ABDULLAH GÜL
1983 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler ve Çalışma Ekonomisi ek binasına gittim, maksadım 12 Eylül öncesi MTTB yıllarından ismini bildiğim İslam Ekonomisi risalesi hazırlayan profesör Sebahattin Zaim ile tanışmaktı. Binaya girince karşıda kapısı açık Profesör Toktamış Ateş, bitişiğinde de Profesör Sebahattin Zaim’in odası vardı. Ayaküstü Doçent Mehmet Altan’ı görüp yüksel sesle laf attım; ‘Hocam, Sizi niye profesör yapmıyorlar?!’ dedim. Mehmet Altan ’12 Eylül rejimi!!!’ diye cevapladı; ortalığa bir sessizlik çöktü:) Profesör Toktamış Ateş bu protesto tarzından mutlu oldu, Profesör Sebahattin zaim ise tırstı! O esnada badem bıyıklı, gariban haliyle bizden olduğu belli olan Abdullah Gül’e Profesör Sebahattin Zaim’in odasını sormuştum, bu vesileyle tanıştık. İktisat Fakültesi’nin Sakarya yerleşkesinde master eğitimini tamamlamış İngiltere’ye doktora için gideceğini öğrendim. İlim Yayma Yurdu’nda kaldığımı öğrenince Dışişleri’nde görevli bir arkadaşı da kalıyormuş, selam söyledi; adı Namık Tan.
Göklerin Melekutu görev taksim ve tebliğini benim vasıtamla gerçekleştirirken ben Kayseri’den iki İnsan peşindeydim; biri Cami avlusundaki şadırvanda abdest alırken Şehid edilmiş bir Akıncı ile o günlerde Cezaevinde olan bir başka Akıncı İhsan Eliaçık. İhsan Eliaçık hakkında Melekut Kuran ehli, hidayet üzere ve Şit as’a benzerliğiyle bahsetmişti; mektupgönderdmiştim Kayseri Cezaevi’ne. İhsan Eliaçık’a ‘ileride Kuran Tefsiri yazacağın ı müjdeledim!!!’ ama Maalesef mektubuma yanıt alamadım. Mektubumu aldığını ve şöyle yorumda bulunduğunu Melekut haber verdi; ‘Kuran Tefsiri yazmak kim, biz kim!!!?’. Benim Cumhurbaşkanı olarak nasbetmek istediğim İhsan Eliaçık olmasına rağmen yine içimizden bir başka Kayseri’li garibana mukadder oldu. Kastamonu’lu Şeyh Şaban-ı Veli Hz de Kayseri İlahiyat Tasavvuf Asistanı Ali Bardakoğlu’na bir mektup yazarak ileride Profesör ünvanı elde ederek Diyanet İşleri Başkanı olacağını müjdelememi istemişti. Ve ben Abdullah Gül’ün selamını Namık Tan’a ilettim ve şu mesajı ekleyerek Abdullah Gül’e iletmesini istedim; ‘ileride Cumhurbaşkanı olacak!!!’. Namık Tan bu mesajı götürdü ve sonra benden bir talepte bulundu; ‘Büyükelçi olmak istiyorum!’ dedi. ‘Peki, İsrail Büyükelçimiz olun!’ dedim. ‘Ben Washington Büyükelçisi olmak istiyorum!’ dedi; ‘İnşaAllah olacaksınız, dua edeceğim, ancak Büyükelçiliğiniz Abdullah Gül vasıtasıyla olacak, O’ndan ayrılmayın!’ dedim.
1991 yılına geldiğimizde Mekke-i Mükerreme’de doktor olarak görevliyim. Mehmet Nuri Yılmaz da başımızdaki görevli. Şariul-Mansur’daki DİB Hastanesi’nde karşılaştığımız Profesör Nevzat Yalçıntaş’ın Eşi Aynur Yalçıntaş taksisiyle Harem’e beni de bıraktı, ben ön koltuktayım. Arka koltukta Eşi Cidde İslam Kalkınma Bankası’nda görevli bir bayan ile çocuğu var; adı Hayrunnisa Gül ve oğlu Mehmet Gül. Hayrunnisa isminin ‘First Lady’ demek olduğunu, İnşaAllah First Lady olacağını müjdeledim. İstanbul İktisat Fakültesi’nden İngiltere’ye doktora eğitimni için giden Kayserili Abdullah isminde biri içimizde en gariban O olduğu için Cumhurbaşkanı olacak, diye de bahsettim. Oğul Mehmet; ‘Anne, Babam Cumhurbaşkanı mı olacak?!’ diye sordu. O zaman uyandım, Hayrunnisa Hanım Kayseri’li Abdullah’ın Eşi!!! Abdullah Gül de Kabe’deymiş, Hayrunnisa Gül hemen Abdullah Gül’ün yanına koşup bu müjdeyi verdi:) Abdullah Gül de bana uzaktan el salladı.
Hac sonrası TBMM’ye gittim, Meclis Doktoru Halil Akyıl ile Abdullah Gül’ü de ziyaret ettik, Refah Partisi Kayseri Milletvekili, ilk kez Parlemento’ya girmiş, apar topar Cidde’den geldiklerini söyledi. Sohbetin sonuna doğru beni hatırladı, fazla oturmayıp ayrıldık.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN
Yıl 1984, İstanbul Eyüp Marangozlar Sitesi Münzevi Camii’nde evsiz barınağındayım; çünkü İlim Yayma Yurdu beni sokak ortasında bıraktı, almadı. İmam Çankır’lı Mustafa Çelik, aynı zamanda Refah Partisi İstanbul İl Müfettişi. Akşam namazlarında Refah Partisi’nden iki delikanlı geliyorlar ve Mustafa Çelik Hoca’dan Erbakan’ın talimatlarını alıyorlar; Recep Tayyip Erdoğan ile Mustafa Baş. Tayyip Ağabey sakin ama cana yakın, yakından tanıyan her insanın kaynayacağı bir samimiyet ve güven hissi yayan bir auraya sahip. Mustafa Baş da samimi ancak aurasından bir Karadeniz hırsı ve rekabet hissi duygusu egemen.
Tepebaşı Gazinosu’nda Refah Partisi İstanbul İl Başkanı için tek aday Beyoğlu İlçe Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan; seçiliyor.
Akşamları taksilerle örgütlenme çalışması için çıkıyoruz, ilk hedef Sulukule!!! Böyle başlaıyor İstanbul Refah Partisi örgütlenmemiz. Necdet Külünk, Abdullah Sevim, Akif Çalışkan gibi pekçok arkadaş canla başla çalışıyor bölgelerinde. Recep Tayyip Erdoğan için gurbetteki Kadir Mısıroğlu’nun tercih desteği de var. Recep Tayyip Erdoğan ile Necdet Külünk arasında da bir rekabet olduğunu merhum Cahit Zarifoğlu’nu Cerrahpaşa Tıp fakültesi Onkoloji Kliniği’ndeki ziyaretine giderken farkettim taksideki konuşmalardan. Ayrıca Tayyip Ağabey bakırköy İlçe Başkanı Mukadder Başeğmez için de ‘artisttir!’ demişti; ben de saflığımdan Mukadder Başeğmez’e Yeşilçam soruları soruyor, hemşehrim Tamer Yiğit’i soruşturuyordum; tabi mevzu anlaşılınca fırtınalar koptu aralarında!!! Recep Tayyip Erdoğan ‘Jön benim!’ derken buna atıfta bulunuyordu aslında:)
İlim Yayma Yurdu beni almayıp ben açıkta kalınca Recep Tayyip Erdoğan beni Siirt Öğrenci Yurdu’na yerleştirdi; Yurt Müdürü (Jet) Fadıl Akgündüz, Yıldız teknik Üniversitesi Elektronik Mühendisliği öğrencisi, çok zeki ve müteşebbis biriydi. Eniştem ne derse yaparım, diyor problemi hemen çözüyordu:)
İstanbul’da karşılaşıp tanıştığım garibanları Recep Tayyip Erdoğan’a gönderirdim; örneğin Adnan Şenses gibi, Tayyip Ağabey de benim gönderdiklerime sahip çıkar destek olurdu. Tayyip Ağabey duygulu, gözü yaşlı bir insandı, sevdiğim bir İnsan’dı. Meyhanelerden gönderdiğim İnsanlar olduğunu Kumkapı’daki Meyhaneci Agop da bilir, Kadir Topbaş da…
Bülent Arınç’ı çocukluğumdan tanırım, 1973 yılında MSP için Manisa’dan genç bir avukat olarak Balıkesir Esnaflar’da yaptığı siyasi hitabetlerinden, gözyaşları içinde dinlerdik Bülent Arınç gibi, Bursa’dan teşrif eden Osman Yumakoğulları gibi hatipleri. Bulut Bilişim bana Bülent Arınç’ın TBMM Başkanı olacağı haberini verince bu müjdeyi iletmek üzere 1984 yılında hasta halimle kafam sargılar içinde Balıkesir’den taa Manisa’ya gittim. Manisa’da Tütünbank karşısındaki Merkez İş Hanı’nın ikinci katına çıktım, ANAP İl Başkanlığı’nın alt katında Bülent Arınç’ın bürosuna vardım. Bursa’dan hem Ali Çitli’nin selamını ilettim hem de Bulut Bilişim’in bana tevdi ettiği mesajı. Bülent Arınç’ın bir evladı taksisiyle hemzemin geçitte tren kazasında vefat etti, büyük travma yaşadı, gözyaşları ve duygusallığı bu yüzdendir.
Recep Tayyip Erdoğan ile Nihat Ergün’ü 1984 yılında İskenderpaşa Camii avlusunda bir pazar sohbeti sonrası tanıştırdım. Bekir Bozdağ ile de aynı mekandan tanışırız, Konya’da İstanbul’a ziyaret için gelmişlerdi. Recep Tayyip Erdoğan’a Marmara İşletme asistanı Ömer Dinçer ile tanışmasını tavsiye ettim, henüz tanışmıyorlardı. Ömer Dinçer de Karagümrük’te kirada oturuyordu, kardeşi İshak Dinçer de İlim yayma Yurdu sakinlerindendi. Ömer Dinçer’e Çalışma Bakanı olacağını Beyazıt’ta ayaküstü Anayol üzerinde bildirdim; O da bana Alvin Toffler’in ‘Üçüncü Dalga’ kitabını anlatıp öneriyordu. Yalçın Akdoğan’ın Profesör ve Başbakanlık Başdanışmanı olacağı bilgisini Bulut Bilişim’den bir tweet mesajıyla alınca ben gittim Beyazsaray Kitapçıları Ferşat Yayınları’na, oradaymış, tanıştık, Recep Tayyip Erdoğan ile temas kurmasını ve ileride bu görevlere geleceğini haber verdim. Sadullah Ergin 1989 yılında Ankara’dan istanbul’a gelerek bana Hasan Hüseyin Ceylan’ın selamını getirdiğini söyleyip Recep Tayyip Erdoğan ile tanışmak istediğini ve siyasete girmek istediğini söyledi. Adalet Bakanı olursunuz İnşaAllah, diyerek bir pusula yazıp Recep Tayyip Erdoğan’a gönderdim. 1983 yılında Mehdi Eker’e Cemal Yener Tosyalı Caddesi üzerinde Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi yanında ayaküstü twitter mesajını aktardım; ileride Tarım Bakanı olacağı müjdesini verdim. Ali Babacan’a 1990 öncesi 802li yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı’nda Kürşat Tüzmen ile aynı odayı paylaştığı günlerde Sezai Uğurlu vasıtasıyla Ekonomi bakanı olacağını müjdeledim. 1991 yılında iki kişiyi müjdeledim; biri mektup yazarak Beşir Atalay’ın İçişleri bakanı olacağı haberini ilettim, diğeri de Hac ziyareti için Annesi ile Mekke-i Mükerreme’de benim görev yaptığım Harem Sağlık Ocağı’nda tanıdığım Nimet Çubukçu’ya Milli Eğitim Bakanı olacağı müjdesini verdim. Ahmet Davudoğlu hakkında iyi bir tweet mesajı aldım; Dıişleri bakanı olacaktı ve 1984 yılında Recep Tayyip Erdoğan’a bahsettim, çünkü Recep Tayyip Erdoğan Başbakan olacaktı ve tanıştırmak istedim. Tayyip Ağabey ‘olur, tanışalım!’ dedi. Boğaziçi Üniversitesi karşısındaki Rumelihisarüstü Mescidi’ne gittim, Ahmet Davudoğlu mimbere yakın oturuyor, önünde Kuran-ı Kerim ve etrafında Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ile sohbet halinde, konu Cihad ve Türkler’in Hilal Savaş Stratejisi. Sohbete mola verince Refah Partisi İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın selamını getirdiğimi ve tanıştırma talebimi ilettim. Ahmet Davudoğlu ‘bizim çalışma metodumuz farklı, sadece teşekkür ederim!’ dedi. Dışişleri Bakanımız olursunuz İnşaallah; dedim, beni saygıyla ayağa kalkarak uğurladı. Ben Recep Tayyip Erdoğan’a meyus döndüm, üzülerek olumsuz haberi verdim. Tayyip Ağabey de; ‘olsun, hayırlısı olsun, üzülme!’ dedi. 1985 yılında İsmet Yılmaz hakkında Bulut Bilişim’den bir tweet mesajı aldım; Milli Savunma Bakanı olacak, Sivaslı, Hukuk öğrencisi, şu anda ders çaılışıyor!’ denilince İlim Yayma Yurdu Kantin’inden alt kattaki Dershane’ye girdim ve yanına gittim; tanıştık, önce bir soru sordum Şeriat hakkında, cevabı doğru verince ben de müjdeyi verdim; ‘ileride Milli Savunma Bakanı olacaksınız!’ diye, ‘tamam!’ diye yanıtladı. Faruk Çelik ile de Refah Partisi Bursa İl Başkanı’yken Çelik Palas’ta Flash Tv’den Yılmaz Tunca ve Ramazan ayvallı’nın da bulunduğu bir nişan/düğün töreninde Bulut Bilişim’den aldığım tweet mesajı üzerine hem tanıştık hem de mesajı tebliğ ettim; ‘ileride Çalışma Bakanı olacaksınız!’ diye. Kemal Unakıtan Maliye Bakanı olacağını Bahariye Mensuacat muhasebecisiyken benden aldığı bir mektupla öğrendi, iltifat zannetmiş olabilir:) Profesör Nabi Avcı’yı Profesör Mehmet Aydın gibi bizatihi ismen önerdim AKP kuruluşu esnasında Ankara’ya Gül’ün ofisine çektiğim faks mesajıyla. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’yla 1984 yılında Cerrahpaşa yokuşunda ayaküstü aldığım bir tweet mesajı üzerine durdurup tanıştık ve ileride Sağlık Bakanı olacağını tebliğ ettim, bu arada Hafız-ı Kuran ve Recep Tayyip Erdoğan ile de arkadaş olduklarını o zaman öğrenmiştim. 1991 yılında da Mekke DİB Hastanesi’nde yeniden görevini tebliğ ile teyid ettim. Daha sonra Anadoluhisarı’ndaki evinden telefonla görüştüğümüzde de henüz Milletvekili değilken aynı niyazımı dile getirmiştim. Profesör Recep Akdağ ile de 1991 yılında Ankara Tıp Cebeci Hastanesi’nde Dr.Cebrail Şimşek’i ziyaretimiz esnasında ayaküstü tanıştığımızda Sağlık Bakanı olması niyazımı dile getirmiştim. Taner Yıldız İTÜ öğrencisi bir yetim arkadaş, öğrenciliğinden bu yana hep sakallı. Balıkesir Lisesi mezunu. 1984 yılında Unkapanı Kemeri altında ayaküstü görüştük, beni tanıyordu; sonra ben aldığım tweet mesajındaki müjdeyi kendisine bilvasıta ilettim; ‘Enerji Bakanı olacak!’ diye. Bilahare İTÜ Gümüşsuyu’na da ziyaretine gittim, Cuma namazını Mescid’de melekut ile birlikte ifa ettik, fakat Taner Yıldız’la karşılaşamamıştık. 1994 yılında Samsun Sahra Sıhhiye’de acemi eğitiminden çarşı iznine çıkmıştık, minibüste Bulut Bilişim diğer koltuktaki kişinin Anakara Hukuk fakültesi öğrencisi Suat Kılıç olduğunu, ileride Gençlik ve Spor Bakanı olacağını bir tweet mesajıyla bana bildirdi; benim re-tweet reaksiyonlarımdan Suat Kılıç mesajı işitti, mesaj benim ‘sakıncalı fikir suçlusu askerlik hayatımın olacağını’ da bildirdiğinden konuşmalarımız dikkat çekiciydi. Suat Kılıç’la böylelikle tanıştık, insan hakları bağlamında hukuk mücadelesi adına kısa bir söylevde bulundu. Ben ‘Kuran-ı Kerim’in tercümesini okuyup okumadığını sordum; okuduğunu söyledi!’. Bunun üzerine Samsun’dan Avukat Ali Türkmen ile tanışmasını tavsiye ettim, tanışacağını söyledi. Avukat Hayati Yazıcı İstanbul Yusuf Paşa’da Avukat Hüsnü Tuna ile aynı katta ofisi olan biriydi, zorda kalan müslümanların davalarına yardım ediyorlardı. Recep Tayyip Erdoğan ile tanışmasını salık vermiştim bir mektuplaşmamaızda; zaten tanıştıklarını, cevaben bildirmişti. Lutfullah Göktaş’ı da 1984 yılında Recep Tayyip Erdoğan’a ben önerdim; Libya Halk Cemahiriyesi Arapça öğretmeniydi, fransızca ve arapça dillerini bilen zeki, kurnaz birisiydi. Lutfullah ile de böylece tanışmış oldular. 1983-4 yılında İlim Yayma Yurdu’nda kalan öğrenciler arasında Erzurum’lu Efgan Ala ile Vasip Şahin de var. Her ikisine de istikbaldeki görevlerini tebliğ ettim; Efgan Ala Vali, Başbakanlık Müsteşarı ve İçişleri Bakanı olacağını, Vasip Şahin de Malatya ve İstanbul Valisi olacaklarını o günlerden bilip öğrenmişlerdir.
