AHMET KAYA
Ödül aldığı gece yaşadığı linç ardından Ahmet Kaya’nın evini telefonla aradım, sonra tekrar aradım; her defasında telesekreter çıkıyordu, telesekretere not bıraktım, Kendisine desteğimi dile getirdim. ‘Balıkesir’den Dr. Ömer Nasuhi Bildik ben, müslümanım, Sizi destekliyorum!!!’ kısa mesajım buydu. Kayınbiraderi Şair Yusuf Hayaloğlu ile de moral dayanışmam olmuştu, hislenmiş, Ömer şiirini yazmıştı; Ahmet Kaya da aynı şiiri okudu.
Ahmet Kaya 12 Eylül rejimine isyan edenlerdendi; ‘Başkaldırıyorum!’ diyordu.
12 Eylül İhtilali sonrası (Anayasa’yı değiştiren her darbe ihtilaldir; 27 Mayıs İhtilali gibi!!!) Mamak Askeri Cezaevi’nde görülmekte olan MSP Davası’nda Prof. Necmettin Erbakan ile MSP Sanıkları’na destek vermek için İstanbul’dan Ankara’ya giderken otobüste koltuk Arkadaşım Neşet Ertaş’tı; tanıştık, sohbet ederek birlikte yolculuk etmiştik. Pek bilinmez ama Neşet Ertaş hem Veli, hem de 12 Eylül’e karşı ciddi bir muhalifti. Prof. Necmettin Erbakan ile Balıkesir Altınoluk’taki yalısında kahvaltılı sohbetimiz de oldu, Ankara Aşağı Ayrancı Gül sokaktaki evlerinde de ziyaret etmiştim.
TURAN DURSUN
1987 yılında Aydınlık çevresi tarafından organize edilen bir panel yapıldı İstanbul Halaskargazi Caddesi üzerindeki Pangaltı inci Sinema salonunda. Hasan Yalçın moderatör olup Doğu Perinçek, Murat Belge ve Abdurrahman Dilipak panelistlerdi. Panel öncesi hep bir arada otururken Doğu Perinçek tanıştırdı beni Turan Dursun’la; medrese usulü eğitimini ikmal etmiş eski Tekirdağ Müftüsü’ymüş, Ömer Nasuhi Bilmen’den de ders okumuş. Ömer Nasuhi Bilmen ile isim adaşlığımız var ama Büyük İslam İlmihali dışında başkaca bir eseri yok evimde. Hatta Doğu Perinçek ile birlikte İstanbul Üniversitesi önündeki ilk başörtüsü eylemine destek için takside giderken Doğu Perinçek bahsetmişti bana Ömer Nasuhi Bilmen’in ‘Istılahatı Fıkhiyye Kamusu’ adlı hukukun başat bir eserinden.
Turan Dursun mütevazi bir kişilikti. Eleştirel bakış açısından müslümanlar diyalektik anlamda çok istifade edebilirlerdi. Zira müslümanların Kitab-ı Mukaddes’e bakış açıları da Turan Dursun’un Kuran-ı Kerim’e bakış açısından farklı değil!!! Pangaltı’daki panelin adı ‘İslam ve Barış’ adını taşıyordu. İslam ve Barış adına Turan Dursun’un katledildiğini şimdi herkes gördü; cinayet ortada!!! Demek ki; diyalog boş laf, konuşan kurşun ve kan!!!
UĞUR MUMCU
Uğur Mumcu’nun iyi bir okuruydum, Cumhuriyet Gazetesi’ni Uğur Mumcu’yu okumak için alır okurdum. Uğur Mumcu Milliyet’e geçti, ben de Cumhuriyet yerine Milliyet alıp okumaya başladım, Cumhuriyet’e döndüğünde ben de Cumhuriyet almaya başladım yeniden. Uğur Mumcu’nun dürüstlüğü, görüşlerini kanıta dayalı olarak net bir biçimde ortaya koyması beni cezbediyordu. Eğer elime bir belge geçerse bunu Uğur Mumcu’ya gönderirdim, çünkü güvenilir biriydi ve o belge başyazısına konu olurdu. Uğur Mumcu benim için Sağlık Bakanlığı’na giderek mücadele vermiş, rüşvet isteyenlerin peşine düşmüştü. Uğur Mumcu ile ortak bir dostumuz vardı; Ayvalık’tan Tahir Yüksel. Tahir Bey bahsetmişti; Uğur Mumcu Cami yapımına maddi katkı sağlayan inançlı da bir adammış. Bacanağı Burhaniye Devlet Hastanesi’nden Dr. Lemi Turgut da başhekimim olmuştu. Uğur Mumcu cinayeti ortada olduğuna göre demek ki; fikir ve belge boşuna, konuşan bomba ve kan!!!
HRANT DİNK
Yıl 1993, Vefa Lisesi karşısı. Vezneciler minibüslerinin Şehzadebaşı Direklerarası’na döndüğü yerin sağ tarafında Dede Efendi Caddesi üzerinde bir kırtasiye dükkanı her sabah çok erken saatlerde açılırdı. Kırtasiyesini bu kadar erken açan emekçi biri olduğundan selamlaşır, hayırlı işler dilerdim. Tanıştık; Malatya’lı Mustafa Hrant Dink. Bakırköy’den Vezneciler minibüsüyle sabah erkenden dükkanına geliyor, ekmeğini kazanmaya çalışan bu genç adam yetimhanede büyümüş, Ermeni asıllı, solcu biri. Daha sonra dükkanını Vefa Lisesi karşısından Cemal Yener Tosyalı Caddesi üzerinden Süleymaniye Caddesi’nde veya Üniversite’nin Filiz Kitabevi’ne doğru Kemer’e gelmeden sağda bir dükkana taşındı Mustafa Hrant Dink. Kırtasiyesinde ziyaret eder sohbet ederdim. Sonra Vefa Lisesi karşısında bir fotokopici açıldı, muhbirlik görevi. Mustafa Hrant’a bahsettim fototkopiciden. Mustafa Hrant bana ‘MİT’ten tanıdığın var mı?!’ diye sordu; ‘Evet, var!’ dedim. ‘Görevi ne?!’ diye sordu; ‘Daire Başkanı’ dedim. ‘Zordaysan yardım edeyim!’ dedim ama O benimle diyaloğunu kesti; ‘lanet ettim arkadaşlığına, insanlık ölmüş!’ dedim. Sanıyorum ki Mustafa Hrant Dink sol bir örgüt üyesiydi ve örgüt kuralları gereği benimle arkadaşlığını kesti! Malatya’lı bir arkadaşla bana yaşattığı düş kırıklığını ve kendisine lanet ettiğimi bildirdim. Mustafa Hrant Dink bunun üzerine hüngür hüngür ağlamış!!! Mustafa Hrant Dink katledildiğinde ayakkabısının altı delikti ve cenaze arabasındaki tabutunun üzerine de güvercin kondu; Allah cc rahmet eylesin, mekanı Cennet olsun İnşaAllah.
SALİH MİRZABEYOĞLU
1983 yılında kalmakta olduğum İlim Yayma Yurdu’nda beni ziyarete geldi, tanıştık. Ankara Sayştay’dan ortak bir dostumuzun selamını getirdi. Shougun dizisinden söz ettik, Necip Fazıl Kısakürek’i anlattı. Akıncılar’dandı. Hazreti Mehdi’nin Kumandanı Salih İbni Et-Temimi’yi anımsattım, benden fazlasını biliyordu, yüksek kapasiteli bir entellektüeldi. Akıncılar ismini çok severim ben; birgün Ruyette Hazret-i İsa as ile tanıştığımızda Efes Selçuk’a gideceğini söyleyince ‘orada Akıncılar var mı?!’ diye sormuştum; O da bana ‘Akıncılar her yerde!!!’ cevabını vermişti:)
Salih Mirzabeyoğlu hakkında Melekut bana; ‘adı gibi Salih biri!’ demişti. Gerçek şu ki; müslümanlardan görmediğim zulüm, tuzak, muhbirlik, sahtekarlık, hile, desise, yalan kalmadı. Ancak ‘güvenilir bir müslüman var mı?!’ diye sorulursa; ‘Evet, var; Salih Mirzabeyoğlu’dur!’ derim.
