05/02/2014 saat 12’de Roma’ya hareket ettiğimizde epeyden özlem duyduğum seyahate başlamanın heyecanı içindeydim. Uzun yıllar Doğu Roma imparatorluğu’nun başkentliği Konstantinopolis; dünyanın en uzun ömürlü cihan devleti olan Osmanlı’nın başkentliğini ise İslambol diye yapmış olan şehirden Roma’ya uçmaya başladık. O kadar güzel ve jeopolitik açıdan önemli ki, her daim Şair Nedim’in şu sözü aklıma gelir.
Bu şehr-i Stanbul ki bî misl-ü bahâdır / bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır.
Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yoktur / bir taşına bütün Acem mülkü fedadır.
Bu “Acem” terimini ister Yavuz gibi Fars memleketi isterseniz bizim dışımızdaki her yer olarak okuyabilirsiniz, o kadar değerli İstanbul. Bir saat fark olduğu için 2.30 dakikalık yolculuktan sonra 13.30 sularında Roma üzerinde süzülmeye başladık. Her taraf yemyeşil, sulak, sabahleyin Çorum’dan su kesintisi ile çıkmış olmanı verdiği gerilim burada rahatlığa dönüşüyor.
Selçuklu ve Osmanlı geleneğini tevarüs etmiş ülkemin üzerinde son günlerde maddi ve manevi bir gerilim var, sosyo politik gerilim ile insanlarımız nerdeyse gülmeyi unutmak üzere, yaz mevsimini düşündükçe nasıl bir kıtlık yaşayacağımız aklıma geldikçe kar’ı bırakın yağmur bile yok. Niye bu rahmet bizim o taraflara gelmiyor ya diye gıpta ettim. Hele tarlaların sürülme düzenliliğini ortada bir ağacın bile nasıl korunduğunu görünce, yandım anam dedim kendime.
Havaalanında İran ve BAE uçaklarını görünce Roma’ya günde İstanbul’dan üç uçak kalmasının da gerekçesini tahmin ettim. Bir de inip şehre, İstanbul’un Taksimi gibi olan Termini’ye ulaşınca her taraf tarih koktuğunu gözlemledim. Geçen hafta Cumhurbaşkanımız buradaydı, evet hakikaten Açıkhava müzesi gibi Roma, ne gökdelen var ne de AVM!
Yalnız hayat pahalı geldi, ya da EURO üç lirayı geçti; ondan öyle geldi, ya da şehir merkezine metro 14 Euro okuyunca böyle düşündüm. Yuh yani dedik, neyse önceden hazırlıklı geldiğimiz için otobüs servisleri varmış, onları bulduk 6 euro’ya ulaştık şehre. Geze geze otelimizi bulduk ve Aygün kardeşim ile odamıza yerleştik. Hemen ardından kısa alan turuna geçtik. Dedim ya Termini, tıpkı Taksim gibi her tarafı otellerle dolu ve bütün yollar Roma’da Terminiye çıkıyor. Gelmeden önce dondurma, tramisu ve pizza yemeyi ihmal etmeyin demişlerdi. Dondurma ve vejetaryen pizza tamam, ama diğeri kekvari bir lezzet, merkezi buraymış. Dondurmadan başladık, vejetaryen pizza ve kolaya 15 euro bayılınca az biraz zorumuza gitti, ne yapalım kardeşim buna iki veya üç pizza yenir yahu ülkemde! Gerçi burada da daha hesaplı yapılan ve özgün pizza olan peynir ve rendelenmiş ve sos haline getirilmiş domates yapılan ile margaritayı bulduk sonra tabiki.
Roma İmparatorluğu ve Simgeler
Geçenlerde “Çift Başlıklı Selçuklu Kartal”ı ile ABD’nin tek başlı kartalına dair bir müzakere olmuştu, doğu ve Batı’nın hükümranlığının simgesi olarak kullanılmış olan çift başlı kartal abidelerde kazınmıştır. Baktım Roma imparatorluğunun da simgesi Kartal, Termini’de hediyelik satan dükkanlara bakarken yavrularını emziren kurt simgesi gördüm, sonra bunun duvarlara da ve her yere kazındığını müşahede ettim.
Türk geleneğinde ve destanlarında Kurt simgesinin önemi, takvimlerde görülür. Kumandana “kök börü” denilmiştir. Roma mitolojisi ile benzerliğine gelince, bir çocuğu emziren dişi kurdun, MS 6’ncı yüzyılda kabartma olarak Bugut dikilitaşına kazınmış resmidir. Roma şehrinin kurucuları Romulus ve Remus’u emziren kurt da kutsal bir canlı olarak kabul edilir.
