Ana Sayfa > Gündem > İlim ve İrfân

İlim ve İrfân

Âlim (âlimîn), Alîm (alîmûn) Allâm isimleri, Kur’ânda Allah’a nisbet edilmiş isimlerdir. Allah’ın bilgisi, kendi Zât’ından olabileceği gibi mahlûkâtı vâsıtasıyla da olabilmektedir. Birincisi; ilm-i Zât’î, ikincisi; ilm-i sıfât ve esmâîsidir…Yine Allâh’ın bilgisi, ezelî ve mutlak olabildiği gibi,, ân ile mukayyed hissî ve tecrübî bigiyi de kapsar. Halbuki hissî ve tecrübî bilgi, hissedilen ân ile mukayyeddir (öncesiz ve sonrasızdır). Bu bilgi ezelî olmaz. O yüzden Allah; ki bilelim (Bileceğiz)” (Muhammed sûresi 47,31) buyurmuştur. Dolayısıyla, Hakk Teâlâ için kullanıldığında Âlim Alîm ve Allâm lafızları farklı nüânslara işâret etmektedir. Ve İlim sıfatının,, BİLME (Bilginin elde edilişi) noktasındaki husûsiyetlerinin farklılık arzettiği görülmelidir…

Hakk Teâlânın, Kâinâtlar yaratılmadan önce  Kâinatlar hakkındaki ezelî ve mutlak ilmi,, kendi Zât’ını bilmesinden ibâret olduğu gibi, Kâinâtların şuhûdî ve maddî teşekkülünden sonra zamân ile mukayyed olan bilgisi (Hakk Teâlâ için sonradan hâsıl olan bilgi)  dahî Hakk Teâlânın kendi kendisini,, daha doğrusu, kendi isim ve fillerini bilmesinden ibârettir. Allah’ın ezelî ve mutlak bilgisinden kasdettiğimiz,, sâhip olduğu isimlerinin ve kemâlâtlarının ve yaşanacakların ezelî olarak fakat potansiyel olarak bilinmesidir. “Ta ki bilelim ile” vurgu yapılan bilgi türü ise ân ile mukayyed, hissî veyâ fiilî veyâ tecrübî bilgidir (yaşanan ânin bilgisidir). Evvelkisi ilmî bilgi, sonrakisi ise Aynî bilgidir.

Hakk Teâlânın bilgiyi bilme yolları farklılık arzeder çünkü ilim, ma’luma tabîdir, ma’lumun değişmesi (-ki ma’lumun bir değişen bir de değişmeyen ciheti vardır-),, bilginin kaynağının değişmesi  demektir. Bu bilgi kaynağı sonsuz çesitlilik ve farklılıklar arzetse de,, Allah’ın her bilgisi kendi kendisini (Zât’ını) ve isim ve kemâlâtlarını bilmesinden ibârettir. Allah’ın, kendi isimlerinin zuhûruyla hâsıl olan bilgiyi Kâinâttan alması, yine kendinden alması anlamına gelir. Çünkü Kâinâtlar O’ndan ayrı ve müstakill bir varlık değildir…  Her şey O’dur. (Not. Dikkat edin, “Her şey O’dur” ifâdesi, Her şey Allah’tır veyâ “her şey Allah’ın parçasıdır” anlamının eşiti değildir)

Maksadım bir giriş yapmak ve Âlim, Alîm, Allâm lafızlarının farklı nüânslara işâret etdiği bilgisini okuyucuya aktarmaktı… Asıl hedefimiz irfân mevzuuna giriş yapmaktır.