Salih Mirzabeyoğlu’na Bandırma Cezaevi’ndeyken ‘geçmiş olsun!’ mektubu göndermiştim, ulaşmış mıdır bilmiyorum!? Sarp Kuray Salih Mirzabeyoğlu ile koğuş arkadaşı olmaktan ne kadar müftehir olsa değer!.. Cezaevlerindeki fikir mahkumlarına; İsmail Beşikçi, Eşber Yağmurdereli, Fikret Başkaya gibi hep ‘geçmiş olsun!’ mesajları göndermişimdir. Burdur E Tipi Cezaevinde’ki Abdülkadir Konuk’a bile…
Yeni umutları ektim bahçeme
Kanla gözyaşıyla sulandı tohum
Güne ferman çıkarıldı; Ölsün diye
Umulmadık bir günde
Gün dirildi çocuğum!!!
Dr. Ömer Nasuhi Bildik
05 Nisan 2015
– Haber Lotus –
HLotus
YILMAZ GÜNEY Ulucanlar Cezaevinde’ydi; Balıkesir’den bir çocuk hayranı olarak ona mektup yazdım. Mektubumda kanser hastası olup Paris’e yerleşeceği için duyduğum üzüntü ve geçmiş olsun dileklerini ilettim. Mektubu okuyunca Yılmaz GÜNEY şok olmuş tabii; Can DÜNDAR’ın Belgeseli böyle söylüyor. Ve dediklerim çıkınca Isparta Cezaevi’ne nakil ile ardından firar ediyor. 12 Eylül işkencelerinden kurtarmak istedim, çünkü İhtilali 1977 yılından gün ve tarihine kadar bildirmişlerdi Melekler. MSP İzmir adayı Turgut ÖZAL’a mektupla iletmem istendi; Kenan EVREN’in 12 Eylül 1980 Cuma günü ihtilal yaptıktan sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanı olacağı, sonunda potakallı limonatadan öleceğine kadarı yazdım, hepsini biliyordu. Süleyman DEMİREL’e ve MİT Daire Başkanı Yurdaer İPEKÇİ’ye ise İhtilale yakın haftalarda söyledim.
ÖMER SCHİNDLER’İN LİSTESİ, 12 Eylül 1980 İhtilalinden önce yurtdışına kaçan sol ozanların hepsini 12 Eylül işkencelerinden ben kurtardım. İhtilalin tarihini Sevgili Melike DEMİRAĞ’a bir mektupla bildirdim, Cem KARACA’ya da mutlaka iletmesini istedim. İşte Şanar YURDATAPAN dahil 12 Eylül işkencelerinden kurtardıklarım bu kanaldan haber alıp kurtuldular.
12 Eylül 1980 öncesi iki yabancı radyo kanalı dinlerdim; biri ‘izaatul-memlektul-arabiyyet as-saudiyye; min Mekkatel-Mukarrame; Nidaul-İslam’ diğeri de Sofya’dan Türkçe yayın yapan BİZİM RADYO namlı komünist kanaldı. Birgün kafa bulmak için BİZİM KANAL’a mektup yazdım; ‘Odessa’nın kızları çok güzelmiş duyduğuma göre, doğru mu?!’ diye sordum. Spiker bayan ‘Ömer Yuldaş, bunlar kapitalizmin propagandaları, kumunizmi kötülemek için yayıyorlar. Sofya’nın da kızları güzel, Moskova’nın da kızları güzel; gelin tanıştıralım Sizi:)’ diye cevapladı. Bir hatıradır:)
1989 yılında Manisa’lı İTÜ Maslak Mühendislik öğrencisi Saruhan TAMCIOĞLU ile Antalya Yurdu’nda beraber kalıyorduk; İslam tebliği için beni ertesi gün Maslak İTÜ Yemekhanesi’nde tam saat 12.00’da davet etti. Tam zamanında gittim. Bir düzen gördüm; bir sıra İTÜ öğrencisi ve karşısında onların görmedikleri Melekler. Ben Melekleri Selamladım, başlarında Sultan 1.Ahmed arkadaşım var; bilhassa favorileri kırmızı kıvırcık siyak güzel sakallı, tertemiz nasiyesi, orta boylu tombik arkadaşımla konuştum. Sen buyur arka tarafımızda, yemeğini ye, biz Seni korumakla görevliyiz; dedi. Ben yemeğime başlayınce İTÜ’lü Kemalist putperestler yani müşrikler kurdukları tezgahı mühendis planlamasıyla harekete geçirip ellerindeki kaşık, bıçak, çatal, su bardağı, yemek tablosu ne varsa üzerime atmaya başladılar. Karşılarında göremedikleri Meelekler de onları havada kapıp onların suratlarına geri patlatıyorlardı. Kafirler neye uğradıklarını şaşırdılar. İçlerinden sadece biri bana olan imanını deklare etti ve ben bu komploda yokum! dedi; sadece o kurtuldu.
Hayatımda iyi planlanmış daha mide bulandırıcı süikastlere de çokça maruz kaldım; daima Allah’ın cc ve Göklerin Melekutu’nun himayesiyle kurtuldum Elhamdulillah… Bunlardan biri de 90 sonrası netameli yıllardı. Balıkesir’de Halit ADI bir gazeteci müsveddesi vardı, uzun saçlı, top bir g.tveren. Bu kıllı İslamcı bir gazetede çalıştığı için tanışıyorduk. Kocaeli taraflarından irtibatta olduğu bir Şeyhi vardı; Veli Paşa Hazretleri. Aralarındaki irtibat ilşkisi bir Şeyh-Mürit ilişkisinden ziyade sanki emir-komuta zinciri gibiydi; bu gazeteci müsveddesi de Sisi’nin pussy’si sanki!!! Ve birgün evlendi bu müsvedde; beni de akşam yemeğine davet etti. Palamut kızartılmış ama benim tabaktakine zehir konulmuş; sonradan yaşadığım gıda zehirlenmesi ve mide kramplarından anladık tabi ki. Ve yemek esnasında bir yandan telefonla görüşüyor, talimatları yerine getirmeye çalışyordu ama ne?! Ve yemek sonrası beni taksisiyle evime bırakmak üzere alıp istikametini gece yarısı silah atış poligonuna yöneltti; niçin, ne işin var gecenin bu saatinde silah atış poligonunda? Cevaplar; kem, kıl, tüy!!! Ve taksisi Allah’ın cc hikmetiyle tam da Balıkesir Emniyet Müdürlüğü önünde bozuldu; bu müsvedde arka bagajından bir bidon benzin çıkardı, depo bitmiş!!! Durum Emniyet önündeki otomatik silahlı polisin şüphesini çekip bize gelince ben ayrılarak kurtuldum. Poligonda gece yarısı infaz edip cesedimi yakmayı planlamışlardı!!! Bu da yaşadığım 25 faili meçhul cinayetten adı kaldı yadigar!!!
12 Eylül 1980 öncesi daha ziyade Ülkücülerin bir yakıştırması olarak biz Şeriatçılara ‘YEŞİL KOMUNİST’ derlerdi. Bazen soran da olurdu; ne tip bir komünizm bu? diye!!! Ben de latife olarak ‘Angola tipi komunizm’ derdim. Angola tipi komünizmin felsefesi nedir? diye sorduklarında ise; ‘Hiçlikte eşitlik!!!’ cevabını verirdim. ‘Hiç olmazsa bir felsefeniz var!!!’ derlerdi:) Eeeeh, buna da şükür; Afrika’da onu da bulamayanlar var:) derlerdi. Şaka bir yana; Osman Dan Fodio, Hacı Ömer Tal, Ahmedulino Bello, Emir Abdülkadir, Maalayneyn, Muhammed Mehdi, İmam Harun isimlerini işittiğimizde bile gözlerimiz kıpkızıl yaşarır, yüreklerimiz güp güp ritimle atardı!!!