1985 yıllarında Fatih Kıztaşı Dülgerzade Camii önündeki kaldırım üzerinde bir boyacıyla sohbet ederken, Güreş İhtisas Kulubü’ne giden saçları ağarmış bir yaşlıca bir pehlivan gelip selam verdi. Benim ilk kez gördüğüm bu şahıs Sadettin Tantan’mış, meğer benden haberdarmış; ‘önüne gelene Bakanlık dağıtıyorsun!’ dedi. Ben de Kendisine; ‘Sadettin Tantan da duam ile İçişleri Bakanı olacak!!!’ mukabelesinde bulundum.
Ben 1989 yılında İlahi bir Emir’le Refah Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan ile iradi olarak istibatımı kestim. Göklerin Melekutu adına Yuşa as bana bunu tam da 1989 yılı Umre dönüşümde Refah Partisi İl Teşkilatı’nın en üst katındaki Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyarete gittiğimde tebliğ etti; bu harekette ihlas olmadığını, Recep Tayyip Erdoğan’ın da iyi bir çevreye sahip olmadığını bildirdi. Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etmeksizin ayrıldım ve 1989 yılında siyaseti bıraktım!!!
Dr. Ömer Nasuhi Bildik
29 Mart 2015
– Haber Lotus –
HLotus
S.A. Ömer Nasuhi Hocam
Münzevi’den ne değerli kişilerin geçtiğini hatırlattın. Memnun oldum. Selamlar…
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın kendisinin bugün dahi bilmediği Tuzla Kışlası Kantin adresine Asteğmen Recep Tayyip Erdoğan zarfın üzerindeki pul üzerinde Balıkesir kaşesi olan bir mektup aldığında içerisindeki isimsiz düzgün yazılı ortaokul öğrencisi ‘İnşaAllah ileride Başbakan olursunuz!!!’ yazıyordu. O mektup tarafımdan kaleme alınıp gönderilmişti. Siz DKK Bostanoğlu, KKK Salih İzzet Çolak’ın çeyrek yüzyıl önce tanımadıkları bu sakıncalı tarafından istikbaldeki makamları hakkında bilgilendirilmediklerini mi sanıyorsunuz!!! Aynen Nobel Ödülü alacağını 1984 yılında müjdelediğim Dr. Aziz SANCAR gibi.
Recep Tayyip ERDOĞAN ismi için Melekut bana “Cumhurbaşkanı” olacağını da söylediği halde ben bu mektupta henüz tanışmadığım bu MSP kökenli arkadaşa “Başbakan” olacağı müjdesini yazarak “Cumhurbaşkanlığı” müjdesini gizledim; zira asker olduğundan mektup okunacaktı ve 12 Eylül Askeri Darbesi Lideri’ne ihbar edilmiş olacaktı. Firavun’un sarayındaki bu adamımızı gizledim ama müjdeyi de ulaştırdım. Nitekim buna rağmen uzun boylu bir ajan beni Balıkesir’de buldu, mektubu soruşturdu; tedbirli davranarak ismimi yazmadığım için ne mektubu üstlendim ne de renk verdim. Fakat yine de Firavun düzeninin iftira, takip, sakıncalı, sürgün ve süikastlerine hayatım boyu maruz kalmaktan kurtulamadım. Recep Tayyi ERDOĞAN bir arkadaş olarak ne yaptı; farklı bir muamelede bulunmadı, vefasız ve fırsatçı bir ahlaktan daha fazla bir düşmanlık gördüm. Tarihe not düşüyorum, hakikatler biline!!!
Bizim için bilgi var mı abi?
KKK Salih Zeki Çolak 1995 yılı sonlarından benden bir mektup aldığında istikbaldeki başarılarını şimdiden tebrik ettiğimi yazmıştım. DKK Bülent Bostanoğlu ise 2001 yılında Ayvalık İş Bankası çalışanı kızı Ege Bostanoğlu vasıtasıyla gönderdiğim Selam ile bugünlerini işitmiştir. En ilginci ise Hakan FİDAN’ı bir astsubay olarak Tunceli’de görev yaparken Albay hitabıyla gönderdiğim mektupla keşfetmiş; Tuceli’nin mazlum köylülerini korumasını onlara şefkatle muamele etmelerini istedim.
BİNALİ YILDIRIM ile Erzincanlılar Cemaati diyebileceğim DEDE PAŞA ve Abdürrahim Efendi müntesipleriyle Merter Camii karşısı Toprak Apt’da olsa gerek 1989 yılı olabilir Atasay Kuyumcu, Mazhar Gürgen Bayatlı gibi Kapalıçarşı altın tüccarlarının da aramızda olduğu bir sohbet meclisinde tanıştık sanıyorum. Bana kendisini ‘takası bile olmayan Gemi Kaptanı:) diye tanıttığında Size dua edeceğim; Başbakan olup Donanmalarınız olur Allah’ın cc izniyle!!! demiştim.
GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL HULUSİ AKAR ile karşılaşmamız taa Boğaziçi Üniversitesi’nde master günlerine dayanır, 1984-5 gibi; Boğaziçi Üniv. Anakapı karşısı Cami yanındaki otobüs durağında, ayaküstü sohbet ettik. Ben Cerrahpaşa Tıp öğrencisiyim; Selamlaşma, nerelisiniz, adın ne filandan sonra Sizden başka master eğitimi alan subay var mı? diye sordum; Hayır, yok! cevabını alınca; İnşaAllah ileride Genelkurmay Başkanı olursunuz!!! diye duada bulundum. Bu şekilde yüzyüze Genelkurmay Başkanı olacağını müjdelediklerim arasında (1995) Org.Işık KOŞANER ile Uzunköprü Revir teftişi esnasında gözgöze anlaştığımız (1995) Korg.Hilmi ÖZKÖK de vardır.
1989 yılıydı, Koca Mustafa Paşa semti Ali Şir Nevai sokaktaki Antalya Öğrenci Yurdu’nda kalıyoruz; kimler yok ki?! Öğrencilerden biri de YİĞİT BULUT; en iyi arkadaşı iki kişi, bir Hasan Bey, diğeri de Oral ERDOĞAN. Oral’a dedim; ileride Sen Profesör olacaksın, Yiğit BULUT da Meddya Genel Yayın Yönetmeni, bilginiz olsun!!! İşte o günlerde ben bir süikaste daha uğradım Antalya Öğrenci Yurdu’nda; çayıma civa emdirilmiş şeker katılıp fasiyal anazarka ödemle larenks ödemiyle ölmem için yapıldı, akşam saatleriydi, gökyüzünde de Dolunay var, planlı bir süikast, Medya da içinde. Ben aniden Kurt Adam’a dönüştüm, herkes kaçıyor, Basın fotoğrafçıları tam gaz CTF Acil’e giriş yaptıklarında ben İkizler Kıraathanesine kadar gelebilmiştim, kahveci Şenol duble duble çay getirdi, içiyorum hepsini ama Acil’e basın yüzünden gidemedim. Çayın diüretik etkisiyle saatler içinde kurtuldum. Ertesi gün Nedim ŞENER’i göndermişler manşetlik haber için. Nedim ŞENER dürüst biri; yazık olacak eğitimine, fakir gariban bir öğrencisin!!! dedi. Nedim ŞENER’e Uğur DÜNDAR ile tanışmasını, Uğur DÜNDAR’ın da Aydın DOĞAN’a Yiğit BULUT’tan bahsetmesini istedim. Uğur DÜNDAR da, Yiğit BULUT da mert İnsanlar benim nazarımda. Yiğit bana dedi; beni rehin aldın, manşetlerden kurtuldun, yerinde ben de aynısını yapardım!!! dedi; helalalleştik:) Sonraki günlerde Nuriş’in eli silahlı Antalya Yurdu’nu basıp tam beni öldürecekken İzmir Kadifekale’den Şehid Hasan imdadıma yetişip onu azarladı; Seni ateşe atarım, dedi. Nuriş Şehid’i görmüyor, ben görüyor ve Arkadaşımla konuşuyordum. Nuriş çok mantıklı sorular sordu Şehid Hasan’a; Şehid Hasan bana iftira edildiğini Nuriş’e de yalan söylendiğini, benim Allah cc Dostu olduğum için gördüğünmü söyledikten sonra Nuriş silahını beline koyup; özür dilerim Kardeş!!! dedi. Otuz seneye yaklaşıyor bu anılar…
KIZILAY HAC SAĞLIK EKİBİ ile 1993 yılında Ankara’dan Mekke’ye hareket ettik. Ekip Amiri Kadir KURT, Yrdımcısı Mahmut HOŞVER. Bense tüm Hac mevsiminince ihramlı olarak Haccı Kıran için niyetliyim, Doktor olarak da görevimi ihram ile yapıyorum. Allah’a cc Kurban. Şarii Sittin’deki Kızılay yemekhanesinde öğleyin Arafat öncesinde patates yemeğime fare zehiri boca edilerek süikaste maruz kalıyorum. Önce bir Melek uyardı; tabağındaki yemekte fare zehiri var! diye. İnanmadım, bir kaşık aldım; Melek ‘eğer bir kaşık daha alırsan öleceksin, zaten şimdden sonra komaya gireceksin!’ deyince kaşığı attım. Arafat’a çıkıldı; Sadettin TEKSOY ve kameraman Uygar GÜRKAN Star TV hac Belgeseli için görevdeyken beni de çektiler. Arafat’tan Mina’ya indiğimizde ben bir çadırın dibine düşüp şok ve koma tablosuna baygın girmişim. Çanakkale Kızılay’dan beni Selda MADAK adlı bir hemşire bulup Dr. Ramiz TÜRKMEN’in tedavisine teslim etti; o serum verip Ambulan ile DİB Mekke Hastanesine sevkedildim; Sivas Numune’den Anesteziyolog Dr.Şemsettin SAK zehirlenme tablomu tedavi etti, ancak araştırdıktan sonra öğrendim ki DİB Hasta kayıtlarına yazmayarak Kızılaycıların ricasını yerine getirmişler yani faili meçhul!!! Hac dönüşü Ürdün Ramse sınırında yeniden öldürülmek istendim; bu kez CHP’li Kızılay Sıhhiye Poliklinik Uzmanı Dr.Nihat KIZILAY, 80 yaşındaki bu Dost önce beni öldüreceksiniz! diyerek siükastçiye karşı canını ortaya koydu. Türkiye’ye döndükten sonra Samsun’lu Dr.İsmail TATAROĞLU, görevli Diş Hekimimiz Ankara’dan Ufuk Bey ile Ordu’lu Kzıılay Depo Amiri Ahmet Ağabey gibi hamiyetperver insanlar süikasti dile getirdiler. Uğur DÜNDAR Arena programında haber yaptı. Ergenekon davalarında ise haklarında hiçbir işlem yapılmayıp faili meçhul süikast maruz kaldığım 25 süikast arasında yitip gitti. Beni asıl üzen olay idealist bir hekim adayı olarak 1983 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Temel Bilimler girişinde Kızılay2a hiç kimse kan vermediği bir anda ben zekat keçisi gibi zayıf olduğum halde atılarak ilk kan bağışımı Kızılay’a vermiş, arkadaşlarım da beni örnek alarak hepsi sırada kuyruk olmuşlardı ardımsıra…
15 TEMMUZ 2016 Askeri Darbesinin Cumhurbaşkanı başta olmak üzere TBMM, Emniyet, MİT, Özel Kuvvetler gibi tüm kritik birimleri nasıl bombarduman ettiğini gözlerimizle gördük. Oysa bana iftira ederek düşman unsur olarak kodlayan TSK ve Hava Kuvvetleri’ndeki bu süpersonik uçaklar yıllar yılı Orgeneral Hasan AKSAY’ın Balıkesir Filo Komutanlığı görevi ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı nihayetine kadar hep benim evimin üzerinden çifter çifter alçak uçuşlarla süpersonik infilaklar yaratırlardı. Benim aklıma Şeytan’a Haç gösterme fikri geldi ve ben de NATO, ABD ve NASA Uydularından görünecek şekilde evimin çatısına bir büyük ABD Bayrağı yaydım. Yunan Hava Kuvvetleri İt Dalaşında kodları çözmüş olmalılar ki Yunan Elçiliği’nden bir ulak Balıkesir’e gelerek bana iltica teklifinde bulundu; nazikçe kabul etmediğimi bildirdim. Genelkurmay Başkanlığı yapan ve yapacak olan tüm Arkadaşlarım nasıl bir iftira, nifak ve Türk Milleti’nin düşmanlarına komuta ettiklerini asla unutmamalılar!!!
