PROFESÖR MUSTAFA İSEN, TEMEL KOTİL ve ORG.IŞIK KOŞANER
1984-5 yılları, Ankara Devlet Planlama Teşkilatı eksenli ziyaret listem hayli kabarık; Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Sezai Uğurlu ve bir isim daha Bulut Bilişim’den altı çizilerek not ettirldi tanışmam için; Profesör Mustafa İsen, Kültür Bakanlığı’nda bir bürokrat. Sezai Uğurlu’nun odasından telefonla arayıp görüşüyorum; çok nazik bir Beyefendi olmasına karşın ‘ben Profesör değilim, kabul edemem, farklı frekanslardayız!’ diyor. Bu beni ziyadesiyle üzdü. İstanbul’a döndüğümde bir ulak geldi Dr. Mustafa İsen’in selamlarını getirdi. Ben de özür ve nezaketini kabul ettiğimi; Bakanlık müjdesi vermek istediğimi ama bu arızadan dolayı Türkiye bürokrasisindeki en üst bürokrat olacağı müjdesini gönderdim; ileride Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevine geldi.
1984 yılı, Temel Kotil bir pazar günü İskenderpaşa Camii vaazını dinleyip Unkapanı istikametinde yürüyor, yolda tanıdım Kendisini; ne güzel bir ahlak sahibi:) İTÜ Uçak Mühendisliği öğrencisi. Temel Kotil’e yazıklanarak dedim; ‘Temelciğim, bütün Bakanlıkları dağıttım, Bakanlık kalmadı, madem ki Uçak Mühendisliği okuyorsun, Seni de THY Genel Müdürü yapalım İnşaAllah!!!’… Gülümsedi:) İnşaAllah!!! dedi.
1994-5 yılı, sakıncalı fikir suçlusu olarak askerlik yaptığım Edirne Uzunköprü Piyade Taburu’ndan İstanbul’a geldim. Galatasaray’da Hac arkadaşım Boşnak Tatlıcı Ömer Efendi’yi ziyarete gittim. Askerlikte maruz kaldığım zulmü anlattım; bana ‘yarın gel, öğleden sonra saat 2’de!’ dedi. Ertesi gün saat tam 2’de dükkana girip selam verdim; iskemlede saçları ağarmış biri oturuyor. Tatlıcı Ömer Efendi’ye ‘ne oldu, bahsettiğin tuğgeneral ile görüşebildin mi?!’ dedim. Ağzından herhangi bir cevap alamadım; ‘boşver üzülme, eli çükünde bir asteğmen için tuğgenerali meşgul etmek doğru değil zaten!’ dedim. İskemlede oturan kişiye dönüp sordum; ‘Siz ne iş yapıyorsunuz!?’ dedim. ‘Astsubay’ım!’ dedi. ‘Rütbe ve göreviniz nedir?!’ dedim. ‘Kıdemli Başçavuş, teknik!’ diye cevapladı. Sonra dükkanın kapısından bir twitter cıvıldadı; ‘Selamün Aleyküm Paşam!!!’. ‘Ve Aleykumus-selam!’ dedim ama ‘bana mı selam verdi yoksa diğer astsubaya mı; çünkü ben asteğmenim, öbürü ise astsubay; acaba hangimize?!’ diye tereddüt geçirdim!!! ‘O Paşa, ileride Genelkurmay Başkanı olacak!!’ dedi. ‘Kim Genelkurmay Başkanı olacak, ne Paşa’sı; O astsubay, kıdemli kademeli ikinci üstten atlamalı başçavuş!!!’ diye cevapladım ama kuş uçmuştu kapıdan!!! Işık Koşaner ayağa kalktı; ‘Bu Veli yahu!!!’ dedi. Ayaküstü sadece şu mesajı iletebildim; ‘Sizler güzel insanlarsınız, ancak ihtiyacımız olan yegane şey dürüstlük!!!’ dedim. Işık Koşaner ayrıldı.
ADNAN KAHVECİ, TURGUT YILMAZ
1983-4 yılları, Bulut Bilişim sabah saat:10’da Cağaoloğlu’ndaki Bedir Yayınevi’ne gitmemi, Devlet Bakanı Adnan Kahveci ile tanışmamı istedi. Bedir Yayınevi’ni buldum, hemen İran Konsolosluğu’nun altında, Milli Eğitim Basım-Dağıtım’a bitişik, küçük dar bir dükkan. Adnan Kahveci Mehmet Şevket Eygi’yi ziyaret ederek birşeyler danışıyor; Kahveci bana ODTÜ mezunu ve MBA master eğitimi yapmış olduğunu söyledi. Sonrasında mektuplaştık; hiç unutmam, sadece adının yazılı olduğu mütevazi antetli bir kağıt kullanırdı. İleriki yıllarda Danışmanlığını yapmış olan Murat Birsel ile de tanıştık. Adnan Kahveci’nin Fatih’te bürosu olan bir de Avukat Vehbi Kahveci isimli amcaoğlu vardı. Niyazi Kahveci adında bir de öğretim görevlisiyle tanışıklığımız oldu, entelektüel biriydi. Adnan Kahveci’nin oğlu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazandı, babası tavsiye etmiş Cerrahpaşa Tıp fakültesi’ni. Adnan Kahveci için modernize islamcı denilebilir. Böyle bir tanımlamanın yanlış olmayacağı bir kişi de Mesut Yılmaz’ın kardeşi Turgut Yılmaz. Beyazıt’taki Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı Turgut Yılmaz’ındı. 1983 yılında beni Turgut Yılmaz’la kiracısı olan MSP Senatörleri’ndnen Av.Ali Oğuz tanıştırdı. 28 Şubat döneminde ben protesto ederek memuriyetten ayrılınca bana bir ulak Turgut Yılmaz’dan selam getirdi; ‘herhangi bir talebimin olup olmadığını?!’ soruyordu. Karadeniz’den asil ve alicenap, numune-i imtisal İnsanlar ile karşılaşmışımdır; Turgut Yılmaz bence öyle bir İnsan.