Roma imparatorluğunun MÖ 1 yy kurulan ve bir süre sonra Anadolu ve İran’ın tamamını hakimiyeti altına aldığını düşününce bu sembollerdeki geçişlerin araştırılması gerektiğini düşündüm, belki de yapılmıştır.
Aslında Bizans İmparatorluğu da denen Doğu Roma İmparatorluğu bin yılı aşkın süre varlığını devam ettirdi, diğerine göre. Bizim Bizans dememizin nedeni ise sürdürdü. Roma İmparatoru I. Konstantin 330’da imparatorluğun başkentini eski Yunan kenti Byzantion’a (Bizans) taşıması ile ilgilidir. İmparatorun ölümünden sonra Konstantin’in Şehri anlamına gelen Konstantinopolis ismi kullanılmıştır. Roma çok tanrılı olmasına karşın,Konstantinopolis’i bir Hıristiyan kenti yaptı ve kendisi de bu dini benimsedi.
Bu nedenle feth olunduğu zaman biz de adını İslambol koyduk. Çünkü bu bir hilal ve salip mücadelesiydi. Bu seyahat beni lise yıllarımda okuduğum Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun Hilal ve Salip adlı romanını hatırlattı. Ağabeyim ilk okulu öğretmeni olduğu için okuma alışkanlığını erkenden başlattı sağolsun, kütüphane müdürü Muammer beyle de tanıştırdı, oradan epey tarihi roman okumuştum.
Romalılar ile komşu olmamız Romen Diyojen, 1071’de Malazgirt Savaşı’nda Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan’a yenilerek tutsak düşmesi ile başladı.Üç yıl sonra başkenti İznik Nikéa) olan Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. 1299’da bir beylik olarak kurulan Osmanlı Devleti, İznik ve İzmit ele geçirdi. Osmanlılar Bursa (Prusa)’yı da alarak burayı Osmanlı Devleti’nin başkenti yaptılar. Cihan devletine komşu olduk. Osmanlı Padişahı I. Murad, 1362’de Konstantinopolis’in kuzeybatısındaki Edirne (Adrianopolis)’i ele geçirdi. Yeni başkent burası oldu ve Konstantinopolis iyice sıkıştırıldı. Peş peşe kuşatmalar başladı
Bu noktada iki yıl Kırgızistan’da kaldığımız için bizatihi gözlemlediğim karmaşanın tarihsel temellerini sorgularken aklıma gelen soruyu paylaşayım: Mesela hiçbir stratejik önceliği olmadığı halde Timur, İç Asya’dan Anadolu’ya niye geldi ve kardeş devlet ile savaştı, Anadolu’yu darmadağın ettikten sonra geri ülkesine döndü? sorusunun cevabı iyi incelenmelidir. 1402’de Ankara Savaşı kimin işine yaradı, hatta bugünkü Rusya’nın küresel güç olmasında Timur’un Altınordu devletini hiç gereği yokken ortadan kaldırmasında yeri nedir sorusu ve cevapları da yeniden araştırılmalıdır, diye düşünüyorum.
Bir Kızılelma Olarak Roma
Tekrar seyahatimiz ve temellerini sorgulamaya gelecek olursak; Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğu 1453’te Osmanlı İmparatorluğu’nun yedinci Padişahı II. Mehmet’in dönemine kadar devam etti..yeni bir devlet kuruldu ama hedef, değişmedi; yani Kızılelma’nın Viyana, ardından Roma ve Paris’e uzanma stratejisiydi. Bu bağlamda Yıldırım Sultan Bayezid, cülûs tebriki için gelen ecnebilere, “Roma’ya kadar gidip, atımı San Pietro mihrabında yemleyeceğim” dediği rivayet edilir.
Bizans tahtının üzerinde veya Ayasofya kubbesinden sarkan ve Hazreti İsa’ya ait olduğu söylenen “Altın Top” yahud Ayasofya önünde İmparator Iustinianus heykelinin elindeki altın küre sebebiyle İstanbul Kızıl Elma olarak anılmıştır. İstanbul’un fethinden sonra, Papalığa ait San Pietro Kilisesi’nin bakır renkli kubbesi veya mihrabındaki altın toptan dolayı Roma Kızıl Elma sayıldı –
İstanbul’un fethinin jeopolitik açıdan önemini peygamberimizin hadisi ile manevi temelleri atıldı, maalesef bir çok ilahiyat fakültesinde bu hadis mevzu/uydurma olarak okutulur. Oysa siyaset tarihi ve siyasi coğrafya çalışan bunun nasıl uzak ve stratejik bir hedef oluğunu görür ve önemini kavrar.