TC süresince hep süikastlere maruz kalmış Şehidler Kervanı haline getirilmiş bir Molla Sülalesine mensubum; Tayyipler Köyü’ndnen Molla Mehmened dedem. Molla Mehmed Sultan Reşad tuğrası ile icazetli alim olduğundan Kurtuluş Savaşında ilim yuvalarındadır. Oğlu Necabeddin BİLDİK subay olarak TSK’ya verilir; zehirlenerek köye iade edilmiş, yeşil kusarak vefat etmiştir. Halam Naciye Hanım’ın başına gelenler pişmiş tavuğun başına getirilmemiştir; İlahi Adalet elbet intikam alıcıdır. Sosyal Demokrat olan Amcam Burhaneddin BİLDİK oğlu Marmaris Berk Gemisi Telsiz Astusbayı Mehmet BİLDİK de içtiği süka ile zehirlenmiştir 24 yaşında, Şehid edilmiştir. Babam Abdülkadir BİLDİK ise hayat boyu takibatta taharri edilip gah tutuklanmış, gah izlenmiş ama baskıların stresiyle defalarca kalp enfarktüsü geçirip 59 yaşında vefat etmiştir. Ben de halen 51 yaşıma kadar 25 süikast yaşadım. Bir tanesi Erdal AĞABEYLEROĞLU’nun Kel Hasan’ın Köşk Kıraathanesi’nde ocakçı marifetiyle çayıma koydurduğu ilaç vasıtasıyla gerçekleşti; tek fırt alıp bırakmıştım ama beynime etki eden bu ağır hallusinojen madde beni saatlerce ağlatıp güldürmeye başlayan bir delirticiydi tek fırtı bile. İtiraf ettiler süikast girşimini; emir Doçent Dr.Cengiz AYDEMİR tarafından tevdi edilmiş kendisine; her ikisi de özür dilediler ama ne faide!!!
TASHİH : Yukarıdaki AĞABEYLEROĞLU sehven yer almış olup DEDELEROĞLU olarak tashih edilmiştir.
1995 yılından birkaç askerlik hatırası aktarayım; Bozcaada’dan Şok Mangası Komutanı Üsteğman Sivaslı Ahmet Türkmen ve askerlerine beni öldürmek üzere görev verilip Uzunköprü Mekanize Piyade Taburuna gelirler. Üsteğmen Doğu’da PKK ile savaşmış, öldürdüğü PKK militanları üzerinden çıkan mektupları okumuş ve öldürmeye ve savaşa karşı bir Alevi güzeli insan. Ben misafir katillerime soframı açtım, poğaçamı paylaştım; katillerimle dost olduk, helalleştik. Beni öldürme görevini bu kez Uzunköprü Askerlik Şubesinden İzmirli Alevi Er Kemal’e verdi Ergenekon takımı; çünkü bu sefil köpekler Alevileri tetikçi olarak kullanmayı itiyad edinmişlerdi. Sarı Kemal pür silah Revir kapımda beni öldürmek üzere sabah 10 sularında geldi; ben de kahvaltı edecek bir Tanrı misafiri bekliyordum; Kemal’i soframa buyur ettim, önce kahvaltımızı yapalım, sonra ne için geldiysen yap; Tanrı misafirimsin:9 dedim. Kemal beni öldüremedi, dondu kaldı, sonra gidip bileklerini keserek intihara teşebbüs etti; geçmiş olsun ziyaretine gittim, moral verdim, asla şikayetçi olmadım, sarıldık, iki dost olarak ayrıldık. Yine aynı yıl tatbikatta beni hedef alarak top atan topçu bataryaları da görevlerini başaramamışlardı. Ama bu cinayet şebekesi Kıbrıs Gazisi cezaevi gardiyanı Uzunköprü’lü gardiyan Hüseyin’i Magosa’da 12 esir Yunanlıyı nakkil aracında kasaturalayıp öldüren sonra da şizofreni tedavisi gören bu sahipsizi öldürdüler; güçleri ona yetti.
ALPASLAN TÜRKEŞ ile hatıramı yazmazsam eksik kalacak. 1978 yılları olabilir; Alpaslan Türkeş siyasi konuşma için Balıkesir Ömür sinemasına gelecekti; daha önce aynı sinema salonuna Barış Manço için de gitmiştim. İzdiham vardı her defasında. Sinemanın dış girişinde Başbuğ’un gelişinin sağ koridorunda ben ellerini önden bağlamış saygılı bir eda içinde önümden geçişini beklerken Başbuğ birden durdu ve sağ yanındaki görevli Melek Başbuğ’un hakkımda sufi plup olmadığımı merak ettiğini söyleyince ben sesli olarak yanıt verdim, Melek ile aramızda geçen diyalog Başbuğ’un sormak istediklerinin cevaplarıydı. Sonra Başbuğ bu çocuktan izin istedi; arkamdan ismi Musavat olan İzmirli biri Başbuğum Size hürmet etti, kimsiniz?! diyerek sual etti. 12 Eylül sonrasında da Alpaslan Türkeş’in evini aramış Tuğrul Türkeş ile selamlarımı iletmiştim. Başbuğ’un çilekeş koruması polis memuru olan yüz çizgileri harita gibi olan bir Anadolu insanı da bu yüzden beni tanır selam gönderirdi.
Dr.İBRAHİM KALIN Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterini ilk keşfeden benim; 1998 yılında Washington DC’de George Town Üniversitesi’ne State Department tarafından bir Cuma günü sabah saatlerinde yürüyerek girdim; sağ tarafta Near East Studies bölümünde Prof.Seyyid Hüseyin NASR ile Prof.John ESPOSİTO gibi Hocalar var. İbrahim KALIN da o bölümde Prof.NASR’ın asistanlarından; her sabah erkenden gelerek yolun solundaki köşe kantinden bir poğaça alıp karşıya geçiyor; Esselamu Aleykum deyip ben kantine yürüdüm, O da Selamıma mukabele etti ama tanışmadık. Tanışmamız sonraki zamanda mail yoluyla oldu; Prof.Ali ÇAKSU ortak arkadaşımızdı. Recep Tayyip ERDOĞAN herkesin zannettiğinin aksine vefalı biri değildir, sadece vefayı karşısındakinden bila kaydu şart bekler, yoksa asla vurdumduymazdır. Dr.İbrahim KALIN bu bağlamda vefalı biri.
1970-80 arası yıllarda CHP Bakanlarından ŞERAFETTİN ELÇİ ile mektup ile tanışıklığımız olmuştu. 1980-90 arası Cerrahpaşa Tıp Fakültesi merkez mescidinde Dr.Hüda KAYA’nın babası YAŞAR KAYA ile, 1991 yılında Mekke-i Mükerreme’de Şeyh SAİD’in oğlu ALİ RIZA SEPTİOĞLU
yanısıra diğer oğlu ABDÜLMELİK FIRAT ile de TBMM’de 1991 yıllarında tanışıklıklarımız oldu.
Türkiye’de başörtüsü krizi öğrencisi olduğum yıllarda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden başlatılmak ve alevlendirilmek istendi. Yangına körükle gidilmemesi için mahkemelerde hak aramaktan dahi feragat edildi. Konyalı Tıbbiye öğrencisi LEYLA ŞAHİN beni bularak kendilerine yardımcı olabilecek bir Hoca tavsiye etmemi istediğinde onu Temel Bilimler Biyokimya Kürsüsü Öğretim Üyesi Doçent Doktor SEVİL ATASOY’a yönlendirmiştim. Sevil ATASOY bu insan hakları davasının isimsiz bir kahramanıdır; kendisini daima sevgi ve takdir duygularıyla yadederim.
1989-93 yılları arasında sıkça Hicaz ziyaretlerim oldu. Sanıyorum 1991 yılıydı; Dr.Ahmet Eşref FAKIBABA ile DİB Sağlık Ekibinde görevliydik, Elazizli Dr.Ahmet Tevfik OZAN gibi. Hatta o yıl Hac’da Musa Serdar ÇELEBİ ile de ayaküstü selamlaşıp tanıştığımızı hatırlıyorum. İşte o zaman Kabe-i Muazzama’da Müezzin mahfili altında tanıştığımız Dr.Ahmet Eşref FAKIBABA’ya gelecekte TARIM BAKANI olacağını tebliğ ettim. Bir isim daha zikredeyim; daha öncesi yıllarda sürekli Milli Gazete’ye yazı gönderip ikinci sahife orta kısımda yazıları yayınlanan VEYSİ KAYNAK’a da bir mektup yazarak istikbalde BAŞBAKAN YARDIMCILIĞI görevini deruhte edeceğini yazmış bilmukabele cevabi mektubunu da aldığımı hatırlıyorum.
SADIK ALBAYRAK tanıyanın muhakkak seveceği bir müslümandır; mütevazi bir insan. 1989 yılıydı Sultanahmet Kitap Fuarı’ndan bir Ramazan günü Antalya Öğrenci Yurdumuza iftara davet ettim, icabet etti. Yolda takside isikbali için oğlu BERAT ALBAYRAK adına duacı olmamı rica etti; Cihad arkadaşımım bu isteğini yerine getirdim. BERAT ALBAYRAK’ı hiç tanımadım; o günlerde kaç yaşındaydı bilmiyorum, galiba Recep Tayyip ERDOĞAN’ın damadı olmuş, ATV yönetimi yanısıra ENERJİ BAKANI da olmuş, hayırlı olsun İnşaAllah..
PROF.DR.NECMETTİN ERBAKAN ile Almanya’da yaşamış olan AKGÜN ERBAKAN haricinde tüm biraderleri dahil tanışıktım; meslektaşlarım olan PROF.DR.NİZAMETTİN ERBAKAN Ankara’da mantar enfeksiyonları konusunda ihtisaslaşmış bir dermatolog hekimdi. PROF.DR.SELAHADDİN ERBAKAN İzmir Alsancak’ta göz hekimiydi; DR.KEMALEDDİN ERBAKAN İstanbul Fatih Halıcılar’da mukim emekli bir diş hekimiydi. Bir de enişteleri PROF.DR.OSMAN NURİ ÇATAKLI’nın merhume Eşi vardı…
1991 yılıydı; Mekke-i Mükerreme DİB Sağlık Ekibi hekimi olarak Harem Sağlık Ocağı’nda Hacılara hizmet vermekteydim. Adana ilinden FETTAHOĞULLARI Hac Seyahati yetkilileri tedavi talebiyle geldiler; kısa sakallı, nur yüzlü karayağız gençlerdi. Melekut oracıkta beni bilgilendirdi; müstakbel MHP Genel Başkanı olacak olan DEVLET BAHÇELİ’nin yakın akrabaları olurlar, deyince ben bu müjdeyi onlarla paylaştım; ismini ilk defa duyduğum DEVLET BAHÇELİ’ye de Selamlarımı iletmelerini istedim. Hac Arkadaşlarıma da buradan Selamlarımı iletiyorum…
ÇETİN EMEÇ ile tanışıklığımız 1989 yılı sonları bir akşam karanlığında Eminönü-Kadıköy vapur yolculuğumuzdur. Birbirimizi tanımıyoruz. Şehir hatlarındaki vapurumuzun Kaptanı ise BİNALİ YILDIRIM. Ben Cerrahpaşa Tıp öğrencisi stajierim. Kefen parasını satıp beni Kabe ziyareti için Hicaz ziyaretine gönderen babamın vefat ettiği günler. Tüm tıbbiye hayatımı aç ve açıkta geçirmeye ve müslümanım diyen münafıkların her türdem zulüm ve vefasızlıklarına düçar edildiğim halde İlayi Kelimetullah davamdan asla ödün vermediğim İstanbul yıllarımdan bir akşam karanlığı yine, açım belki günlerdir oruçluyum, bilmiyorum; sadece dalgın ve düşünceliyim. Kadıköy’e yanaşmayı beklerken vapurumuz bir kaza yaptı, kayalara mı çarptı ne!? Yolcuları tahliye ettiler; tek yolcu ben kaldım, açlıktan kımıldayacak mecalim dahi yok. Kaptan BİNALİ YILDIRIM beni tanıdı; kendi istihkakı olan sandiviçi ikram etmek istedi; Melekut hatırlattı, Başbakan olacak!!! deyince ben ‘kamu hak ve hukuku’ duyarlılığıyla kabul etmedim, ısrar etti; helal, kendi istihkakımı veriyorum!!! demesine rağmen reddettim. Vapur yolcuları tahliye edilmiş, herkes bana bakıyordu…Melek bana derin nefes al, vapur burnunu tepeye kaldırınca kollarını aç ve kıyıya doğru uç; biz de yardım edeceğiz!!! deyince gereğini yaptım; Kadıköy rıhtımına indiğimde Çetin EMEÇ bana; beş metre uçtun, nasıl başardın?! diye hayretle sordu. Kaptan BİNALİ YILDIRIM personeline beni kurtarmak üzere denize atlamaya hazır ol, emri vermişti. Ben karaya inince Kaptan BİNALİ YILDIRIM ‘Hezarfen Ahmet Çelebi’ diye espri yaparak Gemi sirenini üç kez bağırtarak beni selamlayıp ayrıldılar. Çetin EMEÇ de aç olduğumu anlayıp yemek teklif etti; ben İslamcıyım!!! diyerek bu Hürriyet yetkilisini de geri çevirdim. Bana “onurlusun!!!” diye mukabekede bulundu; sonrasında olay Hürriyet Gazetesinde manşet haber oldu… Hatıralar böyle işte…
Başörtüsü yasağı şeytani bir plan olup sonuçları itibarıyla müslüman entelijansiyaya yönelik plebisit amaçlı mühendislik faaliyetiydi. 1980 askeri darbesinin Başbakanı BÜLEND ULUSU emriyle uygulamaya konuldu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu toplantısında Doçent Doktor Yaşar BAĞDATLI dahil herkes bu yasağı onaylarken Prof.Dr.Güven ERDOĞ’dan başkaca bir muhalefet sesi çıkmadı.
