Abdurrahman Şeref Beyi Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel geçişini incelemek için önemli mihenk taşı olarak görüyoruz. Onun ilim adamı ve siyasetçi olarak onurlu duruşu, yazdıkları, yetiştirdikleri talebeleri ve öğretim yöntemlerini okudukça teori ve pratiği bir arada tutan seçkin bir zekâ olduğuna iyice kanaat getirdim. Bu sıralar Banu Yüksel Hocamla “İnsan onuru” merkezli okumalar yaparken onun perspektifini de yeniden gündeme getirmeyi düşünüyoruz.
Ahlak İlmi adlı eserini Osmanlı Türkçesi metni ve sadeleştirmesini Aygün Akyol hocamla yapıp yayımladık. Elis yayınlarında ilk olarak 2012 yılında çıktı, 2019 yılında 2. Baskısı yapıldı. Osmanlı’nın son dönem bürokratlarını yetiştiren Mektebi Sultanı ve Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Fakültesi) ders notlarından oluşturulmuş. Burada Abdurrahman Şeref Bey, Ahlak ilminin esaslarını insanın kendisinde, yaratılışın kemalinde, ruhani niteliklerinin mükemmeliyetinde, akıl ve zekâsında olmak üzere, ilk olarak insanlık onuruna saygı, ikinci olarak sorumluluk ve üçücün olarak da hayırlı/iyi düşünmek olarak verir. Ona göre insan onurunu sağlayan hususlara dikkat etmek ve saygı duymak, ahlak ilminin temelini oluşturur. (s.39)
Okumalar yaptıkça bazı paragrafları kaynaklarıyla sosyal medyadan paylaşıyorum, bunu gören bir dost, “ülkede müzakere diyemeyeceğim ama tartışmalarda seviye iyice düştü, insanlar birbirlerinin haysiyetini rencide etmeyi bırak, yerle bir eden bir uslup kullanmaya başladı, üstelik çoğu da dini değerleri öncelediğini söyleyen kişiler” diye yazdı. Bende “epeyden beri ruh sağlığımı korumak için bu tür tartışmaları takip etmiyorum” dedim. Bunun üzerine birkaç link gönderip, “bari insan onuru hakkında yazıver!” deyince bu metin ortaya çıktı.
Neşat Ertaş Türküleri Eşliğinde Okumak: Can Gözüyle Görmek
Türkistan Türkiye irtibatının şifahi kültür üzerinden takibini yaptığımız insanlarda birisi de Neşet Ertaş’tır. Bozkırın Tezenesini, İnsan onuru okumalarında dinlerken “İkilik Noktası” diye bir türküsüne denk gelmek, can kulağıyla söylediklerini dinlemek başka bir lütuf. Bugünkü kitap taramalarını “Kalan Müzik Arşivi”ndeki albümünü dinleyerek yapayım dedim. “Aslı Bozuk Deme Gel Şu İnsana” diyerek hatayı kendinde arayan bir arif, Neşet Emmi, bana göre. Zaten “Arife Tarif”e ne hacet! Hak Meydanda gördüysen, O senindir, Sen Onunsun, O sendedir, Sen O’ndasın. Yar diye bildiysen. Arif olan bunu sezer, derununda gevher ezer, daima seninle gezer, Can gözüyle gördüysen.
İnsan Onuru:
İnsan onurunu korumak için anahtar terim, can-gönül gözü ile görmek, can kulağı ile dinlemek. O’nu dost/veli/yoldaş bilmek, yarattıklarını emanet olarak görmektir. Çünkü insan onuru, insanın kişi olarak en yüksek aklî ve ahlâkî değerlerin sahibi olması ve dolayısıyla dokunulmaz ve kaybedilemez ya da kaybettirilemez bir öz değerin sahibi olduğu demektir. Kişi, kendini bilir ve kendine yapılmasını istemediği, onurunu/haysiyetini/izzetini kıracak şeylerin asla başkasına yapılmamasını istemesidir, önemli olan.
Sosyal, Felsefi, Dini ve Hukuki Kavram Olarak İnsan Onuru
Bu bağlamda sosyal bir kavram olarak ortaya çıkan insan onuru, kişinin hem kendisine duyduğu saygıyı hem de kendisine karşı başkaları tarafından duyulan saygıyı ifade etmektedir. Bu doğrultuda, kavramın birinci yönü, yani insanın kendine karşı duyduğu saygı: özsaygı, izzetinefis, haysiyet kelimeleri ile ikinci yönü, yani başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer ise: şeref ve itibar kelimeleri ile anlamlandırılmaktadır.
