Referandum sürecinde toplum olarak paranoyaya varan bireysel/kollektif tepkilerle karşılaştık. Bu tepkiler referandum sonrasında da “biz buna müstehakız” söylemiyle sürdürülüyor… Usta Yazar Rasim Özdenören Yenişafak’taki yazısında hastalığın semptomlarına dayanarak bir teşhiste bulunuyor ve iyileşmeye yönelik iyimser bir bakış açısı ortaya koyuyor… İşte o yazı:
Hasta, hayatını yaşar ve güneş birden doğmaz…
Yıllar öncesinden aklımda kalan bir hikâyecik: Adamın birinin, bir gece yarısı arabasının lastiği patlamış. Otomobilden inip tekeri onarmaya teşebbüs ettiğinde bakmış ki, krikosu yok. Uzakça bir mesafede görünen bir ışığı fark edince: “Gidip oradan kriko isteyeyim, demiş, gene de talihli sayılırım!” Işığa doğru yürürken de aklından geçiriyormuş: Şimdi bu adam, gecenin bu saatinde kendisini rahatsız ettiğim için kızacak, belki benden bir miktar para bile isteyecek. Eğer böyle yaparsa, ben de ona, bu yaptığının komşuluğa sığmadığını söylerim. Gene de ona, bu aleti kullanmak için 20 liradan kuruş fazla vermem. Ama o, 50 liradan aşağısını kabul etmem derse?! Gecenin bu saatinde hem rahatsız edilmiş olacak, hem krikosunu arayıp bulma zahmetine katlanacak, hem de istediği para kendisine verilmeyecek! Kriko sahibi böyle düşünüp sonra da: ‘ya 50 lirayı verirsin, ya da gidip kendine başka bir yerde başka bir kriko bulursun!’ derse, ne yapabilirdi? Bu düşünceyle, bizimkini yoğun bir öfke bastı. Kendi kendine söyleniyordu: “Ne şu tekerim patlayaydı, ne de bir krikoya ihtiyacım olaydı!” Böyle söylenip homurdanırken, kendisini çiftliğin kapısı önünde bulur ve kapıyı çalar. Ev sahibi, üst kattaki pencereden başını uzatarak: “Kim o? Ne istiyorsun?” diye seslenince, öfkeli adamımız kapıya bir yumruk daha savurarak: “Senin de, krikonun da Allah belanızı versin!” diye bağırarak gerisin geri dönüp hızla oradan uzaklaşır. Otomobiline yaklaştığı sırada: “Krikon başına çalınsın!” diye hâlâ söylenmektedir.
Paranoya sanırım böyle bir şey. Güneşe çıkıp gölgesiyle dövüşme durumu…
Ne ki, kararı hasta verecek değil. Hasta, hayatını yaşıyor.
Hasta ve onun hastalığı hakkında karar verecek olan sağlıklı olanlardır.
Hastanın kendi üzerine ve kendi hakkında sözü geçerli değil.
O, belki sağaltılmayı reddedebilir. Bu, bireysel hastanın hakkıdır.
Ancak toplumsal hastalıkla bireysel hastalığı birbirine karıştırmamamız gerekiyor. Bireysel hasta tedaviyi reddedebilir; bu, onun kişisel hakkı sayılır.
Fakat toplumsal hastalıkta böyle bir reddediş geçerli sayılmaz. Çünkü içinde yaşadığımız toplum hiçbirimizin kişisel mülkiyeti altında değildir. Ona hepimiz, her birimiz kolektif olarak malikiz. Toplumsal hayatın yönü, yönlendirilmesi hakkında fikrimiz sorulduğunda her birimizin bir oy’luk bir hakkımız var bulunmaktadır. Bu oyların toplamı, büyük adetler yasasına göre toplumun gidişatının genel trendini belirler. Ve o belirlemeden sonra herkes o genel gidişe tabi olmak zorundadır.
İşte bu son duruma rağmen, o genel gidişe ayak uyduramayan, ayak uydurmak istemeyen veya o genel gidişi kendi kişisel talebine aykırı saydığı için uyum sağlamaya direnen kimseyi, bir tür paranoya içine düşmüş saymalıyız.
Bir poliklinikte kapı önünde doktorun çağırmasını beklerken çağırılmakta biraz geç kalındığını düşünen bir hanım hastanın ikide birde: “Biz bunu hak ettik, ‘evet’ demekle biz buna müstahak olduk; evet diyenlerin yüzünden bizim hayatımız da mahvoluyor” diye homurdanması, bahsettiğim paranoyanın en basit, fakat kendini açığa vurmakta en belirgin görünen tepkilerinden biri sayılabilir.
Hastalık belki birden gelir, ama sağaltılması zaman alır.
Değişikliğin zaman içindeki tedrici etkisi yavaş yavaş ortaya çıktığında, onun etkisi herkesin hayatını yoklamaya, etkisini ufak ufak herkesin üstünde göstermeye, sınamaya başladığında sonucun sağaltıcı hükmü her bireyin üstünde tek tek tecelli edecektir.
Güneş birden doğmuyor, nice vetirelerden geçtikten sonra üzerimizde parlamaya başlıyor.
HLotus