Çorum ilahiyat fakültesinde hep sorarım: buradaki huzur ve dinginlik bulduğunuz yer niçin Hıdırlık’dır? Çünkü Konstantinopolis fethi için yola çıkan birkaç sahabe burada şehit olmuştur, ne oldu, niye buralara geldiler, bunun önemi ne, diye sorarım daim. Jeo felsefe açısından bastığın toprakları tanımak şart.
Neyse tekrar Kızılelma kavramına gelelim, Roma İstanbul seferindeki önemi açısından: bunu anlatmak için “Allah Allah nidalarıyla Viyana gittik, geri dönüşümüz allah allah nerde hata yaptık şeklinde” oldu diye anlatırım Yeniçeri marşlarında bu husus nettir, ama George Orwell’in 1984 romanına örnek olsun diyorsanız, Kızılelma kavramının nasıl ters yüz edildiğini ve tekrar Ata yurda yönlendirildiğini 28 Şubat sürecinde gördük. Bu nedenle AB projesinin güncel şartlarda “Kızıl elma”nın ekonomik, kültürel ve siyasal anlamda gerçekleştirilmesi, yanlışlıklarımızın en aza indirilmesi, demokrasi ve insan hakları alanında daha ileri seviyeye ulaşmamız için vesile olarak görüyorum, bunun için de teorik her türlü desteği verdim. Ama bugünkü Türkiye’ye bakınca bir arpa boyu yol alamadığımızı da müşahede etmenin verdiği gerilim iyice artıyor üzerimde.
Dini açıdan önem:
Şu anda Hristiyan dünyasında üç önemli merkez var: Roma, İstanbul ve Moskova/Atina: Din’in siyasi hükümranlıklar için dış ve meşruiyet sağlayan şartlardan biri olduğunu o dönemden gören Konstantinopolis’ in güçlü Patriği ile Papa arasındaki görüş ayrılıkları sert tartışmalara yol açtı. 1054’te Roma Katolik Kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesi bağımsız kiliseler haline geldi. 1453 de şehri İstanbul olarak yeniden konumlandıran Fatih Sultan Mehmed’din stratejik dehası bu konumu güçlendirdi ve o gün bugün bu önem devam ediyor.
Bu iki şehrin Haçlı Seferleri (1081-1204) açısından da önemi büyük. Aslında dini bir kavram altında yapılan seferler, ekonomik ve siyasi hükümranlıklar için yapıldığını unutmamak gerekiyor, şimdi de aynısı aslında, demokrasi ve insan hakları adı altında enerji üretim ve arz merkezlerine operasyonlar yapılıyor, işgaller devam ediyor.
Nitekim onların Kızılelma’sı olarak sunulan Kudüs hedefi için ele geçirdikleri yerlerde kendi krallıklarını kurdular. Dördüncü Haçlı Seferi’nde ise, Bizans’ın başkentini işgal ettiler. 13 Nisan,1204’te Konstantinopolis’i ele geçiren Haçlılar, kenti yağmaladılar. yani dini kavramlar aslında hepsi birer meşruiyet sağlama aracı gibi işlev görmüştür.
1204’te Konstantinopolis’te, Flandre Kontu Baudouin’in yönetiminde bir Latin İmparatorluğu kuruldu. Bizans İmparatorluğu parçalandı, Haçlı önderlerin yönetiminde küçük Latin devletleri kuruldu. Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında ise İznik ve Trabzon’da bağımsız küçük Bizans devletleri kuruldu. Gürcistan’ın da desteğini alan Trabzon devleti 1461’de Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılıncaya değin varlığını sürdürdü. Ülkemin güneyi ve kuzeyi üzerindeki operasyonları görünce, bu roma İstanbul seferinin önemini iyice kavramaya başladım, tarihsel olarak farkındalığımızı artırmak için bile böyle geziler yapmak gerek.
Ve Roma yeniden
Termini’yi gezerken bir önceki Papa’nın heykelini gördük. İnsanları cana yakın Akdeniz iklimi, yardımsever, sima olarak da bir yabancılık çekmiyoruz, hele Aygün hocam konuşmasa kimse turist olduğunu fark edemez, o kadar yani. Hayat epey pahalı bize göre, Kırgızistan’dan gelince Türkiye epey pahalı gelmişti bana, şimdi burayı görünce ülkem ucuz göründü bana. Demek ki tebdili mekanda ferahlık vardır diye buna diyorlar, ülkemin kıymetini bilmek için dışarı çıkmam gerekiyor ara sıra. Belki bundan dolayı periyodik aralıklarla çıkıyorum. Batı ülkelerine gidince bunlar benim vatanımda niye yok diyorum, diğer kardeş ve halkı Müslüman ülkelere gittiğimde buralara niye benim ülkemdeki imkânlar yok ve neler yapabiliriz diyorum.
