referanslara olan kindarlığı sonradan başlamıştır; fakat onun batı medeniyeti karşısındaki tavrı milyonların düşüncesi haline gelmiştir. Muasır medeniyetten mezarlıklarda nasibini almış Cebeci’de ölülerimizi dirilerimizden önce asrîleştiren bir Asrî mezarlığımız da olmuştur.
Batı medeniyetinden esas talep konusu olan teknolojisinin yirminci yüzyılda yaygınlaşan telefon, elektrik, televizyon gibi imkanları birçok kırsal bölge için ancak 1980’li yıllardan sonra ulaşılabilir olmuştur. Büyük aydınlanmamız böyle bir şeydir. Askeri aydınlanma ise medeniyeti farklı algılamış özellikle 1980 sonrasında yol su elektrik gibi medeni vasıtalar yerine Atatürk büstünü medenî olmanın temel şartlarından biri olarak görmüştür. Bunun için ulaşılamayan köylerin ilçe merkezlerinde heykel inşaası önemli bir medeniyet belirtisi olarak düşünülmüştür. Elbette yolu, elektiriği olmayan köylere bunlardan önce büst dikilmesi bir çağdaşlık alameti olarak şekli aydınlanmanın devamını sağlıyacaktır. Bu aydınlanmanın ilk öncüleri kendilerini 1960 ihtilali sonrasında göstermişler, ama bu anlamda medeniyeti yeterince yaygınlaştıramamışlardır. Askeri aydınlanma kışlanın nüfuz alanı kadar ışıtır, ya da bir aydınlatma fişeğinin geceye olan zararı kadar.
O günler artık geri kaldı. Batı medeniyetiyle olan temasımız gardrobu veya yemek masası düzenini aştı, teknolojik anlamda göstergelerimiz olmaya başladı. Bunlarla ilgili bazı tavırları benimsediğimiz gibi bazılarını kendimize uydurduk. Alafranga tuvaleti yıkanma yeri zannedenler filan belki çıkmıyor ya da banka bağdaş kurup oturmak bir gelenek değil bir asilik belirtisi olarak kendini gösteriyor. Yemek yerken bıçak kullanma konusundaki hassasiyetimiz o kadar gelişmişki elle yenilmesi usulden olan taamı bile el var deyip zarif bir şekilde midemize yolcu ediyoruz. Kolonyayı terkedemeyince kullanım itibarıyla muhtemelen kendi icadımız olan kolonyalı mendil kullanıyoruz. Bununla beraber sokakta, ulaşım araçlarında yemek yeme gibi alışkanlıklarımız hala geleneğimizin kısıtlayıcı güzelliklerinden etkilenmiş devam ediyor.
Dolayısıyla Batı medeniyetinin göbeklerinden biri olan Londra’da hala ulaşılamamış medenî bir asaletin içerisindeyiz. Yani bizleri medenîliğin şartlarından olarak öğretilen yemek yerken ağız şapırdatmamayı, el yalamamayı, araçları çöp yığını haline getirmemeyi, ulu orta yerlere işememeyi veya kusmamayı medeniyetin göbeğindekilere göre daha iyi becerdiğimizi söyleyebiliriz. Londra’da bunların hepsine şahit olmak mümkün banklara bağdaş kuranı görmüyorsunuz, ama herkesin oturduğu toplu taşıma aracı koltuklarına ayaklarını da oturtanları, çöp atanları, ayaklarını basarak paspas niyetine kullananları şapırdatarak yemek yiyenleri, ellerine bulaşanları yalayıp yalayıp iştahınızı açanları, telefon kulubelerine küçük abdest dökenleri, sokakları, ulaşım araçlarını kusmuk torbasına çevirenleri rahatlıkla görebiliyorsunuz.
Tabii ki bu durumdan rahatsız olmayan otobüs şoförleri de yok değil, bir de Türkiye’yi bilen bir Türk olursa bu şoför sizin tenkitleriniz karşısında lafı cuk diye oturtur. Bize hoş gelmeyen bütün bu davranışlar için cevabı; olsun hiç olmazsa molotof kokteyli atıp otobüsü yakanlar yok. Olursa ne olur? Bu sorunun cevabı zor, ama tahmin edilebilir. Belki bir defa için bir psikopat yaptı derler, ama ardı ardına yapılır ve yapanlar hem suçlu hem güçlü olursa bir örgütü olursa tahminimce ortaçağ ceza yöntemlerini yeniden gözden geçirirler…Batı medeniyetini eleştirmeye kalkarken sonunda böyle bir cevapla karşılaşmak benim argümanlarımı geri çekti.
Molotof kokteylini onlardan öğrendik ama onların bitirdiği yerde biz devam ettiriyoruz. Acayip medenileştik.
Ahmet Gezgin
– Haber Lotus –
HLotus