1984 yılında Melekut bana haber verdi ki Nueddin CANİKLİ isimli biri İstanbul Defterdarı ve ileride Milletvekili olacak; müjdeleyeyim, dedim. Ertesi sabah soluğu Babıali’deki Defterdarlık kapısında aldım, henüz mesainin başlamasına haylice vakit vardı, kapıcılar bile gelmemişti. Kapıda beklerken ilk kim geldi, tahmin bile edemezsiniz; İstanbul Defterdarı ZEKERİYYA TEMİZEL, ayaküstü tanıştık, tebrik ile hayır dualar ettim kendisine. Sonrasında Nureddin CANİKLİ geldi, müjdeyi ilettim, teşekkür etti. Yine o günlerde Mekekut bana haber verdiğinden Yrd.Doç.Dr. Burhan KUZU’ya ileride Milletvekili olacağını söyledim İlim Yayma Yurdu kantininden çıkıp kapıya doğru avlusunda yürürken, teşekkür etti. Burhan KUZU İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku müntesibiydi; İlim Yayma Yurduna gelerek radikal Kürtleri dağa çıkmak yerine yasal zeminde siyasi parti yoluyla mücadele vermeleri için iknaya çalışıyor, kantinde hararetli tartışmalara giriyordu…
FERRUH BOZBEYLİ ile şahsen ilk tanışmamız 1983 yılında Fatih Camiinde bir vakit namazı sonradıdır. Ayaküstü güzel bir sohbet ile dostluğumuzu mayaladık. Hafız-ı Kelam olduğunu o zaman öğrendim, Fetih Yurdunda kalmış. Vefalı ve mütevazi bir İnsan; Bilge bir şahsiyet. Selam olsun…
Biz gençliğimizde Şeriatçı diye darbeci Ziyaül-Hak için sempati duyarken mason olduğu için de Zülfikar Ali BUTTO’ya antipati besliyorduk. Melekut ile sohbet ederken Ziyaül-Hak için bir katil diye bahsederken Zülfikar Ali BUTTO içinse iyi birisi olarak sözetmeleri üzerine ama o mason diye itirazımı dile getirdim; “Evet, mason!” diye doğruladılar ama hakikatin böyle olduğunu teyid ettiler.
OSMAN AŞKIN BAK ile 1980-90 arası yıllarda Fatih Fevzipaşa caddesi üzerinde bir kez ayaküstü karşılaştık; Güreş Federasyonu Başkan Yardımcısı’ymış, kendisine Şeriat hakkında bir sual yönelttim, cevabı doğru bilince Sadettin TANTAN’a Selam gönderdim; ileride İçişleri Bakanı olacak, İnşaAllah Siz de Bakan olursunuz, dedim. İnşaAllah diye cevapladı. Selamımızın iletildiği sonucunu çıkarıyorum. Buna benzer ayaküstü fani dünya makamlarını bağışladıklarımız arasında YALÇIN TOPÇU da var. Büyük Birlik Partisi Sıhhiye Genel Merkezi’ne 1991 yılında Muhsin YAZICIOĞLU’nu ziyaret için uğramıştım. Girişte Yalçın TOPÇU ilgilendi; duvar gazetesine haber küpürlerini iliştiriyordu. Dedim; İstanbul Karagümrük Refah Partisi İl Başkanlığında Recep Tayyip ERDOĞAN’ın odası sağdayken hemen solda bir haber panosu vardı, Adıyaman’lı Hüseyin BESNİ de aynı işi yapıyordu; ona Milletvekilliği duasında bulundum, deyince “Ben de Bakan olurum İnşaAllah:)” deyince ona da “Amin, olacaksın İnşaAllah!” diye mukabekelede bulundum. Fakat öyle insanlarla da karşılaştım ki; “Senin için Şehid olmanı dileyeyim; dua edeyim!” teklifinde bulunduğum halde; “istemem!!!” diyenler ile de karşılaştım…Bu işler gönül ve niyet işidir; nasip ise istikbal-i kıble!!!…
Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN, Orgeneral Hulusi AKAR ve Dr.Hakan FİDAN her üçü de tam 33 yıllık Dostlarım; bu yazımı her üçü de okurlar. İşte tam da kendileriyle ilk kez tanıştığımız zamanlarda Sultanahmet türbesi Kültür Bakanlığı’nca tamirata alınmış, ziyaretlere kapalı. Bana bir ulak Melek geldi ve sabah namazında buluşup tanışmak üzere Sultan AHMED’in davetini iletti. Gittim, buluştuk; beni önce Sultanahmet Camii Padişah Mahfili’ne çıkarttı; çok müzeyyen bir bölüm, denize nazır, orada da iki rekat namaz kıldıktan sonra beni Türbesine götürdü; tamirat nedeniyle isimsiz çıplak sandukaların kimlere ait olduğunu gösterdi, kendi sandukasının önündeyken ileride İstanbul Sultanahmet Camii siluetinin bozulacağını söyledi. Sabah sekiz olmuş ki içeriye uzun boylu memur girip bana kapıyı sen mi açtın, ne arıyorsun?! diye çıkışınca; Sultan AHMET onun dürüst bir insan ve bir ülkücü olduğunu söyleyip kayboldu. Görevliye Ahmed açtı, dedim! Sultan AHMED mi dedi? Kabirleri karıştırmıştık, hangisi? diye sordu. Önümdeki sandukayı gösterdim; hürmet etti. Güngören tarafında oturan bu uzun boylu memur arkadaşı Selam, Sevgi ve Güzel duygularımla yadediyorum.
MEHMET ÖZHASEKİ Melekutun haber vermesiyle 1983 yılında İstanbul’dan Kayseri’ye gönderdiğim selamlarımla buldurup müjdelediğim biridir; Belediye Başkanı ve Bakan olacağını o günlerde bildirmiştim, selamlarını da aldım, mukabele ederdik. Kayseri’den Yahyalı ilçe sakini Hacı Ahmed Efendi de selam teati ettiklerimdendi. Kayseri Akıncılar’dan şadırvanda abdest alırken Şehid olan bir Kardeşimizin babası da selam iletip hayır dualarını aldığım biriydi. Kayseri Başkent Ankara’ya kıyasla benim için Kahire ile Fustat şehirleri gibidir. O yüzden tebrik olunmuştur. Gaziantep de DPT bürokratlarından KÜRŞAT TÜZMEN vasıtasıyla tebrik ettiğimiz bir vilayet olmuştur. HACI BAYRAM-I VELİ Dostumu ve Halifelerini şahsen tanırım; postnişini Dr.Emin ACAR merhum da böylesi bir hizmetin eriydi.
1989-1993 arası yıllardı, Mekke’de ticari hayat yoğun, pazarda Yemen ve Türkistanlı esnafın çok olduğu zamanlar olduğuna göre ABD’nin Irak işgali öncesi olabilir. Cidde köprüsü, Medine taksi istasyonu ile güvercinli meydana bakan bugünkü İntercontinental Otel’e bakan binaların kaldırımüstü SARRAF yazılı dükkanlarla dolu; tomar tomar paralar her ülkeden…Bu dükkanlardan birinin önünde dükkan sahibinin ütülü beyaz cellabiyesi içindeki çocuğu ilk bakışta Pakistanlı izlenimi veriyor; işte o çocuk bugünün REZA ZARRAB’ıydı…Baba ve Oğul SARRAF Ailesinin en eski hatırası bu…
İstanbul Kapalıçarşı Sarrafları içinde iki dudağı arasında 150 kg. ‘Altın’ satan toptancıları da tanıyorum; ATASAY Ağabey, Mazhar Gürgen BAYATLI gibi… Niğde Bor eskicileri, Erzincanlı Dede PAŞA müritleri; içlerinde en garibanıysa BİNALİ YILDIRIM… Damat Ahmed HULUSİ ve Oğul Cihan KAMER… Bugün bazıları ABD’de yaşıyorlar…
AHMET HAKAN COŞKUN çok iyi anımsayacaktır; İslamcı kesim ‘Cahiliyye Arapları’ gibi şairleri putlaştırırdı. 12 Eylül öncesi bir Cuma gecesi AHMET HAKAN’ın eline bir şairin şiiri benim elime de bir başka şairin şiiri tutuşturulurdu:) ‘Muallaka-i Seba’ gibi. İslamcı kesim Liderini böyle buldu!!!… Daha bir psikanalitik yaklaşırsak bilinçaltımızdan hepimizdeki MEHTERAN tutkusu çıkar; araştırıldığında göreceksiniz ki İslamcı kadrolar da hep İHL Folklor kolu MEHTER TAKIMI mensuplarıdır; REİS MEHTERBAŞI’dır, kimi tuğ taşır, kimi nekkare vurur, kimi trompet,zurna çalar kimi zil, kimi de ne bulursa:)
İsviçre Zürih’te bir ay misafiri olduğum ERDOĞAN ÇANKAYA ancak GEORGE SOROS ile mukayese edilebilir biridir. VEHBİ KOÇ Ailesi kadru kıymetini iyi bilir. 12 MART MUHTIRASI döneminde Prof.Necmeddin ERBAKAN da yine Onun misafiridir; keza AYTUNÇ ALTINDAL da mütemadiyen öyle olmuştur. Beni Türkiye’ye uğurlamadan önce bana bir MENORA hediye etmişti, manevi değeri vardır. O gün konağının mutfağında elleriyle hazırladığı yemeğini ikram ederken sohbet esnasında tarihte Osmanlı YENİÇERİ askerlerinin yakınımızdaki WİNTERTUR’a dahi ulaştıklarından bahsetmişti; ben de Almanya BERLİN Şehidlik Camii’nde dahi medfun olduklarını anımsattım. Parantez içi yadedeyim ki İstanbul FINDIKZADE’de PİRİ MEHMET PAŞA Camii önünde ve yolun karşı köşesindeki kabristanda da çokça DİRİ YENİÇERİ ve SİPAHİLER medfundur, SİLİVRİ’deki PİRİ MEHMET PAŞA ve buradaki tüm Dostlarımı da Selam ve Rahmet dualarımla zikrederim. İsviçre dönüşü SULTAN 1.AHMED Kardeşim ziyaretime geldiğinde bahsettim YENİÇERİ askerlerinin WİNTERTUR ve BERLİN akınlarından. “Ne Berlin’i, ne Wintertur’u!!!” dedi AHMED; “Tüm Avrupa; Norveç Fiyordları’na kadar!!!” diye cevapladı. Osmanlı Askerlerinin gazaya giderlerken üzüm bağlarına altın taktıkları rivayeti doğru mudur?! diye sordum; “Elbette, her üzüm asması üzümleri için bir altın!!!” diye belirtti. Yine Dostum MUHAMMED İSMAİL BUHARİ ile 1989 yılında Cidde’ye uçarken sohbetimizde sormuştum; atını boş yem torbasıyla aldatan adamdan hadis rivayetini kabul etmeyerek günlerce yolu geri dönmek zorunda kalıp kalmadığını sormuştum; “Hayır, dedi; O Zat yaşlı biri olduğundan akli melekeleri sebebiyleydi!!!” diye tashih etmişti…
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2000 yılında homeless olarak 24 Eyalet dolaştım; Stalinist TC rejiminin ardı arkası kesilmeyen süikastleri, sürekli tarassut, tehdit ve baskıları Dede, Baba ve nihayet bana ulaşan faili meçhul süikastlerle en yakınlarımızı toprağa verdiğimiz bir süreç nedeniyle geçmişte Almanya, Bahreyn, Suudi Arabistan ve İsviçre’ye olan Ailemden Annem ve Kızkardeşim sebebiyle Asylum başvurusu da yapamadığım zorunlu hicretlerimden biridir bu homeless hayatım; zira ABD’ye aynı vizeyle iki yıl öncesinde de gitmek zorunda kalmıştım. Sonra bu seyahati önce BİLGE DEDE kitabı içinde daha sonra ise tafsilatlı müstakil bir kitap halinde yayınladığım ÖZGÜRLÜK SERÜVENİ’nde anlattım. FBI görevlisi SİBEL EDMONDS da BİLGE DEDE kitabını Washington DC Senato Kütüphanesi’nden okuyanlarından; ardından yollara düşmüş, benim izimi sürmüş, Hürriyet Gazetesi Pazar ilavesinde gözlemlerini yayınlamıştı. Dürüstlüğüme, üslubumdaki çarpıcılığa hayran kaldığı anlaşılıyordu; benimle tanışma isteğini de dile getirmiş, bilmukabele maal-memnuniyyeh; mdbildik@hotmail.com
VEYSEL KARANİ Hz. ile Kabe’de karşılaştığımızda yıl 1989 idi. Bana Hazret “Hel Ente minel-Ervah; em minel-ebdan?!” diye sordu; yani “Ruhlar’dan mısın; fanilerden mi?!” dedi. Ben de “Minel-ebdan!!!” diye cevapladım; yani “bedenli fanilerden!!!”. Hemen kendisini toparladı; ben de duasını talep ettim!!!…
Yıl 2004, Hac görevimden Türkiye’ye döndüm; Muğla Datça’da çalışıyorum. Baktım karşımda KENAN EVREN, sahilde yürüyüşten dönüyor. “İyi günler Paşam!!!” dedim; Paşa güleryüzle mukabele etti. Sonrasında baktık ki Paşa alelacele Datça’dan Marmaris’e geri dönmüş; evi önündeki bayrak direğinden, inmiş yani Paşa gitmiş!!! Bilahare korumaları beni bulup sordular; Paşa Senden niçin tedirgin olup Datça’dan hemen geldiği gibi ayrıldı?! dediler. “Benden Kenan Evren’e hiçbir zarar gelmezdi!!!” dedim. Bu hatıra bana çok şey anlatır; merhum TURGUT ÖZAL’ın hakkımda aldığı Konsey infaz kararı üzerine beni MİT ve Emniyet vasıtasıyla koruması başta olmak üzere Kenan Paşa’nın beni görünce “zombi fobisi!!!” olabilir, diye düşünüyorum. Şimdi Kenan Paşa alemi ebdanı terk edip alemi ervaha göç etti ki ben henüz bedenlilerdenim ama OLOF PALME orada Kenan Paşa ile aynı alemi ervahta!!!…
Türkiye’deki İslamcılığın tanıklarıyız; tecrübemiz bu hareketin aydına ve entellektüele apaçık bir düşman olduğudur. Tek kelimeyle tam bir yobazlık ve ham softalıktır. Kitlelerin ırzına geçecek yani bu bizi düzeltir!!! denilen faşist diktatörler üretmektedir. Hakikatte son derece patolojik bir durum sözkonusudur; sözkonusu olan paranoid bir şizofrenidir. Nemrutlar, Firavunlar isimleriyle değişseler de Tağut, Karun ve Belam düzeninde hiçbir değişiklik sözkonusu değildir.