MEHMET YAŞİN
1984-5 yılları, İstanbul Topkapı’dan Ankara’ya otobüsle gece yolcusuyum, arka koltuklardan birinde, koridor kenarındayım. Bulut Bilişim’den bir tweet aldım, en arka koltuklardan biriyle sesli ileitişim halindeyim. Yanımdaki şahsın Hürriyet Gazetesi’nden adı Mehmet Yaşin olan bir muhabir olduğunu, Gazete tarafından benim hakkında çaşıtlamak amacı taşıdığını söyledikten sonra yolda otobüs durdu ve arka kapı açıldı, benim twitter inerek gözden kayboldu. Mehmet Yaşin doğruladı ama yüzü kıpkırmızı kesildi. Bu tür durumlarda insanların bana sorduğu hayatlarına ilişkin endişe oluyor, hiçbir problem olmayacağına dair teminat verdim; yolculuğumuza devam ettik, tabii Hürriyet’in tüm Yazı İşleri şokta:)
Mehmet Yaşin’i hem okur, hem izlerim. Denizli’li işadamı Funika Holding patronu Nuri Sözkesen ile tanışıp dostluğumuza da Mehmet Yaşin’in bir röportajı vesile olmuştu.
PROFESÖR İLBER ORTAYLI, MURAT BARDAKÇI, NEZİH UZEL
1970 sonrası yıllardı, Bursa’da Yeşil Türbe’ye girdim; İlber Ortaylı ile Murat Bardakçı da oradalar, çocukum, tanımam mümkün değil kim olduklarını. Türbe tarafından yaşlıca bir Zat, adının Edeb Ali olduğunu söyledi, benimle konuşuyor. Hatırladıklarım; Yeşil Türbe’de Diri Zat olmadığını söylemişti, İlber Ortaylı hakkında ileride profesör olacak derken Murat Bardakçı için de çok bilgili ama 🙂 deyince İlber Ortaylı gülümserken Murat Bardakçı muzipçe spin attı. İlber Ortaylı’nın Edebali mi Edeb Ali mi; diye sorduğunu hatırlıyorum. Murat Bardakçı’yla 1980 öncesi veya sonrası Topkapı Sarayı’nda turizm rehberliği esnasında bir kez daha karşılaştık; İslamcı Sosyalist çizgide olduğundan bahsetmişti. Erhan Afyoncu’nun Laleli’deki öğrenci evine Danişmend Gazi tarafından gönderildim; ileride profesör olacağını müjdeledim.
Nezih Uzel ile Mehmet Şevket Eygi tanıştırdı Bedir Yayınevi’nde, 23 Haziran 1984 tarih. Özbekler Tekkesi müdavimi bir Zat, tasavvuf ehli. Allah cc rahmet eylesin.
Dr. Ömer Nasuhi Bildik
12 Nisan 2015
– Haber Lotus –
HLotus
HÜRRİYET Gazetesi’nin MUCİZE başlıklı 1995 yılındaki haberini hatırlar mısınız? Ben hayatımda şu ana kadar 25 kez muhtelif süikaste maruz kaldım TC Rejimi tarafından. Askerliğim esnasında yine Sebahattin ALİ gibi Trakya’da arkamda beni takip eden bir süikast timinden sıyrılarak önce Gelibolu, sonra Eceabat, sonra da Kilitbahir’e gelerek akşam karanlığında bir tekne dolusu yolcuyla Çanakkale’ye geçmek üzere açıldık. Fırtına ve saatteki hızı 250 km olan deniz akıntısı nedeniyle 35 metre dalgalarla 40 mil sürüklenmişiz, Kaptan koordinatları da rotayı da kaybetti; sadece ölüm dalgaları ile havadan yere patlatılan teknedeki yolcuları son dualarını etmeye çağırdı, tekne batacak, ölüyoruz! dedi. Ben de dışarı çıkıp dua ettim, bir Zat geldi ve şu talimatı Kaptan’a ilet dedi; dümeni pusulanın tam doğu yönüne kilitleyip motorun devrini hiç düşürmeden tam yarım saat devam ettikten sonra Çanakkale’nin gece ışıklarını sağ tarafta görecek!!! dedi. kaptan gereğini yaptı ve tüm tekne yolcularıyla böyle kurtuldu. Hürriyet bu olayı ben tabip teğmen olarak Uzunköprü’den Balıkesir’e gelmekte olduğum için askerin yeni bir Çanakkale Mucizesi olarak haberleştirmişti.
ADOLF HİTLER adına Türkiye temsilcisi bir faşist ideolog vardı; 1983-4 yıllarında ben İstanbul’dayken O da Ortaköy’de yaşardı; telefonla görüştük, kısa zaman sonra da vefat etti; CEVAT RİFAT ATİLHAN.
İstanbul entelijansiyası içinde bir Hanımefendi vardı ki Beylerbeyi’nde yaşar ve ilerlemiş yaşına rağmen sabah yürüyüşlerine çıkardı. Telefonla görüşüp tanışmak nasip oldu; Efendim, ben Meşşai’yim!!! demişti Sultan 2. Abdülhamit’in Büyükelçi Eşi merhum MÜNEVVER AYAŞLI Hanımefendi.
DENGİR MİR MEHMET FIRAT Bu zat ile Prof.Dr.Necmettin ERBAKAN’ın Ankara Aşağı Ayrancı’daki Güven sk. Gül apt. 1.Kat dairesinde tanıştık 1984-5 yıllarında; Hoca’nın 12 Eylül MSP davası avukatıydı. Samimi bir İnsandır.
Prof.Nİhat ERİM, Şerafettin ELÇİ, Org.Kenan EVREN, Çek C.başkanı Vaclav HAVEL, Dr.Faruk SÜKAN, Sadettin BİLGİÇ, Dr.Burhan ÖZFATURA da niceleri gibi mektup yahut telefonla merhabamız bulunan kimselerdi…
AKİT GAZETESİ ile FLASH TV’nin İsim Babası benim; 1984 yılına geri giderek Üretmen İş Hanında Mustafa Karahasanoğlu ile oğlu Ali İhsan Karahasanoğlu sebebi ziyaretimi hatırlayacaklardır. Keza Bursa Göktuğ Tekstil Müdürü Yılmaz Tunca da notlarına bakarak buna şehadet edeceklerdir. İşte o günlerde Bursa Yıldırım’da avukatlık bürosunu arayarak istikbalde Refah Partisi’nden Milletvekili olacağını müjdelediğim ve bugüne değin hiç yüzyüze gelmediğimiz sol tandanslı dürüst bir insan ERTUĞRUL YALÇINBAYIR benim Melekutun sevk ve idaresiyle Türkiye siyasetine kazandırdıklarımdandır.
