“Yeni Türkiye” kavramı yakın dönemde sıkça ifade edilir oldu. Ancak kavramın çerçevesi tam olarak belirlenmiş değil. Kavram, Türkiye’de devlet-toplum ilişkisi ve buna bağlı olarak siyasal alanın değiştiği varsayımına dayanmaktadır. Bununla birlikte, “Yeni Türkiye” tanımlamasında yer alan “yeni” sıfatı, ülkedeki güç dengelerinin değişimine işaret etmektedir. Türkiye’nin 20. yüzyıla özgü koşullara göre şekillenmiş olan siyasal sisteminde yapısal nitelikli değişimlerin yaşandığı aşikârdır. Bu bağlamda, “yeni” sıfatının doğru bir betimleme aracı olduğunu söylemek mümkündür. Ancak değişimin mahiyetine baktığımızda ortaya çıkan tablo “Yeni Türkiye” kavramsallaştırmasının eksikliğini ortaya koymaktadır.
Toplumun farklı kesimlerinin kendi bastırılmışlıklarını aşmak için demokratikleşmeyi bir çıkış yolu olarak görmesi ve bu bağlamda demokratikleşme söylemine katkıda bulunan bir siyasal dil kullanmaları, Türkiye’nin belirli oranda demokratikleşmesine katkı yapmıştır. Özellikle Milli Görüş geleneğinin demokratik araçlar ve meşruiyet çerçevesinde hak ve iktidar mücadelesi vermesi, siyasal alana hukuk dışı müdahaleleri engelleyememiş olmasına karşın, müdahaleleri yapanları gayrı-meşru bir pozisyona itmiştir. Demokratik meşruiyet çerçevesinde yapılan mücadele, o günün “devletinin” tavrını değiştirmeye yetmemişti. Farklı toplumsal grupların yalnızca kendi haklarını meşru ve kabul edilebilir haklar olarak gören anlayışı sayesinde bu müdahaleler başarılı olmuş ve kısmen meşru bir temel kazanmıştı. Bu tecrübe, radikal bir zihniyet değişimi yaşanmadıkça, salt demokratik araçların kullanılması yoluyla demokratikleşmenin gerçekleşemeyeceğini açık bir şekilde göstermişti.
Yukarıda ifade edildiği üzere, demokratikleşme iki ana parametrenin uyumu üzerine inşa edilebilir. Birincisi dışsal, ikincisi ise içsel bir tutumu gerektirmektedir. Bu minvalde, muhalefetin demokratikleşme talebi dışsal güçlere karşı bir taleptir. Ötekini sınırlandırmak ve kendi haklarını korumak için başvurulan bir siyasal yöntem ve ahlaki çerçevedir. Diğer taraftan, ötekinin hak ve hukukuna riayet etmek içe dönük bir tavır almayı gerekli kılmaktadır. Ülkemizde demokratikleşme yalnızca kendi haklarını korumak amacıyla demokratik araçları kullanmak olarak algılandığından olsa gerektir ki, ötekinin hakkını kendi hakkı kadar değerli görmeyenler de demokrat olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla muhalefetteyken hak temelli konuşanlar, iktidardayken gücün diliyle konuşabilmektedir. Bu da Türkiye’nin siyaset yapıcıları, siyaset konuşanları ve yazanlarının öncelikli olarak içsel ve ilkesel duruşa ihtiyaçlarının olduğunu göstermektedir.
Bu metinde yapılan tartışma çerçevesinde ülkemizdeki güncel gelişmeleri incelediğimizde, Türkiye’nin siyasal sisteminin sürekliliklerini de görmemiz mümkündür. Türkiye’de bir elit dönüşümün olduğu açıktır. Ancak eski dönemin yöntemleri, araçları ve zihniyetinin “Yeni Türkiye”de de yaşatılmaya devam ettirildiği ve eski ile zihinsel bir kopuşun henüz gerçekleşmediği görülmektedir. Dolayısıyla henüz tam anlamıyla yeni Türkiye’nin mevcudiyetinden bahsetmemiz mümkün değildir. Fakat yeni Türkiye’yi inşa etme imkânından bahsedebiliriz. Bu imkânı değerlendirebilmek için öncelikle geçmişin zihinsel kodlarının toplumsal ve siyasal alana ne kadar derin nüfuz ettiğini irdelemek ve onlarla sağlıklı bir hesaplaşmaya girişmek gerekir. Dolayısıyla Türkiye’nin değişmesi için geçmişle sağlıklı bir diyalog kurması, bunun üzerinden bugünün ihtiyaçlarını karşılayan ve demokratik bir zihniyetin gelişmesine olanak sağlayan yeni siyasal bir düzen kurması gerekir. Bu değişimin önemli bir adımı sivil ve demokratik anayasa olacaktır. Ancak anayasa ihtiyacından da önemli olan ise demokratik zihniyettir. Kurumsal demokrasiyi yalnızca bu zihniyet üzerinden inşa edebiliriz.
Sonuç olarak, demokratik araçlar ve yollarla kendini ifade eden muhalefet nasıl demokrasinin gelişmesine katkı sağlıyorsa, demokratik ilkeler çerçevesinde sınırlandırılmış ve ilkesel olarak bu durumu benimsemiş bir iktidar zihniyeti de bir o kadar demokratikleşmeye katkı sağlar. Bu bağlamda, reel politik gerekçelerin demokratik ilkelerin zedelenmesini meşrulaştıramadığı gün, Türkiye gerçek anlamda Yeni Türkiye olacaktır. Yani, “Yeni Türkiye” için alınmasını gereken daha çok yolumuz var.
Selahattin Güven
– Haber Lotus –
■ ■ ■ <— Yazarın tüm yazıları —> ■ ■ ■
HLotus
‘Yeni Türkiye’ ve ‘demokratikleşme’ kavramları üzerindeki irdelemeler oldukça başarılı olmuş KALEMİNİZE SAĞLIK.Ötekini sınırlandırmak ve kendi haklarını korumak için başvurulan bir siyasal yönteme maalesef bu gün ‘Demokrasi’ deniyor.Başkalaştırmadan herkes için Yeni Türkiye ancak zihinlerdeki eski ‘demokrat’ ve ‘demokrasi’ kavramlarının herkesin kafasında yeniden ve doğru biçimde betimlenmesi ile mümkün olacaktır.
Kaleminize sağlık. Size aynen katılıyorum. Yeni Türkiye için konuşmak henüz erken. Daha alınacak çok yol var. Ama en azından niyetler halis diye düşünüyorum. Yavaş gidiliyor ama kararlılıkla gidilirse inşallah birgün Yeni Türkiye den sözedilecektir. Yani şu an hem eski hem yeni Türkiye var sahnede. Ama köklü değişiklikler bazen sancılı ve yavaş olur. Acıtıcı olur. Fedakarlık gerektirir. Türkiye şu an bu şartlardan geçiyor. Yeni Türkiyeden söz edebilmek için hem yapısal hem de bireysel değişiklik ve yeniliklerin yapılması gerekiyor. Muhafazakar bir Türkiye için de bu hiç ama hiç kolay değil. O yüzden başta da dediğim gibi iktidara gerekli olan bir halis niyet ve bize de gerekli olan bir hüsnüzan olacaktır.
Selamlar.
söylemin insanı şekillendirdiği modern dönemin kendine özgül koşulları çerçevesinde yapılan bu değerlendirmenin eski yeni diyalektiğne bir şey katmadığı bununla beraber söylemin iktidarla olan bağlantısna çokta analitik bir boyut katmadığı anlaşılıyor..Burada yazar güncelle ilgilenirken arkaiği ıskalıyor.