Ana Sayfa > Edebiyat > FIRIN (Bir Günün Ya da Koca Bir Ömrün Kısa Metrajlı Filmi)

FIRIN (Bir Günün Ya da Koca Bir Ömrün Kısa Metrajlı Filmi)

Yazar Deniz KAZAN’ın Kaleminden

ÇALAR SAATİN SESİ DUYULUR:

Saat sadece fırıncının karısını uyandıracak kadar çalıyordu. Saatin ilk çalışında tereddüt etmeden kalmıştı kadın. Göz ucuyla asıl faile baktı. Yıllardır hiç değişmeyen şekilde verdiği tepkiye alışmıştı. Şaşırmadığı için sevindi.

OKALİPTÜS AĞAÇLARI RÜZGÂRDA SALINIR:

Köklerini saklayamayacak kadar yaşlı, yorgun ama işini yapması gerek bir işçi gibi üstüne düşen görevi yerine getiriyor. Cilveli salınımlarla taze ekmek kokusunu adını bilmediği şehirlere gönderiyor. Muntazam bir uyum içinde okaliptüs gövdesinden aşırdıklarını askerî bir nizamla yuvalarına taşıyan uzun karınca katarı… Temmuz güneşine aldırış etmeden çalışmaktalar. Bir çocuk kocaman bir hayat boyunca burada hep çocuk olarak kalabilir. Karşıda görünen emektar fırına gittiğinde yaşlı, sonsuzluk hissi uyandıran denize açıldığında bir kaçak… Çocuk ikisine de arkası dönük oturmakta. Ne emektar fırın ne de deniz umurunda değil.

ESMER ÇOCUK ELİNDEKİ İNCE AĞAÇ DALINI KARINCALARIN YUVASINA SOKAR:

Hiçbir şey düşünmeden. Öfke yok, korku yok, merak yok… Bir yanında deniz diğer yanında emektar fırın. Neydi peki? Bir iş mi? Tıpkı ilerisinde fırının merdivenlerindeki işçinin ki gibi mi? Gün ağarmadan önce gelinir fırına, kısa ve göz teması kurulmadan verilen alelacele selamlaşmanın ardından herkes işinin başına geçer. Fırın harlanır, fırıncının karısı hamuru hazırlamıştır. Her zamanki ustalıkla ekmeklere biçim verir usta adam. Fırıncı çırağı ekmekleri fırına sürer.

RADYONUN SESİ YİNE KISIK:

Bakışlar birine değmez bekleyiş sessizdir. Farklı hayaller, farklı kaderler, tek fırın, okaliptüs ağaçları, karınca katarı ve çocuk… Yan yana getirildiğin tek bir hayat etmeyen çoğul yaşanmışlıklar toplamı. Şimdiki zamana sıkışmış geçmiş ve gelecek. Herkes işini yapmakta fırıncı çırağı, fırıncının karısı, yaşlı adam ve çocuk. Esmer çocuk elinde ince bir dalı karınca yuvasına sokar…

KARINCALAR PANİK HÂLİNDE KAÇIŞIR:

Kaçacak bir yer yokmuş gibi kaçmak. Kaçmak için kaçmak. Kaçamayacağını bile bile kaçmak. Kaçmaktan yorulup kaçamamak. Her biri bir hayat aslında. Geri dönüp baktığında bir hayatı anlatabilecek kısa cümleler. Her biri ayrı bir hayata dair itiraf edilmeyecek gerçekler. Hangisi gerçek peki? Hiç değişmeden tekrar edilen yaşanmışlıklar mı? Şu ıssız deniz mi? Bir yanında deniz diğer yanında emektar fırın olan şu çocuk mu?

FIRINCI TAHTA SANDALYEDE OTURMAKTADIR:

Gözü kapanır, uyuklar. Uyandığında yine o tahta sandalye üzerinde mi olmak istiyor acaba? Uzak… deniz kıyısındaki çocuk, karıncalar, okaliptüs ağaçları…

GÜNEŞ HER ŞEYİ KAVURUR:

Anlatılamaz. Gözlerini kısarsın, elinle perdeleyerek kafanı yukarıya kaldırıp güneşi görmeye çalışırsın. Evet, şimdi oldu. Güneş her şeyi kavur.

İŞÇİ HAMUR YOĞURUR:

Hamurun teknede çıkardığı ses yankılanır. Sessizlik bazen kaderdir. Konuşmak her şeyi altüst edecek bombanın pimidir.

ESMER ÇOCUK-KUMSALDADIR DENİZİ SEYREDER-ELİNİ KUMA SOKMUŞTUR:

Kumun altındaki parmaklarını saymaya çalışır. 1, 2, 3, 4, 5… Her bir rakamla parmakların kumun altında kımıldayışı. En çok da başparmağının hareketi belirgindir. Görmeden de geleceğimizi bilebiliriz değil mi?

ESMER ÇOCUK ELİNİ KUMDAN ÇIKARTIR:

Mıknatısa tutulmuş demir parçacıkları gibi parmaklarındaki kum tanelerine aldırmadan elini silah yapıp aya nişan alır. Temmuz güneşine değil de aya! Her şeyin tek müsebbibi oymuş gibi. Ağzıyla çıkardığı iki tane “Dıkşın, dıkşın” sesiyle boş kovanlar yere serpilir.

