Meşru kültürden mahrum sınıflar, bu reddedilmiş meşruiyetin tanınmasını içermeyen bir tür karşı-meşruiyetle meydan okuyamadıklarından, kendilerini hizipçiden ziyade zındık olarak görmeye meylederler. Kültürel meşruiyetin zımni kabulü kendini esas olarak birbirine zıt görünen iki tavırda ele verir: en meşru kültürel tüketim biçimlerinden saygıyla kaçınma (alt sınıfların müze gezme tutumları dahil pek çok örnekte gördüğümüz gibi) ve aykırı pratikleri utançla inkâr. Örneğin müzik zevkleri sorulan işçilerin büyük kısmı, fazla düşünmeden kendini ‘’yaygın müzik’’ alanında konumlandırır ve böylece müzik alanındaki tüketimlerinin fazla da kayda değer olmadığını örtük bir şekilde belirtmiş olur. Kimi zamansa -ki orta sınıflara çıktıkça bu eğilim artar- müziğin meşru tanımıyla en çok örtüştüğünü düşündükleri tüketimlerini veya bilgilerini paylaşırlar. Benzer şekilde, büyük ressamların isimlerinin eserlerinden çok daha iyi bilindiği resim alanında da, bir müzeye hiç adım atmadıkları halde dört-beş büyük ismi zikretmeleri mümkündür. Bu bağlamda, verilen cevaplar düpedüz bir iman beyanı olabilir. (’’bunu seviyorum’’) veya bir iyi niyet ifadesi olabilir (’’şunu bilmek isterdim’’) veya bir kayıtsızlık itirafı (’’ilgimi çekmiyor’’) -ki nasıl görünürse görünsün bu bir reddiye değildir, çünkü her zaman ilgisizliğin nesnede değil öznede yattığı duygusu ona eşlik eder- veya hâkim kültürün kaba bir dille hor görülmesi olabilir, ki saldırganlığından da anlaşılacağı üzere bu tavır, kültürel aşağılık duygusuyla bir arada veya münavebeli olarak var olur.
Pierre Bourdieu
HLotus