KENAN IŞIK
1983 yılıydı, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencisiyim. Vefa Lisesi karşısındaki İlim Yayma Vakfı öğrenci yurdunda kalıyorum. Kantini bir gazino gibiydi. Ziyaretime orta boylu, şık giyimli, esmerimsi yakışıklı bir Bey geldi, Malatyalıymış. Kendisini takdim etti, diksiyonu son derece düzgün biri. Başvekil Turgut Özal’ın selamını getirdi, ziyaretime Özal göndermiş. Ziyaretinin maksadını tefekkür ederken Bulut İletişimden twitter bir tweet ile beni aydınlattı; hem izledim hem dinledim, bu esnada merak ya da hayretimi dile getiren sorular da sordum re-tweet ile. Kenan Işık ise ilk kez tanık olduğu bu erken teknoloji uygulaması karşısında sadece benim reaksiyon ve yanıtlarımı işitebiliyordu. ‘Haa, demek bu Bey Darendeli Hacı Hulusi Efendi’ye müntesip bir derviş, güzel!!!… Demek ileride ATV kanalı kurulacak, orada Kim Beşyüz Milyar İster? diye program sunarak para dağıtacak, alâ, Maşaallah!!!’ diye re-tweet yanıtları veriyordum. Kenan Işık’la böyle tanıştık, TRT Radyo’da görev yaptığını beyan etti. Benimle tanışmış olmaktan büyük onur duyduğunu ifade ederek, nezaket içerisinde kemal-i edeble Müsaade alarak ayrıldı. Ben de Darendeli Hacı Hulusi Efendi’ye selam ve sevgilerimi yollayıp dualarını istedim.
Sonradan Kenan Işık’ın selamını bana Ulvi Alacakaptan getirmişti.
Aradan yıllar geçti, Turgut Özal vefat etti. Ben artık TC nezdinde sakıncalı ve çok tehlikeli biriydim. 28 Şubat dönemiydi, yıl 1998. Birgün ATV Anahaber sunucusu Ali Kırca’nın iyi niyetle beni tezkiye etmek isteyen bir haber yaptığına tanık oldum; Kenan Işık da dili döndüğünce beni savunmaya çalışıyordu. TİKKO militanı olamaz, derviş biri, gönül gözü açık bir İnsan, benim yıllar sonra ATV’de Kim Beşyüzmilyar İster? programı yapacağımı daha 1983 yılından bana haber verdi. İstanbul’un her köşesinde menkıbeleri anlatılır, Türbeler’deki Yatırlar ile konuştuğuna çok kimse tanıklık etmiştir; gibi sözleri korkuyu yenerek anlatmaya çabalıyordu. Allah cc Razı Olsun. Fakat miktir et, ben bu düzene metelik vermem Dostum, Tağut’u reddeden bir Allah’ın cc kuluyum ben; Hanif bir Müslümanım, miktir et Dostum:)
Kenan Işık Aziz bir İnsan… Yolu ışıklı olsun…
MEHMET ALİ ERBİL
Mehmet Ali Erbil bende bir çocukluk hatırasıdır. Balıkesir SSK Hastanesi tarafında otururlardı, bölgeye 9 numaralı Belediye Otobüsü giderdi 1970-80 arası yıllarda, işte bu otobüstür bizim tanışma mekanımız. Lise öğrencisiydi Mehmet Ali Erbil, ben de ilkokul. Solcu musun? diye sorduğumu hatırlıyorum, ‘Teorik, felsefi solcu!’ gibi bir yanıt vermişti, yani militan değil! Tiyatroya tutkuyla bağlıydı, liseden sonra tiyatro eğitimi almaktı ideali. Ben onu komik bulmuştum, o da beni zeki bir çocuk:) Bana Karl Marx’tan söz ettiğini hatırlıyorum, felesefe okumamı tavsiye etmişti.
Yllar sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi olduğumda Ablası Genel Cerrahi Asistanı Yeşim Abla’yla da tanıştık.