Modern felsefede, insanın en üstün değer olarak kabul edildiği hümanizm (insancıllık) akımıyla birlikte gündeme daha sık gelmeye başlamıştır. Çünkü kadim felsefede Protagaras’ın insan her şeyin ölçüsüdür, sözüne kadar giden tarihsel boyutu vardır.
Bu çerçevede teolojik boyutuna bakacak olursak, ilk insan tasavvuruna kadar gider. Vahiy sürecinin asıl konusu insandır. İnsanın irade ve sorumluluk sahibi bir varlık olması bakımından “kişi” olarak anlaşılması önemlidir. Bu anlamda insan özgürlüğünün kendini bilme konusunda bilişsel bir temele sahip olması ve insanın sahip olduğu onurun kendisine “kişi” olması bakımından mı verildiği yoksa insanın vahye muhatap olarak kendi özgür iradesiyle mi onurunu kazandığı sorusu, teolojinin insan onuruna ilişkin temel sorunlarından bir tanesidir.
Ve nihayetinde insan onuru hukuki bir kavramdır. Bir sosyal düzen kuralı çeşidi olarak hukuk kuralları, insanın olduğu her yerde; insanı insana, insanı topluma ve insanı devlete karşı koruyacaktır. (K. Onur ARSLAN, “İnsan Onuru Kavramı Ve Koruma Tedbirleri Bağlamında Temel Bir İlke Olarak İnsan Onurunun Korunması” Tbb Dergisi 2015 (120), s.158)
Türk Düşüncesinde İnsan Onuru:Ş eyh Galip ve “İnsan” Şiiri
Aydınlanma felsefesinin Batı’da önemli değişim ve dönüşümlere sebep olduğu dönemde, Osmanlı Sultanı 3. Selim’in ülkesinde yaşanan sorunlara cevaplar arayacak ıslahatlar yapmaya çalıştığı malumunuz. Onunla çok iyi hukuku olan Mevlevi öğretisine uygun bir hayat yaşayan Şeyh Galip (1757-1799) Müsemmen yani yani bentlerinin dize sayısı sekiz olan divan şiirinde “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” diyerek o dönemin felsefesindeki çalkantıları ve Türk insanının yetiştiği temel değerleri, bunların metafiziksel temellerini yani tam olarak “İnsan”ı anlatır.
Günümüz Türkçesine aktaracak olursak, insan önce onuru, haysiyetini, varoluşunun anlamını anlamak için bütün yaratılmışların gözbebeği olduğunu yani evrenin özünü oluşturduğunu bilmesi gerek. Çünkü bütün sevginin, yiğitliğin kaynağı insandadır. Hele “bildiğin gibi değil cümleden akvamsın” ifadesindeki letafete bakınca, bu gazelin aslında “insan” diye isimlendirilmesi gerekir.
18. Yüzyılda o günün Osmanlı Türkçesiyle ağır bir dil ile yazılmış olmasına rağmen “Bildiğin gibi değil, her şeyden daha kıymetlisin sen”, niçin kendini bilmiyorsun der. Bu satırın devamında metafiziksel temelini belirtiyor: Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen” yani “Ruh” diye isimlendirilen Cebrail’in üflemesiyle eş’sin, onun ikizi gibisin der. Secde Suresi 9. Ve Hicr suresi 29 “sana ruhumdan üfledim” ayetleri de insanın haysiyetinin metafiziksel temellerini gösterir.
Nâbî’nin deyişiyle “Âlem-i suğrayız ammâ âlem-i kübrâ ile Keffe-i mîzan-ı hikmetde beraber gelmişüz”. Yani insan küçük evrendir (mikrokozmos) ama büyük evren (makrokosmos) birlikteliği ve hikmet terazinin aynı eşitlikte olan kefeleri gibiyiz, diyerek ancak bu kadar güzel ifade edilebilir.
Peki insanın onuru koruması için öncelikle ne yapması gerekir?” sorusunun cevabını da Şey Galip’ten alalım.
