Nurettin Topçu “şehir” kavramını “kent” yerine kullanır ve “köy”ün karşısına koyar. Böylece bizim kavramlaştırmamızda 1) Kent, 2) Köy, 3) Göçebe 4) Şehir toplumsallıkları varken Nurettin Topçu’nun kavramlaştırmasında 1) Kent, 2) Köy, 3) Göçebe kavramlaştırması bulunmaktadır.
Biz “göçebe”leğin de bazı şartlar halinde “şehir” oluşturabileceğini de ileri sürmekteyiz. Zira biz şehri “fıkıh toplumsallığı” olarak ele aldığımız için toplumun çadır, kulübe, ahşap bina, betonarme gibi malzemeler kullanmasının “şehir” vasfını etkilemediğini düşünmekteyiz.
Diğer taraftan şehir, “çadır toplum” olarak tezahür edebilir ve belli bir toprağı “yurt” bellemeyebilir. Bu halde bile göçebelik iklim değişikliği ve hayvanların besleneceği meraların sunduğu gıda çeşitliliğine göre göçebe toplumun yaylak-kışlak arasındaki göç güzergahını “yurt”laştırmış olur. Diğer değişle göçebelik yaylak-kışlaklar arasında bir devr-i daimdir. Bu güzergahta aşiret, yerleşik halklarla ilişki içindedir. Göçebeler yün, peynir, tereyağı, koyun verir ve ekin, şeker, çay alır. Trampa ilişkisi vardır.
Göç hareketi boyunca başka aşiretler de hareket ettiği için bir yerleşme düzeni kurulur. Hiçbir aşiret başka bir aşiretin yol güzergahındaki merada konaklayamaz. Yani güzergah, bağlantılı olduğu yerleşiklerle ilişkisi nedeniyle göçebe aşirete “yurt”tur. Başka aşiretlerle ilişkisi bakımından da sınırlar, yasak bölgeler oluşturur. Nurettin Topçu, çalışmalarında “göçebelik”le birlikte gelen hukuku, aşiretlerin göç hareketleri sırasında başka göçebeler, yerleşikler ve aşiret içi ilişkiler bakımından alacak-borç ilişkileri geliştirdiği konusunda yazmamıştır. Biz göçebelerin bir hukuk geliştirmiş olması durumlarını bazı şartlarla “şehir” olarak tanımlıyoruz. Göçebeler büyük sürülerle sürekli hareket halinde olmak nedeniyle yerleşiklerin topraklarında, bahçe-bostanlarında ortaya çıkan ihlalleri tazmin ettikleri, ihtilaflarını hukuk adamlarına taşıyabildikleri ve bunu adalet üzere örgütleyebildikleri oranda “şehir” vasfı taşırlar. Biz şehri başka yazılarımızda “adalet yurdu” olarak da tanımladık. Şehri tanımlarken toplumsal hayatın kapitalist üretim-bölüşüm ilişkilerine de feodal üretim-bölüşüm ilişkilerine de uğramamışlığını esas almaktayız.
Nurettin Topçu’nun yazılarında kent (O, ‘şehir’ der), kapitalist üretim ilişkilerine uğramıştır. Yine Topçu köyü öne çıkarırken feodal üretim ilişkilerini çözmeyi temel meselesi sayar. Topçu, Türkmenlerin hem göçebeliğinin ve hem de tüccar niteliğinin vurgusunu yapar. Ancak tüccarlığı da göçebeliği de kendi “köycü tasavvuru”nda yargıladığı için göçebe-tüccar Türkmen’in Eti’lerden köylülüğü öğrenmesini öne çıkarmaktadır. Şöyle demektedir: “Anadolu insanı, ne Arap, ne de Orta Asya Türkü gibi göçebe değildir. Toprağa bağlı insan ise, sürekli bir hakikatin sorumluluğunu taşıyan insandır” (Topçu, YT, 1997: 137). Dikkat edilirse Topçu, köylüyü, göçebelikten kopartır. Köylülüğü ise yüceltir: “Anadolu’da kuvvetli bir ziraat iktisadını hazırlayan Eti çocukları, Bugünkü Anadolu köylüsünün ilk kökleridir” (Topçu, YT, 1997: 137).
Topçu, tüccar kesime karşı çıkmaktadır: “Toprağa bağlı insan i,se, sürekli bir hakikatin sorumluluğunu taşıyan insandır (…) Bu insan, vatan toprağına, ondan menfaat çekmek için yaklaşıp sonra onu terketmesini bilen kurnaz ve göçebe insan değildir. O, kutsal toprağa hergün daha kuvvetlenen bağlarla yaklaştıkça Allah’a bağlılığını duyan çiftçi insandır” (Topçu, YT, 1997: 137).
Bu haliyle Topçu, göçebe ve tüccar Türkmen’i çiftçilikle terbiye eden bir iktisat nizamı peşinde yürür. Aradığı cemiyet nizamı da şudur: “Çoğunluğu çitçi olan Anadolu’nun kendi içinden gelen evrimi takip eden toprağa bağlı insanını, toprağın sahibi, hâkimi yapacak ve alın terinin meyvası olan mülke hörmet ederek sade üretimi sosyalleştirici bir çalışma nizamı. Bu, Anadolu’nun sosyalizmidir” (Topçu, YT, 1997: 63).
Bu cümlelerde Topçu, tımar-ahilik-vakıf gibi müesseselerden bahsetmemektedir. Biz bu müesseselerin bütüncül tatbikatının Anadolu’ya has bir kolektivizm inşa ettiğini, yani şehir felsefesi kurduğunu düşünmekteyiz. Bu anlamda Topçu’nun gündeme getirdiği Anadoluculuk, daha işlenmesi gereken, yeni düşünce adamları tarafından çalışılması gereken bir düşüncedir.
Nurettin Topçu, “İslam dini Anadolu’daki özelliğini çiftçi ve toprağa bağlı yaşayan halkın esaslı karakterinden aldı” (Topçu, YT, 1997: 137) derken haklıdır. Ancak bizim çalışmalarımızla Topçu arasındaki fark bu sabiteden sonra ortaya çıkmaktadır. Biz Anadolu’nun çiftçi ve toprağa bağlı yaşayan halkının “şehir” felsefesi ile hareket eden bir toplumsallığa dayandığını düşünmekteyiz. Anadolu’nun çiftçi ve toprağa bağlı yaşayan halkının bağlı olduğu düzenin tımar-dirlik sistemi olduğu tartışmasızdır. Bu sistem şehir yönetimine ve ticari bir sınıfa da muhtaçlık içindedir. Diğer değişle Anadolu’da tımar-dirlik sistemi ahi-fütüvvet sistemi ile bağlanmıştır. Tımar, ahilik ile bütünleşmiştir. Topçu’da tımar-dirlik-ahilik sisteminin bütüncül yapısı eleştirilmemiştir. Bu tartışma yapılmadan köylünün “kiracı”lığını toprak reformu ile başka bir sisteme tahavvül etmemek gerekir.
– Topçu Nurettin, Yarınki Türkiye, YT, Dergâh Yayınları, 1997
Lütfi Bergen
– Haber Lotus –
HLotus