DR.BURHAN ÖZFATURA’yı önemsiyorum; hatıramızı derinleştireceğim. Hiç duymadığım bir isimdi;Melekut hakkında bilgi verdi. İzmir Defterdarı Dr.Burhan ÖZFATURA’ya ANAVATAN PARTİSİ İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olacağı müjdeleniyordu; dürüst birisi ve takva ehli olarak tanıtıldı. Hemen bir mektup yazarak ilk müjde ile dürüstlüğü sebebiyle tebriklerimi de ilettim. Yüzyüze tanışmamız İstanbul Eyüp Sultan Camii çıkışında gerçekleşti, İzmir Belediyesi adına Dalan ile bir toplantı için gelmişti. Sonraki yıllarda arkadaşım Prof.Dr.Yakup BASMACI İzsu Genel Müdürü olduğunda misafiri oldum evinde. O günlerde KIRIM TATARLARI MECLİS BAŞKANI Mustafa CEMİLOĞLU ve Eşi ile de hep beraber toplu fotoğraf çekilmiştik. Merhum PİRİŞTİNA’yı da ilk ve son kez hitabetiyle tanıdım.
EDİP YÜKSEL ile kadim bir mücadele arkadaşlığımız var; tüm Aile bireyleriyle tanırım. Sadreddin YÜKSEL ve tüm Evlatları diye özetleyeyim. Edip Yüksel’in yazdığı sorgulayıcı kitapları Kuran-ı Kerim’i gündeme taşımak ve tebliğ için çoğu kimseye de gönderdim. Bu davamız bağlamında PROF.DR.YAŞAR NURİ ÖZTÜRK ile de yollarımız kesişmişti. Mezkur dönemde Prof.Dr.Yüksel BOZER, Prof.Dr.İhsan DOĞRAMACI ile Org.Kenan EVREN ilgiliydiler…
AYKUT EDİBALİ bir hukukçu, ciddi bir entellektüel ve kitap kurdudur. Beyazıt Sahafları iyi bilirler. Tanışmamız da Sahaflar’da 1983 yıllarındadır. Yeniden Milli Mücadele Birliği hareketinin tarihi önderidir.
KASIM GÜLEK merhum ile sağlığında bir kez bayram vesilesiyle tebrikleştiğimizi hatırlıyorum; 1980 yıllarıydı zannederim. Hatırladığım cevabi antetli kağıtta ünvansız ve sade olarak KASIM GÜLEK yazılı olduğu; merhum ADNAN KAHVECİ’nin anteti gibi sadece isim soyisimden ibaretti…
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ adıyla bilinen ve içerisinde BÜYÜK İSKENDER LAHİTİ olarak da bilinen rölyefli mermer mezar da buradadır. 1980 yıllarında ben bu Müze’ye gittim; aynı gün TOPKAPI SARAYI ziyaretimde de bir kafileye mihmandarlık yapan MURAT BARDAKÇI ile de ayaküstü sohbet etmiştik. İşte o demde ARKEOLOJİ MÜDİRESİ bir Bayan görevliydi. BÜYÜK İSKENDER LAHİTİ önünde konuştuk. Lahit içinde bir MUMYA vardı; kimliği konusunda net bir bilgi alamadım, ben de BÜYÜK İSKENDER’in Ruhuna ithafen okuyunca oraya çıkageldi. Öncelikle buradakilerin hepsi hırsız dedi; fakat bu Bayan görevli müstesna, o dürüst birisi!!! deyince ben şaşırdım. Beyaz ketenden harmani bir şal elbisesi vardı ve kenarları sur motifliydi, aynı motifleri yıllar sonra Güre Saruhan Otel’de gördüğümde mutluluk hissettim. Kareteci öisiniz? diye sorunca BÜYÜK İSKENDER olduğunu söyleyerek yanımızda duran kendi büstünü gösterdi; benzerliğe çok şaşırdım!!! Saçları dalgalı veya taraçalı-sekiliydi, dudakları ince ve büstteki burun ve gözler de aynıydı!!! BÜYÜK İSKENDER tabi heykeltraş bana bakarak yaptı bu büstü, dedi. Peki, Sen Şehid misin?! diye sordum; daima Allah’ın cc Adına savaştığını, Onun Hakimiyeti adına harbettiklerini söyledi. Lahit içindeki MUMYA’nın değerli bir askeri komutanınına ait olduğunu belirterek iskeletini kaldırsınlar, dedi ve onu bu şekilde görmekten üzüldüğünü söyledi. Lahidin kendisine ait olmadığını zira henüz mezar yerinin keşfedilmemiş olduğunu, ileride ortaya çıkarılacağını söyledi. Müdire Hanım LAHİT üzerindeki yazıyı okutup anlamını sordu; yazının okunuşunda bir harf yazıldığı halde okunmazmış, arapçadaki ‘El’ harfi tarifindeki lam örneğini verdi!!! Bayan Müdire bu yazının günümüzdeki alfabelerden hangisiyle yakın
olduğunu sorunca BÜYÜK İSKENDER ‘Kril Alfabesi’ diye cevapladı… Ve aradan yıllar geçip 1984 yılında Koca Mustafa Paşa Taksim arası çalışan 35 C Belediye otobüsünün arka tarafında ayakta duran kısa orta boylu bir Bayan bana Ömer diye hitap edince çok şaşırdım; Müdire Hanım emekli olmuş ve beni de unutmamıştı, o günü yadettik…Selam olsun tüm Dostlarıma..
