Kanıtlanması imkânsız gerçekler
Kanıtlanması imkânsız gerçekler vardır. Şimdi anlatacağım da böylesi bir gerçeğin öyküsüdür.
Bir kış günü, Yakutistan’da kıyamet gibi bir soğuk hüküm sürüyor. Azeriler kasabada kilise inşa eden Ermenilere inat bir cami yaptırmışlar. Görkemli camiye yaraşır bir de avize siparişi vermişler. Günler sonra avizeci bin bir zahmete katlanarak avizeyi alıp Azerbaycan’dan Yakutistan’a varmış. Avizeyi caminin tavanından uzunca bir zincir ile sarkıtmış. Tüm işlemler tamamlandıktan sonra sıra ezan okuyup ilk namazı kılmaya gelmiştir. Avizeci, ezan okumasını bilen var mı, diye sorar?.. Kimseden bir ses çıkmaz. İçeride bulunan yirmi otuz kişi bir birilerinin yüzüne şaşkın şaşkın bakarlar. Derken bir silah sesi ortalığı cehenneme çevirir. Dört bir yandan kurşun yağmuru başlar. İçeride bulunanlar kendilerini yere atarlar.
Camiye saldıranlar yörede yaşayan Ermenilerden başkası değildir. O gün Avizeci canını zor kurtarır. Birkaç gün gizlendikten sonra kasabadan ayrılır. Dönüş yolunda paltolu, ince uzun bir adam yanına yaklaşır ve “Efendim, nasılsınız?” der.
Bu gizemli adam Rus İstihbarat Teşkilatı KGB için çalışan bir Azeridir. Konuşma derinleşmeye başlar. Ve Avizeci KGB’nin kendisini neden takip ettiğini sorar. Gizemli adam, Avizeci’ye Nisan 1993’te bulunduğu bir yeri anımsatır. O yer devlet başkanlarını buluşturacak bir yerdir. Şöyle ki, Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaş’ı Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı misafir etmeden önce bina içerisinde bazı yenilikler yapmaktadır. Ve salonun orta yerine büyük bir avize taktırmak istemiştir. Bu iş için de Azeri Avizeci seçilmiştir.
KGB Ajanı konuştukça Avizeci adeta şaşkına dönmektedir. Sorar, “Orada bulunmamın takip edilmemle ne alakası var?”
Gizemli adam büyük bir suikastı ayrıntılarına varıncaya kadar anlatır. O gün o binada bulunan Avizeci ve diğer tüm çalışanlar KGB’nin takibine alınmışlardır. Ne vakit Rus sınırına girerlerse çıkış yaptıkları güne kadar takip edilmektedirler.
“Özal’ı KGB mi öldürdü?”
Öte yandan, suikastın hedefindeki Turgut Özal daha binaya girmeden günler öncesinden her şey tüm ayrıntılarına varıncaya dek ayarlanmıştır. Eğitimli KGB ajanları mutfağa ve servis bölümüne yerleştirilmişlerdir. Özal’ı çok özel bir zehir ile öldüreceklerdir. Zehir saat ayarlı olduğu için tesirini tam anlamıyla göstermesi için iki günden fazla zaman geçmesi gerekmektedir. Zehrin en önemli özelliği kalpteki kanı pıhtılandırıp durdurması ve kalp krizi süsüvermesidir. Yalnız bir kötü yanı vardır ki, tesadüfen içilen bazı içecekler onun ölümcül etkisini azaltmaktadırlar. Bu yüzden zehrin gerekirse belli bir süre sonra yeniden verilmesi gerekmektedir.
Avizeci heyecanla sorar, “Özal’ı KGB mi öldürdü?”
Ajan, “Evet,” der ve sessizce uzaklaşır.
Güvenilir bir kaynaktan alınan bu bilgiye ister inanalım ister inanmayalım açık ve net olan bir şey varsa o da Turgut Özal’ın ölümünün şaibelerle dolu olduğudur. Ve Orta Asya gezisinden sonra Özal’a bir haller olmuştur.
Sahi Yuşçenko’yu kim zehirlemişti?