Meğer Erbil Ailesi Menemen vakası sebebiyle derdest edilen yaşlı Nakşibendi Şeyhi Esad Erbilli’nin torunları olurmuş.
Mehmet Ali de Yeşim Abla da saygıdeğer İnsanlardır benim için…
HUYSUZ VİRJİN
1984 yılıydı, Merhum Dedemin vefatı üzerine Validemin istihkakı hususunda İstanbul Cağaloğlu yokuşundaki SSK Binasına danışmaya gittim. Beni Şef Seyfi Dursunoğlu’na yönlendirdiler, üst katlara çıkıp Caddeye bakan odasındaki masası yanındaki iskemleye oturdum. Kollarında siyah büzgülü kolluk olan bir Beyefendi, nazik ve ikramperver. Çay ikram etti. Maruzatımı anlattım, beni dinledikten sonra tüm dürüstlüğü ve içtenliğiyle beni aydınlattı; o günlerin Ali Tezel’iydi. Baktım, Entelektüel de birisi. Sohbeti koyulaştırdık; Nurullah Ataç’tan, Necip Fazıl Kısakürek’ten, Mehmet Şevket Eygi’den dem vurdu. Fakat dikkatimi çeken mesai arkadaşları onun yüzüne bakamıyor, süt dökmüş kedi gibi önlerine bakıyorlardı, adeta Şef Seyfi Dursunoğlu’ndan çekiniyorlardı. Meğer çekinmekte son derece haklılarmış. Seyfi bey akşam olunca sapıtırım, demez mi!!! Akşamları Taksim’de Gazino’ya çıkar, ‘Huysuz Virjin’ namıyla kanto yaparmış!!! ‘Aaah bu kadar yeter be, benim çişim geldi!!!’ deyip tuvalete gitti. Sonrasında ben arz-ı hürmet ile müsaade isteyip ayrıldım.
28 Şubat 1998 dönemiydi. Ben 28 Şubat rejimini protesto ederek Gönen Devlet Hastanesi’ndeki görevimden istifa ettim, ardımdan altı doktor daha istifa etti. Akit gazetesi benimle röportaj yapmıştı, Seyfi Dursunoğlu da oradan görüp okumuş olmalı ki Ekran’dan bana desteğini açıklayıp selamlarını yollamaz mı?! Sonrasında Huysuz Virjin programı yayındna kaldırıldı tabii!!!…
İBRAHİM TATLISES
1983-4 yılıydı, Sirkeci Garı önündeyim, aç gezdiğim yıllar, cebimde ise sadece iki demir lira var. Lahmacun satan bir büfe gördüm, param sadece bir lahmacuna yetiyor, diğer liraysa otobüs biletim için. Büfe önü biraz hareketli. Büfedeki esmer adamdan bir lahmacun istedim, O iki tane vermek istedi. Param ancak bir tanesine yetiyor, dedim. Olsun, afiyet olsun, benden olsun; dedi. Olmaz, Sen de burada işçisin, asgari ücret alıyorsun, haram olur; dedim. ‘Yeni mi girdin işe?’ diye sordum. ‘Şarkı söylüyorum, kaset çıkarıyorum! Dedi. ‘Nerelisin?’ diye sordum; ‘Urfalı’yım!’ cevabını verdi. Dedim; ‘Ben Şeriatçıyım, mustazaflarla dayanışma benim inancımın gereği; ben sana yardımcı olmak isterdim!’ dedim. ‘Nasıl yardımcı olacaksın?’ dedi. Dedim; ‘Turgut Özal’a ulaşsana!!! O Sana yardım eder, O da Malatya’lı; Sen de Urfalı’sın; hemşehri sayılırsınız!’ Sonra oradaki kalabalık hareketlendi, gençlerin ellerinde fotoğraf makineleri vardı. ‘Kim bunlar?’ dedim. ‘Gazeteciler!’ dedi. ‘İçinizde Hürriyet muhabiri var mı?’ diye sordum; varmış! ‘Hürriyet Gazetesi’ni Aydın Doğan satın aldı mı?’ diye sordum; ‘Hürriyet Erol Simavi’nin!’ cevabını verdi magazin muhabiri. ‘Artık Erol Simavi İmparatorluğu sona eriyor, Aydın Doğan İmparatorluğu başlıyor!’ dedim. Kimsenin haberi yokmuş meğer, herkes şaşkın!!! Bense konuştuğum kişinin İbrahim Tatlıses olduğundan habersizim!!! Konu magazin basınına haber olmuş, Turgut Özal da bu diyalogdan haberdar olunca; Eşi Semra Hanım’la İkinci Boğaz Köprüsü üzerinde giderlerken Turgut Özal şöför koltuğundan canlı yayında Eşi Semra Özal’a ‘Hanım, bir kaset koy da havamızı bulalım!!!’ dedi; Semra Özal da ‘İbrahim Tatlıses’ kasetini kasetçalara koydu. İşte bu olay İbrahim Tatlıses’i hit haline getirdi. Sonrasında İbrahim Tatlıses benim tahsil hayatım için sponsor olmak istedi, Tatlıses Turizm hizmetinde diye selam gönderdi. Ben teşekkür ederek, fakirlere hizmete devam etmesini salık verdim. Bu dönemde Mahmut Tuncer beni İlim yayma Yurdu’nda ziyaret etti, tanıştık, Tekirdağ’a davet etti; ‘Ben ezelden Urfaliyem!’ dedi.
Müzik dünyası ile pek işim olmasa da ister istemez bazı anılarım oldu. Aynı yıllarda İstanbul Fatih İskenderpaşa Camii çıkışında bir pazar günü gözyaşları içerisinde bir adam gördüm. Kendisine bir el uzatılmasını istiyordu. Bulut İletişimden bir twitter Ona yardımcı olmamı istedi. Cami Cemaatinden birileri kovmaya çalışıyordu Kendisini. Kısaca dinledim ve Kendisine bir pusula yazdım; git Arkadaşım Sana yardımcı olacak, benim adım burada yazılı, dedim. Allah cc Sizden Razı Olsun, diyerek ayağa kalktı. Sonraki yıllarda da beni hep andı, gözleriyle aradı durdu, televizyon ekranlarından izledim. Bahsettiğim kişi Adnan Şenses’ti, pusula yazarak gönderdiğim Arkadaşım ise Refah Partisi İstanbul il Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Unutamadığım bir anım da Selami Şahin’le ilgili. Selami Şahin Hataylı bir arap, tatlı, sempatik biri, namazında niyazında bir İnsan. Bir vakit namazı Cami çıkışında tanışmıştık Kendisiyle, Müslüman Kardeşler’den bahsettim Ona, ilgi ve sevgiyle dinledi. Mutlu oldum tabi ki:)
Müslüm Gürses’i de anmadan geçmeyeceğim burada. 1994 yılıydı, Samsun Sahra Sıhhiye Acemi Birliği’nden dağıtım için yollardayım, Yozgat yakınlarında bir mola yeri. Müslüm Gürses ve Eşi Muhterem Nur oradalar, başbaşa oturuyorlar. Selam verip yanlarına geldim. Müslüm Gürses Eşi Muhterem Nur’u takdim etti, ben elini sıkmayıp tebessümle selamladım. Müslüm Gürses bana ‘Sen Şafi misin?!’ diye sordu. Aslında bütün doktorlar ‘Şafi’dirler; Allah’ın cc ‘Eş-Şafi’ İsminin tecellileridirler. Asker olduğumdan bahsettim, tanıştık, güzel bir anıydı benim için…