CEM KARACA için bazı bilinmeyenleri burada tarihe not düşeceğim. 12 EYLÜL 1980 Darbesini günü gününe yıllar öncesinden TURGUT ÖZAL ve Fethullah G. benim kanalımdan ilkin işittiler. SÜLEYMAN DEMİREL ve MİT de yine benim vasıtamla daha geç haberdar olanlardan. Fakat bizzat hayatlarını kurtarmak ve işkence görmelerine engel olmak için 12 Eylül 1980 tarihinden bir ay kadar önce şarkıcı MELİKE DEMİRAĞ’ın İstanbul Boğaz adresine mektupla haber verdim; CEM KARACA’ya da iletmesini sıkıca tenbihledim. O insanlık görevini yaptı; hatta ŞANAR YURDATAPAN ile ZÜLFÜ LİVANELİ de bu kaynak vasıtasıyla yurtdışına kaçarak hayatlarını ve işkenceyle sakat kalmaktan böylelikle kurtuldular. ZÜLFÜ LİVENELİ İsveç’ten döndüğünde elindeki sazıyla Beyazıt Çınaraltı’ndan bir arkadaşıyla ayağa kalktıklarında tanıştığı Cerrahpaşa Tıp öğrencisinin kim olduğunu ayrımsamakta mıdır?!
CEM KARACA Başbakan TURGUT ÖZAL ile gurbet diyarı Almanya’da başbaşa özel bir görüşme yaptıktan sonra Cem KARACA ‘beni kurtaran Turgut Bey’i de kurtarmış; İlahi takdir!!!’ açıklamasını yaptı. Cem KARACA Türkiye’ye dönebikdikten sonra ULVİ ALACAKAPTAN’dan çok rica ettim; Muammer KARACA vasıtasıyla akrabalığı da bulunan CEM KARACA’yı Bakırköy’deki evinde ziyaret ederek İslama davet edelim, diye ısrar ettim; bir türlü mekanik beygirini sürmedi!!! Neyse ki ben CEM KARACA’yı bir mektupla İslama davet ettim; sonrası herkesin malumu ra.
Ermeni Patriği MESROB MUTAFYAN ile İstanbul yıllarımdaki tanışıklığımız 1985 gibidir; henüz Patrik değildi, ben kendisini Mahmut Efendi Cemaatinden diye selamlamıştım; anladım ki Ermeni Papaz’mış. Patrikliği döneminde İslama davet mektubu da göndermiştim; büyük bir entellektüel olduğu tanıyan herkesçe bilinir. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini destekleyen açıklamaları açıkça İncil-i Şerif’in Şeriatına aykırıydı, Patrik BARTHELEMEOS’un da bu tür saçmalamaları olmuştu…
TC komünist ateist ve putperest SSCB’nin uzun yıllar bir peyki olduğu halde NATO içerisinde bir truva atı olarak kendini gizleyebildi; fakat siyasi ve sosyal hayatta bu çelişki bir tragedya anarşi
TC komünist ateist ve putperest SSCB’nin uzun yıllar bir peyki olduğu halde NATO içerisinde bir truva atı olarak kendini gizleyebildi; fakat siyasi ve sosyal hayatta bu çelişki bir tragedya yahut anarşi olarak derin izler bıraktı. Ben bir muvahhid Hanif mümin olarak hayatım boyu açlık, redd, inkar, mobbing, sürgün, işkence, süikast, iftira gibi her tür zulme maruz kaldım; fakat asla tağuta kulluk etmedim ve putları önünde asla eğilmedim. Türkiye’deki bazı lokantaları unutmam mümkün değil o yüzden; Samsun Çiftlik caddesi altındaki balıkçı, Fethiye Meğri ve sahildeki bayan balıkçı, Datça Zekeriyya sofrası ve diğerleri, Uzunköprü’deki Karslı kahvehaneci, Pülümür’deki Nokta karşısındaki dere kenarı kebapçı ile Kırmızıköprü’deki bakkal tostçuyu, İstanbul’daki nicelerini, Bursa Setbaşı’ndaki kebapçıyı nasıl unutabilirim!!!? Hele 1993 yılında Mekke-i Mükerreme’de benim yemeğime fare zehiri koyarak komaya sokan Kızılay Hac Sağlık Ekibi Yönetimi ile aşçıları da asla unutamadıklarımdan…Bu yaşadıklarıma ilginç bir tesadüf ile onurlu bir insan olmanın erdemini kanıtlayan Taksim’deki kebapçı garsonu maruz bırakıldığım sakıncalı reddiyeye karşın istifa etmiş ve bizzat parasını ödeyerek kendi kebabını bana ikram edip siyasi mücadele hayatına atılan örnek insan bugünün CHP Genel Sekreteri GÜRSEL TEKİN’di…
Necip Fazıl KISAKÜREK merhumun Çağımızın Din Mazlumları kitabından başka bir de SAHTE KAHRAMANLAR adlı eseri vardır. Salih MİRZABEYOĞLU çilekeş bir müslüman, fikir emekçisi, düşünür ve aksiyoner; hepsinden önemlisi davasının salih bir bağlısı. İslami kesimde Hüsnü KILIÇ, Dr.Bekir NECATİ gibi inanmış dava adamı sayısı gerçekte azdır. Fakat bugün pekçoğu müslümanları Genelkurmay istihbaratı adına muhbirlikle sahte profesörlük kariyerlerini elde etmiş bugün herbiri köşe kapmış münafıklardan bol kimse yoktur. “Zehebun-naas ve bakiyetin-nesnaas!!!” (İnsanlar gittiler; maymunlar kaldılar!!!) bugünün özetidir.
İslamı tebliğde benim de bir renk tonum oluştu. Şöyle ki; “halkı bilinçlendirmek dolmayı pirinçlendirmeye benzemez!!!” diyen Dr.Hikmet KIVILCIMLI; motosikletiyle Latin Amerika seyahatine çıkan, kıtalarötesi Afrika’da Cezayir’in imdadına koşan, allerjik asthma hastası “pratisyen doktor” Che GUEVERA; “sürekli devrim” ilkesiyle yürüyen MAO TSE TZUNG gibi komunist aktivistlerle benzeşen yönlerim olsa da benim tebliğ hayatım daha ziyade çağdaş örneklerden Doktor Remzi PEKDEMİR, MALCOLM X ile benzeşir; ama bir Ruhani olarak esasta Alperen Gaziler öncüllerimdir…
Bugün 16 Şubat 2018 Cuma günüydü. Ahmet ALTAN, Prof.Mehmet ALTAN ve Nazlı ILICAK haklarında ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi; İstiklal Mahkemeleri’ndeki karşılığı idam cezaları!!! Bu üç isim bana sırasıyla Seyid RIZA, İskilipli ATIF Hoca ile ŞALCI BACI’yı yani üç Şehidi hatırlattı…
SONER YALÇIN da FATİH ALTAYLI gibi Mekekut tarafından bilgilendirildiklerimdendi; 1984 yılında Cağaloğlu Sosyalist Yayınlarına giderek Soner YALÇIN’la tanışabileceğim söylendi; ziyaret için gittim, izahı güç oldu, kooperasyon kuramadık. FATİH ALTAYLI da hiç tanınmayan bir öğrenciydi kendi çevresi dışında, Boğaziçi Üniversitesi öğrenci arkadaşlarıyla defaatle selam gönderdim ve istikbaldeki Medya mesleğinde kazanacağı şöhretini de müjdeledim. Sevmeyenlerinin çok olduğunu biliyorum; ama ben takdir edenlerindenim… SONER YALÇIN’ın kitaplarını okurum, okuyamasam da HÜSNÜ MAHALLİ’nin kitapları gibi destek ve dayanışma için satın alırım. Umut ediyor ve diliyorum; SONER YALÇIN’ın kaleminden Türkiye’deki İslamcılığın bir TÜRK-İSLAM SENTEZİ Mİ? ÇERKEZ-İSLAM HAREKETİ Mİ? yoksa bugünlerdeki haliyle bir LAZ-İSLAM SENTEZİ HAREKETİ Mİ?!!! olduğunun kritiğini okumak… Malesef İSLAM bir ARAP-İSLAM SENTEZİ, FARS-İSLAM SENTEZİ, PEŞTUN-İSLAM SENTEZİ gibi mikro-milliyetçiliklerin esaretinden öz-gürlüğüne kavuşamıyor!!! Kuran-ı Kerim’de geçen ÜMMET ve MİLLET kavramlarının nasıl bir öz-gürlük bağlamında ıstılahi anlamlar kazandıkları perdelenip karartılıyor. “EY ELÇİLER!!! SİZİN ÜMMETİNİZ TEK BİR ÜMMETTİR, BEN DE SİZİN RABBİNİZİM, SADECE BANA KULLUK EDİN!!!” diyor Kuran-ı Kerim’de ALLAH CC. O halde “Şirk” nedir?! ayrımsayalım!!!…
1 MAYIS 1977 TAKSİM MİTİNGİ öncesi Melekut bilgilendirmişti; kanlı bir katliam yaşanacağu ve 34 ölü ile çok sayıda yaralı olacağı yönünde. Balıkesir’den İşçi Bayramı için İstanbul Taksim mitingine gidecekleri haberdar ettim; gitmekten vazgeçenler hayatlarını kurtaran bu çocuğa teşekkür ettiler.