Merhum Özal’ın özel kalem müdürü Feyzi İşbaşaran, Özal’ın vefat ettiği 17 Nisan 1993’ten bir gün önce Çankaya Muhafız Alayı Komutanlığı’nın içindeki camide son cuma namazını kıldıklarını, burada Özal’ın kendisinden yanında değil arkasında saf tutmasını istediğini söyledi. Namazdan sonra bana dedi ki: “Kendimi iyi hissetmiyorum. Namazda sırt üstü düşerim diye endişe ettim. Ayaklarım tutmuyor, çok halsizlik var.”
Bugün Gazetesi’ne röportaj veren o dönemin Bayındırlık ve İskan Bakanı Cengiz Altınkaya ise çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor, “Özal’ın yüzündeki lekeler, zehirlenerek öldürülmek istenen Ukrayna Devlet Başkanı Victoer Yuşçenko’nunki gibiydi,” diyor.
Sahi Yuşçenko’yu kim zehirlemişti? Hatırladınız mı?
Ambulans yerine 1967 model araba neden kullanılıyor?
Bir başka noktayı ise Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal açıklıyor: “Babamı kendi makam arabasıyla dahi hastaneye götürmemişler. Yeni öğrendik, bir ambulansın aküsü bitmiş, o yüzden ambulans çalışmamış. 1967 yılında Cevdet Sunay’a hediye edilen, yani 1967 model bir araçla babamı hastaneye götürmüşler. Çok eski bir araba, garajda duruyor. Kendi makam arabası dururken, garajdan onu çıkarıp, babamı onunla hastaneye götürmüşler.”
Ahmet Özal’ın dikkat çektiği bir başka nokta ise şöyle: “Bir televizyon programına katılmıştım, çıktıktan sonra gece 1,30’da telefonum çaldı, Hacettepe Hastanesinin laboratuvar şefi, ‘kanı bizde buzdolabında duruyor’ dedi, ertesi sabah annem müraacat etti, 5 se nedir buzdolabında duran kan biz müracaat ettiğimizde kayboldu. Hemşire kız babamın kanını alıyor, renginden şüpheleniyor, sonra o kız ortada yok. Bulabilen kimse yok. Öldü mü kaldı mı hiçbir fikrim yok. Veli Can Oduncuyu öldürenler kimdi? Bunlar hep soru işareti. Köşk’te o kadar araba varken, garajda duran 1967 model bir araba neden kullanılıyor? Şimdi bir de bu soru eklendi.”
Limonata iddiası üzerinde neden fazla duruluyor?
Bir de son geceki Limonata muhabbeti var. Eşinin zehirlendiğini iddia eden Semra Özal diyor ki, “Kaya Toperi ve yanındaki iki kişi bir kokteyle gitmek için ısrar ettiler. Israrlara dayanamayıp oraya gitti. Kendisine yemek hazırlamıştım, bana bir şey yemeyeceğini söyledi. Ben de kendisine, orada bir şeyler mi yedin, diye sordum? Hayır, bir şey yemedim sadece bir bardak limonata içtim, dedi.”
O geceyle ilgili farklı iddialar var. İnsanlar nedense bu iddia üzerinde duruyorlar. Acaba birileri hedef şaşırtıyor olamazlar mı? Konuyu biraz daha açalım.
Turgut Özal ölümünden bir gece önce saat 18.00’de Ankara Çevre sokaktaki bir resim galerisinde Bulgar heykeltraş Vejdi Raşidov’un sergisine katıldı ve burada limonata içti. Özal yaklaşık 15 saat sonra da, Çankaya köşkünde fenalaşarak hayatını kaybetti.
Ahmet Özal bir tv programında görüştüğü eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar ve gazeteci Şamil Tayyar’a “Aslında o resepsiyonda sanatçı Raşidov babama ikram etmek için, kendi elleriyle portakal suyu sıkıyor. Ama bu portakal suyu değiştirilip babama limonata götürülüyor ve onu içiyor’’ dedi.
Eski Bakan Sağlar ise Gazeteport’a yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“’Ailenin kuşkusu bu limonata üzerinde yoğunlaşıyor. Ahmet Özal, portakal suyu ile değiştirildiğini bize söyledi. Ölüm 15 saat sonra meydana geliyor. Bazı doktorlar hafif metal içeren zehir türlerinin, kana karışması ve kalbi etkilemesinin uzun zamana yayılabildiğini belirtiyorlar. Ahmet Özal da (Babam kalp krizi geçirmedi, kalbi aniden durdu) dedi. Kuşkulu pek çok durum var.”
