“Yarın için, bu günün öğrencilerini, dünün okullarında eğitemeyiz.”
YÖK Genel Kurulu’nun 15.08.2013 tarihinde aldığı İlahiyat/İlahiyat Bilimleri/İslami İlimler/Uluslararası İslam ve Din Bilimleri Fakültesi Müfredat Programının Değiştirilmesi hususunda oy çokluğu ile karar alınmıştır.
Bu alınan karar bir müfredat programı ile birlikte bir üst yazı ile fakültelere bildirilmiş ve yeni programın bu dönemden itibaren bütün sınıflarda uygulanması talep edilmiştir.
Konu üzerindeki değerlendirmelerimiz aşağıda sunulmuştur:
Türkiye’de üniversitelerin yapısından, başarı kriterlerinden bahsedilirken, okullaşma oranı, yayın sayıları, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı gibi niceliksel parametreler dile getirilmektedir. Bu nicelikler sonuçtur. Fakat asıl üzerinde durulması gereken, üniversitelerin kültürünün, ruhunun ne olduğu veya olması gerektiğidir. Bu yönüyle Eğitim politikası üzerine düşünmek, yaşama politikası üzerinde düşünmek anlamına gelmektedir. Farklı bir ifadeyle üniversite, fakülte ve bölümlerinin vizyonlarının ve misyonlarının sorgulanması demektir. Öğrencinin “öğrendiği bilgi ile olan ilişkisini, nedir?”, “Taklitçi ve ezberci bir eğitim anlayışından nasıl kaçınılabilir?”, “Bir eğitim geleneğimiz var mı?, Varsa ayırt edici vasıfları ne/nelerdir?” Bu açıdan Cumhuriyet dönemi eğitim yapısı hakkında yapılan değerlendirmelerle, aslında biraz da kendi kendimizi değerlendirmiş oluyoruz.
İlahiyat Fakültelerinde başta İslamiyet olmak üzere, değişik dinler üzerinde incelemeler yapılmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çeşitli ihtiyaçlarına cevap verecek eleman yetiştirmenin yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda Din Bilgisi Dersi öğretmenleri ve İmam Hatip Ortaokulları’nda ve Liseleri’nde, Anadolu İmam Hatip Liseleri’nde din ile ilgili meslek derslerini veren öğretmenler de bu fakültelere bağlı bölümlerde yetiştirilmektedir.
İlahiyat Fakültelerinin kuruluşunu 1 Eylül 1900 tarihinde İstanbul’da açılan Darülfünûn-ı Şâhane’deki Ulûm-i Diniyye Şubesine kadar götürmek mümkündür. 1908 Meşrutiyet’inden sonra değişikliğe uğrayan bu yapılanma önce Dârülfünûn-ı Osmânî’ye, 1913 yılından itibaren İstanbul Dârülfünun’a dönüştürülmüş, Ulûm-i Şer’iyye adıyla eğitim vermiştir. Programında ahlâk, siyer, dinler tarihi, Arap edebiyatı ve felsefe dersleri bulunan bu program 1914 yılında medreselerin ıslahı projesinde Medresetü’l-Mütehassısîn adıyla yeni bir binada eğitimini sürdürmüştür. 1918 yılından itibaren Süleymaniye Medresesi adıyla Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam ve felsefe derslerinin yer aldığı Hikmet gibi derslerle yeni bir programa kavuşmuştur. Bu okul 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhîd-i Tedrîsad Kanunu ile kapatılmıştır.
21 Nisan 1924 tarih ve 493 sayılı kanun ile kurulan İstanbul Darülfünun’unda İlahiyat bölümünün açılmasına yer verilmiş ve 1925 tarihli Dârülfünun Tâlimnâmesinde İlahiyat Fakültesi adıyla kurulan Fakültede dinî ilimlere ait Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi derslerin yanı sıra Din Felsefesi, Felsefe Tarihi, Sanat Felsefesi, Ahlak gibi felsefe derslerine programda yer verilmiştir. İstanbul Darülfünun’u 31 Mayıs 1933’de çıkarılan bir kanunla kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuş, İlahiyat Fakültesi yerine ise İslam Tetkikleri adıyla öğrencisi olmayan bir Enstitü kurulmuştur.