Âlim, Alîm, Allâm lâfızları insânlar için de kullanılır. İlim bilmek demektir. Bilen, bir insân ise ona da Alim demek câizdir. İlâhî ilimde Âlim Alîm ve Allâm lafızlarıyla işâret edilen zât’ın veyâ zât’lârın bilme noktasındaki bilgiyi elde ediş noktasındaki husûsiyetleri farklılık arzeder. Alimlerin kimisi müktesep nazarî ve kitâbî bilgi vâsıtasıyla geniş çapta ve çokça ma’lumat bilebilir, bu bir husûlî bilgidir ve sâhibine,, “nisbeten (mutlak anlamda değil) allâme denilebilir.” Kimisinin bilgisi vehbîdir, Bu bilgi Allah’tan bahşedilmedir, bu vehbî ilim sâhibine, “nisbeten (mutlak anlamda değil) âlim denilebilir.”  Kimi alîmlerin bilgisi de huzûrîdir ledünnîdir, bilgisi zât’îdir (zât’ından kaynaklıdır). Bu tür ilim sahîbine de yine nisbeten (mutlak anlamda değil) alîm denilebilir., Allah (c.c.) ba’zı kullarına medrese ilmi verdiği gibi ba’zı kullarına vehbî ilimler bahşeder, ba’zı kullarına da ledünnî ilimlerle tecellî eder. Vehbî ilimlere mazhar kullar ma’nevî bir ışık (basîret) ile mes’eleleri görüp anlarken, Ledünnî tecellîye mazhar kullar, kendiliklerinden, kendi varlıklarından, Zât’î bir biliş ile bilirler.

Kitâbî veyâ objelere taalluk eden ezber ve ma’lumat bilgisi sahipleri, halk indinde muteber olsa da bu türden ilim sebebiyle Hakk indinde muteber olmaları gerekmez. Bu tür ilimler, halk indinde cehâleti alır görüntüsü verse de sâhibinin eşşekliği bâki kalabilir… Müslümân olmadığı hâlde müsteşrik âlimler ve Ehl-i sünnetin temel prensiplerine savaş açan sapık ilâhiyyatçılar, ilmin en alt ve faydasız bu mertebesindedirler.

Kitâbî bilgi ve çokça ma’lumat bilgisi ve okur-yazarlık yoluyla elde edilen bilgi,, ilmin en alt seviyesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) işte bu noktada ümmî idi… Okur yazarlık ve buna ilâve olarak yabancı dil bilmek,, bir transkripsiyondan bir tür çeviriden ibârettir. Ezber işidir, fehm işi değildir… Transkripsiyon; ba’zı anlamları farklı platformlara aktarmak için bir araçtan ibârettir. Meselâ çok güzel sesi ve müzik kulağı ve şarkı söyleme yeteneği olan bir kişi bir müzik aleti çalamayabilir. Meselâ bu kişinin, ud çalmayi ögrenmesi, kendinde mevcûd olan müzik yeteneğinin parmaklarına aktarılması anlamına gelir.  Yapılacak işlem, Yeteneğin parmak diline çevrilmesinden (transkripsiyon) ibârettir. Ya’nî önemli olan, mevcût bir yeteneğin olup olmamasıdır. Ud çalmak için yıllarca parmaklarını eğitmiş birisinin müzik kulağında ve kalbinde yeteneğinin olmaması da mümkündür, bu durum irfânı olmayan medrese hocasına benzetilebilir… Aslî kabîliyeti olan kişi, Dili- ağzı ve boğazıyla gayr-i ihtiyârî (kendiliğinden) en doğru sesleri, en doğru notalara basarak şarkıyı âhenk içinde en güzel biçimde söyler, fakat söylerken hangi notalara bastığının isimlerini bilmez. Bu durum da, ârif olan fakat alim olmayan (okuryazarlığı-medrese tahsîli olmayan) “ümmî”nin durumuna benzer… Meselâ; sahâbenin, namaz hakkında, sonradan teşekkül eden fıkhî kaideleri bilmemesine râğmen, fıkhî kaideleri bilenden daha doğru bir biçimde huşu ile namazını edâ etmesi de buna benzer…