Öte yandan bu resepsiyonda Özal’ın yanında bulunan Başdanışmanı ve emekli Büyükelçi Kaya Toperi, limonata iddiasını gerçekçi bulmadığını belirterek ‘’Sergide meşrubat getirildi. Turgut Bey, limonata aldı. Ben, eşim ve başyaver de limonatadan içtik. Özal’ın ölümü sırasında Köşk’te ambulans olmadığı söyleniyor. Bu doğru değil. Köşk’te her zaman ambulans vardır. Özal hastaneye ambulansla götürüldü,” dedi.
Toperi ambulans var, diyor ama aküsünün çalışmadığı ve Merhum Özal’ın çok eski bir arabayla hastaneye götürüldüğü çok açık. Ne hikmetse o gün Köşk’te doktor da bulunmuyor. Skandallar zinciri uzayıp gidiyor.
Özal’ın nefes alması kimlerin işine gelmiyordu?
Tüm bu skandallar karmaşasını bir tarafa bırakıp asıl şuna dikkat çekmek istiyorum. Neden? Özal’ın nefes alması kimin ya da kimlerin işine gelmiyordu?
Turgut Özal’ın Amerika ile arasının iyi olduğu söylenir. Oysa durum hiç de böyle değildir. Özal, devrinin en zeki siyasetçilerindendir. Bu zeka ve cesaret o günün şartlarında bir çok devletin uykusunu kaçırmaktadır.
Mesela F16 olayında ABD ile Özal büyük bir restleşme yaşamıştır.
Turgut Özal’ın ABD’den getirtip hem kendisine başdanışman yaptığı hem de F-16 projesinin başına geçirdiği Prof. Dr. Metin Lokmanhekim yaşananları şöyle anlatıyor: “F-16 projesinde Amerikalılar, bilgisayar sistemlerini bize vermek istemiyordu. Bunun üzerine Özal, bize ‘gidin İsrail’le anlaşın’ dedi. Sonuçta İsrail’le anlaştık. ABDliler bize bir faks geçti, ‘yarına kadar bize cevap vermezseniz uçaklarınıza bilgisayar sistemi takmayacağız’ diye. Özal da buna cevap olarak, ‘Teşekkür ederiz, sizin sisteminize ihtiyacımız yok’ diye bir faks geçti.”
Öte yandan Özal’ın Kürt Sorununu çözme girişimleri Orta Doğu’daki dengeleri değiştirecek nitelikteydi. Amerika’nın tasarladığı ama bir türlü hayata geçiremediği plana göre Irak parçalandıktan sonra Diyarbakır ve çevresini de içine alacak bir Kürt devletiydi. Amerika’nın PKK’yı her türlü desteklediği defalarca kanıtlanmış bir gerçektir.
Rusya açısından bakacak olursak, Özal’ın varlığının en çok onları rahatsız ettiğini görüyoruz.
Birçoğu henüz bağımsız olmuş Türk Cumhuriyetleri’ne “Ağabeylik” yapmak isteyen ve bunu resmi anlaşmalara döken Özal Rusya’ya çok pahalıya malolacaktı. Petrol ve doğalgaz yollarlının yön değiştirmesi demek milyarlarca doların uçup gitmesi demekti. Bu gün bile Rusya NABUCCO’ya müsaade etmemek için çırpınmaktadır. Bundan 17 yıl önce Türk Birliği’nin kurulduğunu düşündüğünüzde inanılmaz bir tablo çıkıyor karşınıza.
Turgut Özal’ın son Ota Asya gezisinde yaptığı anlaşmalar hiç de yabana atılır cinsten değildir.
Bu seyahatte Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’la anlaşmalar yaptı. Bu anlaşmaların tamamını incelediğinizde hepsinde üç ortak nokta görürsünüz: gümrük anlaşması, seyahat ve turizm, vize kolaylığı. Özellikle gümrük anlaşmalarında kullanılan ifadeler dikkat çekici. Resmen fiili “birlik ve sınırların açılması” anlamını taşıyor.