“Merteben ayn-ı müsemmâdadır esmâ sanma
Merciin Hâlik-i eşyâdadır eşyâ sanma
Gördüğün emr-i muhakkakları rü’yâ sanma
Başkasın kendini sûretle heyûla sanma
Keşf ile sâbit olan mâ’niyi dâ’vâ sanma
Hakkına söylenen evsâfı müdârâ sanma”
Burada İslam felsefesinin inan onuruyla ilgili bütün teknik terimleri ifade edilmiş denilse yeridir. Ulaştığın makamı, edindiğin unvanları gerçek sanma, bunlar birer isimden ibarettir, asıl merteben sana bunu verendedir. Dönüp dolaşıp gideceğin yer her şeyi (eşya) yaratanadır, sen onlardan birisisin sadece. Ve bütün nesnelerin bilgisi sana Allah tarafından verilmiştir.
İsim ile müsemma (isimlendirilenin ) aynı olması kelam ve felsefede en çok tartışılan hususlardandır, genel görüşe göre bu sadece Tanrı için mümkündür, ama Mutezileye göre böyle düşünmek bir çok kadim varlıktan söz etme riskini beraberinde getirir. Nitekim bugün Aygün Akyol hocamla Gazzali’nin Faysalü’t-Tefrika adlı eserinde bu bölümünü okumuştuk, tevafuk oldu.
Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırma projesi bağlamında Farabi’nin İlimlerin Sayımı, Gazzali’nin el-Munkız mine’d-Dalal (Aklı Karışıklıktan ve Şaşkınlıktan Kurtuluş), İbn Rüşd’ün Faslu’l-Makal adlı eserlerini yılladır okuturuz, artık Arapça özgün metinle birlikte kendi çevirilerimizle çıkıyoruz talebelerimizin karşısına. Bu çerçevede son metin yani insanların kendisini biricik doğruya sahip sanıp, farklı bakış açılarına sahip olanları nasıl ötekileştirdiğini, tekfir ettiğini ve böyle dini bölük bölük haline getirmesinin temellerini anlatıyor.
İnsanlar müzakerelerde nezaketi ve nezaheti bırakıp, kamplaşmaya ve ötekileştirmeye yönelik üsluba bilinçli olarak devam ediyor da, son zamanlarda seviye iyice düştü, insanlık onuru/haysiyeti iyice zedelenmeye başladı. İşte Şeyh Galip tam da bunları anlatıyor; şöyle ki:
Gerçekleşen ve gördüğün olayları rüya sanma. Evet bu dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir, göz açıp kapayana kadar geçer ve bu izafiliği her gün gördüğün rüyalarda tecrübe edersin ama sen başka bir varlıksın; ama bunun farkında olmadığın için aslında kendi kendini aldatıyorsun. Kendini her sûreti kabul eden Heyula sanma, keşf yoluyla sabit olan manayı biricik davan sanma, hakkında söylenen vasıfları gözüne girmek için söylenmiş sözler zannetme. Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün sen; varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Sahip olduğun ve sana üflenen ruh, zaman ve mekan üstüdür, beden bu aldanıcı ve aldatıcı dünya da kalır ama zaman ve mekan üstü ruh’a sahip olmak, özündeki gevheri bilmek, yani kendini bilmek yaşadığı sorunları aşmak, zamanın ve mekanın kayıtlarından kurtularak fizik ve metafizik irtibatını sürekli kılmaktır.
Bir diğer şairimiz olan Gubarî’nin ifadesiyle “Gâfil olma gözün aç âlem-i kübrâsın sen/Sidre vü levh ü kalem arş-ı muallâsın sen” Yani makro kozmos sensin, bu durumdan gafil olma, gözünü açarsan, Peygamberimizin miraç ile yaşadığı deneyimlere ulaşma potansiyelin var.
Sonuç olarak insan onuru korunmazsa, onu koruyacak tedbirlerden gafil olunursa ne olur? Bu durumda ne olacağını ise Gülşenî şöyle açıklıyor.
“Âlemin maksûdu sensin cânı sen/Hayf ola kim olan şâkird-i ten.”
Günümüz diliyle “bu dünyanın yaratılma amacı sensin, canı da sen. Eğer ten’e çırak olursan yazıktır.”
(Selman Bayer, “Şeyh Galip’te İnsan Telakkisi”, Sabah Ülkesi, sayı 57 Ekim 2018, https://www.sabahulkesi.com/2018/12/13/seyh-galibte-insan-telakkisi/; Vedat Ali Tok, “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde ekvân olan âdemsin sen” Şeyh Gâlib, Diyanet İlmi Dergisi, Haziran 2010, s.58, https://dosya.diyanet.gov.tr/flip/index.php?YIL=2010&TR=17&DERGI=haziran_2010.pdf&SAYFANO=58
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
HLotus