Taverna Sanatçısı Ferdi Özbeğen ile de 1983 yılına ait bir anım var!!! ‘Meyhaneler’ konulu bir şiir yazmıştım, son mısraı ‘Karanlık gecelerin Nur’lu sabahını bekliyorum!’ diye bitiyordu. Bir arkadaşımız bundan şiir değil, ancak taverna şarkısı olur diye Ferdi Özbeğen’e vermiş, O da parçaya vurulup yollara düşmüş. Kaldığım İlim Yayma Yurdu karşısında beni bekliyor, Kendisini tanımıyorum, şiirimin Ferdi Özbeğen tarafından taverna parçası olarak çalınmak üzere izin talep etmeye geldiğini söyledi, bu parça hit olur; dedi. Ben de ‘olur’ dedim, telif ücreti olarak ne istediğimi sordu; ‘o şiirin Allah cc Rızası için yazıldığını, hiçbir ücret talebimin olmadığını’ söyledim. ‘Peki Ferdi Özbeğen’in eşcinsel olması Sizi rahatsız edebilir, İsminiz nasıl olsun?’ deyince, ‘o zaman vermiyorum!’ dedim. ‘Efendim, Ferdi Özbeğen bu şiiri bütün kalbiyle istiyor, sevgi dolu pırlanta gibi kalbi olan bir İnsan ve O tüm kalbiyle Allah’a cc sevgiyle bağlıdır!’ deyince ‘verdim; ismim yazılmasın, anonim denilsin!’ cevabını verdim.
Kahtalı Mıçı’yı da anmazsam haksızlık olur. Sırrı Süreyya Önder 1983-4 yıllarında İlim Yayma Yurdu kantinine gelir, taburelerin üstünde oturmayı, çay içip sohbet etmeyi çok severdi; böyle arkadaş olmuş, sohbet ederdik. Kendisini ben çok severdim, candan bir üslupla anlatımlarına bayılırdım. Bana ‘Kahtalı Mıçı’ adlı yöresel bir sanatçıdan bahsederdi, hiç tanımadığım, şarkılarını işitmediğim bu Kahtalı Mıçı’yı ben çok sevdim:) O günden sonra bana her nerede sorarlarsa, ‘hangi sanatçıyı seviyorsun?’ dediklerinde ben tereddütsüz hep ‘Kahtalı Mıçı’ cevabını verirdim. Oysa ben sakıncalıymışım ve benim her sözüm Stalinist TC Rejimi tarafından teyakkuzla değerlendiriliyormuş; bu yüzden Kahtalı Mıçı’yı defalarca taciz etmişler, zavallıcık birgün Flash ekranlarından feryadü figan eylediğinde ne kadar üzüldüm, bilemezsiniz. Sırrı Süreyya Önder Milletvekili olunca durumu kendisine yazdım, sağolsun O da kravatlı ceketi üzerine bir Kahtalı Mıçı şalı atıp basın toplantısı yaptı, kimse Sırrı Süreyya Önder’in bu tavrını anlamadı!!!
…..
Dr. Ömer Nasuhi Bildik
25 Ocak 2015
– Haber Lotus –
HLotus
CİHAN ÜNAL, TÜRKAN ŞORAY VE YAĞMUR OLAYI…
1984 yılıydı sanıyorum, Fatih Camisinin Darüşşafaka veya Karadeniz Caddesi çıkışı olan alt kapısı köşesindeki çimlerin içinde bir kalabalık artıyor. TRT sanıyorum Sultan 4. Murad Han ile ilgili bir çekim yapıyor. Aktör elinde bir güvercin defalarca okşuyor, tekrar çekiliyor filan; stres yüklü bir aktör, bunalmış, rahatsız kalabalıktan. Melekut bana Cihan Ünal Türkan Şoray’la evlenecek, Yağmur isminde de bir kızları olacak; Özal’ı çağıralım mı? diye sordu. Ben de sesli konuşurken; Cihan Ünal kim? diye sordum. Aktör Cihan Ünal benim, diye ses verdi. Ben Melekuta; Özal her işe burnunu sokmasın, kendi işine baksın! dedim. Ardından hava hemen kapandı ve Cihan Ünal’ın yüzüne ilk yağmur damladı. Cihan Ünal ‘Yağmur!!!’ dedi; ve hava sağanak halinde boşaldı, ortada kimseler kalmadı, herkes dağılıp kaçışmıştı. Aile bireyleri için bu hatıra bilinsin istedim, TRT için ekip bana senaryoyu göstermek istedi; üzerime vazife olmadığından kabul etmediğimi onlar bilip hatırlayacaklardır. Güzel bir hatıra, değil mi?!