4 Haziran 1949 tarihinde 5424 sayılı kanunla kurulan Ankara Üniversitesine bağlı İlahiyat Fakültesinin kurulması ve akabinde 17 Kasım 1959 tarihinde 575 sayılı kararla kurulan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü ile birlikte Konya (1962), Kayseri (1965), İzmir (1966), Erzurum (1969), Bursa (1975), Samsun (1976) gibi şehirlerde kurulan Yüksek İslam Enstitüleri takip etmiştir. 20 Temmuz 1982 tarihli 41 sayılı kanunla Yüksek İslam Enstitüleri İlahiyat Fakültelerine dönüştürülerek bulundukları ilin üniversitelerine bağlanmıştır.
Günümüz Türkiye’sinde neredeyse her üniversiteye bağlı olarak yaklaşık 90 civarında İlahiyat/İslami Bilimler Fakültesi bulunmaktadır.
Program üzerinde değerlendirmelere geçmeden önce vurgulamamız gereken önemli bir nokta İlahiyat fakültelerinin fiziki ve akademik bütün problemlerin önüne yeterince tartışılmamış, katılımcılıktan uzak, aceleye getirilmiş bir müfredat programı dayatılmıştır. Bu noktada dikkate alınması ve ifade edilmesi gereken hususları şöyle özetleyebiliriz:
1. İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin ders programlarının ve müfredatlarının hazırlanmasının YÖK Genel Kurulunun bünyesinde ele alınması ve merkeziyetçi bir tarzda dayatılması düşündürücüdür. Üniversitelerin özerkliğine aykırı bir şekilde, bölge ilahiyat fakülte dekanları toplantıları dışında ilgili komisyonlar, iç ve dış paydaşlarla gerekli toplantılar yapılmadan programının merkezi olarak belirlenmesi manidardır. Niyet ne kadar iyi olursa olsun en azından bu alanın hocalarına danışılmaması, istişarelerin çok dar, kısıtlı ve itiraz gelmeyecek şekilde sınırlı tutulması da kabul edilemez. Programın yapım sürecinde gerekli istişarelere yer verilmeyen Yeni Program bir oldubitti anlayışını sergilemektedir. Yaptık uygulayalım, mantığıyla bir an önce uygulanması dayatmacı bir yöntemle ısrar edilmektedir. Bu tür bir uygulama bilinebildiği kadarıyla İlahiyat dışında başka program, bölüm ve fakülte için yapılmamıştır. İslami İlimler ve İlahiyat olarak isimlerin çeşitlenmesi ile ortaya konan çeşitlilik aynı şekilde program çeşitliliği içinde uygulanmalıdır. İlahiyat Fakültelerinin isimlerinin ve programlarının çeşitlenmesi beklenirken bütün İlahiyat Fakültelerinin tek tip programa indirgenmesi üzücüdür. Bunu yapanların 2547 sayılı Yükseköğretim kanunun Yükseköğretim Kurulunun görevlerini düzenleyen 7. maddesinde YÖK’e veya YÖK organlarına Fakültelerin veya bölümlerin müfredatını belirleme yetkisini vermemiştir. Bu durum aynı zamanda Anayasa’da (Mad. 130-131) güvence altına alınan üniversitelerin akademik özerkliğini hiçe sayan bir karar anlamına gelmektedir. Hiçbir kurum yada organ Yasa ve Anayasada olmayan bir yetkiyi kullanamaz.