Okur yazarlık anlamındaki ümmîlik veyâ farklı bir dili konuşamamanın irfân noktasında bir önemi yoktur. Ya’nî Dünyânın irfânî anlamda en âlimi olan kişinin (Hazret-i Muhammed (s.a.v.)), kitâbî okur-yazarlık anlamında ümmî olması taaccüp edilecek bir durum değildir. Yine dil bilmenin veyâ arapça bilmenin, hakikat ehli olup olmamak noktasında da bir etkisi yoktur. Meselâ; hazret-i Mûsâ, âsinâ olduğu bir hakikati (gerçeği) Firavun’a arapça değil, kendi milletinin lisânıyla ifâde etmiştir. Aslolan mâ’nâ olduğu için,, İşte Hakk Teâlâ bu mâ’nâyı ve bu hakikati arapçaya çevirerek Kur’ânda nakletmiştir. Şimdi kim kalkıp Kur’ân lâfızlarıyla Hazret-i Mûsâ’yâ akıl verebilir…Veyâ bir sûreti ve şekli, hakikat ehli âriflerin aleyhine delîl olarak ileri sürebilir… Hakikatlerin dili, lehcesi olmaz. Kur’ân arabcadır, ma’nâsı ise hakikatçedir.

İlim bilmektir, irfân ise anlamak ve tanımak… Bu târife göre, görünür olan bir, iki veyâ üç şeyin bilgisi ilmin kapsamındadır. Bir ve iki arasındaki veyâ bir ve üç arasındaki veyâ iki ve üç arasındaki bağıntı, ilişki, münâsebet ise irfânın kapsamındadır. Bu misâlde dikkat edilirse, İlim maddeye ve zâhir olana, irfân ise ma’nâlara ve bâtın olana taalluk etmektedir. Şöyle de ifâde edebiliriz; İlim dışın bilinmesi irfân ise iç yüzün ve mâhiyetin çözülmesi anlaşilmasıdır.

Her şey ilim kapsamında değerlendirilebileceği gibi, gizli ve soyut olan malumat irfân, açık ve somut olan ma’lumat ise ilim kapsamında değerlendirilmelidir.

“İlim dış’ın, irfân ise iç’in bilgisidir” tanımına göre ilim, kabuğun bilgisi, irfân ise öze dâir bilgidir. İnsân için, irfân ehli olmak, okur-yazar olmaktan daha üst bir mertebedir. Ya’nî Ârif olmak âlim olmaktan daha mümtâz bir husûsiyyettir. Duyu organlarımız ile bize ma’lum olan her unsur bize bir bilgi-ilim verir. Bu verilerle oluşmuş sayısız bilginin birbiriyle bağıntısı ve ilişkisinden husûle gelen anlama olgusu ise irfânı husûle getirir. Bu durumda ilim öncelikli olsa da elbette irfân, insân için daha büyük bir kemâl ifâde eder.

Niçin insân için irfân, ilimden daha üstündür diyoruz da Allah’a (c.c.) irfân nisbet etmiyoruz. Çünkü ârif olma vasfı ile Allah’ı (c.c.) nitelemek câiz olmaz. İrfân ilimden üstün bir olgu ise Allah’ı ârif olmak ile nitelemek neden câiz olmaz? Çünkü Allah (c.c.) için bâtın ve gizli yoktur; soyut ve gaybî varlıklar ve bağıntılar da O’na âsikârdir. Bizim için olan bütün bâtınlar O’na zâhirdir. İki veyâ bütün varlıklar arasındaki bağıntı bize mechûl olsa da Allah’a mechûl değildir. Bu yüzden Allah (c.c.) nesnelere ve zâhire taalluk eden ilim nisbeti ile ya’nî alîmlik vasfı ile isimlenmiştir. Şimdi bu açıklamaya göre, Allah’a (c.c.) nisbetle her şey ilim kapsamındadır. Dolayısıyla irfân mevzubahis olmaz. Halbuki insân için somut bilgilerin yanı sıra, somut bilgiler arasındaki bağıntıyı kuran ve somut varlıkların arka planındaki, rûhu müdebbîri ve hakikatine  taalluk eden bilgi (irfân) daha üst düzey bir bilgidir.