Mehmet Ali ERBİL’in Şeyh Esad ERDEBİLLİ ile akrabalığı konusunda kaynağım Abdurrahman DİLİPAK’ın yazılı beyanıydı. Bu bilgiyi değer verdiğim Sayın Erol MÜTERCİMLER teyid etmeyip nakzetti. İtibarım Sayın Erol MÜTERCİMLER’e olacaktır aksi kanıtlanana kadar.
MAHMUT TUNCER ve MAHZUN KIRMIZIGÜL ile 1983 İlim Yayma Yurdu Kantininden tanışıklığımız var; MAHMUT TUNCER ‘Kıyek bir arkedeştir’; çünkü O bana öyle söylemişti; ‘Sen kıyek bir arkedeşsin!’ demişti. MAHZUN KIRMIZIGÜL’ü ise ABDULLAH BAZENCİR olarak tanıdım; yüksek insanlık standartlarında bir Müslüman ve Delikanlı bir İnsan, Kalpten bir Dost olarak hatırlarım. Bir de MURAT KEKİLLİ’yi anmadan geçmeyeceğim; Datça’da Cami’den tanışıyoruz; Allah cc Dostu bir Veli olarak gördüm Kendisini…
AHMET HAKAN COŞKUN ile beni Müftü Babası, düşkün olduğu Annesi ve ağabeyi Abdullah ailece tanıştırdılar 1978 yılında; Ahmet Hakan ile evimizde çok sofra paylaştık. Ahmet Hakan ile biz birbirini candan seven iki dost öğrenciydik Eski Cami’de yatılı yıllarında. Sonra bizi ideolojik münafıklar ayırdılar; o MTTB’de kaldı beni ise kösemenler İmam Hatip Mezunlar Derneği ve Akıncılar Derneği’ne kanalize ettiler. Buna rağmen bizim kalpten sevgi ve dostluğumuz benim akşam karanlığı çöktükten sonra pinokyo bisikletimle Ahmet Hakan’ı ziyaretlerimle aşıldı ama bu kez de aramıza Müftü Babasının Kepsut’tan Ezine’ye tayini ile bölündü. Mektuplar gönderdim cevap alamadım ama bana Mehmet Akif ERSOY’un Safahat Şiir kitabı hediyesi ulaştı. Sonra aramıza yıllar girdi; ben İmam Hatip’ten modern bir lisenin matematik bölümünün PSSC fizik gibi 13 fark dersi ile sınav verip mezun olduktan sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesini kazanınca 1983 yılında Ahmet Hakan beni İskenderpaşa Camiinde bir pazar vaazında buldu ama ben hafıza maluliyeti sebebiyle onu tanıyamadığım gibi hatırlayanadım da malesef. Ahmet işte o zaman yıkıldı!!! Sonra hem Tıbbiye eğitimi hem fakirlik ve açlıkla yaşam mücadelem sonraki yıllarda ise sakıncalı ve sürgünde bir askerlik hayatım ve toplam olarak 25 kadar süikaste uğramam nedeniyle hafızam yıllarca amnezi yaşadı. Ahmet Hakan ile hafıza ve hatıratım henüz son yıllarda canlandı. Ahmet Hakan Coşkun’u hiç hatırlayamayıp selamlarımı iletenler olmuştur; Beyazsaray Kitabelerinden birinde karşılaştığımız Zahid AKMAN ile Fatih Malta’da karşılaştığımız Ahmet KEKEÇ gibi…