2. Üniversitelerde program geliştirilirken önem verilmesi zaruri olan program geliştirme süreçleri dikkate alınmamıştır. Programın hedefleri ve amaçları tanımlanmadan dersler neye göre eklenmiş veya çıkarılmıştır bu husus açık değildir. (Başta yer verilmeyen sonradan eklenen Din Felsefesi Dersi bunun en açık göstergesidir) Yeni ilahiyat programının temel hedefleri ve kazanımları hangi ölçüler doğrultusunda belirlenmiştir? Özellikle “program geliştirme” uzmanlarından yardım alınmış mıdır? Kanaatimizce alınmamıştır. Çünkü program kendi içersinde tutarsızlıklar ve çelişkiler içermektedir. Program geliştirme sürecinde akademisyenlerin ve ilgili paydaşların görüşleri alınmadan katılımcılıktan uzak bir program hazırlanmıştır.
3. Bilindiği üzere idarenin aldığı her türlü kararda kamu yararını gözetmesi anayasal zorunluluktur. Derslerin kaldırılması veya sayısının artırılmasında kamu yararının ön planda tutulması bir zarurettir. Bunun sağlanması için Yeni İlahiyat programının katılımcı yöntemle, İç ve dış paydaşlarla gerekli değerlendirmelerle yapılması gerekir.
4. Yeni bir program ortaya konulurken Programın amaçları, öğrenim çıktıları (learning outcomes) ve yeterlikler (competences) belirlenmiş olmalıdır. Yeni müfredatta Din Felsefesi, İslam Tarihi, Kelam gibi bazı derslerin saatlerinin azaltılması/kaldırılması veya bazı derslerin/disiplinlerin birleştirilmesinde bu göz ardı edilmiş gözükmektedir. Müfredatta yer alan derslerin saati belirlenirken dersin konusunu oluşturan müfredatın ağırlığı ve kazanımları göz ardı edilmiştir.
5. Yeni programda, eski programda yer alan farklı disiplinler ve derslerin birleştirilmiş olduğu gözlemlenmektedir. Örnek vermek gerekirse İslam Sanatları ile Dini Musiki; Osmanlı Türkçesi İle Türk İslam Edebiyatı; Kelam ile Mezhepler Tarihi birleştirilmiştir. Özellikle isminde tarih ibaresi bulunan dersler tamamen kaldırılmıştır. Ayrıca Dinî Musiki ve İslam sanatlarının aynı ders olarak görülmesi bu derslerin içeriğine yönelik bir tasavvurun zihinlerde bulunmadığının en açık göstergesidir.
6. Programın hazırlık sınıflarından başlayarak derhal bütün sınıflara uygulanması istenmektedir. Bu haliyle eski ve yeni program arasındaki uyumsuzlukların intibak komisyonlarınca nasıl halledileceği önemli bir problem oluşturacaktır. Ayrıca bu husus öğrencilerin müktesep hak meselesini gündeme taşıyacaktır.
7. Felsefe Tarihi gibi bazı dersler programdan kaldırılmış, Bazı derslerin saatleri azaltılmıştır. Bu uygulama pedagojik olarak bazı sorunları doğurmaktadır. Felsefe derslerinin bir kısmının programdan kaldırılması, azaltılması programda bazı derslerin anlaşılmasını güçleştirecektir. Bir dersin önkoşulu ve yan koşulları öğrencinin bir dersi takip edebilmesi için gerekli bilgi ve yetenek altyapısını hazırlayarak ve daha önce alınmış olması gereken, alınmazsa başarısızlığın kaçınılmaz olacağı olumsuzlukları ortadan kaldırır. Bu konuyla ilgili bilgilerin belirlenmesi gerekmektedir. Bir başka ifade ile önce öğrenilecekler, görülmesi gereken dersler, sonra onları görmeden anlaşılmasının güçleşeceği dersler gelmelidir. Eski programlarda önem taşıyan bu husus yeni programda ihmal edilmiştir. Bu hususu bir örnekle açıklayabiliriz: Felsefe tarihinde Platon ve Aristoteles’i görmeden İslam Felsefesi dersinde Meşşâî ekolünü anlamak, Sudur Nazariyesini kavramak, Gazali’nin ve İbn Rüşd’ün yaklaşımlarını değerlendirmek ne kadar mümkün, sağlıklı olabilir. Aynı şekilde Felsefenin tarihi süreçte geçirdiği aşamaları bilmeden İslam dünyasındaki yansımalarını, Din sosyolojisini, Din Psikolojisini, Hadisi, Tefsiri İslam Tarihi ve Sanatlarını, Din Eğitimini, Dinler Tarihini, Tasavvufu, Kelamı, İslam Hukukunu layıkıyla başarmak nasıl mümkün olacaktır. Bu durum derslerin öğrenci tarafından anlaşılmasını ve hedeflenen kazanımların elde edilmesi zorlaştıracaktır.