FIRINCI SANDALYEDEN KALKAR-OCAĞA GİDER:

Ocağın kapısını açar. Sönmekte olan ateşi odunlar. Ateş harlanır, odunu yutar. Adam ilk kez görüyormuş gibi ateşe bakar. Radyoda müziğe kısa bir ara. Ajans haberlerinin başladığına işaret eden o ses. Adam radyoya bakar.

İŞÇİ HAMUR KAZANININ YANINDAKİ BASAMAĞA OTURMUŞ GAZETE OKUR:

Müzik yeniden duyulur. Ajandaki ölüm haberlerini unutturmak için kıvrak bir müzik çalmaktadır.

FIRINCININ KARISI UYANIR:

Kulübeden çıkar.

BİR SEMENDER ETRAFI İZLER:

Olup biten farkında bir tek kendisiymiş gibi. Ama susar. Kaçamak bakışlarla bildiklerini fark etmelerinden korkarak gözden kayboluyor.

FIRINCININ KARISI KUMSALDA YÜRÜR:

Ayaklarını sürterek yürümektedir. Kafasını kaldırır bulutsuz gökyüzüne bakar. Kısa bir rüzgâr… Sonrası yok.

YEŞİL KİRLİ BİR SUDA ESMER ÇOCUĞUN YÜZÜ GÖRÜNÜR:

Bir kurbağa üzerine gelen taştan zıplayarak kurtulur. İkinci bir taş için çok geçtir. Şimdi çocuğun yüzü yeşil, kirli ve dalgalı suda görünür.

FIRINCI VE KARISI KUMSALDADIR:

Fırıncı kuma uzanmıştır, karısı onun yanında oturmaktadır. Avucundaki kum taneleri bir kum saatinden akıyormuş gibi diğer avucuna akar. Uyumakta olan kocasına bakar. Şimdi kum taneleri daha bir hızlı, bir avuçtan diğer avucuna akar sanki zamanı hızlandırıyormuş gibi. Birden avucundaki kumları savurur. Kocası uyanır.

DENİZ KUMSALA BEYAZ KÖPÜKLER BIRAKIR:

İlk dalga kum saatinin minik taneleri üstüne atlıyor. Tek hamlede zamanı yutan kara delik gibi. Gerisinde beyaz köpükler usul usul ıslak kumda kaybolur.

ESMER ÇOCUK İSKELEDEN BALIKLAMA DENİZE ATLAR:

Şimdiye kadar biriktirdiği tüm deneyimlerin vermiş olduğu ustalıkla. İlk kez bu iskeleden atladığında yanında babası vardı. Gözleriyle ikna etmişti. İyot kokusunun sarhoşluğunu atmak için başını yukarı çıkarttığında babası iskeleden ona bakıyordu. Esmer çocuk balıklama atlar. İskele boştur.

FIRINCI UYUMAKTADIR-YÜZÜNDE KARINCA GEZİNMEKTEDİR:

Olabildiğine sakin. Minik bir karınca. Birkaç günlük sakalların arasında, arada durup yolunu tekrar gözden geçirir. Sonra olanca sakinliğiyle devam eder.  

KARISI FIRINCIYA BAKAR-GÖZÜNDEN YAŞ GELİR:

Farkında değil. Kadın. Neden ağladığını bilmiyor. Fırıncıya mı? Karıncaya mı ağlamakta? Ne saçma! Bir başkasının ölümünü kurgulayıp ona ağlayabilmek. Taammüden işlenmiş bir cinayetin efkârı kadar anlamlı! Yine de ağlamıştı işte kadın. Farkında olmadan.

FIRINCI KULÜBEYE GİRER:

Kulübenin kapısının açıldığı oda karanlıktır. En dipteki odadan ışık gelmektedir. Fırıncı ışıklı odaya girer. Kapısı olmayan bu odanın girişinin tam karşısında aynalı bir dolap vardır. Dolabın aynasında yüzünü seyreder. Kırışmış hatlarına dokunur. Ak düşmüş gür bıyığındaki ölmüş karıncayı fark eder. Karıncayı bıyığından çıkarır eline alır, kısa bir süre inceler ve yere atar. Çekmeceyi açar. Bıyıklarına dokunur tekrar. Parmaklarının arasında görünmez bir makas varmış gibi bıyıklarını düzeltir. Eli tekrar çekmecededir. Yandan tekrar bıyıklarına bakar. Vazgeçer. Çekmece tam kapanmaz. Boylu boyunca pencere önündeki sedire uzanır. Karısı girer içeri. Çekmecenin kapandığı duyulur odada. Fırıncı kalkar.  Dolabın yanı başındaki koltuğa oturur. Kadının arkası adama dönüktür. İki eliyle sedire vurur. İstediği gibi olmamıştır hâlâ. Daha sert vurur. Pencere bakar. Kadının arkası hâlâ dönüktür.

FIRINCININ KARISI AYNI ODADA UYUMAKTADIR:

Fırıncı karısını seyreder. Dışarıdan gülme sesleri gelmektedir. Sonra açık pencereye bakar.