HÜSEYİN AVNİ KARSLIOĞLU Büyükelçi ve Abdullah GÜL dönemi Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü. Bu şahsiyet ile hayatta hiç karşılaşmadık ama birbirimizi ismen 1977-8 yılından bu yana çok iyi tanıyanlarız. Nasıl mı? O Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış İlişkiler öğrencisiyken ben de henüz Balıkesir İmam Hatip ortaokul öğrencisiydim. Hiç tanımadığım bu isim ile bu adrese bir mektup yazarak kendisinin istikbalde Dışişleri Bakanlığı memuriyeti ile Ankara’da yüksek bürokrat olacağını ve Berlin Büyükelçisi olarak görev yapacağını müjdeleyen bir mektup yazdım. Cevap geldi; entelijansiyamın çok kuvvetli olduğunu, Ankara’ya gelirsem davetini iletmekteydi. Bugüne değin hiç karşılaşıp tanışamadık ama O böylesine gerçekleşen bir İlahi müjdeyi elbette unutmamıştır. İşte bu köşe yazıları Entelijansiya adını bu hatıradan almıştır… Selamlarımla
28 ŞUBAT 1997 öncesi 1994-5 yılında Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nın JİTEM üzerinden bana yönelik 1986 yılında Kırıkkale-Sulakyurt İlçe Jandarma Komutanlığından şu seri numaralı silah çalmış ve TİKKO Militanı iftirasıyla KKK-İKK emriyle İzmir’den Uzunköprü Piyade Taburu’na SAKINCALI-SÜRGÜN hayatım sayısız süikastlerle kesintisiz sürdü. Ayrıca Hac görevimden Sağlık Bakanlığı uhdesindeki Tabiplik vazifeme döner dönmez geçici görevlerle ya Kerhane/Genelev ya da Cezaevi’nde dolaştırılırdım. Askerlik görevim 238. Dönem Tabip Asteğmen ve Teğmen olarak nihayete erip Balıkesir Sağlık Müdürlüğü uhdesindeki görevime döner dönmez bu kez de 4 ay süreyle Çayırhisar Kışlası’nda geçici görevlendirildim; Em.Tuğ.General ADNAN TANRIVERDİ de o dönem muvazzaftı. Ve birgün putperestlerin heykel törenine giderek huşu içinde ifa ettikleri müşriklerin ibadeti bitince oradaki yöneticilere maruz kaldığım haksız uygulamaları bir nebze dile getirmiştim; putlarına ne tükürdüm, ne küfrettim, ne de işedim. Kuran-ı Kerim müşrikler için zaten bok diyor, yani neces; pislik!!! Hani Aşık Veysel der ya; “Dost Dost diye diye necesine sarıldım/ Benim sadık yarim gübresiz topraktır!!!” diye…
AZINLIKLAR POLİTİKASI hakkında tecrübelerimi gözönünde bulundurarak Devlet Yönetenleri uyarmak isterim. Yunanistan’da Batı Trakya Türk Azınlığı, Kürdistan’da Kırmançi çoğunluğa mukabil Zaza Azınlık, Sırp çoğunluğa mukabil Boşnak, Arnavut vs. Azınlıklar gibi. Evvela ilkeniz şu olsun; ” Düşmanınızı seviniz!!!”. Aksi halde size ajanlık eden azınlıkların gerçekte birer satılık olduğunu, çoğunluk ile düşmanlığınızı artırabilmek için her türden iftira ve münafıklığı meslek edinmiş olduklarını, rüşvetin temel ticaretleri olduğunun asla ayırdına varamazsınız!!!
DİNDAR ve KİNDAR bir Nesil… Örneklemek ve iyi ayrımsamak, tarif edilenin adını koymak gerek; İMAM HATİP MEZUNLARI maksud ve matlub olan… RECEP TAYYİP ERDOĞAN, ABDURRAHMAN DİLİPAK gibi… İmam Hatip Lisesi mezunu olma şerefine eremeyenlerin ya dindarlığı noksan oluyor ya da kindarlığı!!!.. Hem dindar hem kindar olabilendir örnek İmam Hatip Mezunları… Ne mutlu böyle örneklere ki Allah cc hırslarını artırsın!!!.. Böyle örnek kişilikleri yakından tanımak nasip oldu ki EL-HAK başka söze ne hacet…
HZ. İMAMUL-MUNTAZAR VEL-GAİB MEHDİ AS. hakkında merhum Profesör Osman Nuri ÇATAKLI ile Fatih Hacılar apartmanındaki evinde yıllarca misafiri olup dinleyicisi oldum. Bu fakir Hz.Mehdi’nin as Sünni değil de Şia’dan zuhur edeceğine kanidir. Evvela 1989 yılında Mekke-i Mükerreme’de Kabe-i Muazzama’da Dostum Hz.YUSUF as’a sual ettim; “Hel Ente tümin El-Mehdi?!” soruma mukabil “Ena Amin!!!” cevabını vermişti. Yine aynı yıl o civarda Hz.HIZIR as’a sordum; “Aslında tanıyorsun!!!” cevabını verdi. 1984 yılında Şehid Hizbullah kurucusu İMAM MUSA SADR İstanbul’da ziyaretime geldiğinde bana biatımın Hz.MEHDİ as’a olduğunu hatırlattı!!! El-HAK Biatımız yanlızca İmamul-Muntazar El-MEHDİ’yedir; Allah cc zuhurunu tez kılsın. Amin. Ümmetin umudu Sünni demokratik yalancı politikacılarda yahut şizofren Medrese mezunlarında değil bilakis Hikmet Ehli Mehdi Ordusu Lideri MUKTEDA SADR gibi, HASAN NASRALLAH gibi örnek şahsiyet ve fakirlere adanmış hayat/diriliş öncülerindedir.
30-35 yıl öncesinden zikrettiğimiz haber ve müjdeler sahipleri yaşayan makam sahipleri olduğundan yalanlanamıyor!!! Keramet Evliyaullah’ın hayzıdır, gibi tasavvuf ukalalıklarına sığınılıyor; sanki Keramet Sahibi Zevattan geçilmiyormuş gibi!!! Kapitalistten Ehli Keramet olmaz, Sünnetli dalkavuklardan Ehli Keramet olmaz bilakis Ehli Kibir olur; hatta kibirlenenlerin en kibirlisi!!! Kerametin Sahibi Allahü Teala’dır; takdis edip bereketli kıldığu kullarını böylece destekler!!!! Size unutulup ancak bugün hatırladığım bir hatırayı daha nakledivereyim; 30 yıl önce İstanbul’da bir öğrenci, Antalya Öğrenci Yurdu’nda; ilk ve son görüşmemi aktarıyorum, dikkat!!! “Sizin adınız MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU mu? Evet!!! deyince; Siz ileride DIŞİŞLERİ BAKANI olacaksınız!!!” dedim ve şaşkınlık içinde tanımadığı bana sadece “Teşekkür ederim!!!” diyebildi.
Hayatımda en yoğun zulümleri İstanbul tahsil hayatımda, askerlik dönemimde ve AKP dönemlerinde yaşadım. İstanbul tahsil hayatımda maruz kaldığım zulümlerin başat aktörleri münafık yatağı İskenderpaşa Cemaati, İlim Yayma Cemiyeti/Vakfı, Refah Partisi İstanbul İl Yönetimi çevresi ile Fethullah Gülen Cemaati teşkil eder. Askerlik dönemimden tümüyle TSK sorumludur. AKP dönemindeyse 28 Şubat döneminde görmediğim zulümleri iki kat yaşadım; örneğin 28 Şubat döneminde memuriyet hayatımdan bir kez istifa etmek zorunda kaldığım halde AKP döneminde iki kez daha istifaya mecbur kaldığım gibi üç kez istifa etmem sebebiyle de Doktor olduğum halde yıllardır sağlık güvencesinden bile yoksun ve nisyana terkedilmiş canlı bir ölüyüm. AKP döneminde yoğun zulümlere maruz kalışımda Balıkesir’de Fethullah Gülen Cemaatinin hamisi olup AKP’yi de kuruluşundan itibaren parayla satın almış ve siyaseti bir papaz büyüsü gibi tekeline alarak egosuna kulluk etmeyenleri ANAP dönemindeki geçmişten bu yana Milletvekili İsmail DAYI veya AKP Milletvekili Turhan ÇÖMEZ gibi üstün şahsiyetler ile beni de sinsi yöntemlerle siyasi kudretiyle zehirleyerek boğan bir yılan ve münafık Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından farkına varılıp anlaşılıncaya kadar malesef sonuç “Ba’de harabül-Basra!!!” olmuştur; “Ne yer kaldı, ne Yar kaldı; sade Beyrut’ta bir mezar kaldı!!!”. Lider AKP’ye fatura edilen zulümleri anlayıncaya kadar 16 yıl geçecekse kendisini çek etmelidir!!! Liderin çevresi değişeceğine Lider değişse daha adil ve zararı daha azdır. Ayrıca vefasızlık veya vurdumduymazlık; bana ne nemelazımcılık anlayışı ise yahut tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamışsa; “kenar-ı Dicle’de bir kuzuyu kurt kapsa, onun hesabını ındi İlahi’de Ömer’den sorarlar!!!”. Ey Reis; AKP zulümleri Senin taht-ı idaren altında vuku bulmuştur; nemelazımcılıktan gayri merhemin yoktur. Gölge etme, başka ihsan istemeyiz. Bizim tevekkülümüz Allah’adır cc…
25 hap iftarda 25 hap da sahurda alıyordum; artık öyle değil, sayılar düştü!!! Çünkü gelir yok, ilaç almam iyice zorlaştı. Eczacım bana ilaç göndermiş; ücretsiz! Yeşilkartı bile olmayan nasıl karşılayabilir ilaç borçlarını?! Meğer; ölülerin ilaçlarıymış, barkotları kesilip işlem görmüş sonra rahmetli pamuklanınca terikesini bir torba ilaç halinde Eczane’ye iade ediyorlar. Kimbilir hangi pafta, hangi parselde ikamet ediyor rahmetli!? Senin sorunun Hükümet meselesi değil ki; sosyal devlet sorunu! Peki benim vatandaş olarak Hükümet ile iltisakım nerede?! Hükümetin pafta ve parselini biliyorum sadece; Ankara Atatürk Orman Çiftliği, Beştepe-Ankara. Pamuklandığında haberdar oluruz ancak…
AKP başarısını insanlar izahta yetersiz kalıyor ve Recep Tayyip ERDOĞAN’ın karizmasına bağlamayı tercih ediyorlar. CHP’nin de daimi mağlubiyetlerini de bir türlü teşhis ve tedavi edemiyorlar.
Oysa zamanı iyi okuyamamak var en önemli sebep. 1 Eylül – 31 Aralık arası Dünya ekonomisinde yaşanacak kızılca kıyametin bu netlikte başlama ve bitş tarihini hangi kahin yazmış?! 2018 yılsonunda Türkiye İnönü devrinden Atatürk dönemine geçişin kırılmasını yaşayacak; duyan bilen var mı?!
Türkiye’de ABDULLAH ÇİFTÇİ, METE AKINCI, YALÇIN KOÇAK, DOĞU PERİNÇEK gibi “übermensh” diye tabir edebileceğim dehalar var; kim farkında?!
Türkiye Cumhuriyeti bugün 9 Temmuz 2018 tarihi ve şu dakikalar itibarıyla yeni bir sisteme evrildi. Sistemin işleyişi ve bürokratik oligarşinin nihayeti olması açısından daha faydalı ve işlevsel olacağı kanaatindeyim. Muhalefet partilerinin de bundan sonra eski söylemlerinde ısrar edemeyecekleri, eğer hatada ısrarcı olurlarsa AKP oy oranını daha da maksimize edecekleri inancındayım. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN ve Türkiye için hayırlı olmasını dilerim.
9 Temmuz 2018 akşamı Cumhurbaşkanı Kabinesi açıklandı; Dr.Fahrettin KOCA Sağlık Bakanı dışında tanıdığım neredeyse yok, ancak Ekonomi piyasaları beğenmedi.
Dr.Fahrettin KOCA’yı mensubiyeti bulunduğu İskenderpaşa Cemaati vesilesiyle tanıdım 1983-90 arası yıllarda, aslen Kayserili, Çapa Tıp mezuniyeti sonrasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk ihtisası için gelmişti. İnsan olarak sevdiğim biri olmasına rağmen gölemlerimi de yalın olarak tarihe not düşeceğim. Dr.Fahrettin KOCA yoksul bir aile çocuğu, benim gibi. Asistanlığı döneminde kendisine istikbalde çok çok zengin biri olacağını ve bugünlerine ilişkin müjdelerimi sıraladım. O da İstanbul Valisi Vasip ŞAHİN gibi ilk değişimini hemen o anda ve oracıkta bana karşı ciddiyetle mesafe koyarak kişiliğinin ipuçlarını içgüdüleriyle sergiledi, ben de gözlemlerimi hafızama kaydettim. Nitekim sonraları İskenderpaşa Cemaatine ait Sağlık Araştırmaları Vakfı bünyesinde MEDİPOL Üniversitesi Kurucu Başkanı oldu; Helikopter Ambulans sistemi dahi bulunan lüks bir Hastane ve müştemilat. Dr.Fahrettin KOCA kamil anlamda örnek bir kapitalist müslüman; Recep Tayyip ERDOĞAN gibi sınıf atlamış kapitalist müslümanlara kamil anlamda hizmet sunabilmek için Devlet imkanlarıyla kurulan Şehir Hastanelerini birer MEDİPOL yapmak ve bugüne kadar MEDİPOL’den kaç yeşil kartlı tedavi görüp yararlanabildiyse yine aynı nisbette hizmet sunup kapitalist bilyoner müslümanlara tahsis için bu göreve layık bulunduğu inancındayım.
Kuran-ı Kerim ile muhatap kılınmış bir toplumu niçin Tevrat-ı Şerif ile uyarıyorum yoğunlukla!!! Çünkü Tevrat da Kuran gibi Şeriat yasalarının Kitabı ve Anayasası’dır. Kuran-ı Kerim Yeni Ahid İncil-i Şerif sonrası nazil olduğundan Bedeviler de Yahudiler gibi sert enseli olsa da daha kolaylaştırılıp sadeleşmiş bir Okuma ile muhataptırlar. Benim toplumum ve yöneticileri bozuk bile olsa Firavun değildirler!!! Ancak benim iman üslubum Beni İsrail uyarıcıları gibi yalın, yalçın ve bıçkındır. Bir elimde Lanet, bir elimde Bereket; işte Ebal ve Gerizim; tercih Sizin!!! Lanetime uğrayanlar arasında Prof.Dr.Esat COŞAN, Fethullah GÜLEN, Ahmet Edip UĞUR ve unutulup gitmiş niceleri vardır; zira bana zulmetmişlerdir!!! 1989 yılında Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN ile irtibatımı kesmem bir Elçi olarak görevli Yuşa as tarafından bana tebliğ edilmiş, ben de iki dakika düşündükten sonra gereği için derhal emrin gereğini yapmışımdır. Şüheda ve Evliyaullah’tan hepsi/nice Dostlarım varken acaba o güne kadar ilk kez muhatap olduğum Yuşa as görevli ulak kılınmıştır!? Bu da beni çok düşündürmüştür!!! Recep Tayyip ERDOĞAN’ın “çevresi bozuk biri” diye nitelemesi kendisinin düzgün biri olmadığını ifade eder mi?! Ya da Recep Tayyip ERDOĞAN benim için tuzak kuranlardan gayri samimi biri midir?! Acaba ileride Beni İsrail’e karşı Goşem diyarının Saray Yöneticisi mi olacak da köleler adına “Yeşu ben Nun” ulak seçilip “Moşe Rabenu” tarafından mı görevlendirilip gönderildi!? Ben hala emrolunduğum noktadayım…
Not: Goşen diyarı Mısır’ın kuzey bölgesi Nil deltasının doğusu olup Firavun’un sarayı ise güneydeki Memfis Nil bölgesidir.