O yıllarda Balıkesir TÖB-DER kurşunlandığında mermi yağmuru altında kalmıştım; çünkü oradaki öğretmenlere az sonra kurşunlanacakları haberini vermeye gitmiştim. Şükür Allah’a cc ki hiçbirimizin burnu bile kanamadı, kurşun yağmurundan hepimiz sağ salim çıkmıştık. O çocuk bugün bu satırların yazarıdır.
Ne diyeyim; Allah cc gevurcuklarımı korusun!!!
238.Dönem Tabip Asteğmen ve 4 ay da Teğmen olarak sakıncalı sürgün edildiğim askerlik hayatımın son bir yılı Uzunköprü Piyade Taburu’nda geçtiği dönemde erat hemen tümüyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu mezralarından çoğunlukla Kürt bazısı da sünnetsiz kimselerdi. Ben türkçe bilmeyen analarıyla meleşemeyen bu kuzucuklara kürtçe telefonla görüşebilme özgürlüğü verdim. İşkenceye maruz kalanlara karşı zulme rest çektim ki kep ile ovulmuş burunlarının mühürleri çözüldü. Ramazan ayında oruç tutanlarının tümüne istirahat verdim. Gece yarılarında bana gözyaşları içinde kürtçe dua eden o askerlerimin “Allah cc ömer asteğmenimden razi olsun; vallahi o insan haklari savunicisidir!!!” sözlerini işittim. Aleviler de her zaman olduğu gibi torpil peşinde bana sığınıp ajan yahut tetikçi olarak görevlerini ifa ettiklerinde de daima bağışlandılar. PKK ilk eylem olarak Eruh saldırısı öncesinde beni katletmek üzere İlim Yayma Yurdu’nda 40 kadar teröristle kuşatmışlardı; Hatip Dicle de önceden arkadaş olarak beni haberdar etmişti zaten. Melekutun yardımıyla hepsi korkup kaçmışlardı ki Ordu Valisi SETTAR YAVUZ da hayret içinde kalmıştı o gün!!! Aynı PKK 1991 yılında Tunceli-Pülümür’e gelen Erzincan Dağyolu’nda yolumuzu kesmiş kimlik kontrolünden sonra yol vermişti. 1993 yılında Kızılay Hac Sağlık Ekibiyle Suudi Arabistan-Ürdün-Suriye-Türkiye karayolundan dönüşümüzde silahıyla Bahoz Erdal kod adlı FEHMAN HÜSEYİN ile de karşılaştık. Fakat bana kalleş bir saldırı Gaziantep Araban nüfüsuna kayıtlı Bayır-Bucak Türkmeneli Derneği Yöneticisi Kemal AYKANAT adlı bir mühendis tarafından gerçekleşti. Anam Türkmen, Babam Karakeçili Yörük!!! Kürt benim nazarımda mazlumdur; PKK değil!!! Kürt benim nazarımda bir entellektüeldir, mantık insanıdır, espritüeldir çünkü zekası terler… Musikişinastır, çünkü Ruh sahibidir. Kürt İslam Ümmetinin yiğit evladıdır!!! Kürt en az bir Arap kadar misafirperverdir; sehavet sahibidir. TİME Dergisi bir kapak haber yapmıştı; TSK Kürtlerle savaşı SEVGİYLE KAZANDI!!! diye. Zira benim Uzunköprü’de sakıncalı sürgün olarak vebalı yapılmama rağmen tüm Alayı sevgiyle ele geçirmiş olmam TSK için Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da mezralara kadar giden asteğmen doktorların sağlık hizmetleriyle bir model olarak uygulandıktan sonra bu sonuç gerçekleşip TİME Dergisine kapak olmuştu; ben sadece bir meçhul askerim!!!… Teğmen rütbemi aldığım gün arazi ictimaında emir komutam altındaki Birliklere şöyle hitap etmiştim; “Arkadaşlar, Allah cc Sizlerin dualarını kabul eder, arkanızda Hudut Taburu’nun ötesinde Edirne üzerinde karabulutlar var; dua edin de üzerimize yağmur yağsın!!!” Bir dakika sürmedi; karabulutlar yıldırım hızıyla üzerimize koşup bardaktan boşandı. Emir verdim; kaçın, ıslanmayın çocuklar!!! Böylece Bozcaada’dan gelmiş olan keskin nişancı şok mangasının bana yönelik bir süikastini de bertaraf ettim!!! Bu olayın ardından çok sayıda sünnetsiz askerker sünnet oldular ve ateistler de Allah’a cc iman etmişlerdi!!!…
MEDRESE-İ YUSUFİYYE derler Cezaevleri için, ben küflü kitaplar yerine Kuran-ı Kerim’e davetimi yahut insani geçmiş olsun dileklerimi iletmek için zor zamanlarda mektuplar gönderip azap askeri gibi taharri ve takibatlara maruz kalmayı göğüsledim. Geçmişten günümüze hatırladıklarımdan bazı isimleri burada zikrediyorum. YILMAZ GÜNEY (Ulucanlar Cezaevi-Ankara), DENİZ BAYKAL (Hamzakoy Askeri Tutukevi-Gelibolu), TAHİR BÜYÜKKÖRÜKÇÜ (Konya Cezaevi), İHSAN ELİAÇIK (Kayseri Cezaevi), DÜCANE CÜNDİOĞLU, PROF.DR.BURHAN KAVUNCU, VELİ CAN ODUNCU, KARTAL DEMİRAĞ (Ülkücüler-Muhtelif Cezaevleri), ABDÜLKADİR KONUK, EŞBER YAĞMURDERELİ, FİKRET BAŞKAYA, İSMAİL BEŞİKÇİ (Devrimciler-Muhtelif Cezaevleri), SALİH MİRZABEYOĞLU (Bandırma Cezaevi), HASAN CELAL GÜZEL (Ankara Sincan Cezaevi), RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Saray Cezaevi), MUSTAFA İSLAMOĞLU (Gölcük Cezaevi) Geçmiş olsun…
SALİH MİRZABEYOĞLU vefat etti bugün; Rametullahi Aleyh. Şair öldüren bir rejimin son kurbanıdır. Mekanı Firdevs Cennetleri olsun; ” El-meru maa men ehabbe!!!” (Kişi sevdiği ile beraberdir!!!) Rasülullah sav’in müjdesi mucibince…
A.Konuk’un dizeleriyle…
“Yeni umutları ektim bahçeme
Kanla gözyaşıyla sulandı tohum
Güne ferman çıkarıldı; Ölsün, diye
Umulmadık bir günde;
Gün dirildi çocuğum”
Üstad NECİP FAZIL KISAKÜREK gibi SALİH MİRZABEYĞLU da doğum gününde vefat ederek Diriliş’e yürüyenler kervanına katıldı. Asıl adı SALİH İZZET ERDİŞ olup lakabı KUMANDAN idi. Şimdi Eyüp Sultan Kabristanlığında Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK, Mareşal FEVZİ ÇAKMAK, Ömer KISAKÜREK ve Şeyh KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ gibi Zevat ile komşular… Rahmetullahi aleyhim ecmain…
1989 yılı olabilir; Cerrahpaşa Tıp Faküktesi Merkez Mescidi avlu girişinde ayaküstü tanıştık bir Cuma namazı vakti Yaşar KAYA ile, başörtülü kızı Dr.Hüda KAYA da öğrenci ve o da oralarda… Benim istihbarat kaynağım olan Dost Yardımcılarım Melekler hakkında bilgi verdi; ileride Kürt partisinin genel başkanı olacak, müslüman biri, Malatyalı…diye bahsedince ben de tanışalım istedim, müjdeyi de bildirdim; İnşaAllah!!! diyerek memnuniyetini izhar etti.