Özal’ın Orta Asya seyahati “entegrasyon” amaçlıyordu
Araştırmacı Fatih Bayhan’a göre Özal’ın Orta Asya seyahati tam anlamıyla “entegrasyonu” amaçlayan bir geziydi. Bu bölgedeki özellikle petrol ve doğalgazın ABD ve Alman şirketlerince ele geçirilmesine mani olmayı da amaçlıyordu. 13 Nisan günü, yani ölümünden 4 gün önce Kazakistan’ın en büyük petrol arama ihalesini Türk-Kazak ortak yapımı bir şirkete alarak Almanlar’ın burayı almasına engel oldu. Anlaşmayı da 25 yıl süre koyarak garanti ettirdi ve 26 milyar dolarlık bir anlaşma yapmış oldu. Bu hamle o kadar önemliydi ki, Özal bu hamlesiyle resmen ve açıkça kendisini hedef haline getirmişti.
Bayhan’ın verdiği çarpıcı örneklerden bir tanesi de Gürcistan’la yapılan ikili anlaşma. O yıllarda dünya devlerinin enerji anlaşmaları yapmak için peşinden koştuğu Gürcistan Devlet Başkanı Edvard Şevardnadze, Turgut Özal’ın bir işaretiyle bakın nasıl bir anlaşmaya imza atıyor. Gürcistan ile yapılan ikili anlaşmada 7. madde dikkat çekici idi. Bu madde diyor ki bu maddede, “Akit taraflar, ülkeleri arasındaki yatırımları ve teknolojik işbirliğini, kendi piyasaları ve üçüncü ülkelere yönelik faaliyete bulunacak ortak girişimlerin tesisi yoluyla teşvik edeceklerdir. Aşağıdaki alanları muhtemel işbirliği konuları olarak belirlemişlerdir: enerji, makine imalatı, petrol ve maden aramaları…
Enerjiye sahip olmak
Bakın, ilk madde enerjidir. O dönemde ve hala bu bölgedeki enerjiye sahip olmak için dünya devleri büyük oyunlar oynamaktadır. Özal, ölümünden önceki bu gezide neredeyse tüm Orta Asya’yı Türkiye’yle entegre ediyor, anlaşmaları yapıyor, enerji, petrol ve doğal gaz kaynaklarının kullanımında söz sahibi olmaya çalışıyor.
Rahmetli Özal, o dönemde MİT’in ilk Sovyetologu Enver Altaylı Özal ile geçirdiği bir anıyı şöyle anlatıyor: “Bakü’den Afganistan’a uçarken, rahmetli Özal’la Türkiye ve Türk Dünyası’nın geleceğiyle ilgili son derece önemli projeler ve stratejiler üzerinde konuştuk. Bunların hepsini anlatmam mümkün değil, doğru da değil. Ancak Özal şunu söyledi: Bu muazzam bir potansiyel, Türk Dünyası yeni bir küresel güç olmak için gerekli şartlara ve potansiyele sahip. Bunu için her yıl sarf edilmesi gereken para 250 milyon dolardır. Bunu buluruz, yaparız, dedikten sonra gerçekleştirilmesi gereken o büyük projelerle ilgili olarak kısa zamanda bir takım taktik adımların atılması gerekiyordu. Özal, bana sürekli, ne yapıp edip, bunların Türk parasını esas alarak para çıkarmasını temin etmemiz lazım. Çünkü iktisadi entegrasyon şart. İktisadi kültürel ve arkasından siyasi entegrasyon gerekli, diyordu.”
Özal Türkmenistan’da mı zehirlendi?
Araştırmacı Fatih Bayhan’ın verdiği bazı bilgiler Avizeci’nin anlattıklarını destekler niteliktedir. Şöyle ki Bayhan da Özal’ın Türkmenistan’da zehirlendiğini iddia etmektedir.
Bayhan’a göre Özal’ı ölüme götüren adım Türkmenistan’da atılıyor. Bayhan şöyle devam ediyor: “Özal tüm şimşekleri Kazakistan’da üzerine çekmişti. Burada yabancı şirketlerin hesaplarını alt üst ederek Kazak petrolünü ve enerjisini Türk şirketlere imza ettirmiş ve bunu da garantiye alıp 25 yıl süre koydurarak ülkeye 26 milyar dolarlık bir kazancın kapısını aralamıştı. Ama Özal bununla yetinmedi, ardından gittiği Türkmenistanda da aynı şekilde görüşme yapıp, Saparmurat Niyazov’la anlaşarak TPAO’ya buradaki petrolleri arama yetkisini de aldı. Enerji lobisinin planlarını alt üst etmişti. İşte ne olduysa burada oldu ve Özal, Türkmenistan’da zehirlendi. İşin içinde neredeyse gizli servislerin tümü olduğunu sonradan öğreniyoruz. Özal’ın Türkmenistan’da zehirlendiğini Haydar Aliyev’in yıllar sonra özel bir görüşmede bazı isimlere itiraf etmiştir.”