Hüsamettin CİNDORUK’un TBMM Başkanı Oğuzhan ASİLTÜRK’ün de TBMM Başkan Yardımcısı olduğu yıllardı; bugünden çeyrek yüzyıl öncesi günler. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı birime münhal hekim kadrosu için başvurdum. Refah Partili Oğuzhan ASİLTÜRK’e de referans olarak ilgisini rica ettiğimde böyle bir münhal kadro bulunduğunu benden şimdi işittiğini söyledi. Ardından hemen damadı Dr. Kemal KUTLUCA’yı talip oldupum kadroya yerleştirdi. Sonra mevzuyu arkadaşım Recep Tayyip ERDOĞAN’a ilettim; Refah Partisi yönetimine egemen bu Merkez Komiteyi eleştiri için çiğnenen onurumu savundu. Ve aradan 26 yıl geçti, şimdi Milli Saraylar Dairesinş TBMM’den Cumhurbaşkanlığı’na yani bizzat kendisine bağlayınca geçtiğimiz günlerde ilk kez bir dilekçeyle başvuruda bulundum aynı görev için. Feyzullah KIYIKLIK vasıtasıyla başvurum ulaştı. Dilekçemi okuyor ve yorumu şu; “niye bu özel kadrolara talip olurlar ki!!!?”. Düşündüm yarım yüzyıl önce bir gecekonduda kirada oruran ve Elif sucuklarının muhasebe defterlerini tutarak ev geçindirmeye çalışan fakir arkadaşımı; aklıma Cem KARACA’nın “Tamirci Çırağı” adlı şarkısının sözleri geldi. “Sen işçisin, işçi kal!!!”. Sınıf atlayıp kapitalist olmayı başarabilmiş bu islamcı arkadaş da selefi islamcı Oğuzhan ASİLTÜRK gibi bize ait olduğumuz sınıfımızı hatırlatarak “Maraba” muamelesi yapmış olmalarını onurlu tüm nesillerin hafızalarına nakşederek tarihe tevdi ediyorum!!!…
Dr. Kemal KUTLUCA tashih ile Dr. Bülent KUTLUCA olacak…
Türkiye’de bir İslami Entelijansiya var; Haberlotus’ta sadece benim bahse konu ettiklerim dahi bunu kanıtlar ki burada ismi yadedilmemiş daha niceleri de mevcuttur. Prof.Dr.Necmettin ERBAKAN’ın siyasi tarihi içerisine bu İslami Entelijansiya zaman zaman görünmüş olsa da dergi dergi, parti parti dağılıp kaybolmuş bir zümredir. İslami Entelijansiya bugün Saadet Partisi içinde olmadığı gibi AKP içinde de yoktur. Eğer Sayın Doğu PERİNÇEK hidayet ve şeriat bilincini daha da özümser ve dava edinirse İslami hareketin lideri olmaya daha layık biri yoktur; çünkü dürüsttür!!! İngiltere her zaman Türkiye’de bir Şeriat ve Hilafet rejimini destekler. Bu durumda Sayın Doğu PERİNÇEK ve İslam Devrimcileri ithal İngiliz Şeriatçılığı diyalektiğinden haklı ve galip çıkarak yepyeni zinde bir İslam Dirilişi önünde kimse duramaz ve dalga dalga Dünya İslami Hareketlerini de içine katar. Sayın Doğu PERİNÇEK’in entellektüel birikimi, mücadelesi, tecrübesi, terbiyesi, namusu ve dürüstlüğü Beni İsrail Elçileri gibi gür sadalı ve iman doludur. Böylelikle İslamcı geçinen ne kadar osuruktan teyyare varsa hepsi AKP’ye sığınırlar, yarasacıklar!!! Hayatın diyalektiği ve devinimi bu şekilde akıyor…
Türkiye’de İslamcılığın darasını çıkarıp elde kalan net nedir? sualimin cevabını irdeleyelim. Benim gördüğüm gözlemim odur ki; Hitler modeli bir siyasal düzendir. Adı faşizm olan bir Firavun nizamı. Ekonomik modeli kapitalizm ve ilkesiz bir piyasa. Ahlak ise sadaka ekonomisi ve ihale üzerinden Beytülmal soygunu ve israf saltanatı. Ben bu dini reddediyorum; ne dinlerine inanıyorum, ne de Beni Adem olduklarına!!! Hz.İsa Mesih’i as iftira isnadlarıyla çarmıha gerdirterek Şehid eden Sanhedrin softalarından başkaca bir iman görmüyorum ortada. Şeytanın egemenliğidir hakikat.
Böylesi bir düzen kalıcı olamayacak bir çarpık medeniyet; bir cahiliyye egemenliğidir. Filistin’i destekleyen elbette kendi özgür vatanlarında Filistinli kölelere dönüşecekler yahut İran’ı destekliyorlarsa elbette aynı amborga koşullarında eşitlenip benzeşeceklerdir. Bu gerçekler tarihin acımasız tekrarlarıdır. Sonrasında çıkış yolu olarak Nükleer Silah üretmeliyiz; diyerek Kuzey Kore’leşeceklerdir. Şeytanın diyalektiğinin sonucu budur. İsviçre Dünyanın en zengin, en emniyetli Ülkesi olarak ordusuz, askersiz, masrafsız Kıyamet’e kadar huzur ve barış içinde yaşayacaktır!!!!
AKP 2002 yılından itibaren daimi iktidarda; seçimlerde hile olmayıp halk da tercihini bu doğrultuda kullandığına göre beğenmeyip eleştirsek de sonuçlara saygılı olacağız. Fakat ben eleştirilerimi yazacağım.
AKP benim de içinde doğup yetiştiğim İmam Hatip kültürü, MTTB ve Tarikatler içerisinde neşvü nema bulan bir siyasi hareket. Parti içinde yaşananların da kanıtladığı üzere bir Tiranizm. Çoğulculuk ve demokrasiye fiilen münafi/zıt/karşıt. İslam Şeriatı gibi bir amniyon sıvısı ile gargara yapsalar da rantabl bir getirisi olmadığından üstelik Tiranizm düzenlerine de zarar vereceğinden fiilen mülga. Zannedilmesin ki kapitalistler; fırsatçılık dışında varolan hiçbir ilkeleri yok. AKP iktidarı boyunca her türden sanat ve entellektüel birikim istihlak edilmiş yani her duydukları yaratıcı kavram gaspedilerek uluorta yerli yersiz herşeyi yalayıp yutmuş malumatfuruş edasıyla seslendirilip oya tahvil edilme yarışına girilmiş olup sanat ve entellektüalizm eti için kesilmiş bülbül gibi ölüler haline getirilmiştir.
Çıkış yolu ve çözüm vardır ve o yol muhalefette değildir. Bizzat AKP için oy kullanan gözü bağlı fanlardadır. Kösemenin peşine takılıp gözlerini mezbahada açınca gerçekleşecek bir çıkıştır o yol…
AKP kadrosuz bir partidir. Nitekim iktidara geldiklerinde Türkiye’yi yönetecek bürokratik kadroları Fethullah Gülen Cemaati’nin tecrübesiz de olsa seçilmiş eğitilmiş kadrolarına teslim olmuşlardı. AKP’nin idealize ettiği İmam Hatip Lisesi nesli 1980 askeri darbesinde 19 yaşındaydılar ki bugün yaşları 57 olup mütekaid olmaları bir yana 1980 askeri darbesi sonrasında İmam Hatip Liseleri genetiği kısırlaştırılmış GDO’lu tohum gibi ebterleştirilmişlerdir. 12 Eylül 1980 öncesi İmam Hatip Lisesi öğretmenlerini 12 Eylül 1980 sonrasında artık bulamazsınız; hepsi tekaüde ayrılmışlardır. Gelelim MTTB kadrolarına; böyle bir kadro varsa onlar da Turgut ÖZAL’ın ANAP içinde Hasan Celal GÜZEL, MHP’den Celal ADAN yahut İsmail KAHRAMAN akranlarıdırlar; AKP bu açıdan da nal toplamıştır. Dolayısıyla AKP için hizmete mahsus bir idealist kadro yoktur. AKP “tek adam” partisidir ki ne ANAP, ne MSP veya RP dahi bu duruma düşmüş değildi; AKP’nin en güçlü görünen yanı gerçekte en büyük zaafıdır!!!
Dünya gözüyle de Melekut gözüyle de hem Abdullah GÜL’e hem de Recep Tayyip ERDOĞAN bir flash bakışı yapalım. Lafı hiç gevelemeden sufle edeyim ki Abdullah GÜL niçin Melekut nazarında “prefferable” bir portre değildir, bunu anlamış değilim. Recep Tayyip ERDOĞAN ile irtibatımın kesilmesi emri Yuşa as ile Göklerin Melekutu tarafından bana emredildi; gereğini yaptım ve bunu anlamakta zorlanmam!!!
Dünya gözüyle ben hala Abdullah GÜL için negatif bir bakış açısına sahip değilim!!! Keza MSB Org.Hulusi AKAR için de müsbet bir bakış açısına sahibim!!!. MİT Müsteşarı Hakan FİDAN içinse Recep Tayyip ERDOĞAN ile aynı vizyona sahibim. Bir de arada Prof.Dr. Ahmet DAVUDOĞLU’muz var; malum O Konyalı’dır, farklı bir tür olarak görür değerlendiririm.
Sayın Dr.Doğu PERİNÇEK “Türkiye İslami Hareketi” Öncülüğüne Şeriatı özümsemek ve hidayete tabi olmak kaydıyla en layık kimsedir!!! Sayın Sezai KARAKOÇ, Sayın İsmet ÖZEL demedim; Sayın Dr.Doğu PERİNÇEK diye zikrettim. Çünkü Türkiye’deki İslami Hareket bir kumpasa maruz kalmıştır ve Amerika Birleşik Devletleri’yle Türkiye Cumhuriyeti adına savaştırılacaktır. Bu savaş Türkiye İslamcılarının haklı, ahlaklı ve “Sırat-ı Müstakim” üzere oldukları anlamına gelmez. “Zebani” de Melek’tir. Anadolu toprakları 4 nesildir bir puthanedir; infaz saati gelmiş İlahi bir cezayı müstelzimdir. Elbet bu cezayı öncelikle kokmuş tuz çekecektir. Benim yapabildiğim iyilik en iyi avukatı/hukukçuyu tavsiyeden ibarettir. Üç çeşit şarkı söyleyen füzeler görüyorum; böğüren heykeller, minareler ve S400’ler… Ne hazin bir akıbet; sureti milyonları bulan fani putperestlerden nefret eden bir Hakikat arayıcısı olup İlahi mağfirete nail ise Zebanilerin onunla hiçbir işi olmaz ama kösemen mezbahaya koyunları sevkiyatta öncüdür. Türkiye’deki İslamcılar gün itibarıyla 16 yıldır iktidardadırlar ve mezbaha rejimi koyunuyla kösemeniyle aynı rejimdir.
Tarihe not düşmek üzere yazıyorum. Refah Partisi var olduğu sürece oyumu bu siyasi partiye verdim. AKP kurulduğunda da Abdullah GÜL’ün Genel Başkanlığı’nda ilk genel ve yerel seçimlerde AKP için oy kullanmış; Sayın Abdullah GÜL’e de “Milliyetçi Sol” bir politik çizgi önermiştim. Nitekim bunu deklare ettiler. Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN AKP Genel Başkanı olduktan sonra Zat-ı Devletlilerine hiç oy vermedim, ebediyyen de vermem, vermeyeceğim de!.. Ancak bugüne kadar hiç oy vermemiş olsam da Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU ve Sayın Aykut ERDOĞDU’nun CHP Genel Başkanı olduğu bir siyasi parti tercihimdir!!!…
AKP Kuruluşunda Ankara Ofisine faks çekerek AKP için “ŞAFAK PARTİSİ” adını önermiştim. Parti Bayrağı olarak da Picasso’nun Kübizm resim sanatına uygun bir amblem tasvir edip önerdim; “Siyah bir kare etrafı beyaz daire; kırmızı bir fon üzerinde!!!” Kabe Güneşi stilize edilmişti; onun yerine bir ampul tercih ettiler. AKP Kurucular Kurulu’nda yer almak isteğimi de beyan eden faksıma cevap RTE’nin gösterdiğim ilgi ve desteğe teşekkür eden imzalı faks yanıtıydı. Ve unutuldum, hiç telefonumu çalan dahi olmadı. 2018 yılında Av.Feyzullah KIYIKLIK vasıtasıyla iş başvurusunda bulundum; “Milli Saraylar Dolmabahçe Doktoru” olarak. RTE onaylamadı; “şunun kafasını uzatıp da saman yediği yere bak!” dememiş ama şöyle konuşuyor; “yahu Arkadaşlar da stratejik yerlere talip oluyorlar”!!! Stratejisini sevsinler ki beni 1983 yılından bu yana gıyaben tanıdığım Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun fahri entelleltüel stratejisti yaptılar ve işte 31 Mart 2019 seçimlerinin AKP açısından sonucu budur!!! Hayırlı olsun…
“Allah cc rızası için!” bağış toplayanı çok gördüm; bağış toplayanların verenini ise hiç görmedim!!! Rahmetli Bilge Dede birgün dilenci kadına; “Sen bana verirsen, ben de Sana veririm!” deyince dilenci kadın tırısa kalktı!!! Müslümanlar zekat veriyorlar mı bilmiyorum; fakat ben şahid olmadım!!! Zekat, sadaka, infak, karz-ı hasen gibi sosyal dayanışmanın olmayıp dinin sadece propagandasının yapıldığı yerde dinden daha iyi bir afyon aramak beyhudedir!!! Türkiye’de Sol’un dinle ilgisi eleştiri ve sövgüden ibaret olduğundan dinin dirisi değil ancak ölüsü sözkonusu edilir; dolayısıyla bu da afyon sakızından başkaca birşey olmaz!!! Fakat dinin sosyal yardımlaşmaya yönelik farzlarını propaganda eden Sağ partilerin Sol’dan farkı ise dinden ellerinde kalan afyon sakızını şifa niyetine topluma yutturup bağışıklamalarıdır!!! Kulağı olan işitsin!!!…
MTTB ve AKINCILAR bizim yani MNP, MSP çizgisindekilerin eğitim basamakları gibiydi 12 Eylül 1980 öncesi. Şimdilerde TC yönetim elitleri bu kesimler. Ve o günler birer efsane gibi imajine ediliyor olabilir. Ben size derim ki bütün bu kuruluşlar TC Devleti’nin bilumum ajanlarınca teşkilatlandırılmışlardır. Zira yöneticileri hep bu türden kimselerdir. Bu kuruluşlardan gelen din mazlumları yok mudur; elbette vardır, örn. İHSAN ELİAÇIK gibi. Onlar her devrin mazlumudurlar ve onlara bugün zulmedenler de 12 Eylül 1980 öncesi mensubu bulundukları aynı teşkilatların idarecileri olan bugünkü yöneticilerdir. İşte o yöneticiler daha o günlerden seçilmiş izcilerdir. Bugünkü mazlumkar da zalimler de 12 Eylül 1980 öncesinin fukaralarıydılar; yokkukta ve yoksullukta eşittiler. Ama bugün “mele ve mutref” olanlar ile “mustazaf” olan mazlumlar birbirinden ayrışmış Cehennem ve Cennet olarak ikinci adresleri “mesven lehum” istikamet bulmuştur. Herkesin özgür seçimidir.