8. Bir Eğitim ilkesi olarak insan zihninin gelişimi somuttan soyuta doğru olmaktadır. Derslerin dönem ve muhtevası bu ilke doğrultusunda belirlenmelidir. Yeni programda bazı derslerin yer aldığı dönemlerin tercihinde bu ilkenin göz ardı edildiği görülmektedir. Örnek vermek gerekirse birinci sınıfın ikinci yarıyılında yer alan Din Psikolojisi dersi uygun bir dönemde yer almamaktadır. Ayrıca Bitirme Ödevinin tek yarıyılda yer alması makul ve anlaşılır değildir. Bir seminer çalışmasının diğer derslerin yanında tamamlanabilmesi tecrübelerle sabittir ki en az iki yarı dönemi gerekli kılmaktadır. Aksi halde bu dersin hedeflenen kazanımların elde edilmesi mümkün olamayacaktır.
9. Yeni programa baktığımızda belli derslere yönelik kredi artışı sağlanırken, özellikle Felsefe ve Din Bilimleri Bölümüne ait derslerin kaldırılması/azaltılması ile program öğrenciyi Hikmetle tanıştıracak, düşünme ve anlamaya yönelik bir zihniyetten uzaklaştırarak, araştırma ve sorgulamaya kendini kapatmış ezberci bir yaklaşıma düşülmesine neden olabilecektir.
10. Yeni program günümüz insanını, yaşadığı toplumu ve din anlayışını değerlendirmesine imkan sağlayacak dersleri azaltmaktadır. Din sosyolojisi ve Din psikolojisi gibi günümüz ilahiyat öğrencisinin en çok ihtiyaç duyduğu dersler sembolik bir şekilde (İki ders ve toplamda 4 saat) programda yer almıştır. Alevi açılımı, Roman açılımı yapmaya çalışan ülkemizin bu konularda çatışmadan uzak, sağlıklı bir yaklaşım geliştirebilecek, farklı yaklaşımları ve insanları anlayacak, çözümler üretebilecek öğrencilerinin yetiştirilmesi bu programla ne kadar mümkün olabilecektir. Programı yapanların bu disiplinlerin muhteva ve konularından ne kadar uzak oldukları bu indirgemeci tavrından açıkça anlaşılmaktadır. İslam dünyasının içine düştüğü ve birçok İslam ülkesinde gördüğümüz mezhep çatışmalarının önüne geçmek için zaruri olan bu perspektiften öğrencilerin uzak tutulması ile ülkemiz geçmişte örneklerini gördüğümüz mezhep taassubunun, dışlayıcı, lafzî (literal) ve selefi bir tutumun içine sürüklenecektir. Program bu haliyle çağın gereksinimlerinin ve beklentilerinin uzağında yer alan toplumu anlama ve yorumlamada sıkıntılar yaşayacak, ayrımcılığı ve önyargıları, çatışkıyı engelleyemeyecek bir ilahiyatçı profiline bizi hazırlamaktadır.