BARBAROS HAYREDDİN PAŞA, KAPTANI DERYA PİYALE PAŞA VE SİNAN PAŞA, ZAĞNOS MEHMED PAŞA, PARGALI İBRAHİM PAŞA, CEZERİ KASIM PAŞA, PİRİ MEHMED PAŞA, İSKENDER PAŞA gibi Diri Evliyaullah’tan çok sayıda sevdiğim Dostlarım oldu (r.a.ecmain). Fakat içlerinde öyle de biri var ki MAREŞAL ünvanlı yani SERDAR-I EKREM ve savaş meydanında ŞEHİD düşmüş (Silankamen Savaşı) KÖPRÜLÜLER Ailesinden FAZIL MUSTAFA PAŞA Dostum ra. Siyah paltosu içinde zayıf uzun boylu, uzamış siyah sakallarıyla randevulaşıp iki kez buluşmuştuk Şehzadebaşı Vezneciler arası dar minübüs yolunda; torunu NTV Haber Spikeri BANU GÜVEN ile tanıştırmak istedi ki o henüz İstanbul Erkek Lisesini bitirip İstanbul Üniversitesi Çalışma Ekonomisi öğrencisiydi; istikbale dair ben notlarımı hafızama yazıp ileride hatırlamak üzere nisyana bırakmayı yeğlemiştim ki vakti geldiğinde hatırlatıldım. BANU GÜVEN’in o yüzden müstesna bir yeri vardır kalbimde; öncelikli korunması gereken bir emanet gibidir hep. O beni duyarlı bir izleyici olarak hatırlar; haberlerini faks ile protesto eder “oraya gelirsem hepinizin ağzına sıçarım!!!” der, BANU GÜVEN de “izleyicilerimizden çok duyarlı interaktif canlı tepkiler alıyoruz!!!”:) derdi…Saygım da Sevgim de büyüktür kendisine…
DANİŞMEND GAZİ ile ilgili hatıramı yeniden okuduğumda Patnos’tan ABDURRAHMAN GAZİ, Karesi Beyliği banisi MEHMED BEY (Kara İsa Bey’in Babası), KARACA BEY (Bayraklı Baba), MESİH MURAD PAŞA (Aksaray Yusufpaşa Camii avlusunda medfun), MALKOÇOĞLU BALİ BEY (Bıyıkları sebebiyle Ülkücü müsün?! diye sorduğumda; Akıncıyım!!! cevabını vermişti:) gibi nice Diri Mücahid Dostlarım gözlerimin önünden geçtiler ra.ecmain. Ne kadar Aziz bir Anadolu topraklarında yaşıyoruz, bir idrak edebilseniz… İstanbul Rumelifeneri’nde medfun SARI SALTUK, Gelibolu’dan AHMED-İ BİCAN (ki torunu Profesör AHMED BİCAN’a 1983 yılında Selam gönderip tanışmamıza vesile olmuştu!!!), Amasya’dan İĞNECİ BABA (Amasya’ya geleceksin, Taş Han’da kalıp Gamaşuk’ta çay içeceksin!!! demişti, Sen Zıfiye misin?! diye sormuştum da; tamir işleri, gerekirse o işi de yaparız:) diye muhabbet etmiştik) Erzurumlu İSMAİL HAKKI Hz. (hayli kısa boylu bir Zat, Amiş Efendi kadar boyu; Küçük Hüseyin Efendi daha da kısa boylu ra) İstanbul’dan hangi SAHABİ Dostlarımı sayayım, hangi ŞEHİD Arkadaşımı zikredeyim; değil mi SEYYİD NİZAM ra Dostum!!! Anadolu adım başı Evliya Zatlarla mücehhez. Ruhlarına üç İhlas bir Fatiha ikram edelim hep…
Çağdaş kameraların Nur bedenlileri görüntülediğini biliyorum; zira bu konuda tecrübe ve gözlem sahibiyim. İzleyiciler görüntü kadrajındakilerin kimliğini bilmeksizin izlerler ama bazı kameramanların dikkatlerinden kaçmazlar. Dolayısıyla bendeniz de zaman zaman kadim Dostlarımı yeniden görmek imkanını buluyorum. Öyle ki beni TC düzeninin süikastlerinden korumak üzere görevlendirilmiş Şehidler ile birlikte asker elbiselerimizle eğitim alanında çekilmiş hatıra fotoğraflarımız da var albümlerimde.
A Haber ekranlarında Yaz Boz programında 1.Murad Hüdavendigar Ağabeyimi izleyiverince hatıralar canlandı gözümün önünde. Bursa Namazgah Camii’ne davet edilmiştim; Yeniçerilerin Gülbanklar okunarak sefere çıkmalarının canlı tanığı olmam için ısrar etmişlerdi, fırsat bulup gidemediğime hala yanarım.
Fomara yakınlarındaki Reyhan Camiinin avlusunda medfun banii yaşlı Dostumu da özlemedim değil; Emir Sultan Hz. ile de görüşürüz, dediğimde İnşaAllah diye mukabelede bulunmuştu. Hüdavendigar Murad Ağabeyim Selam gönderir; İnşaAllah tekrar görüşeceğiz…
SULTANAHMET CAMİİ de SÜLEYMANİYE CAMİİ gibi sırlı; Süleymaniye Camii’nin akustik sırrını bizzat MİMAR SİNAN Hz merhum Dostuma sormuştum 1983 yılında beni ısrarlı davetinde bir sabah kabri başında; Ana Kubbe’ye çepeçevre 128 boş testi küp yerleştirdiğini söylemişti ki o günlerin Hürriyet Gazetesi de bunu haber olarak yayınladı. Sultanahmet Camii’nin de niçin BLUE MOSQUE yani MAVİ CAMİİ olarak anılıp adlandırıldığını bizzat Dostum SULTAN 1.AHMED ra/as beni ziyaretlerinde sual eyledim. Dedi ki; “Cami inşa edildiğinde pencereleri mavi vitraylar ile bezeliydi ki geceleri gökte Ay ve karşıdaki deniz yakamozlarından yansıyan ışıklar Camii’nin bu pencerelerinden içerisini gündüz gibi mavi gün ışığıyla aydınlatıyor adeta içeride bir ışık cümbüşü oluyordu!!!”