Peki Türkmenbaşı Özal’ın zehirlenmesini engelleyemez miydi? Bunun mümkün olacağını hiç sanmıyorum. Çünkü Rus istihbarat örgütü yıllar içinde çok önemli yerlere sızmıştı. Onlardan habersiz koca Asya da kuş bile uçamazdı.
Mesela Azerbaycan Cumhurbaşkanlarından Elçibey İstanbul’a en çok güvendiği üç adamını gönderiyor. Özal’ın ayarladığı görevlilerle gizli bir petrol anlaşması yapacaklardır. Elçibey’in en çok güvendiği üç adamdan ikisinin KGB ajanı olduğunu çok sonraları anlaşılıyor. Ve o gizli anlaşmadan anında Rusya’nın haberi oluyor. Ruslar ellerinde tutmak için on yıllarca mücadele verdikleri toprakları biranda Türkiye’ye yar etmeyeceklerdi ve etmediler de.
Demirel nasıl biliyor?
Özal’ın ölümünü aylar öncesinden bilen Süleyman Demirel Özal’dan sonra Cumhurbaşkanı yapıldı ve tüm o eski anlaşmalar yarıda kaldı.
Acaba Demirel iki ay evvelinden Özal’ın ölümünü nereden biliyordu?
Şöyle ki Süleyman Demirel, Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’a “Özal gidici” demiş. Cindoruk da bunu Emin Çölaşan’a söylemiş. Çölaşan’a diyor ki, “haberin kaynağı sağlam, haber kaynağı baba. Özal gidici.” Sonra bu konu Demirel’e sorulunca o da diyor ki, “O bize Özal’ın tedavi olduğu hastaneden, Houston’dan gelen bir bilgiydi.”
Her zamanki gibi baba yine kıvırmaktan öteye geçmiyor. Çünkü Özal Amerika’da sadece prostat ameliyatı oluyor. Bunun kalbi durdurup ölüme neden olacak hali yok.
Sonuç olarak çok uluslu bir komplonun kurbanı oluyor Özal. Onun o kadar düşmanı vardır ki, vefat ettiği günün gecesinde Ankara’da bazı önemli bürokratların evlerinde kutlamalar yapılıyor. Belli ki Kartal Demirağ eliyle gerçekleştirilemeyen hayallerine kavuşmuşlardı. İçeride bu zevat sevinirken dışarıda da birileri kadehlerini tokuşturmuşlardı eminim. Dış güçler içerideki beceriksizlerin yapamadığını belli ki kendi elleri ile halletmiş ve zafere ulaşmışlardı.
Kim ne kazandı?
Kim ne kazandı?
Amerika, Özal’dan sonra, koalisyon hükümetlerinin yıkılıp da kurulduğu; IMF’ye ve doğal olarak ABD’ye muhtaç, AB kapısında pinekleyen bir müttefik…
Rusya, kendisinden ayrılan ülkelere ayağınızı denk alın uyarısını sağlam yapmış oldu. Çünkü onların Ağabeylerini alt etti. Yani size benden başka ağabey yok, dedi. Öte yandan milyar dolarlık petrol ve doğalgaz rezervlerini kimseye kaptırmadı.
Peki Özal’ın ölümü ile Türkiye ne kazandı. Hiçbir şey!.. On yıllarca devam eden koalisyon hükümetleri rezaleti. Sekteye uğratılan GAP ve diğer projeler. Bir türlü bitmeyen terör…
Aradan yirmi yıla yakın geçti ve biz daha eski Cumhurbaşkanımızın katillerini bile bulamadık. Bu kadar zavallılık da cabası…
Tarihin kötü bir huyu vardır. Eninde sonunda gerçekleri ile kapıyı çalar. Bekliyoruz o günü.
İsa Yılmaz
– Haber Lotus –
HLotus
Turgut Özal’ı kimin öldürdüğü belli. Türkiye cumhuriyeti devletinin kurucu rejiminin özal dönemindeki sahipleri kim ise onlar öldürdü. Hırant Dinki de bunlar öldürdü. Faili meçhulleri de hep aynı merkez yaptı. Adamlar 200 yıldır aynı işleri yapıyorlar