Sonra ben ayrılıp Koca Mustafa Paşa – Taksim otobüsüne bindim, gerideki boşlukta ataküstü gidiyorken Melekut yine devreye girip karşımdaki genç hakkında bilgi verdi, fakat bilgi beni bıçaklayacağını söylüyordu. Arkadaşla tanışmış, Elazığlı Kürt bir ailenin çocuğu olduğunu öğrenmiştim. Çok çocuklu bu aile geçim sıkıntısı yaşıyordu; kardeşlerinden biri insan hakları mücadelesi verebilmek için fakülte değiştirip Hukuk öğrencisi olmuştu. Ben sponsor olup okutmak, destek olmak istedim; bir zamanlar Talha UĞURLUEL için bu desteği arzuladığım halde kendim yoksulluktan aç dolaştığım için oruçluydum yine. İneceğim durak Haşim İşcan’a da yaklaşıyorduk. Arkadaş beş vakit namazlarını da kılan biriydi. Ben Melekuta “Arkadaş PKK sempatizanı olabilir ama dürüst biri; beni bıçaklamaz!!!” dedim. Otobüste bir anda hareketlilik oldu, etraf boşalıverdi; orta yaşlı bir başka Doğulu onun kulağına eğilip birşeyler söyledi; ne söylediğini bilmediğim için yorum yapmam yakışık almaz. Ben nezaketle oruçlu olduğumu, kan şekerimin düşmüş olabileceğini söyleyip müsade istedim ve otobüs durağında indim. Konuştuğum muhatabım Selahattin DEMİRTAŞ’ın ağabeyi Nurettin DEMİRTAŞ’tı. Bugün Selahattin DEMİRTAŞ’ın önünde beyaz örtülü bir masa ve yanında uzaktan görüp tanımakta zorlanmadığım dört kalın kitap üstüsteydi; Pan yayıncılıktan Lütfi FİLİZ’in “Noktanın Sonsuzluğu”. Velayet yolu…
1985 yılı olabilir, Milliyet muhabiri 70’lik Vasfiye Abla, haber gönderdi; “Gazeteye gelsin, burs bulalım!!!”. Melekut bilgilendirdi; “Aydın Doğan ile görüştüler, dikkat et, tuzağa düşme!!!” dediler, ben de mukabil haber gönderdim; “Vasfiye Abla, derhal gazeteciliği bıraksın, utansın, yakışmıyor kumpas kurmak ona!” dedim. Vasfiye Abla köpürmüş; bana bu ithamı nasıl yapabilir?! diye. Ben de cevap olarak şöyle yanıt verdim; “Bana haber veren Melekut bugüne kadar bana hiç yalan söylemediler, ben de yalancı biri değilim. Eğer sözünde sadık ise ben konuyu İlahi Hakeme mürafa ile arzederim; sonucuna katlanır!!!” . Vasfiye Abla’dan derhal özür geldi ve gazetecilik meslek hayatına veda etti.
SALİH MİRZABEYOĞLU, ABDÜLMETİN BALKANLIOĞLU…Beyin kanaması, Kalp krizi…Şehadete yürüdüler. Bediüzzaman Saidi NURSİ Hz. sayısız kez zehirlendi. Bu fakir de Kızılay Hac Sağlık Ekibi Amirleri ve Aşçılarınca fare zehiriyle komalık edildi üzerindeki Haccı Kıran İhramıyla ve başka nice süikastler. Dikkat ederseniz bu şahsiyetler imanlarını ve davalarını meteliğe satmamış, bağımsız, mütefekkir, aksiyon adamları olup Liderlik vasıflarını taşıyan bireysel kahramanlardır. Amerika Birleşik Devletleri’nde herşey için bir sıra bir kuyruk oluşur ve işlem gören yetkili “Next!!!” diye seslenir; sıradaki diğeri gelsin! demektir. Duyarsak şaşırmam; “Filanoğlu Hakka yürüdü!!!” diye…
Yukarıdaki isim başlıklarına bir daha bakın; kimi Kürt, kimi Kemalist Yurtsever, kimi Ermeni, kimi de Şeriatçı… Bu insanların hepsinin ortak bir özelliği vardı; inançlarını paylaşmasam da hepsi dürüst kimselerdi, hepsi idealist ve aksiyonerdi. Ben bu insanlarla aynı inançları paylaşmasam da hepsine saygı duydum. Saygı duymadığım insanlar ise bu insanlara saygı duymayıp yok etmek isteyenlerdir. Zira onlar kendileri gibi düşünmeyen hiç kimseye yaşam hakkı tanımak istemezler. Nokta dergisinin son sahifesindeki okur eleştirilerinde Hrant DİNK adına rastlarsınız ve Sabah gazetesindeki köşesinden alevler saçarak Hrant DİNK’i hedef gösteren tahammülsüz gazeteci kimdi; bugün hatırlayanınız var mı acaba!!!? Dinci yobazla Kemalist yobaz aynı dinin mensubu, aynı şirketin elemanıdırlar!!!…
İslami çevrelerde çok yaygın bir ilkesizlik örneği yaşanır; uzattığınız el havada kalır!!! Medeni bir taleple yöneldiğiniz kişi konuyla ilgilenir ve ardından sessizliğe gömülür. Evet’i Evet, Hayır’ı Hayır değildir!!! İnşaAllah der; “cevab-ı red” anlamınadır!!! Reaksiyonu ne sıcak ne soğuk değil; ılıktır!!! Ben daima ağzımdan kusarım böylesi ikiyüzlülükleri!!! Aynı münafık üslubuyla; “Tam bir Türksünüz!!!” yahut “Örnek bir Müslümansınız!!!” diye. Yılmaz GÜNEY karakterini hiç tanımamışlar; “Kardeşim” diye hitabeden bu münafıklar sürüsü “Arkadaş”!!! diye hitap edemezler!!!
DAVA ŞUURU ile yetiştirildik. Peki neydi DAVA? Benim için doruluğunu ve geçerliliğini hep koruyan ve koruyacak olan “İlay-i Kelimetullah” davasıdır ki tüm telif eserlerim işte bu büyük “Dava”nın lübbül-lübü yani özün özü ve cihadıdır!!!
GÖKLERİN MELEKUTU yani Krallığına her tür yakin ile muttali olarak iman etmiş olan bu Arif-i Billah için zaten ve ebeden minel-ezel tüm Kainatta Allah’ın cc Emir ve Yasası yani “İlahi Şeriat” daima galip ve egemendir!!!
Göklerin Melekutu içinde Kral Mesih İsa as İncil-i Şerif’in Dağdaki Vaaz duasında der ki; “Yeryüzünde de Senin İraden hakim olsun!!!” Amin. Biliyor ve şehadet ediyorum; iman edenlerin ilkiyim!!! Bu yüzden bu kutlu Dava’nın öncüsü ve bayraktarıyım. Kralımız Hz. İsa as ve Göklerin Melekutu’nun Yeryüzü’ndeki Yoldaşlarıyım. Arz’ın Melekutu’yum.
O halde bana icap eden nedir?! Yeryüzünü tüm putlardan temizlemek ve İlahi Şeriatı egemen kılmaktır. Kral olmak, Cumhurbaşkanı olmak, Milletvekili olmak gibi bir mesuliyetim yoktur!!! Allah cc Zebur-u İlahi kitabında da Kuran-ı Kerim’de de vaad eder ki; “Yeryüzüne Allah’ın cc salih kulları varis olacaktır!!!” Kaygı yok, tasa da yok!!! Bizim çabamız iktidarı ele geçirme ve kuru bir cihangirlik davası olamaz; bilakis Allah’a cc vakıf, kurban ve salihlerden olmaktır!!! “Allahummahşurna fi zümratis-Salihin, Es-Sadıkiine vel-Hunafael-Mukarrabiin livech-İllahil-Keriym” Amin. Hadis-i Nebi’yi hatırlayalım; “İnnema buistü liutemmime mekarimel-ahlak” Sav; “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim!!!” Ne anlayalım; “Peygamberlerin hepsi bu misyoun sahipleriydiler; ben de o misyonun son temsilcisiyim!!! Bu misyon helakın antidotudur!!! Helakı mucip kötüler içinden çıkan bir Gül’ün Davası ne yüce!!!”