11. Yeni programda eski programdan farklı olarak Ahlak ve Değerler eğitimi yer almamaktadır. İslam Ahlakı ve Felsefesi dersi kaldırılmıştır. İlahiyat Fakültesi mezunlarının Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği yapacağı da düşünülürse bu büyük bir eksikliktir. Ayrıca, günümüz insanının yaşadığı ahlaki problemlere çözüm üretecek bir ilahiyatçı profilini sağlamada, dini ve ahlaki değerleri anlama ve yorumlamada, çözüm üretmede, sağlıklı bir bakış açısının geliştirilmesinde yetersizlikler doğuracaktır. Elbette insan ahlak kitabı okumakla ahlaklı olmaz fakat ahlaki kavramları, teorik çerçeveyi yok sayarak pratikte ahlaki yaşantıyı sağlamak, teorisi olmayan bir pratiği yaşama geçirmesi ve öğretmesi ne kadar mümkün olabilecektir? Çağın problemleriyle yüzleşen dindarın sığ bir bakış açısına sürüklenmesine neden olacaktır.
12. Üniversitelerin eğitim ve öğretim hizmetleri vermenin yanında bir başka asli görevi de araştırma yapmaktır. Bu araştırmaların temel amaçlarından birisi bilgi üretmek, mevcut bilgilere yenilerini katmaktır. Çağdaş üniversitelerin temel amaçlarından biri de salt bilgiyi aktarmaktan ziyade öğrencilere bilgiye ulaşma yollarını öğretmek ve ele aldığı incelediği konuda temel kaynaklara ulaşma, yorumlama yöntemini kazandırmaktır. Kanaatimizce bu programın eksik kaldığı temel noktalardan biri de Araştırma ve metodolojiye yönelik daha önce varolan Araştırma Teknikleri veya Bilim ve Etik gibi bir derse yer vermemesidir. Dayatılan programda zorunlu olarak yer alan bitirme Ödevi (tezi)nin bu amaca yönelik bir araştırma teknikleri dersi ile desteklenmemesi önemli bir eksikliktir. Etik ihlallerin oldukça sık yaşandığı ülkemizde, araştırma yapacak gençlerin çağın gereklerine uygun bir formasyonla donatılmaması bilgiye ulaşma, anlama ve yorumlama noktasında onları yetersiz kılacaktır. Araştırmayan, yorumlamayan sadece kendisine aktarılacak bilgiyle yetinecek bir öğrenci profili günümüzün eğitim sistemiyle bağdaşmamaktadır.
13. Temel İslam Bilimleri, Felsefe ve Din Bilimleri ve İslam Tarihi ve Sanatları Bölümleri günümüze ulaşan süreçte tıpkı bir saç ayağı gibi denge, uyum kurularak gelmiştir. Bu aynı zamanda eğitim sisteminin önemli bir başarısı ve ayırt edici vasfı olmuştur. Tıpkı İmam Hatipler gibi İlahiyat Fakülteleri de bize özgü, genel kültürümüze uygun eğitim kurumları olagelmiştir. İlahiyat eğitiminin öğrencilere getirdiği en önemli kazanımlar olarak farklı disiplinlerin bilgi donanımı ile evrensel kültürü kucaklamış, kendi kültürüne, tarihine, sanatına, felsefesine yabancılaşmamış, alanına hâkim, farklı disiplinlerle bağlantı kurabilen, onları anlayıp yorumlayıp yeni bakış açıları geliştirebilen bilinçli ve kaliteli bir dindar/insan profilidir. Tarihi gelişim süreci içerisinde bu okulların geçirdiği aşamaları ve kazanımları bir tarafa bırakarak, var olan bu dengenin ve uyumun bozulması, dayatmacı programın, Selefî geleneği benimseyen bazı ülkelerin din eğitimi modellerine benzeşmesi bize ne kazandıracaktır. Bu yaklaşım dini anlama ve yorumlamada adı geçen ülkelerin yaşadığı sıkıntıları ve sorunları bize taşımanın ötesinde bir şey sağlamayacaktır. Bu aynı zamanda açılan fakülteler aracılığıyla ülkemizin Orta Asya ülkelerinde üstlendiği Dini Eğitimdeki rol model olma niteliğini ortadan kaldıracaktır. Ülkemizin tarihi süreçte geçirdiği kazanımları ve aşamaları yadsıyan bu bakış açısı felsefi bir donanıma sahip olmayan, çağının problemlerine çözüm üretemeyen, araştırma, sorgulama yetisinden mahrum dışlayıcı ve literalist selefi bir anlayışı din eğitimi adına öne çıkaracaktır. İlahiyat eğitimini bu ülkelerdeki din eğitiminden ve diğer din eğitimi tarzlarından ayıran temel ayrım Osmanlıdan beri varolan Felsefe ve Din Bilimleri ile İslam Tarihi ve Sanatları bölümlerindeki dersler oluşturmaktadır. Bu derslerin kaldırılması, güdükleştirilmesi, amaç ve işlevlerinden uzaklaştırılması ile estetik duyarlılığı olmayan, ezberci, kendini dünyaya kapatmış, sığ, kendisine verilenle yetinen bir dindar profilinin ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır.