İlim bilmek, ma’rifet ise bilinenler arasındaki ilişkilerin iç yüzünü ve mâhiyyetini çözmektir, anlamaktır. İlim, Allah’ın ve âlemin varlığını bilmek olunca, Marifetullah; Allah’ın varlığı ile âlemin varlığı arasındaki münâsebeti kavramak ve anlamaktır. Allah’ı (c.c.) bilmek ya’nî Allah’ın (c.c.) varlığını (vâr olduğunu) bilmek ile Allah’ı tanımak ya’nî Allah’ın varlığını tanımak arasında nihâyetsiz bir fark vardır. Allah’ın varlığını ve birliğini bilmek mümkündür fakat Allah’ı mutlak ma’nâda tanımak mümkün değildir. Kul, ancak kendini bilmenin seviyesi kadar Allah’ı (c.c.) bilebilir. O hâlde Allah’ı bilemeyeceğiz diye karamsarlığa düşmeye de gerek yok, çünkü Allah (c.c.), kulundan hâriç değildir. Ve insân Allah (c.c.) bilinsin ve tanınsın maksadıyla yaratılmıştır.

İnsân için ilimden gâye irfândır ve irfânın en yüce şubesi ma’rifetullahtır. Gerçi ilim ve irfânın her türü Allah’ı bilmenin bir parçası olsa da, ma’rifetullah, küllî ve kuşatıcı ve en lâtîf (en soyut) bir bilgi olduğundan en şerefli ilimdir. Ve yine kulun ma’rifetullah noktasındaki seviyesi ya’nî Allah’ı tanımaya dâir ulaştığı her sahîh netîce, kulun kendisini tanımasından başka bir şey de değildir. Aslında, aslolan kulun kendisini (nefsini) bilmesidir. Ma’rifetullah (Allah’ı tanıma bilgisi) dahî, kulun nefsini (kendisini) bilmesinin bir şubesidir.

Allah’ın varlığını inkâr edenin bilgisine bilim,, Allah’ın varlığını ikrâr edenin bilgisine ilim diyebiliriz. Gölgeyi görüp te gölge sâhibinin varlığını idrâk edememiş,, bildiği varlıkları Hakk’ın varlığına bağlayamamış olanlar hakkında ilim adamı sıfatını kullanmak uygun olmaz.

İrfân ve anlayış sâhibi olmak okur yazarlığa bağlı değildir. Lâkin İrfân,, ilâhî verileri kitaptan okumak veyâ dinlemek ile de hâsıl olabilir. Bir veliynin sayısız amel, mücâhede, yorgunluk ve eziyet ile ulaştığı irfânî bir bilgiye (anlayışa), hiç bu amelleri tecrübe etmemiş birisi, onun kitaplarını inanarak okuma netîcesinde ulaşabilir. Bu mümkündür, ancak böyle bir kabûl için, husûsî bir hazırlık veyâ özden gelen bir isti’dâd (kabiliyet) gereklidir. Özetlemek mümkünse, ilim kal ile irfân hâl ile ve daha ötesi özden gelen isti’dâd ile hâsıl olur.

Sûretlerin bilgisi olan ilim cesedin gıdâsı, hakikatlerin bilgisi olan ma’rifetulllah ise beden memleketindeki rûh sultânının gıdâsıdır. Bu tanımla bağlantılı olarak şöyle de denebilir: kulağın bilmesine işitmek, gözün bilmesine görmek, cismin bilmesine hissetmek ve her şeyi ihataya müstaid olan kalbin bilmesine irfân denir.

İrfân ehl-i âriflerin kavradıklarını irfân ehli olmayanların fehmi almaz. Bir ârifi bin alim bir araya gelse anlayamaz. Bin âbidden bir alim çiktigi gibi, bin alimden de bir ârif çıkar…

Sıhhatli ya’nî bütüncül ve künhe varan anlayış ya’nî irfân, genişlikle alâkalıdır. Kul, ihâtada ve cem’ edebilmede ne kadar geniş ise o nisbette kavrayışı, anlayışı çok olur. Genişlik ve netîcesi olan irfân, ancak zıdları birleştirebilmek özelligi ile elde edilir. Zıdları birleştirebilmek ise birbirine zıd ve çok uzak hâlleri nefste kabûl edebilmek ile hâsıl olur. Aslında insânın yaratılışı en güzel (ahsen) yaratılış olduğu için, ve en güzelden daha güzeli olamayacağı için ve bu güzellik (mükemmellik) ve buna karşilık fânîlik sebebiyle,, varlıktaki bütün zıdları cem’ eden bir yaratılıştır ve insânı diğer bütün mahlûkattan ayıran yegâne özelligi işte bu Kâinâtı cem’edici varlığıdır..