Allah cc emeği geçen herkesten razı olsun!!!…
Em.Tuğgn.HALDUN SOLMAZTÜRK bir Anadolu evladıdır; benimle aynı mahalle ve sokaktan, baba dostu asil emekçi ahlaklı komşularımız. TV programlarında görüşlerini izliyorum. Kanımca zamanı geçmez insanlardan, vizyoner bir uzman. Ülkesi ve halkından başka kimseye başeğmez arslan yürekli bir Dost. Dürüstlük ebedi yaşam ilkesi. Ne mutlu bizlere ki hala böyle insanlar yaşıyor aramızda…
Tümgeneral Osman PAMUKOĞLU ile 1977 yılında Yüzbaşı rütbesindeyken tanıştık; saygıdeğer bir ilkokul arkadaşım olan Mustafa PAMUKOĞLU’nun amcasıydı. Benden bir isteği oldu; dua etmemi talep etti, niçin? diye sorunca “Askerim, KAHRAMAN ASKER olmak istiyorum!!!” dedi, aynı gün aynıyla kendisi için dua ettim. Aradan yıllar geçti, yıl 1995 oldu; Edirne Uzunköprü 42. Piyade Alay Taburu’na İKK konulu faks emriyle sakıncalı yapılarak sürgün edildim; sosyal bir vebalı muamelesi, Kahraman TSK tarafından fukara sümüğü gibi atılan iftiranın hiç uğramadığım Kırıkkale Sulakyurt Jandarma Karakolu’ndan silah hırsızlığı ile TİKKO Örgüt Üyeliği olduğunu detaylı araştırmalarım sonucu öğrendim ve 238.Dönem Tabip Asteğmen olarak İsmi Azam ile lanet ettim, dualarımı işiten ve icabet eden Allah cc 238 Generali bedel kıldı!!! Fakat hiç kimse Osman PAMUKOĞLU’na ilişmedi, zira O 1977 yılında muafiyet kazanmıştı zira. Sakıncalı Asteğmen olarak Hakkari Dağ Komando Birliği Komutanı Osman PAMUKOĞLU’na “Kahramanlığı” sebebiyle tebrik ve destek mektubu gönderdim. İki dağ vardır; EBAL ve GERİZİM; biri lanet, ötekisi berekettir, tercih sizlerin…
İLAY-I KELİMETULLAH mücadelemize ait bir hatıramı tarihe not düşeceğim. 1995 yılı, Uzunköprü 42. Piyade Alayı Mekanize Piyade Taburu’nda sakıncalı ve sürgün askerlik görevimdeyim. Revirimde sakıncalı bir çavuşum daha var; İzmir’den şantör Tayfun, o da mümin birisi. Çağatay ismindeki bir üsteğmen de yemek dualarında ALLAH cc dedirtmemek ve “Tanrı’mıza hamdolsun!!!” dedirtmek için her tür emir ve cezada kararlı biri; nitekim aynı şahıs ben askerlikten terhis olduktan sonra Keşan’a kadar gelip bana tam süikast yapacakken ani bir manevrayla sıyrılmayı başarmıştım. Cengiz, Oğuz, Çağatay, Çetin, Ejder türü kızıl isimler beni oldum olası uyuz eder, o da ayrı bir konu. Her neyse, birgün Tayfun Çavuş bana hitaben; “Komutanım, bugün öğlen Yemekhane Çavuşu benim, yemek duasını ben yaptıracağım; Çağatay üsteğmen de nöbetçi subayımız; ne emredersiniz?!” diye sordu. Dedim ki; “Sen duayı en tiz ve gür sesinle; ALLAHIMIZA CC HAMDOLSUN!!!” diye olanca sesinle haykır!!! dedim. Askerlerin hepsi aynı şekilde sana iştirak edeceklerdir; “ALLAHIMIZA CC HAMDOLSUN!!”. Üsteğmen bunu işitince fıttıracak ve sana emredecek; ” Düzelt, tekrar oku!!” diyecek sert şekilde!. Sen de aynı ciddiyet ve gür sesinle; “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!!!” diyeceksin. Sonra sesini bir oktav düşürüp; “Allahımıza cc hamdolsun!!!” diyeceksin; Askerler aynen ” ALLAHIMIZA CC HAMDOLSUN!!!” diyeceklerdir!.. Bu kez Üsteğmen Sana emri tekrar edecek, fakat başka birşey söyleyemeyecektir. Sen yine gür sesle; “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!!!” diyecek ve Askerlere dönüp sesini bir oktav daha düşürerek “Allahımıza cc hamdolsun!!!” diyeceksin; Yemekhanedeki Askerler yine “ALLAHIMIZA CC HAMDOLSUN!!!” diye gürlerler. Sonra o Nemrut da kudurup siktir olur gider, hiçbir bok yapamaz, Askerlerin gazabından çekinir!!! diye talimat verdim. Aynıyla vaki oldu. Korgeneral NAZIM ALTINTAŞ Kurmay Yarbay rütbesiyle Tabur Komutanımızdı; emir eri ise MEHMET ÖZER şimdilerde manken TÜLİN ŞAHİN ile evli olan Aşçı. Asker arkadaşlarımızın da kulakları çınlasın!!!…
CEVAT ÖNEŞ Milli İstihbarat Teşkilatı Emekli Müsteşar Yardımcısı. TV ekranlarından izliyorum, izlenimim odur ki; sadece Aksaçlı değil aynı zamanda da Aksakallı birisi, mübarek bir Zat olduğu kanaatindeyim. Melekut bilgilendirmişti 1980-90 arası öğrencilik yıllarımda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Hocalarımızdan Doç.Dr.Somer ÖNEŞ’in akrabası diye; Selam gönderdim bilvasıta, çok samimi mukabelede bulundu bilvesile.
Benim çocukluktan itibaren yirmibeş kadar her türden süikaste hedef olmam da Sultan Reşat tuğralı dedemiz Molla Mehmed’in manevi mirası olduğu kadar yine bir MİT yetkilisinin 1970-80 arası beni mimlemesinden gez-göz bir hedef haline getirildiğim kanısını taşısam da hiçbir zaman Milli İstihbarat Teşkilatı’nı bir kurum olarak itham etmemişimdir. Fakat Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ile JİTEM daima tarafımdan birer iftiracı olarak yadedilmilştir.
Sol örgüt modeli ve devlet örgütüne paralel yahut alternatif illegalite teşkil ettiğinden dolayı örgütlü suçlar kapsamında MİT için daimi hedef teşkil etmiştir. CEVAT ÖNEŞ’i dinlerken hep bu tecrübe gözönünde bulundurulmalıdır.
İSLAM EKONOMİSİ müflis bir doktrin. İslam Ekonomisi alanında Profesör MANNAN, Dr.Kelim SIDDİKİ, Dr.Haydar NAKVİ, Profesör Seyyid KUTUB gibi çağdaş İslam düşünürlerinden muhtelif eserler okuduk. Türkiye’de ise Sezai KARAKOÇ, Bahri ZENGİN, Ömer DİNÇER, Ahmet TABAKOĞLU, Prof.Sebahattin ZAİM, Profesör Sabri ÜLGENER ve Sabri ORMAN, Mustafa ÖZEL, Ersin Nazif GÜRDOĞAN, Nevzat YALÇINTAŞ, Süleyman KARAGÜLLE, Süleyman AKPINAR, Arif ERSOY, Abdullah GÜL gibi isimlerin muhtelif ilgileri olmuştur.