14. Ayrıca bazı derslerin müfredattan kaldırılma gerekçesi olarak öne sürülen bu alanda yetişmiş, doktorasını yapmış yeterince öğretim üyesinin bulunmaması gerekçesini makul ve anlaşılır bulmak mümkün değildir. Şüphesiz adı geçen derslere alan yeterliliklerini sağlayan öğretim üyeleri girmektedir. Ayrıca vurgulanmalıdır ki YÖK Genel Kurulunun Asıl ilgi alanına giren konulardan birini Öğretim üyesi yetiştirme programları oluşturmaktadır. Bu açıdan yeterli öğretim üyesi olmadığı düşünülen alanlara yönelik öğretim üyelerinin yetiştirilmesi için gerekli teşvik edici uygulama ve programların açılmasını sağlayamamak YÖK’ün vebalidir.
Sonuç Olarak
Merkezden dayatılan bir program uygulaması kabul edilemeyecek bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Temel İslam Bilimleri bölümünün derslerinin artırılması doğru bir tutum olabilir. Fakat bunun için öğrencilerin daha nitelikli ve kaliteli bir eğitim görmesi için Felsefe ve Din Bilimleri ve İslam Tarihi ve Sanatları Bölümlerine ait derslerin feda edilmesine gerek yoktur. Açıktır ki eğitim bir bütündür. Parçalanmış bilgi tek yanlı, eksik kalmaya mahkûmdur. Bir öğretim sisteminin başarısı onu oluşturan sistemin bir bütün içersinde belli bir amaca ulaşmak için bütün unsurların işbirliğiyle çalışmasını gerekli kılar. İlahiyat programını oluşturan bu üç bölüm insanın ruhi ve zihinsel bütünlüğünü tamamlayan, onu bilgi ahlak ve beceri yönünden dengeli bir bütünlük içersinde var kılan bir eğitim felsefesini oluşturmaktadır.
Dayatılan Yeni İlahiyat programı, insanın hayata bütüncül bakmasını sağlayan felsefeyi, sanatı, tarihi yok seviyesine indirmekle bu bütünlüğü parçalamaktadır.
Bu süreç sonunda İlahiyat Fakülteleri adına yakışmayan bir programa kavuşmuştur. Fakülteler bilimsel, akademik özgürlüğe sahip olmayan, kendi programını yapamayacak, tek tipleşmiş bir yapıya büründürülmektedir. Program gerek hazırlanma gerekse uygulamaya sokulma süreciyle akademik özgürlüğe yer vermeden, kamu yararını gözetmeden, açıklık ve şeffaflıktan uzak, katılımcılığın olmadığı, bilimsel objektifliğe aykırı, bireysellik içermeyen, adaletsiz, yenileşme ve dünyanın ihtiyaçlarına uymayan, misyonu hedefleri, ekseni açısından yetersiz bir programdır.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Doç.Dr. İ. Latif HACINEBİOĞLU
Doç.Dr. Nejdet DURAK
Yrd.Doç.Dr. A.Sıdıka OKTAY
Yrd.Doç.Dr. Hülya ALTUNYA
Yrd.Doç.Dr. Salih AYDIN