Nureddin TOPÇU ile Balıkesir’den tanışıklığımız ve dostluğumuz 1977 yılıydı. Yine o yıllarda Timurtaş UÇAR da Balıkesir Köprübaşı Camii İmamuydı ben de cemaatinden. 1983-4 yılında İstanbul Yavuszelim’deki ‘Mektup’ dergisi redaktörü TUNCAY GÜNEY ile bir kez de 2000 yılında USA-Pensilvania Bristol-Levittown’daki boyacı evinde bana odasını bırakarak New York ve Kanada istikametine gittiği günlerden tanışığız. EMRE USLU ile 1984 yılında teyzeoğlu Ali ile Kahraman Maraş’tan İstanbul’a geldiği ve Etiler Polis Okulu için bulundukları Fatih Sarıgüzel ile Balipaşa Caddeleri arasında İskenderpaşa Camii mihrabının karşısındaki ilk kat küçük kira dairelerinde benim için çay demkediği günlerden tanıyorum; Ali ise Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazanmıştı. MEHMET BARANSU ile 1994 yılı Haziran ayında Samsun Sahra Sıhhiye’de ayaküstü ben tamıştım, Melekut bahsetti gelecektegi gazeteci olacağından; ne diyeceğini şaşırdı Astsubay, sükut etti. Aynı MEHMET BARANSU Giresun’lu Tony’s Burger’deki Tuncer’in tavsiyesiyle garsonluk yaparak ev kirasını ödemekte zorlandıkları Harlem’deki evine ekmeğini paylaşmak üzere beni kabul etti 2000 yılı Homeless günlerimde. Yine Melekut’un tavsiyesiyle 1984 yılında Şahin ALPAY’ı son paramı da jetona vererek telefonla arayıp İslam ile müjdelemiştim. 2006 yılıydı, Bursa’daki Dostlarımı ziyarete gitmiştim; Şehid Murad HÜDAVENDİGAR, Sultan 2.Murad HAN, Eskici MEHMET Amca ve Emir SULTAN ile Fatma HUNDİ Ablam ile orada sıralı medfun tüm Diri Arkadaşlarımı ziyaret dönüşü Balıkesir’kadar beraber yolculuk ettiğimiz yeni tayin yeri İzmir’e giden HÜSEYİN ÇAPKIN da benim unutulmazlarımdandırlar…Melekutun övgüyle bana referans olduğu NAZLI ILICAK 1970-80 arası Tercüman Çocuk Annemizdir. Neredesiniz Başörtüsü için Milletvekilliğini kaybeden RTE için herkesle düşman olmayı göze alan bu yiğit Hak Dostu’nu hatırlaması gerekenler; başta Merve KAVAKÇI ile KAVAKÇI Ailesi!!!…
1983 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazanınca oturup hemen bir İslami faaliyet planı yaptım; hedef o günkü Medya YEŞİLÇAM’ı fetihti, İstanbul’un yeniden tekbirlerle çınlaması için gemileri karadan yürüttüğümüzde önce YEŞİLÇAM fethedilmeliydi. İşittiğim tek İslami Yeşilçam Yönetmeni her MTTB gencinin bildiği MESUT UÇAKAN vardı. Ben hemen YEŞİLÇAM’ın kötü adamı EROL TAŞ’a Cankurtaran Kıraathanesi adresine bir mektup yazarak işe başladım; kendisini Refah Partisi saflarına katılmaya çağırdım. EROL TAŞ her yere Refah Partisi bayrakları asmış beni bekledi durdu fakat ben hiç gitmedim; niye biliyor musunuz? İstanbul’da kaldığım İlim Yayma Yurdu beni diğer Kürt öğrencilerle birlikte sokağa bırakıverdiğinde İslami kesimin ilk ahlaksız, ilkesiz, vicdansız ve merhametsiz yüzüyle karşılaşmıştım ki başka insanları davet edeceğim İslami yapılanmaların sahtekarlıktan başkaca birşey vaadedemeyeceğini yaşayarak görüyordum çünkü!!!…Efkarımı TUNUS Diktatörü HABİB BURGİBA’yı İslama davet mektubumla dağıttım; TUNUS’ta kilitli olan Camiler açılmıştı kısıtlı da olsa…