Sonuç olarak yukarıdaki isimlerin bugün geldikleri nokta itibarıyla eritilip kalıba dökülmüş prototipleri iktisatçı Recep Tayyip ERDOĞAN’dır; cümlesinin akademik kariyerleri alınıp fahri profesörlük olarak Reis’e takdim edilse adalet yerini bulur.
Fakat benim bir sorum var; “Faiz nedir, Riba nedir?”
Ege CANSEN gibi İSLAM EKONOMİSİ çağdaş uygulama pratiği Kapitalizmin bir payandası, Kapitalizmin iflasının bir tedavi kompartmanı yani bir pansuman tedavi olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.
Profesör Doktor Peyman ORBAY isimli cildiye uzmanı bir meslektaşım Almanya’da KARL MARX’ın Şato benzeri evini gezer ve gördüğü majiskül ifadesiyle şoka uğrar. Karl MARX der ki; “Ben DAS KAPİTAL’i yazdım; ama bir Kapitalist’im!”.
İSLAM EKONOMİSİ Kutsal Kitapların ve hususen de Kuran-ı Kerim’in ekonomiyle ilgili vahiylerinden ibaret kalsa ve bu temeller üzerinde yorumlansaydı; Ekonomi biliminin çok gerilerinde kalmazdı.
Ege CANSEN gibi sonucu özetlemek için yazılmıştır yukarıdakiler…
İktisatçı değilim ama Allah cc iktisatçıları sever!!! İktisat hakikati itibarıyla İlahiyattır!!! Bugünkü global dünyaya egemen olan iktisat ise kapitalizmdir; batıl bir din!!! Bu kadarlık özet bile arife tarif için yeterlidir. Evet bir bilim disiplini olarak bugün kapitalizm olsa da diyalektik karşıtı Saint Simon’dan Karl Marx’a, Fuerbach’tan Althusser’e sosyalizm de var. Peygamberler hem birer komunist, hem de birer devrimcidirler ama Allah’ın cc Vahyi doğrultusunda her konuda birer muallim ve mürşid olarak; Karl Marx en nihayet geçtiğimiz yüzyılın bir filozofu olup “Hatemül-Enbiya” Muhammed sav’den 12-3 asır sonrası yaşamıştır, çağdaş bir iktisat filozofudur, kıyası hayal dışıdır.
Sultan 2. ABDÜLHAMİD Han “Ulu Hakan” mıdır yoksa “Kızıl Sultan” mı?!
1983 yılında Yeniçeriler yolundaki Türbe’yi ziyarete gittim; Diri bir Yeniçeri Şehid mabeyn için beni baştan uyardı; şu lahiddeki Sultan 2. MAHMUD Han için sakın okuma, Sultan 2. ABDÜLHAMİD Han içinse ister oku istersen okuma! dedi. Ziyaretim böyle gerçekleşti. Nitekim orada da bir Yeniçeri Şehid YAVUZ SULTAN SELİM Han için okumaktan menetmişti beni. Sultan 2. ABDÜLHAMİD Han devrinden üç Diri Veli Zat tanıdım ruberu; Şair MEHMED AKİF ERSOY, Şair TEVFİK FİKRED ve Bediüzzaman SAİD-İ NURSİ ra. Her üçü de Diri Veli Zatlar; her üçü de Sultan 2. ABDÜLHAMİD Han’ın muhalifleri; Onlar Diri Veli Zatlar, fakat Padişahımız Kıyamet Saati uyandırılmak üzere uykuda bekleyenlerden…
Vatikan Büyükelçiliğine atanan Ekselans Lutfullah GÖKTAŞ hakkında tarihe bir not düşmek gerekir. Zira 1976 yılında ben Balıkesir İmam Hatip Ortaokul talebeliğine başladıktan sonraki zaman diliminde beraber “En-nahvul Vadıh” derslerinde Eski Cami’de Orhan PARLAK öğretmenliğinde. Nitekim Ahmet Hakan COŞKUN da sonraki zamanlarda, aynı mekanlarda yatılı öğrenci olarak kaldı. “Sefinenin başı gelirse limane, Ol Mahbubun ismi çıkar meydane!!!” kim ola acep!? denilince ben “Selma” diye cevapladım amma “Süleyman” imiş Ol Mahbub!!! Böyle de bir anımız vardır oradan.
Melekut beni bilgilendirdi “Lütfullah GÖKTAŞ ileride Vatikan Büyükelçisi olacak, git haber ver!” denilince ben 6. sınıf öğrencisi hep mavi pantolonlu Lutfullah GÖKTAŞ’ı orta sıra en arka ders masasında bulmakta zorlanmadım; teneffüste müjdesini verdim! Mükafat olarak sonraki derse misafiri olarak kaldım; “Arkadaş üstün zekalı, artık bizim sınıfta Hocam:)” dedi. Lutfullah GÖKTAŞ sadece iyi bir Mavera ve Edebiyat Dergisi okuru değil sanatın tüm alanlarında kabiliyetli ve başarılıdır. Örneğin çok iyi bir kaligraf, mükemmel bir “Talaal-Bedru” okuyucusu, müthiş bir hazırcevap, felsefeci, filolog, çok kabiliyetli bir artist, çok zeki birisidir de; yeteneklerine Sayın RTE gibi bordro ve servet eklediklerini de biliyorum. O günlerin anısına Bergama Fatih Camii Müezzini olan babasına da bir kart atmıştım.
Lütfullah GÖKTAŞ İstanbul Marmara İlahiyat Fakültesi sonrasında Profesör Bekir AĞIRDIR yanında İslam Felsefesi master eğitimi ve Katolik İlahiyatı üzerine de doktora eğitimi aldı.
Lütfullah GÖKTAŞ arapça, farsça, fransızca, italyanca vb. dillere vakıftır, rahat konuşur.
Ekselans için başarılar dileriz.