Bugün Şeriat denilince herkesin aklına el kesme, kılıçla kafa uçurma!!! geliyor ki İlahi Şeriat yerine Beşeri Şeriat bir felakettir zira!!! Zina suçlaması ve ceza infazı için bir kadını recmedip taşla linç etmek üzere toplanan Şeriatçı Haham ve Yahudi halkına “Muallim” yani Mesih İsa as diyor ki; “ilk taşı içinizden bu günahı işlememiş olan atsın!!!”. Aynı olayın bugün yaşandığını ve aynı söze muhatap olduğunuzu bir düşünün; ilk taşı atmaya Siz hak sahibi olur muydunuz?! O gün herkes dağılıp gitmişti!!!
Dürüstlük ahlakını yitirmiş müslümanın iktidar doyumsuzluğu; her köşe başına kendi köylüsünü, hısımlarını, hemşehrilerini, ırkdaşlarını yerleştirip şu fukara Türk Milleti’nin yetiminin, işsizinin, borçlusunun, emekçilerinin, emeklilerinin sırtına kene gibi yapışmış bu doymaz ihtirası Cehennem alevi gibi olan müslümanlar hiç kuşkusuz Nuh as tufanı gibi sel felaketleri ve yıldırımlarla, depremlerle, dolularla taşlanarak ve patlayan beklenmedik terör olayları ve kaza sonucu ortaya çıkan afetlerle daha olmadı dış düşmanlarla, yığdıkları malü emvali sıfırlayamadan talanlarla yağmalarının cezasını hem bu Dünya’da hem de uzak olmayan ahiretlerinde ödeyeceklerdir.
1980 öncesi içsavaş yıllarıydı; akşam karanlığından sonra kahvehaneler sten makinalı tabancalarla taranır, şehrin muhtelif yerlerinde patlayan bomba seslerini dinlerdik. Askeri Darbe’den önce benim nisbeten daha da küçük yaşlarımdı ki Balıkesir’deki Anafartalar caddesi üzerinde karşılaştığım bir Şehid benden haber vermemi istedi; “TÖB-DER binasına git, az sonra Ülkücüler otomatik silahla tarayacaklar, uyar ki Allah’a cc inansınlar!!!” dedi. Gittim, SSK binasının ikinci katındaki TÖB-DER’e vardım; tavla oynayan öğretmenlere mesajı ilettim; kimisi bana kızdı! Tam o esnada yaylım ateşi altında kaldık, mermiler yağmur gibi yağıyordu; hemen kendilerini korumaya aldılar, ne bana ne de diğerlerine kurşun isabet etmedi, böylelikle yara almadan kurtulduk hepimiz…
Türkiye’de MALCOLM X misyonunun aynen Şehid Malik EL-ŞAHBAZ’ın yaşam pratiğinde olduğu gibi iman ettiğim Sayın İHSAN ELİAÇIK ile hayat bulmuş olmasından ne kadar bahtiyarım, Elhamdulillahi Rabbil-Alemin. Amin
Sayın İhsan ELİAÇIK hakkında bir portre başlıklı yazı yayınlamak isterdim, amcak “ru be ru” (yüzyüze) hiç karşılaşıp tanışmadığım için yazamamış olsam da çok önemsediğim bir Kuran-ı Kerim aktivisti. Günümüz Türkiye’sinde bir Profesör Seyyid KUTUB, Dr.Ali ŞERİATİ, Malcolm X, Bediüzzaman SAİD NURSİ, Ebulula EL-MEVDUDİ, Güney Afrikalı İmam HARUN, Mahatma GANDHİ ile eşdeğer biri benim nazarımda!!! Tarih benim bu sözlerimi alıntılayarak Onu böyle yazacaktır; kulağı olan işitsin!!!
Asabiyet, Unsuriyet, Milliyetçilik, Irkçılık… her ne ad altında olursa olsun vücud bulan ilk ideolojidir ve Allah’ın cc Dinine karşı başkaldırı olarak Şeytan/İblis tarafından öncülük edilen bir sapma hareketidir. Bu ideolojinin banisi İblis/Şeytan Allah’ın cc Ruh üflediği Adem’e as kendisinin topraktan daha üstün olan ateş unsurundan yaratılmış olduğunu ileri sürerek secde etmemiştir. Bu ideolojinin adı “Kibir” olup tüm izcileri Şeytan/İblis ümmeti olanların da hepsi “tekebbür” davası güderler; bu ideolojik miras hepsinin ortak vasfıdır. Ait oldukları unsuriyetleri farklı farklı da olsa sünnet/gelenek aynı Şeytani kibirden beslenir. Bu ideolojinin son kullanım tarihi Hesap Günü ile noktalanır; zira Allah cc katında bakıyatüs-salihat olan amellerden olmayıp saman alevinden ibaret boş gururdan ibatettir.
İdeolojiler beşeri birer dindir ve Allah’ın cc ekmel dini karşısında ise birer sahte dindirler. Allah’ın cc dininde “Baba” Allah’tır cc; ideolojilerin babası ise kılık değiştirmiş Şeytanlar olmaktadır. Şeytan kuzu postuna bürünerek insanları saptırır. Hakikat suretine bürünür. Örneğin; Kürt-İslam sentezi, Türk-İslam sentezi, Arap-İslam sentezi ideolojileri sahte birer didndir, babaları kuzu postuna bürünmüş Şeytanlar hüviyetindedir. Ne mutlu Allah’ın cc hidayetine tabi olan kurtulmuşlara!!!
İHLAS Süresi Anlamı
1.Allah cc Bir’dir.
2.Bir’in gayrisi sıfır’dır.
3.Panteizm (Vahdet-i Vücud) ve Panenteizm (Vahdet-i Şühud) mistik sıfır’dır.
4.Bir’in karşılığı değildir.
(Dr. Ömer Nasuhi BİLDİK çevirisidir)
Ömer Zülfü LİVANELİ “Kadın cinayetleri konusunda; birkaçı
gebertilmeliydi!” tepkisini dile getirdi. Oysa ben derim ki; “Şeriat tüm cana can, göze göz, dişe diş; tüm yaralara
KISAS!” tavsiye eder “Akil insanlara” “Hayat yolu” olarak!
Kuşbaşı doğrayan karkas değil kuşbaşı doğranacaktır!..