BİLGE DEDE isimli bir kitabım var; Balıkesir Sındırgı’lı emekli İlahiyatçı öğretmen İSMAİL ÇAKIRHAN merhumu resmediyorum orada. Cins bir kafa, büyük entellektüel ve bir düşünür olduğu kadar da pratisyendi Hoca. Kitabımda anlatılmayanlar anlatılanların yanında koca bir hiç kalır; Hoca’nın deyimiyle; miktir et, hoş ve boş!!! Hoca’nın kadınlar hakkındaki yaklaşımları bana çok çarpıcı gelirdi; Aile hayatının çoktan bittiğini söylerdi. Ona göre; bir kadın bütün erkeklere yeterdi!!! Kadınların hepsi histerik olup aralarında sadece derece farkı bulunduğunu söylerdi. Bayramlarda özel evlere gitmez genelevlere gider; toplumun en namuslu ve mazlum emekçilerinin ayrı ayrı bayramlarını tebrik ederdi… Allah cc rahmet eylesin.
BİLGE DEDE özel sohbetlerimizde en büyük Veli olarak RABİATÜL-ADEVİYYE der, ardındam da YUNUS EMRE’yi eklerdi…BİLGE DEDE birgün bana MUHYİDDİN İBNÜL-ARABİ’nin kabri nerede? diye sordu Balıkesir Paşa Camii avlusundaki bankta ağaçların altında gölgelenirken; ben de göğsüme vurdum, işte burda!!! cevabını alınca ayaklarıma kapandı, şadırvanda abdest almakta olan karikatürist Hemşehrimiz HASAN AYCIN’ın şaşkın bakışları altında!!!.. Ra.ecmain.
TV ile ilk tanışmamız 1974 Kıbrıs Barış Harekatı öncesine dayanır. Hatırlarım ilk gördüğüm robot da Ay Astronotu 1974 yılındaki Balıkesir Fuarı’ndaydı. Aynı Fuar’da o yıl bir de Kıbrıs Harekatı gazisi paraşütle attığımız içi saman dolu bir maket
asker de vardı; EOKA mensuplarınca ateş açılıp isabet almıştı.
İslamcılar iktidarda, malı götürmekle meşguller; selam verseniz, rüşvet değil deyu almazlar! İslam ve İlahi söylemlerinin peçe altı hedef zaten buydu; Dünya iktidarı! Siyaset dedikleri ajanlık mesleği ise otoimmün bir hastalığın adıdır ki organlarından sonra sıra kendilerinde! Ben tam yarım asır öncesinden beridir içlerinden bilir tanırım bu güruhu; bildiğim ezcümle şudur ki “Allah cc Dostu değillerdir!”. Ötekileştirdikleri komunistler, aleviler, sanatçılar, orospular… her ne ki ve kim varsa; ben onları muhatap alıyor, onlarla “Allah cc” sohbeti yapıyorum. Kayalara tohum ekiyorum belki. Kuşlara yem olsa da… Taner Aptioğlu selamını getirdi; “Banu Alkan adlı okurumun selamını”, Antalya Güzeloba’dan Komunist Mehmet Hoca’nın pazardaki limon tezgahı bize dergah yahut Fethiye Paspatur’dan Veli Hak Dostları çingene Arkadaşlarım… Murat Kekilli, Mehmet Ali Erbil… böyle güzel insanlar da yaşıyor bu Dünya misafirhanesinde…