DIŞARIDA PENCERENİN ALTINDA ESMER ÇOCUK VE KUMRAL KIZ OTURMAKTADIR:

Erkek başını kızın omzuna yaslamıştır. Körkütük âşık. Yok, ne kız ne de esmer çocuk. Yanlarında akan dere.  Kurudu kuruyacak, temmuz sıcağından aşırdığı bir parçacık su ile kocaman denize akan o minik dere. O, taşıdığı yosuna kesmiş su olmasa kuruyacak şu kocaman deniz sanki. Cüssesine aldırış etmeden akıyor. Âşık hem de körkütük. Evet, o minik dere. Esmer çocuk âşık değil, kız da; bir gelecek hayali kurmadan seviyorlar çünkü. Tek tek seviyorlar. Kız çocuğu, esmer çocukta kızı. Çok basitti olmasını istedikleri; vazgeçmeden sevebilmek ve mucizelere teyellenmiş bir gelecek. Belki de sadece kaçmak. Çocuk öylesine başını kızın omuzuna koymuş. Kız çocuğu değil kartpostal kıvamında ışıklı şehirleri almış omzuna. Farkında değiller. Peki dere? O farkında mı? Haberdar mı yanında olup bitenlerden? Okaliptüs ağaçlarından, umarsız fırıncı çırağından, temmuza aldırış etmeden koşuşturan karıncalardan? Dere hiçbir şeyi fark edemeyecek kadar âşık hem de körkütük.

FIRINCI OTURDUĞU YERDE UYUYAKALMIŞTIR:

Sadece uyuklar. Tek başınadır. Gidecek bir yeri yoktur. İçerisi ya da dışarısı fark etmiyor. Her yer çok sıcaktır. Fırıncı uyur.

SABAH RÜZGÂRI ASMA YAPRAKLARINI SAVURUR:

Emine annenin asması sabah rüzgârı ile sallanır. Üçüncü ya da dördüncü gelişlerinde emanet etmiştir. Aileye yeni katılmış kadına aileden miras. O zamanlar sıska ince bir daldı asma kökü. Kısacık bir cümleyle emanet etmişti. Yüzündeki o anlamlı tebessümü yeniden canlandırdı zihninde. Ne kadar az konuşurdu. Ondan mı öğrenmişti suskunluğu? Yoksa asma gibi bu da emanetlerden biri miydi suskunlukları? Peki, Emine anneye de emanet mi edilmişti suskunluk?  

KADIN DUVARDAKİ FOTOĞRAFA BAKIŞLARINI SABİTLEMİŞTİR:

Fotoğrafta fırıncı ve karısı vardır. Neşeli bir fotoğraftır. Sert bakışları hiç değişmemiş bir adam. Kadın farkında değil geçmişin fotoğraf karesine sabitlenişinin, bakışları diz kapaklarını aynı hizada kesmiş ellerinde. Ama neşeli bir fotoğraf.

FIRINCI TEZGÂHA EKMEKLERİ DİZMİŞ SİGARA İÇEREK OTURMAKTADIR:

Sanki her şey buraya kadardı! Hayat hamurun yoğurulup fırına sürüldükten sonra o ekmeklerin tezgâha dizilmesine kadar. Bundan sonrası onu ilgilendirmiyordu sanki…

HİÇ DEĞİŞMEYEN ŞEKİLDE PARAYI TEZGÂHIN ÜSTÜNE BIRAKIR YAŞLI ADAM:

Demir paralarda hâlâ adamın elinin sıcaklığı hissediliyordu. Yoksa bu temmuz güneşinin kavurucu hâlimi? Fırıncı çırağı da tıpkı yaşlı adam gibi dilini yutmuştu. Başıyla işaret ederek anlatıyordu. “tamam tamam” işaretini gözleriyle yaparken bilindik bir gülümseme vardı yüzünde. Alışkanlıklar…

İÇERDEN FIRINCININ DUMANA KESMİŞ SESİ DUYULUR:

“Rüstem dayı mıydı?” Onun olmamasını mı tercih ederdi acaba? Tezgâhtaki çıraktan ses gelmemiştir. Rüstem dayı mıydı?

ESMER ÇOCUK DENİZDEN ÇIKAR-KUMSALA UZANIR:

Gitmeliydi artık. Dudağına iliştirdiği uzunca bir otu dudaklarında çevirir. Kalmak için sebep arar gibi uzandığı yerden etrafına bakar. Bir insanın hayatında kalmanın yolu yaşanmış anılar değil yaşanmamış gelecektir. Bomboş bir gökyüzü ona sebep vermez.

O SIRADA İSKELEDEN YAŞLI BİR ADAM BALIKLAMA DENİZE ATLAR:

Sakin alelade bir an. Onu bekleyen herhangi bir şey kalmamış gibi uzunca suyun altında kalır.

Sakin bir hayatı olduğunu söyleyen çoğu kişi farkında olmadan hazlarını ve tutkularını öldürmüştür. İskelenin çok ötesinde sudan başını çıkartır. Her şey artık çok uzaktır.

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.