Kâinâtın bir nüshâsı (kopyası) olarak yaratılan  bütün insânların, çok yüksek bir irfâna (kuşatıcı bilgiye) ulaşmaya, Hakk’ı tanımaya isti’dâdları vardır, ama vakıa; “herkes sonsuz çesidliligi ve zıdlıkları zihninde tevhîd edemez…” Tabîi yaratılışının ona verdiği kabiliyyetin iktizâ ettiği kuşatıcı bir anlayış ve her şeyi Tek olan Hakk’a bağlayabilme, Tek olan Hakk’ta birleştirebilme yetkinliği kime nasîb olur? Vakıa budur ki en çok daraltılan en geniş olandır. İlâhî vahdet tecellîsi ile darrlıkta fenâ bulan, kesret-i âlemi cem’ eder… Darlığı ne oranda olursa, genişliği de o oranda olur. Zilletinin derecesi oranında izzet bulur. Muhtâclığı kadar gınâ bulur… Zıd hâlleri nefsinde birleştirebilmiş gerçek bir azîz, aynı zamân da zelîldir de, böyle bir alî aynı zamânda alçaktır da, böyle bir mahmûd aynı zamânda yerilen, nefret edilendir de böyle bir zengin aynı zamânda fakirdir de… Bu zıdlıkların akla çirkin gelen yüzünü en güzel bir biçimde ârife izâfe etmek gerekir. Şöyle ki: Hakikat ehli olan, başkaları tarafından câhil görülür, zelîl edilir, fakir zannedilir vb…

İlim; görmek, işitmek, kitabtan okumak ile irfân ise susmak, aç kalmak, insanların eziyetlerine tahammül etmek, geceleri ve seher vakitlerini gafillere muhalefet ederek ihya etme netîcesinde ya’nî tecrübe netîcesinde kalbe doğuş veyâ özden gelen sezgiyle hâsıl olur. İlim bir ögretim, irfân ise bir eğitim işidir. Ögretim görünen bir iştir. Eğitim ise çok gizlidir. İnsân için yaşanan ve hissedilen her tecrübe bir eğitimdir. Bilgi, rasyonel bilgiden, mantık bilgisinden ibâret değildir. Izdırap, gam, endîşe veyâ sevinç ve zevk gibi sayısız hâller sâhibine farklı bir ilim verir, ögretir ve yetiştirir. Aslında her insânın kendi şahsına münhâsır hallerinin, kendi varlık ülkesinde neye karşilık geldiği ve bu etkilerin ne gibi bir medeniyet veyâ teknoloji ürettigine bağlıdır kulların irfân seviyesi…

Ve aslında Kâinâttaki bütün varlık çesitlerinin birbirinden farkı, Allah’ı bilme ve tanıma seviyesindeki farktan ötürüdür.

Hâtemü’l-Evliyâ Muhyiddîn Arabî hazretlerinden ögrendigimiz bilgiye göre, Hakk Teâlâyı, sâdece zâmânın kutbu olan insân-ı Kâmil,  “mümkün olan lâyık-ı vechî üzre” tanıyabilirmiş. Bu zât (kutbu’l-aktâb), ism-i Câmi’nin fiilî mazharı olmak ile Hakk Teâlânın gerçek halîfesiymiş. Diğer insânlar ise bu insân-ı kâmilin halifeleriymiş… Çünkü, Leyse ke mislihi şey’un (O’nun benzerinin bir benzeri yoktur)” (Şurâ; 42,11)

Ali Aytaç Şenol (aliaytac_senol@hotmail.com)

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.