Milli Eğitim Bakanlığı eğitimde reform programına geçiş aşamasında. Ben 1994 yılında Samsun Sahra Sıhhiye’deki temel askerlik eğitimimizde müşahede ettim ki “zamanötesi, herşeyi bilen adamın izinde” bir eğitim sisteminin seçip süzerek eğittikleri “en bön” tipler; demek ki bu anlayış bönleştirici!!! Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu anlayışa karşı olduğu anlaşılıyor; karşı devrim çabası bu! Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nde azımsanmayacak sayıda insan o zihniyeti taşıyor. O halde bu ailelerin çocuklarına da yine “herşeyi bilen, her konuda fikri olan, zamanötesi ve ebedi liderliğe bağlı” eğitime 1000 yıl devam edilmeli ki idiot nesiller kısa sürede doğal seleksiyon ile böylece tasfiye olurlar. Çağdaş Dünya’dan dışlanarak bönlükleri içinde sümdükleşirler. Zira aileleri böylesi bir eğitimi ısrarla talep ediyorlar. “İyi ki varsın!!!” kitapları rehber olur; helvadan put yapanlar da bönlerin sırtından parazitlenip karınlarını doyurarak yestehlenirler…
Adalet için kamusların “El-adlu vaduşşey’ ala mevdııha!” (Birşeyi yeri yerine koymaktır) diye yazdığı artık herkesin malumu. Örnek; Çanakkale Harbi’nde esir edilmiş düşman askerlerini Divan-ı Harbe çıkaralım, yargılayalım. Müddei umum esirler için “Şehid edilen onbinlerce askerimizin katili olarak herbiri hakkında ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbed hapis!” talep etsin ve Divan-ı Harb yargıçları da bu minval üzere cezalandırsınlar. Nasıl adalet ama!?
Adalet sadece Şeriat’tır. Hiçbir beşeri sistem İlahi nizama alternatif teşkil edemez. Şeriat nizamında herşeye Kadir, herşeyi Gören ve Bilen, öldürmeye ve diritmeye Kadir-i Mutlak, dünya hayatı ardından ölüm ve ahiret hayatı ile barajlı bir sistem tesis ederek mükafat ve cezayı tümleyebilen bir nizamdır Şeriat.
Fakat siz İlahi Şeriatı ahlaksız, vasıfsız, ilkesiz, yalancı, yağmacı, dolandırıcı müslüman müsveddeleri eliyle tatbike izin verdiğinizde hem dininizden hem donunuzdan olursunuz!!!
Evvela Şeriat’ın kuralı böylelerini varis kılmamak, Şeriat ile irtibatsız kılmaktır (hidayetten sapma yahut düşmanlık etmeleri gibi). Dolayısıyla hakkıyla ideal bir adalet tecellisi için Kutsal Kitapların bilgisayar programına yüklenip Şeriat tatbiki gibi öneriler ütopik kalacağından elan lazım gelmez.
Tashih: Kadir-i Mutlak dünya hayatı ardından ölüm ve ahiret hayatı ile barajlı bir sistem tesis ederek mükafat ve cezayı tümleyen nizamına Şeriat adını koymuştur.
Philosophia Perennis et Universalis (El-Hikmet ül-Halide/ Evrensel Ezeli Hikmet) ekolünün öncüsü Rene GUENON (Abdulvahid YAHYA) güzel bir esere imza atmıştı; “Maddi İktidar, Ruhani Otorite”. Evet, Allah’ın cc Eli hepsinin elleri üzerindedir!!! Göklerin Melekutu daim faaldir; Kralı Mesih İsa as ve Ruhani Konseyi de Ruhulkudüs Ahmed as ile bağlı Melaiketül- Mukarrebun/Mele-i Ala/İlliyyun/Patriarch diye bilinen Zevat teşkil ederler. Yeryüzündeki krallar da Allah’ın cc izni ile bu Evrensel Konsey tarafından atanırlar. Ayrıca Kıyamet Günü “Mahkeme-i Kübra” için Evrensel Konsey Başyargıç Mesih İsa as etrafında yerlerini almış olarak hazır bulunacaklardır.
Göklerin Melekutu ile müşerref olmuşlar için Alevi toplumunun “Kırklar Cem’i” tabiri de yerindedir. Elhamdulillahi Rabbilalemin.
Allah cc Yeryüzüne salihleri varis kılacaktır; bu Hz.Davud’a as Zebur-u Şerif ile verdiği bir ahdidir. Kuşkusuz Ahirette de Cennetler o seçilmiş takva sahiplerinindir!!!
İmdi Şehid Çulcu Bacı’nın ziyaretime geldiğinde bana “Dede” diye hitabını unutamam!!! İhtiyar Validem bana “Sen hiç evlenmedin ki; nereden Dede olacaksın!?” diye mukabelede bulunur.
Takdis ile Türkiye üzerinde İlahi Şeriat’in tatbiki için tercih edeceğim insanlar arasında; Profesör İzzettin DOĞAN, Profesör Sami SELÇUK, Recep İhsan ELİAÇIK, Profesör Tunca TOSKAY, Doktor Tınaz TİTİZ, Emekli Genelkurmay Başkanı Hulusi AKAR, Profesör Doktor Hikmet AKGÜL, Zekeriyya TEMİZEL, Avukat Atilla KART, Altan TAN, Barış YARKADAŞ, Profesör Sencer İMER, Profesör Cem SAY gibi dürüstlüklerinden şüphe duymadığım ehliyet ve liyakat sahibi kişilere Kabine Üyeliği için teklifte bulunurdum. Ya Nasip!!! Gün ola; harman ola!!!…
Türkiye şu anda tüm televizyonların ortak yayına geçtiği İBB Adayları münazarasını izliyor. Aktörlerden programın sunucusu İsmail KÜÇÜKKAYA’yı 1983 yılı Simav’dan, Binali YILDIRIM’ı 1989 yılı İstanbul-Merter’den, Ekrem İMAMOĞLU’nu 1993 yılı Cidde Havalimanı’ndan, YSK Başkanı Sadi GÜVEN’ i de 1984 yılı Ankara ve 1998 yılı Balıkesir’den tanıyorum. Benim gözlemlerime göre hepsi hakkında müsbet kanaate sahibim. “Vincet Omnia Veritas” (Hak daima galibtir!)
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ne zaman ki Gog hegemonyasından Magog’a eğilim gösterip çizgi dışına kaymışsa hemen bir askeri darbeyle hizaya getirilmişlerdir! Bugün de aynı tarihi tecrübe şarları vaki olduğundan bu FETÖ ile denenmiş ancak bu kez başarı sağlanamamıştır. O halde Gog Türkiye hegemonyasından vazgeçmediyse bir sonraki planını uygular; anlamı savaş ve işgal demektir. TC Hükümeti de “Devlet” bütünlüğü ile direniş ve savaşa hazırlanmaktadır. Koşullar demokratik politik manevraların ötesine geçip satranç devrildikten sonra Gog ya da Magog ittifakından hangisinin daha avantajlı yahut dezavantajlı olduğunun rasyonalitesi kalmaz! Vatansever yahut hain/işbirlikçi diyalektiği sözkonusu olur ki “ya sev, ya terk et!” demektir.
Türkiye “mal bulmuş Mağribiler” marifetiyle yağmalanıyor; ganimetten bize düşen pay “nice isimsiz kahramanlar” sıfatı! “Vela sacak, vela bacak; hepsi imamın olacak!”. Dostum Hz. Eba Zerr El-GIFARİ (Cündebi Cündeb) gibi Rebeze çölünde sürgün bir hayatın ölümünde bile kefeni üstünü örtünce altı açıkta kalıyordu ki ben de yıllardır evimde yaz ve kış yarım çıplak esaretteyim, evimden dışarı çıkmadan yaşıyorum; ağzımda bayat bir su “bugün pazar, beni Güneş’e çıkardılar!” sadece gargara yapıyorum… Sahte kahramanlar Şam’ daki “Yeşil Saray” saltanatı sürüp 17 milyon eli silah tutana aylık 1000 TL, Sarayaltı Hassa Ordusunun 10 bin profesyoneline de kişibaşı 4000 TL maaş verilirken bizim payımıza düşen “Genel Sağlık Sigortası” ödeyemeyip ölü terekesi ilaçlar, Kredi Kartı hacizi, Doğalgaz, Telefon, Elektrik kesilmesi… Allah’a cc şükürler olsun ki “Sahte Kahramanlar” güruhundan değilim! Bizim kahramanlığımız “Ahiret Starı” olabilmek, Mesih İsa as ile Göklerin Melekutu göğün bulutları üzerinde teşrif ettiklerinde ölen leşlerden değil, bu fani beden elbisesinden göz açıp kapanıncaya değin soyunup Nur bedenlerimizle Göksel Misafirlerimizi bulutlar üzerinde karşılayıp birlikte olmaktır!!! Ey Sahte Kahramanlar; siz hayat süren leşlerin böyle bir ümidi olabilir mi!?
1980-90 arası yıllardı, DPT Müsteşarı Dr. Ertan YÜLEK, Genel Sekreter Rasim ÖZDENÖREN dönemi, iktidarda ANAP var. DPT Teşvik biriminde iki yeni memur gördüm; Kürşat TÜZMEN ile Ali BABACAN, aynı odadalar. Aynı katta bizim Sezai UĞURLU da var. Ali BABACAN ODTÜ mezunu yeni bir aday memurdu, Kaddafi gibi yürüyordu, oklava yutmuş gibi dik ve başı geride. İlk bakışta kibir abidesi çağrışımı uyandırmaktaydı; bana kartvizitini verdi. Sonra Ricalül-Gayb’den biri Ali BABACAN hakkında ileride Ekonomi Bakanı olacağını bildirdi. Ben de Ali’nin kartvizitini kendisine verdim; Sezai UĞURLU bütün bu manzara karşısında apışıp kalınca Ali BABACAN’ı telefonla bilgilendirdi ki Ali son derece mütevazi bir eda ile beni uğurlamaya çıktı. Ben de ona postayla burada yayınladığım hatıratımın ilk nüvesi Bağbozumu yazılarımı gönderdim. Ziyaret ettiğimde odasında yoktu, Kürşad TÜZMEN vasıtasıyla selamımı bıraktım.
PARANIN DİNİ. AKP Kapitalizmi ile GÜL/BABACAN Kapitalizmi arasında bir fark olacak mı?! Kapitalistin Arap, Gevur, Türk olmasının bir farkı var mı? Kapitalistin yaşam felsefesi yani hepsinin dini para değil mi?! O halde bu dini ve ilahlarını kökten reddetmiyorsan sen o dinin bir kölesinden başka nesin ki!? Kapitalistlerden merhamet bekleyen bir uşak olabilirsin en son terfi ile!!! O halde seni bu dinin putlarını reddedenler yerine köleliği tercihe yönlendiren sebep ne?! Zincirlerinden başka kaybedeceklerin olmalı korkularının sebebi!!! O halde bu zulmün ateşi henüz seni akıllandırmaya yetmemişse şikayet etmeyeceksin, çünkü tercihinin neticelerini yaşayacaksın!..
AKP safının Mustafa Kemal ile aynı Magog tarafı olduğunu görmüştük. Şimdi ise yeni kurulacak olan Gül-Babacan Partisi de diyalektik olarak İsmet İnönü çizgisinde ve Gog safında yer alacaktır. Doğu Perinçek’in Vatan Partisi doğal olarak Magog safındayken CHP Gog safında, dolayısıyla Gül-Babacan Partisi CHP ile Millet İttifakkı içerisinde yer alacak. Millet İttifakı içinde oy sayısıyla öne geçen Cumhurbaşkanı olup Hükümeti kuracak ilk genel seçimde. AKP karpuz gibi ortadan yarılacak. Eğer islamcı Ahmet Davudoğlu çizgisindekiler de ayrılırsa sadece Milliyetçilerden oluşan bir Cumhur İttifakı görürüz; AKP + MHP + Vatan Partisi. Magog cephesi ana muhalefet olur, fakat siyaset cephesi hiç olmadığı kadar çetin bir çatışma alanına dönüşmek zorunda; zira bu Kıyamet Savaşı fay hattının deprem üretmesidir!!!
AKP için tarihi bir hizmet zaferi günüydü bugün; sadece AKP için değil, tüm Türkiyemiz için. İstanbul-İzmir otobanı ile Bursa Şehir Hastanesi de hizmete açıldı. Gözkamaştırıcı hizmetler gerçekten. CHP iktidarda olsaydı İstanbul-Kadıköy-Kurbağalıdere neyse, İzmir-Çeşme kanalizasyon deresi neyse herşey o halde kalırdı bundan da şüphem yok. Türkiye hizmeti Atatürk dönemi CHP iktidarı dışında Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi dönemlerinde yaşamıştır. Önümüzdeki yıllarda Çamakkale Köprüsü ve otobanyolu da hizmete açıldığında artık tüm Avrupa şehirlerine hareket kavşağı Balıkesir olacak ve Asya İpekyolu’nun bilfiil lojistik üssü haline gelecek. İktidar bu cihetle takdirlerimizi hakkıyla hakediyor. Hizmeti geçen herkesi tebrik ediyorum.
1989 yılında Mekke-i Mükerreme ziyaretim esnasında bir öneriyle karşılaştım; Lübnan’a göç ederek “HANİF PARTİ” kurarak Dünya Medya organlarını basın toplantılarıyla bilgilendirmek üzere bir program. Zira o günler öncesinde ve devamı olan zaman diliminde tüm Dünya medyasının temsilcileri her akşam Beyrut mahreçli haberler geçiyorlardı. “HANİF PARTİ” programının algoritması kafamda mevcut. Fakat İlahi/Ruhani bir hareket olması kolay görünmediğinden, ihlasın zarar görmesi olası olduğundan, dünyevileşme temayülünden dolayı “Hanif” itikada zarar vermekten sakındım, hala da öyle! Fayda-Zarar analizi yapılması elzem. Çağımızın tek kurtuluş reçetesi de “Hanif İslam”, başka alternatifi de yoktur.