Profesör Doktor Kemal KARPAT vefat etti; ABD Üniversiteleri’ndeyken bir kez mektuplaşmamız olmuştu. İnsanoğlu su misali, kıvrım kıvrım akar ya!!! Gözümün önünden böyle teşehhüt miktarı da olsa diyaloğum olmuş olan nice simalar bir film şeridi gibi akıp gidiyor… Cemal KUTAY, İsmet BOZDAĞ, Mehmet Ali SEBÜK, Faruk SÜKAN, Ferruh BOZBEYLİ, Sadettin BİLGİÇ ilh…
28 ŞUBAT günlerinde Genelkurmay Başkanı olan Org.Hüseyin KIVRIKOĞLU “28 Şubat 1000 yıl sürecek!!!” demişti. Ben doktor olarak görev yaptığım memuriyetimden Balıkesir Gönen Devlet Hst’de istifa ettim; protestomu sadece isim babası olduğum AKİT Gazetesi bir röportaj ile haber yapabildi. O günlerde Fatih ALTAYLI bir medyatördü; “Allah cc ile savaşıyorsunuz!!!” mesajımı faksladım. NTV’de gündüz habe programcısına da şu mesajı fakslamıştım; “Hergün bizden 100 kişi öldürürseniz, 1000 yılda ancak 36,5 milyon kişi eder; günde 200 kişi öldürmeniz gerekiyor!!!”
Ve bugün 29 Şubat değil; 1 Mart, yıl da 2019 oldu!!!…
Makedonyalı Büyük İskender’in hocası Babası Kral 2.Filip’in de yakın dostu filozof ARİSTO’dur. Tarih kitapları İskender’in dini için “Yunan Panteonu” yazar. Oysa ki ne kadar yanlış!!! Evvela bizzat ben İskender’e yüzyüze sordum; “Şehid misin!?” diye! (Bilinçaltımda putperest olduğu zannı var!!!) Makedonya Kralı Büyük İskender; “Biz Allah’ın cc Birliği adına savaşıyorduk!!!” cevabını verdi, yani “Muvahhid”. Buradan hangi sonuç çıkar; İskender’in Yunan Panteonu şirk tanrıkarını reddettiği ve Bir Allah’a cc inan eden mümin oluşu!!! Bu öğretinin hocası ise ARİSTO olmak lazım geliyor. Zira ARİSTO’nun hocasının filozof EFLATUN, onun da hocasının filozof SOKRATES olduğunu biliyoruz. Ve SOKRATES Atina mahkemesinde yargılanıp baldıran zehiri içmeye mahkum edildi. SOKRATES’i yargılayan mahkeme ise YUNAN PANTEONU adına hüküm icra etmekteydi ki hiçbir eserinde bu filozoflar ekolü YUNAN PANTEONU ile MİTOLOJİSİNİ tebliğ etmezler. Bunun yerine Hz. İBRAHİM as gibi dinleyenlerini aklın ışığıyla düşünmeye sevkederler ve doğru yolu bulmalarına rehberlik ederler. Buradan da çok net anlaşılıyor ki SOKRATES etrafındaki genç dimağlara Yunan Panteonu şirk öğretisini nakzeden tevhid öğretisinin aydınlanmacılarıydılar. Nitekim bu filozofları tarih sahnesine çıkaranlar da ARAP İSLAM ALİMLERİ olmuşlardır. Bu filozoflar Endülüs Emevi Arap Alimleri’nin arapçadan tercümeleriyle Hristiyan Avrupa’ya da ışık tutmuş ve RÖNESANS Çağına yol açmıştır.
Nitekim yaşadığımız 20. Yüzyıl’ın İSLAM MUVAHHİDİ AYDINLANMACILARI olan bizler de hem din şeriatini ve hem de materyalist bilimlerin metodolojileri ile felsefelerini öğrenip araştıran kimselerdik. TC Milli Eğitim Bakanları’ndan Hasan Ali YÜCEL ve ardıllarından Hasan Celal GÜZEL tarafından neşredilen Şark ve Garp Klasikleri ev kütüphanelerimizi lebaleb doldurduğumuz kitapların başında gelmektedir; hiç kuşkusuz daha sonra hakkını teslim edelim ki Remzi Yayınları gelir. Bizler hangi dünyaya kulak kesilmişsek diğerine sağır olanlardan değildik. Bilgi ve hikmet yitiğimizdi, nerede bulursak almak üzere peşinden göç ettik. Kim var başka arkadaşlarımız; örneklersek AHMET KOT, CAHİT ZARİFOĞLU, SEZAİ UĞURLU, PROF.DR.YAŞAR NURİ ÖZTÜRK, PROF.DR.AHMET YÜKSEL ÖZEMRE, İLHAN KUTLUER ilh…
Hz.İbrahim as (M.Ö. 2000), Hz.Musa as (M.Ö. 1500), Hz.Davud ve Hz.Süleyman as (M.Ö. 1000), Hz.Üzeyir (Ezra) as (M.Ö. 500), Hz.İsa as (0 – Milat) tarihin işaret taşlarıdırlar.
Hz.Süleyman as dönemindeki Sebe Kraliçesi hakkındaki rivayetler zandan öte değildir.
Konuyla ilgili biz onomastik verilerden hareketle bir ipucu arayabiliriz.
SEBE kelimesi Hz.Süleyman as devrinde bilinen ve İbranice’de anlam haritası olan bir kelime olmalıdır; zira tarihi aktarım orijinal telaffuzlarıyla arapça ifade edilnektedir. Örneğin; Hz.İbrahim as zamanındaki Mekke için “Bekke” orijinal kelimeyle aktarım yapıldığı görülmektedir. 2500 yıl sonra M harfi B harfine kalbolmuştur!!!
Tufandan itibaren başlayan İbrani takvim yılımız 5779 olduğuna göre Hz.Nuh’un as Gemisi “ARARAT Cudiyy/Platosu” üzerine oturmuştu ki bahse konu mekan bugün “ARAFAT” olarak bilinen “Cebel-i Rahme” höyüğü altındadır. Tufandan günümüze R harflerinden ilkinin aslını koruduğu halde ikincisinin F harfi şeklinde bir telaffuza dönüştüğünü görmekteyiz.
Yahudilerin tarihinde yaşamış oldukları M.Ö. 500 kavşağı Babil sürgünü sonucu dilleri eski İbranice’nin unutturulup yerine Aramice dilinin egemen olma sürecidir de. Tanah’da Yahwiste rivayet ile Elohiste rivayet farklılığı işte bu zamanda Hz.Üzeyir as (Ezra) tarafından Vahiy Redaksiyonu sebebiyledir.