06/02/2014 Perşembe sabahı erkenden Sapianza üniversitesini aramaya başladık, yürüme mesafesinde denildiği için sora sora gidiyoruz. Birkaç kişi dil sorunu olduğu için cevap veremedi ama diğerleri herkes yol gösterdi. Her taraf tarih ve heykel: Çok tanrılı din olma hususunu gözden kaçırmamak gerekiyor, çünkü Roma her tarafı Tanrı heykelleri ile dolu, daha doğrusu Grek Tanrılarından esinlenilmiş. Mısır ve Pers kültüründen de var, Kibele ise Anadolu’dan gelmiş buraya, ana Tanrıça olarak. Bu nedenle Enes’e hikmet/bilgelik Tanrıcası Minerva’nın heykelini alacaktım bulamadım, ama en azından elindeki puhu kuşunun bir örneği buldum ve aldım. Heykellerin çoğu ya da neredeyse tamamına yakını da uryan. Ama ne büyük şoku her ne kadar öncesinden bilgim de olsa Hz. Davut (David) heykelini görünce yaşadım desem yalan olmaz. Neyse ona geleceğim.
SAPİANZA ÜNİVERSİTESİ
En sonunda Sapianza üniversitesini bulduk, girişte kocaman bir kilise karşıladı bizi, içeri girdik, birkaç kişi oturuyor, beş altı kişi sabah ayinini yapıyor. Ayin ve kiliseyi seyrederken, sempozyumun bu üniversite de olması bilinçli mi ki diye sordum kendime. Çünkü bizim Birinci İnebahtı Deniz Muharebesi dediğimiz ve zafer ile taçlandırdığımız savaşın buradaki ismi. 1499 yılında dört ayrı günde (12, 20, 22, ve 25 Ağustos) Sultan II. Bayezid’ın Kaptan-ı Derya Küçük Davut Paşa komutasındaki Osmanlı donanması ile Kaptan-General Antonio Grimani komutasındaki Venedik arasında yapılan bir deniz savaşının ismidir. Tarihte ilk defa gemilerde top kullanılan ilk savaş olup Osmanlı donanmasının büyük bir taktik ve stratejik zaferi ile sona ermiştir. Bir de açık denizlerdeki ilk zaferimiz olduğunu söylersek, önemi daha da belli olur.
Sonra sempozyum kayıt aramaya başladık, ara ki bulasın. Kimse kongre merkezini bilmiyor, orada diğer Türkiyeli öğretim üyeleri ile karşılaştık onlarda şaşkın duruyorlar. En sonunda Aygün hocamın tedbirliği ile bütün dosyalar çıktı almıştı, oradan birkaç isme ulaştılar, meğer sosyoloji bölümünün de bulunduğu başka bir yerdeymiş, haydi trene hep birlikte. 1.5 Euro, yüz dakika içinde tekrar bilinebiliyor. Roma da mebzul miktarda Japon ve Koreli turist var, her taraftalar. Yaşayan da çok galiba, bunlardan birine sordum, 4 durak sonra dedi, ama bizimkiler bir durak önce indiler, ara ki bulasın, ayaklarımıza kara sulan indi desek yalan olmaz. Bulduk kayıt olduk, evrakı aldık herkes programına baktı, doğru Termine’ye, çünkü öğleden sonra Floransaya gideceğiz. Hızlı tren ile 1.120 dakika gidiş dönüş 69 euro. Yavaş tren ile gitmiş bazı akıllı akademisyenler gidiş dönüş 40 euroya, 4 saat gidişmiş, ne zaman gezdilerse artık! Okumuş böyle olursa diyesim geldi, denizden geçip çay da boğulmak bu olsa gerek.
Muğla üniversitesinden cıva gibi genç bir doçent akademisyen olan Tuğba hanım kafile başkanımız, diğer hocaların çoğu gazi üniversitesinden, iyi kaynaştık. Güzel bir Floransa seyahatı oldu vesselam. Bunu 2.gezi notu olarak sunayım, zihinlerinizi daha fazla yormamım, müsaadenizle..
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
– Haber Lotus –
HLotus
mehmet ali bey kardeşim, keşke resimleri de koysaydınız, simgeler üzerine konuşmak zor oluyor çünkü:)
Resimler yüklendi hocam 🙂