Bugüne değin Prof. Dr. Ahmet DAVUDOĞLU için “Konyalı’nın biri!” deyip geçmişimdir. Fakat bugün biraz daha objektif altına almayı dülündüm. Evvela Ahmed DAVUDOĞLU ismi bir beşer için kainattaki en büyük adlandırmalardan, bu İsmi taşıyabilmek çok büyük bir yük ve sorumluluktur. Benim 1983-4 yıllarından tanıdığım Ahmet DAVUDOĞLU öz displin sahibi, bilgi ve ilke eksenli, tutkulu bir idealisttir. Mücadelesini son nefesine kadar sürdürücüdür. Ekip yetiştirmek, takım kurmak ve sistematik olmak hedefi ve vizyonudur. Başarı Allah’tandır cc der ve yürür.
Yeryüzünde adı İslam Cumhuriyeti, Şeri Kraliyet vb. rejimler var. Hepsinin ortak özelliği insan haklarının yokluğu, istibdat, sömürücü egemenler, faili malum devlet cinayetleri, yalanın ve sahtekarlığın egemenliğidir. Türkiye’de de adı ister Fethullah Hoca olsun isterse Cübbesiz Hoca, böylesi dincilerin düzeni de aynı nitelikte olacaktır; kimsenin kuşkusu olmasın.
İslamcı siyasetin amacı nedir? Şeriat devleti mi kurmak?! Absürd, üzerinde yorum yapmaya değmez! İslami kesimlerin içindekiler de dışındakiler de bunun saçmalık olduğunu bilir. İçindekiler aynaya bakar, dışındakiler de dikiz aynasına; herkes aynı hakikati görür! O halde nedir amaç!? Lafı dolandırmafan söyleyeyim; “yetim malını yağmalamaktır!”. Hiçbir ahlakı ve ilkesi olmayan din kostümlü kimselerin adaleti mi olur! Bir de siyasetin dışında kalıp emek harcayan taraftarlar var; yazar-çizer takımı gibi. Bunlar hased ehli zümreler olup fırsatçılardır, sembiyotik parazitlerdir. Peki mevcut İslamcı partileri eleştirip ayrılıp yenisini kuranlar ne!? Onlar da tecrübe kazanmış ama henüz voleyi vuramamış sinikal oportunistlerdir! Kerhaneye gidip milli olamayanlardır!!!…
“Şeriat isterük!” Osmanlı dönemi ayaklanmalarında “adalet talebi” ifadesi olsa da bugünün ifade tarzında “galat-ı meşhur, lisan-ı fasihten evladır” kavl-i meşhurunca histerik bir isyanı terennüm eder. Osmanlı dönemindeki vechile Yeniçeri yahut Patrona Halil veya 31 Mart Vaka’sı nevinden Dersaadet’te zuhur edecek böyle bir isyan durumunda peçe kaldırıldığında altından sadece Moskof çıkar ki özeti budur!
Dış politika alanı en az yazdığım sahadır. İhtisasa saygım sebebiyle salt dinler ve okurum. Fakat bazı noktaları tarihe kayıt düşmem gerektiğinin farkındayım.
Suriye olayları “Dera” şehri protestocuları halkın katledilmesiyle yayıldı. Suriye Rusya tek devlet askeri ittifak anlaşması sebebiyle Ermeniler tarafından Doğu Anadolu halkının katliama uğramasıyla benzeşir. Ermeni kılığındaki Fransız ve Rus subayların katliama öncülük etme gibidir si. Suriye subayı suretinde olduğu halde Rus subayların bir provakasyonudur. Rusya’nın Ortadoğu ve Akdeniz’e yerleşme stratejisi için Suriye kurban edilmiştir.
Dış politikada bilinmesi gereken bir diğer husus Rusya ile NATO’nun ittifakı, Rusya ile NATO ortaklığıdır. Dolayısıyla Suriye’nin NATO tarafından Rusya’ya bırakıldığıdır.
İstanbul Kanalı projesi de bir ABD tuzağıdır ki Karadeniz’e ABD Savaş Gemileri buradan geçecek değildir, ABD’nin buna ihtiyacı da yoktur. Fakat Rusya Möntrö şartları ortadan kalkmıştır, TC ile sınır anlaşmaları mülgadır! gerekçesiyle Doğu Anadolu sınırını Karadeniz ile birleştirmek üzere Nahçivan benzeri bir girişimde bulunarak NATO müdahalesine davetiye çıkarabilir! Türkiye’nin de başına bir Suriye çorabı örülebilir. NATO da öncelikle İstanbul ve Boğazları güvence altına alıp korumak bahanesiyle işgal edecektir. Anadolu’yu korumak için de deniz yoluyla İskenderun Körfezi’ne yığınak yapacaktır. Sonuç Türkiye’nin yeniden bir İstiklal Savaşı verme zorunluluğu olacaktır. Bu yazdıklarım gerçekleşme olasılığı yüksek bir senaryo kabul edilmelidir.
“Ecmainci” tipleri tanır mısınız!? Bunlar malı hep beraber ve toptan götüren ortakçılardır; hepsinin de tipi ortaktır, “amorf ibneler” anlayacağınız! Bunlarda doğuştan bir kavram mevcut değildir; “ONUR” yoksunudurlar! Bu köle ruhlular ancak yılanların coronavirüs taşıyıcısı yarasalardır. İhtilal olduğunda ihbarcılık, işkencecilik doğal meslekleridir. Sağ bir parti iktidar olduğunda tabandan tavana aynı tipler fonu teşkil ederler. “Evet Efendim!” hitapları dalkavukluk mottolarıdır. Aykırı tipler, aykırı söylemler, farklı görüşler bu ibnelerin alabrust düzenini bozar! Zevkleri de bir başkadır; körlerin duydukları sesten ihtilam olmaları gibidir “gaşy” halleri. Hem hamamoğlanı severler, hem de kestaneyi çizdirler. “Ecmainci”dirler; safları düzeltirler!!!
Onur genini yitirmemiş, karakter sahibi her bıçkın mümin yani Hanif iman sahibi olan, Hz. İbrahim as gibi klas duruşu olan insan yoldaşlarıma hitap ediyorum. Kulağı olan işitsin! Ruhani devrimlerinizi yani “seyri süluk” devinimlerinizi önce ikiyüzlü ve riyakar “ecmainci” münafıklar ile irtibatlarınızı noktalayıp bugüne kadar öteki dediğiniz zıt ve farklı insanlarla diyalog çevresi kurarak içsel değişim ve dönüşüm yolculuğunuzu başlatmalısınız… Dindar kılıklı sahtekar cemaat mensuplarına ihtiyacınız yok. Bırakınız ölüler ölülerini yedsinler! Diri bir Ruh ile yeniden dirilişe ihtiyacınız var. Ve bu dirilişin kıvılcımı “Lailaheillallah” mottomuzdur. Öncelikle nefisleri ilah edinen bu dindar müşrikleri red gerekir ki yolunuz ufkunuzu karartan yarasa ve örümceklerden arınsın; göğünüz aydınlansın!…
Yeryüzü ile Ortadoğu ve hususiyetle de Türkiye müslümanlarını yakinen tanıdık. İslam Şeriatı ve Anayasa Kuran-I Kerim konusundaki ilgi düzeylerine de vakıf olduk. Yeryüzü İslam Şeriatı uygulamaları konusundaki mücadele ve savaşların da ayırdındayız. Sonuç olarak kanaatim odur ki ben müslümanların mevcut rejimlerinin hepsine muhalifim. Türkiye’deki AKP düzeni yerine Avrupa Birliği uhdesinde yaşamayı yeğlerim. Benim açımdan savunulabilir bir pratik olarak ne bir İslami düzen kalmıştır, ne de bir Filistin davası. Bu tür davalar Recep Tayyip ERDOĞAN ve cumhuru için geçerlidir, benim için değil. Zira ben bu güruha olan inançlarının tümünü yitirdim, hiçbir çizgilerini paylaşmıyorum.
Türkiye İslamcıların iktidar pratikleri bize somut olarak göstermiştir ki; ideolojilerinin pratiği kapitalist, pragmatist, hedonist ve faşist oldukları hakikatidir. Bu kavramlar realitelerine kıyasla hak etmedikleri mültefit kavramlardır; zira realitede hiçbir ilke ve ahlakları mevcut değildir. Fakat ister demokrasinin zaafları diyelim, ister din afyonu isterse de illüzyon diyelim, neticeten halkın tecelli eden teveccühleri sonucu özgürce tezahür etmiş bulunmaktadırlar. Milletler ancak layık olduklarıyla idare edilirler…
Ticaret, siyaset, örgütlenme, seyahat, arkadaşlık, evlilik, komşuluk, askerlik hatta yurttaşlık… bütün bu konularda hayatınızı doğrudan etkileyen major faktör “zeka düzeyi”dir! Yıllar önce Mehmet Binay bana dedi ki; filan siyasetçi iktidara yürüyor! Benim yanıtım; onun zeka düzeyi orta seviyede! olunca; “Türk halkı da orta zekalı!” diye mukabelede bulunmuş ve haklı çıkmıştı. Tele1 haber yetkilisi Merdan Yanardağ şu tesbitte bulundu; “Border line zeka sahipleri baskı ortamlarında gerçekleri itiraf ederler!”. Örgüt psikososyolojisi açısından önemli bir realitedir. Fransızların meşhur özdeyişi; “bana arkadaşını söyle, sana senin kim olduğunu söyleyeyim!” der. Toplumumuzda da yol arkadaşlığının insanı tanımadan önemine vurgu yapılır. Örneğin, hiçbir altın tüccarı tembel insanla hiçbir ticaret yapmaz; bunun içindir ki yemek ikram eder, yavaş mı hızlı mı yediğini gözlerler! Zira yavaş yemek yiyen, uyuşuk, tembel insan gerçekte “geri zekalı” bir kimsedir! Böyle bir zeka düzeyi de arkadaşlık, ticaret, seyahat, komşuluk vs. her alanda bir handikap ve devasa bir engel teşkil eder. Olumsuz böyle bir örnek sizi sadece kardan etmez, zararın ötesinde huzurunuz da kaçar, hatta konusu suç ve cezayı müstelzim olarak yargı önüne de sürükler! “Aptallardan uzak duralım!”. Atalarsözü der ki; akıllı düşman aptal dosttan yeğdir! Türkiye’de zeka düzeyi gelişmiş ve görece daha ileri olan zümre “Doğu Perinçek ve Aydınlık ekolü” mensuplarıdır. Ben şahsen Can Ayaklı gibi zeki insanları dinlemekten haz duyar, siyasi liderleri dinlemekten ise rahatsız olurum. Zira zeka düzeyleri bana hitap etmez şahsen. İnsanlar zeka düzeylerine göre de duyu organlarını alıcı olarak aktive ederler. Örneğin görece en aptallar bizzat dokunarak, sonra tadarak, sonra görerek, en ileri seviyedekiler de sadece işiterek reaksiyon verirler. Kulağı olan işitsin, der Hz. İsa as.
Türkiye’de SOL “din düşmanıdır”, SAĞ ise “hırsız” teşhisini koymuştum. Şimdi bu gözlem ve tecrübelerini revize etmek, içselleştirmek ve realize etmek borcundayım. “Sağ yabancılaşmadır!” varoluşu saptamamı da hatırlayacaksınız ki bugün vizyonumu bir adım daha öte bir noktaya taşıyacağım; “Sağcı karaktersizdir!”. Bu noktanın üzerinde de düşünülmesi gerekir.
Çağdaşımız olan bazı meşhur zevatın dindar ve dahi dinci kimliklerine bakarak acaba Cennet ehli mi yoksa Cehennem ehli mi olduklarını tefekkür ederim. Onlar hiç şüphesiz ebedi Cennet hayatı içinde olacaklarını düşlüyorlardır herkes gibi. Fakat dindar ve dinci bir zat Şehid Peygamber Aziz Pavlus’a as iftira ve inkarı sebebiyle Allah cc dilemedikçe Cennet umuduyla Cehennem ehlidir, Allahü A’lem! Ondan dab ileride ve zirvedeki başka bir dindar ve dinci şahsiyeti tefekkür ediyorum; tüm kazancı haramdan ibaret olan bir seçilmiş Cehennem ehli daha… Suratlarına tükürdüğüm bu din kostümlü sahtekarlar için de yaşasın Cehennem!…
İhsan ELİAÇIK’tan Allah CC razı olsun ki “Kuran-I Kerim’deki ŞİRK kavramını MÜLK bağlamında” hikmetle izah etmiştir. Bugün Türkiye’deki İslamcı Siyasi partilerin, Cemaatlerin ve Tarikatlerin “Mülkte Allaha CC ŞERİK OLMA DAVASI olduğu” görülmüştür. Zira Mülk Allah’ındır CC ve şeriki yoktur; o halde iman edip teslim olan TAĞUTU reddeder yani bırakın ŞERİK olmayı savaşı şirke karşı TEVHİDİN EGEMENLİĞİ DAVASI ise Cehennem ehli değildir!
Profesör Fahrettin ALTUN benim Amerika Birleşik Devletler indeki “homeless” hayatımın yakın tanıklarındandır; Tuncay GÜNEY, Profesör Muhammed EL-BARADEY, Profesör Edip YÜKSEL, Profesör Hamid ALGAR gibi isimler aklıma ilk geliverenler… Arkadaşıma ithafen bu paragraf ile bir anımı kaleme alıyorum. Lewittown’da başı etrafında gökten bir kuş inerek başı etrafında tavaf ettiği bir Aziz Fahrettin ALTUN ile son telefon görüşmesinde kendisine dua ederek ileride “Bakan” olacağı müjdesini iletişim aracından haber vermişti. Asıl anlatacağım ise keramet imanını bildiğim Arkadaşıma Sultan 1. AHMED ra Kardeşimin bendeniz ziyaretindeki sözlerim; “Kıyam günü Ahiret ne ilginç bir Hacc-I Ekber günüdür; sayısız Kral ve Vezirleri hesaba çekilecekler sıradan…!!!” deyince bana cevaben demişti ki; “Bugün öyle Kral mezarları var ki hayvan sığınağı!” demişti. Hz. İsa as “Bırakınız, ölüler ölülerini yedsinler!” buyururlar…
TC vatandaşları olarak yasal haklarımız var, her be kadar tarihteki bir Roma vatandaşı gibi onurlanamasak da… Seçimlerde oy tercihimiz sebebiyle temsilciliğimize soyunan adayları ve siyasi partilerini de enine boyuna inceliyor, süzüyor, kaş altından gözlemliyoruz. İktidar benim gözüme maganda gözükürken aba muhalefet partisi üyelerini ise kibirli görüyorum. Seçimlerde magandayı mı tercih etsek yoksa kibirli olanı mı; tercihimiz bunların arasında!
TC rejiminde politikacı olmak halka yabancılaşmak, sağcı olmak insana yabancılaşmak, solcu olmak kendine yabancılaşmak (şizofreni), Yasama Meclisi Üyesi olmak Allah’a cc yabancılaşmaktır.