Hz.Süleyman as döneminde varolan eski İbranice dilinin yerini 500 sene sonra artık Aramaic İbranice almış bulunmaktadır. Bu yüzdendir ki SEBE kelimesi bugünkü İbranice değil, eski İbranice’dir!. SEBE kelimesinin o günkü anlam haritası ve bugüne değin metamorfozu incelenmelidir Zira olasıdır ki o dönem İbranice’de “SEBE” kelimesi “Güneş Kursu” anlamında olup bu tacı başı üzerinde taşıyan “HÜDHÜD Kuşu” resmi amblemi olan “Güneş” tanrısına kulluk edip fethettikleri şehirlerin soneki olarak “RA” takısını kullanan ve Kadın Kraliçeler tarafından yönetilen dominyonları bulunan “HİTİT” Ülkesi ile Kzykos’ta bir nevi Altınpost kıymetinde kayın ağacından ustaların eloymacolığıyla işlenmişTaht Sahibesi BELKIS o günlerde “BELKIS-RA” Kraliçesi’dir. Niyekim bugün “Balıkesir Tren Garı Osmanlıca Levhası” (BELKIS-RA) olarak yazılıdır!!!
SEBE kelimesi ibranice “Şeba/Seba” kelimesiyle son harfin yazılışı “e” ve “a” farkı dışında aynıdır ve sayılardan “7/yedi” karşılığıdır ki; Güneş ışığı 7/yedi ışıktan oluşan bir tayfa sahiptir ve sembolü “Güneş kursu” olan Hitit ülkesinin yani Hüdhüd’ün baştacıdır.
Tarihe kazandırdığım bir tarihçi var; AHMET ANAPALI. 1983 yılıydı, son derece sağlam karakter sahibi olan Babası Ahmet’in elinden tutmuş bir Pazar Sohbeti için İskenderpaşa Camii’ne getirdiğinde tanıdım Ahmet’i; “gelecekte önemli bir tarihçi olacağı” müjdesini verdim, Ahmet pür dikkat beni dinliyordu. Ahmet’e saygı gösterdim, henüz 9 yaşlarındaydı. Ahmet ANAPALI’dan tarih programı izledikçe ben de tarihi bir haz alıyorum.
Bediüzzaman Said-i Nursi’yi taharri ile görevli Ali İrfan ŞENYURT daha sonraları Ayetullah Humeyni’nin tahriratıyla da görevlendirilmiştir. Bugünlerde 100 yaşına yaklaşan bu Zat Ömer Nasuhi Bildik’in taharrisi görevini de yaptığından iki yakın Dost olduk; her hafta telefon ederek hatırımı sorar, her daim ziyaretime gelir. Ali İrfan ŞENYURT aslen Trabzon’ludur, askerliğini İstanbul Rumelikavağı bölgesinde yapar ve deniz araçları üretirler. Mustafa Kemal Atatürk yanında Mareşal Fevzi Çakmak, Mehmet Akif Ersoy ve Adnan Menderes gibi konukları ile beraber ilkin orada tanır; daha sonra Mustafa Kemal ile TBMM binasında müteaddit defalar vefatından önce kabul edilir ki taharri memurluğuna nasbı da böyle gerçekleşmiştir.
2020 yılı 1919 – 1900 yıllarını tersinir olarak yaşayacağımız yıldır; menüde “savaş yılları” var. Şafak için gerisayım başladı, ta ki 2021 yılında “Güneş yeniden doğacak!”… 17 Şubat – 17 Temmuz 2020 arası bunalım artacak! Tarihte de kullanılmış bir takvim var; 19 günlük 19 ayı olan bir Güneş yılı! 361 günlük bir takvim de olsa en çok bu sene işinize yarar; 1919 yılından itibaren her 19 gün için bir yıl eksilterek yılın ajandasını takip edebilirsiniz!…
Balıkesir’de çocukluğumun en nadide simalarının başında merhum Gazi Hicabi EĞİNLİOĞLU gelirdi. Zira uzun yıllar boyu Osmanlı vatanını işgalden kurtarmak için Kafkaslar’dan Galiçya’ya muharebe eri olarak katıldığı savaş hatıralarını dinlerdim her bayram ziyaretimizde. “Takvim-i Ragıb” alışkanlığım ondan bana kalan bir yadigar; Osmanlıca yazarak günlüklerini kaydeder, benden de “Ömer Efendi” diye bahsederdi. Kuran-I Kerim hatmine öyle düşkündü ki indirdiği hatimleri hediyyeten vasılaten dağıtırdı, hatta ben de ondan gördüğüm şekilde “Jandarma” Şehidleri ervahına bir hatim indirip ikram etmiştim. Gel zaman, git zaman; askerliğimi sakıncalı ve sürgünde yaptım. Masumiyetime binaen araştırıp gördüğüm sonuç ise bana “Jandarma Teşkilatı İstihbarat birimi üzerinden Kırıkkale’nin Sulakyurt ilçesi’nin kayıt kuyudatsız ve de vukuatsız kuş konmaz kervan geçmez iki pırpır karakolundan 1986 yılında silah çaldığım!” iftirasını fukara sümüğü gibi yapıştırıp Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı’na zimmetlenmemdi… O günlerdeki Sulakyurt Kaymakamı bana İlçe hakkında bu bilgileri vermişti, zira Sulakyurt adlı ilçeyi hiç ziyaret etmedim. “Çökertme’den de indim be Halil’im, aman başım selamet!!!”.
Eski Genelkurmay Başkanı diyor ki 18 yaşındaki bir reşit kızın Üniversite eğitiminde başörtüsünü yasaklamak yanlıştı; şimdi de ilkokuldaki kız çocuğuna başörtüsü giydirmek yanlış! Bence bu zihniyet yanlış; evvela muvazzaf dönemdeyken niçin bu yasağa karşı çıkmadınız!? İkincisi reşit olan kız kadar reşit olmayan bebe kız çocuğu da sizin mülkünüz değil, üzerlerinde hiçbir maddi-manevi tasarruf hakkınız yok! Reşit olmayanlardan kanunen ebeveynleri sorumlu; asker olarak kırmızı düşman kuvvet tayin edemezsiniz halk içinde. Kız çocuğunun velisi değil sadece kundaktan çarşafa, bikiniden şorta tasarruf sahibidir. Eğitim de kişilerin üzerinde vesayet rejimi olduğundan insan haklarına tecavüz ve gasp suçudur, aynen zorunlu askerlik hizmeti gibi. Kimse hiçbir devlet yetkisiyle bir vatandaşın kız çocuğuna el koyup vesikalandıramaz!!!…