12 EYLÜL ASKERİ REJİMİ Cinayetleri mevcut Sovyetik
rejimin bir karakteridir. İstiklal Mahkemeleri, Dersim
katliamı, Takrir-i Sükun yasaları, 6-7 Eylül tertibatı, 27 Mayıs,
12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ilh. Bu bir KGB düzenidir, bir
sünnettir yani gelenektir, cinayet vazgeçilmez bir yaşam
biçimleridir. Çete, Mafya diye bilinen tüm örgütlenmeler bu
Sovyet Çetesinin tetikçikeridir. Bu Rejim sadece kaba cinayet
metodları kullanmaz, son derece teknik ve sofistike
yöntemler de kullanmaya teşebbüs eder ve her defasında da
yüzüne gözüne bulaştırır; çünkü IQ ve EQ kapasitesi
devekuşu gibidir, kafasını gömse poposu açıktadır! İşte bu
sofistike cinayet mekanizmalarından biri de 12 Eylül sonrası
açılmış olan “Kümes Tıp Fakülteleri”dir. General çocukları
eskiden Tıp Fakültelerini kazanamadıklarından kontemjan
teminine matuf olarak açılmışlardı…
Türkiye Sol’u hakikatte “faşisttir”! Türkiye Cumhuriyeti vatandaş kültürü hangi zümreye ait olursa olsun bu kültür zemiminde hayat bulmaya koşulludur zira. Böylesi bir insan hamurunun olduğu toplumda varolabilmek “karakter” ile mümkündür. Aksi halde sağlı sollu kroşelerle yaprak gibi savrulur gider insanlar. Sol, laikler ve dinsiz milliyetçiler her dini görüntüye salya akıtmayı köpek refleksi edinmişlerdir. Mümin karakteriyle bunlara karşı Adnan Menderes, Necmettin Erbakan gibi yumuşak duramaz. Alpaslan Türkeş gibi durmalıdır. Kuran-ı Kerim “hürmetlerde kısas” emreder! Amerika Birleşik Devletleri insanlarını bu yüzden severim. Texas Eyaleti’nin giriş sloganı “Bizimle dalga geçilmez!” der, anlamı “kurşunu yersin!” demektir. İslam Alemi içinde buna benzer karakter “Yemenliler”dir. Tire ve kendine gel! Altı ay hazırlık, altı ay imha! Alpaslan Türkeş’in hafızalarda tazeliğini korur…
Sol daima Müminleri itham eder, kardeşlerimizin ithamcısı Şeytan’ın misyonerliği bunu gerektirdiği için. Örneğin “Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi!” der. Eğer öyle münasip buyurmuşlarsa öyledir!!! İdeolojilerin jargonuyla konuşmak onlarla aynı minder zemininde güreşe tutuşmak demektir ki nerenize faul takacakları belli olmaz! “Demek, öyle!”, “İlk defa duydum!” gibi münasebetsiz cevaplar münasiptir! Zira halk mahkemesi yargıcı gibi hüküm kararıyla itham eden ve bostancıbaşı gibi infaza hazır bir eda ile yağlı kendir ellerinde olup akbaba gibi başımızı bekleyen ideologlara sadece “sonsöz” söylenir, tartışılmaz! “Selam!”…
Türkiye Müslümanları soyut değil somut rol model jön karakterlere ihtiyaç duyuyorlar. Bunun için ellerinde evirip çevirip anlatageldikleri şahıslar herkesin malumlarıdır. Fakat aktüel aksiyoner rol modellerden yoksun olduklarından koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi demekteler. Mesut Uçakan’ın beyaz perdeye uyarladığı Necip Fazıl Kısakürek’in “Reis Bey” romanındaki kahraman başrol oyuncusu Haluk Kurdoğlu’nu da yaşamında yüzyüze tanımıştım; karakter rol modeldi. Fakat İslami camia karakter rol modelden vazgeçtim, “adam” yokluğuyla illetlidir. Niçin? Alayı abdestli kapitalisttirler de ondan; hiçbirinin sözüne güvenemezsiniz!!! “Ecmain” derler, adamı götünden delerler. Sahtekardırlar, riyakardırlar, münafıktırlar, ajandırlar, satılıktırlar ve de satarlar. Salih Mirzabeyoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu gibi karakterler malesef müstesna örnekler olarak azınlıktalar. Sol da bu bakımdan Türkiye İslami kesiminden daha kaliteli olmakla birlikte çok da farklı değil sonuç itibarıyla; Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi karakterler de müstesna örnekler.
Türkiye’de Sağ hırsızdır, Sol ise din düşmanı! Sağ nasıl hırsızlık yapıyor, bu konuda Sol’a muhtacız. Sol nasıl din düşmanlığı yapıyor, bunu da diyalektik olarak Sağ pencereden öğrenebiliriz. O halde Hanif Müslüman olarak bize düşen hangi dünyaya kulak kesilmişsek öbürüne sağır kalmamaktır. Solcu TV Kanallarında izledim; Kırıkkale’de “İstiklal Marşı” arapçaya tercüme edilip başörtülü öğrenciker tarafından bir Arapça sempozyumunda okunuyor. Solun en imanlısı münafıktır ya eleştirenler kuduz gibi salya akıtıyorlar! Kuran-ı Kerim arapçadan türkçeye çevrilmeli, arapça ezan türkçe okunmalı, ibadetler Aleviler gibi türkçe yapılmalı diye ideolojik savaş verenler İstiklal Marşı kürtçe, arapça, azerice okununca salyalarını akıtmaya başlıyorlar. Teşhisi doğru koymak gerek Sol salyalı diye kuduz değil, beyinlerine cin tasallutu olduğundan salyalı! Düşünmeleri musallatlarının eksitasyonu (impulsu) ile, kendilerine malik, faruk ve mümeyyiz değiller!
TBMM Parti Grup Hatibi Asım Safitürk isimli sarıklı cübbeli bir vatandaşa yönelik aşağılayıcı bir beyanda bulunuyor. Bu faşist zihniyet fırsat buldukça hortlar. Hakikat münafık imana sahip olmalarındandır. Faşist olmaları da güce tapmaları, güçten nemalanmaları ve güçlüye rüku etmelerinden kaynaklanan bir şirk ideolojisine sahipler. Şeytanın kıçının fosforuyla aydınlanmışlar. Cehennem der ki; “daha yok mu!?”. Hangi Parti mensubu olurlarsa olsun kalpleri birbirine benzeyenler birbirleri orada ebedi buluşacaklar, kuşku yok! Nasıl mı!? Kuzu tandır, oğlak çevirme, tas kebabı, et haşlama, pirzola, tavuk yemeyen vajeteryenler mi!?
Kemalistlerin vahim bir şaşılığı var din konusunda. Hayatları boyu Allah’ın cc Yasaları “Şeriat” ve her türden çağrışımı ile savaştıkları halde; ışıklar içinde uyuduktan sonra Cennet köşklerinde ağırlanmayı umuyorlar! Bu bir “deja vü”!!! Dante’nin İlahi Komedyası’nın “Cehennem” girişi üzerinde bir yazı vardır; “Ey buraya giren Sizler! Burada her türlü umudu kesiniz!”. Eğer Allah’ın cc Rızasını kazanıp ışıklar içinde uyuduktan sonra Cennet köşklerinde ağırlanmayı düşlüyorsanız; “savaştığınız düşmanlarınızı sevmek ve onların gönülden rızalarını bu dünyada kazanmanız gerek”! Aksi halde Allah’I cc aldatamayacak, sadece aldananlardan olacaksınız! Şüphesiz bilir ve bildiririm!…
“Emperyalizm” jargonu özgürlüklerimizi katleden, kültürel soykırımcı, dinimizi inkar ve değişime zorlayatak biz müslümanlara putperestliği dayatanlar “cambaza bak!” diyerek bize “ABD Emperyalizmini” düşman olarak işaret ediyorlar. Oysa ki bizim emperyalistlerimiz bizatihi kendileri! Biz onların emperyalizm şakımaları karşısında “nazaral-mağşiyyi” yani ölü gözlerle bakıyoruz yüzlerine! Defamasyonu yaşayanlar olarak… Hitler’in Austwitchtz, Birkenau için Stalin’in Sibirya için vagonlara toplayıp doldurdukları gibi. Emperyalizm bir Kürt için ne demektir, kimdir? Peki ya bir Türk Müslüman için!? Rum, Ermeni, Süryani, Yahudi, Ezidi, Dersimli için!? ABD Emperyalizmi de diğer Dünya emperyalistleri karşısında düğümlenen bir yılandır; tıpta şifanın sembolü olan kısas örgüsü, hayat yolu… Eğer birgün ABD yılanı musallat olursa putlarınız ve oligarşiniz için “Gehinnom vadisi” ikinci adresinizdir. Yeryüzünde kibirlenenler için şimdiden rezerve…
Tasrih edelim ki bugünkü Kemalistlerin dünkü yanlışları savunmaları suçun muhataplarımız tarafından işlendiği yahut intikam için hedef oldukları anlamına gelmiyor. Zira babaların yediği koruktan dolayı çocukların ağzı kamaşmaz! Fakat hidayetleri dileğimiz olduğundan aydınlatmalıyız, görevimiz budur. Kemalizm kimsenin dinini değiştirmemiştir, hele ki müslümanların asla! denilebilir. Din layeklik (tevhid karşıtlığı) gereği düşman unsur olduğundan müslümanların yaşam tarzına müdahalenin her türü “din değiştirtme” demektir. Sizin fötr şapkanıza nasıl kimse yasak koyup giremezsiniz! demiyor, dışlamıyor, reddetmiyor, aşağılamıyorsa siz Kemalistler de müslümanın cübbesine, sarığına, şalvarına, çarşafına, peçesine “karaböcekler, ne bunlar böyle? buralara da mı geldiler! bu çağda bu zihniyet!” diyemeyecek, bu müslümanları görünce toplu protesto marşı söyleyemeyeceksiniz!!! Bu tür davranışlar dini inanış ve yaşam biçimlerine karşı “defamasyon”, taciz, provakasyon ve insanlık suçu işlemektir!!!
Salih İzzet ERDİŞ (MİRZABEYOĞLU) ile 1983 yılında ilkin İstanbul – Vefa İlim Yayma Yurdu kantininde tanışıp dohbet ettik. Haşim KILIÇ isminde asteğmenliğinden tanıdığım Eskişehir’den bir arkadaşımızın selamını getirmişti. Necip Fazıl KISAKÜREK’in manevi varisiydi; “İdeolocya Örgüsü” üzerine anlattı. Kadir MISIROĞLU da Necip Fazıl KISAKÜREK’in ardıllarındandır; onun çizgisindeki manevi varisiyse iktidar oldu. Bu bağlamda bakıldığında Emevi ekol Ehli Beyt ekolüne galebe çalmış görünüyor. Aradaki fark buna benzer. “Hanif Müslüman” olarak hangi sünnet çizgisi tercihim olmalı?! diye sorduğumda dinamik hayat diyalektiği içerisinde ben saltanat ile yolumı İlahi ihbar ile ayırmışım; demek ki gaye iktidar olmak değilmiş! Peki, Emevi düşmanı mıyım!? Hayır, asla! Hz. Ebu Süfyan’ı as da, Hz. Osman’ı as da bizzat tanır ve severim; her ikisi de Emevi araplarından. Benim yolum diyor ya Frank Sinatra “My Way” şarkısında; evet, benim yolum Hazret-i İbrahim’in as yoludur…
Türkiye’de yeniden bir fikir hareketi gelişebilir mi!? Fikir hareketlerinin neşvü nema bulduğu yıllar telekomünikasyon devrimini henüz yaşanmamıştı; o imkansızlıklar içerisinde yaya veyahut otobüslerle ulaşım sağlanarak ev yahut kahvehanelerde sabahlara kadar konuşulur, kitaplar tartışılırdı. Sigara ve çay eşliğinde, parkaların içinde ısınarak… Fikirleri dava bilmiş, davasına gözükara inanmış ölüme gönüllü gençlerdi… Nitekim öldüler ve öldürdüler de… Yaşanan gerçeklerdi. İç savaş, kurtarılmış semtler… Her kesimin ideolojik bağlı olduğu merkezler vardı; Moskova, Pekin, Tiran, Tahran, Washington… Tecrübelerden ders alınmıştır kuşkusuz. Artık teni bir fikir hareketinin ibda ve inşası bu iletişim çağında eski yöntemlerdeki dergi, bildiri, broşür dağıtarak değil de dijital araçlarla olabilir. Refah Partisini kurduğumuz dönemde ben Recep Tayyip Erdoğana audio visüel yöntem önermiştim; nitekim Bahri Zengin gibi aydın bir Genel Başkan Yardımcımız da destek verince tüm Parti Teşkilatları video eğitim mekteplerine dönüşmüştü. Bugün cep telefonları üzerinden Twitter gibi çeşitli interaktif ortamlar revaçta. Alınan tık sayısı gibi ölçütler sözkonusu. Teknoloji ve yöntemler yeni olmasına yeni de insanlığın fikir evreninde katkı yapacak yeni volkanlar ortada yok! Sihirli kelimeler kalmadı. Kıvrandıracak fikirler. Fünyeyi ateşleyecek şairler. İnsanların ruhları ölü, gözleri balık cesetlerininki gibi. Sözün bittiği yerdeysek eğer taşlar dile gelecek demektir. Toprak konuşacak, Gök bağıracak, Deniz coşacaktır…
Komunistler Devlet örgütlü en büyük terör organizasyonunu, derler. Fırsatı bulunca da işçinin olmadığı yerde devleti yine terörist yöntemlerle ele geçirip bu kez devlet aygıtı I kullanarak halklar üzerinde halk adına en büyük cinayetleri bizzat işlerler. Bu beşeri ideolojik teoriler birer paranoyadır, bunlara iman eden müşrikler de birer paranoid şizofrendirler. Tedavilerinin tek ilacı “Allah’tan cc başka tüm ilahlar reddedip tevhid dinini benimseyerek Kutsal Kitapları rehber edinmeleridir!”.
Ölümlü dünya, fani bir hayatta misafirhanedeyiz. Şair Lale MÜLDÜR Rabbani konularda vah evinde misafir olarak vah telefonlaşarak sohbet ettiğim bir Arkadaşım. Ölümüne dair bir sır verdi, belki Sen daha önce ölürsün; dedi, gülerek helalleştik! Çok zaman geçmeyecek; ekranlardan aşina olduğumuz pekçok insan ölüler dünyasına geçecek. Şefaat varsa bu dünyada öncelikle lazım; hidayete vesile olmak gibi, açları doyurmak gibi, hiç değilse bir güleryüzle tasaddukta bulunmak gibi. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan Coşkun ile merhum Babası bizi arkadaş yaptığı gün 1978 yılıydı. Ahmet Hakan ile MTTB’de bir Cuma gecesi şiir okutmuşlardı; ben Erdem Beyazıt’ın “Düşümde gördüm ol Muhammed’I” diye başlayan şiirini, Ahmet Hakan ise Necip Fazıl Kısakürek’in “Sakarya” şiirini okumuştu. Ahmet itiraf ederdi; beni kimse tanımadı, Sen beni tüm çevreye tanıtıp tanıştırdın! diye. Ahmet Hakan’I benim Validem de iyi tanır, çünkü evimizde çok misafir ettim çocukluğumuzda. Bisikletimi armağan ettim, sadece Eski Cami’de bir tur atmıştı. Biz Ahmet Hakan ile Abdullah’tan daha yakın iki dosttuk, arkadaştan da öte. Sonra 12 Eylül 1980’den bir yıl önce yeni öğretim yılı başında Balıkesir Kepsut Müftüsü olan merhum Babası Çanakkale ilinin Ayvacık veya Ezine ilçesine tayin olmuş, Ahmet Hakan da bana Şair Mehmet Akif ERSOY ra’in “Safahat” şiir kitabını bırakmış, Savaş Yaylalı teslim etti. Mektup yazdım İlçe Müftülüğü’ne; “burada böyle bir personel bulunamamıştır!” diye iade olup ve geldi!… Ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi oldu, ben İmam Hatip Lisesi beşinci sınıf sonrası Muharrem Hasbi Lisesi matematik bölümünün ilk iki sınıf fark dersleri olan o üç dersten fark sınavını verip son seneyi orada tahsil ettikten sonra İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesine kaydoldum. Ahmet Hakan Coşkun beni İskenderpaşa Camii’nde 1983-4 yılında buldu ama ben yıllardır çok yoğun matematik çalışmaktan kendisini hiç hatırlayamadım, tam bir hafıza silinmesi, oysa ağabeyi Abdullah’I tanımıştım; kasıt hiç yok, yeni tanıştık Ahmet Hakan ile bir kez daha ama bir defalık ayaküstü bir karşılaşmayla. İstanbul Üniversitesi Arap Filolojisi öğrencisi beni tanıyan ve kalpten selamlarını aldığım Hakan isminde bir öğrenci vardı, meğer aynı Ahmet Hakan’mış; zaman zaman İstanbul’da Ahmet Kekeç, Zahid Akman bana Ahmet Hakan Coşkun dan bahsetseler de ben yine hiç çıkaramadım; çilekeş hayatım tüm yoğunluğuyla devam ediyordu ki maruz kaldığım zulümler hafızamı yok edip götürdü. Ve ben Ahmet Hakan’I ne TGRT’de Ne Kanal 7 Anahaber ekranlarında gözüm ısırsa da uzun yıllar boyu hiç tanıyamadım. Ve ancak seyri sülukumun Ruh ile ikmali neticesinde herkesi tüm geçmişiyle yeniden yaşadığım tüm detaylatıyla hatırladım. Ahmet Hakan COŞKUN’un müstesna güzel göz renginden üst dudaklarının katlanmış yapısına ve herşeyden önemlisi çok vicdanlı kalbine kadar herşeyi hatırladım. Tabi bu arada düştüğü nahoşluklara da tümüyle muttali oldum. Ne yapabilirdim ki; yapabildiğim ölümden önce helalleşmek olabilirdi ki ben de 1979 yılında bana hediyesi “Safahat” için teşekkür mukabili eldeki kitaplarında anlattığım kendi safahatımı kargoyla gönderdim. Takdir-I İlahi…