İster içinde doğup büyümüş ister bir süre için ona konuk olma fırsatını bulmuş olalım, bir topluma baktığımızda işleyen bir sistem görürüz. Bu sistemin işleyişini sağlayan şey, o toplumun geleneklerinden, inançlarından, yazılı ve yazısız kurallarından, iş bölümünden, örgütlenme biçimlerinden, teknolojisinden kısaca maddi ve manevi olarak ürettiği her şeyden kaynaklanan, o topluma özgü yaşam tarzını oluşturan kültürdür.
Filozoflar, düşünürler, siyaset ve toplum bilimcileri çağlar boyunca kusursuz işleyen bir toplum üzerine kafa yormuş, ütopyaların peşinden koşmuş olsalar da mükemmel bir toplum henüz ortaya çıkmadı. Her toplumda azımsanmayacak derecede aksamalara rastlamak mümkün. Bu aksaklıkların giderilmesine yönelik çözüm arayışları da toplumların ilerlemesine, gelişmesine katkıda bulunma amacını taşıyor. Bununla birlikte bazı toplumlar bir takım etkenlerin devreye girmesiyle kendilerine özgü var oluş ve işleyiş biçimlerinden giderek uzaklaşırken kimi zaman da istenmeyen dönüşümler sonucunda çöküşün eşiğine kadar gelebiliyor hatta büyük bir yıkımla parçalanıp tarih sahnesinden çekilebiliyorlar.
Elbette toplumlar arası rekabet, çekişme ve çatışmalar bu işin önemli bir yönünü oluşturuyor. Öte yandan, işleyiş mekanizmalarını akıllıca oluşturmuş, sağlam savunma refleksleri geliştirmiş, sürdürülebilirliğe yönelik adımları dikkatlice atmış toplumlar karşılıklı etkileşim süreçlerinden kayda değer bir hasar almadan çıkabildikleri gibi çoğu zaman etkileyen taraf olarak da öne geçebiliyorlar. Ne var ki toplumların devamlılığının tehlikeye düşme ihtimali yalnızca diğer toplumlarla girdiği etkileşimlerden kaynaklanmaz; bunların yanı sıra o toplumun kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan etkenlerle de ortaya çıkabilir. İşte bu dinamiklerden en önemlilerinden bir tanesi, kültürel yozlaşmadır.
Prof. Dr. Yücel Bulut Kültür Sosyolojisi ve Kültürel Çalışmalar isimli ders kitabında yozlaşma ve kültürel yozlaşma kavramlarını şu cümlelerle ele alır: “Yozlaşma asli özellikleri ve yapıları kaybetme, onlardan uzaklaşma, onları önemsememe hâlini anlatır. Kültürel yozlaşma ise kişinin ve toplumsal grupların ait oldukları kültür kalıplarını fütursuzca ve bilinçsizce değiştirme, bozma, dikkate almama hâllerini ifade eder.”
Konuya ülkemiz genelindeki gelişmeleri dikkate alarak yaklaştığımız zaman, küfür ve argo içerikli konuşmaların gündelik dilin âdeta ayrılmaz bir parçası hâline gelmesinden kişiler arası ilişkilerde insanların birbirine her alanda tahammülsüzleşmesine; birlik olma ve dayanışmadan çok ayrımcılığın, kayırmanın, kendinden kabul edilmeyenlere karşı tavır almanın ve ötekileştirmenin ön plana çıkmasına; öfke ve şiddet sarmalının evden, sokaktan başlayarak endişe verici boyutlara gelmesinden suç kaydı olan birçok kişinin serbestçe dolaşmasına; insanların kendilerini güvende hissedemedikleri için ruhsatlı ruhsatsız silahlanma yarışına girmeleri ve bunun sonucunda yaşanan en küçük anlaşmazlıkların bile silahların kullanılmasıyla birçok yaralama ve cinayet vakası dönüşmesinden hayvanlara, çocuklara ve kadınlara yönelik istismar, taciz ve cinayet girişimlerinin artmasına; ailevi ve kurumsal eğitimde kalitenin düşmesinden ahlaki çürümeye; uyuşturucu kullanımının yaygınlaşıp küçük yaşlara inmesinden, karşılıklı sevgi ve saygıya önem vermeyen kaba, mafya özentisi insanların sayısının ve buna bağlı olarak çeteleşmelerin artmasına; sağlıkta aşılara ve bazı tıbbi tedavi yöntemlerine karşı güvensizlik oluşmasından sağlık çalışanlarına yönelik şiddete; ekonomik yaşamda haksız rekabet ve fiyatları aşırı yükseltme uygulamalarından ürün kalitesinin düşürülmesine; bir yanda yoksulluğun yol açtığı sorunların büyümesinden diğer yanda tüketim kültürünün tavan yaparak görgüsüzlük boyutlarına ulaşmasına; siyasette rüşvet ve yolsuzlukların yaygınlaşmasından toplumsal refahın ve hizmetlerin herkese adil bir şekilde dağıtılmamasına kadar birçok şikayetin sık sık dile getirildiğini görmek mümkün.
Elbette bu iç karartıcı örneklerin yanına daha birçok farklı olumsuz davranış biçimleri de eklenebilir ancak bizim öncelikle üzerine eğilmemiz gereken nokta, bütün bu eylemleri ortaya çıkaran etkenlerin neler olduğunu anlamaya çalışmak olmalıdır.
Ülkenin tarih boyunca birçok uygarlığın karşılaşıp birbirine nüfuz ettiği bir kavşak noktasında olması; yüzyıllar boyunca yaşanan sayısız kıtlık, doğal felaket, salgın hastalık, savaş ve her türlü sömürünün toplumsal hafızada bıraktığı izler; Batı’da gerçekleşen sanayileşme sonrasında erişilen gelişme hızı ve yaşanan değişmeye paralel olarak erişilen refah düzeyinin gerisinde kalmış olmanın yarattığı hayal kırıklığı; toplumun çağdaş uygarlık seviyesine yükselmesi amacıyla dönüştürülmesine yönelik iyi niyetli girişimlerin adaptasyon sorunları, kökleşmiş çıkar mekanizmaları, söküp atılamayan ön yargılar gibi nedenlerle halkta karşılığını tam olarak bulamaması; kırsal kesimden büyük kentlere göçün hızlandığı dönemlerde göç edenlerin sıkıntılarını aşmalarına ve kent yaşamına uyum sağlamalarına yönelik önlemlerin yetersiz kalmasının yanında olumsuz tavır takınılarak kabul edilmediklerinin hissettirilmesi; ekonomide toplumsal refahtan alınan pay dağılımının yoksul kesimlerin aleyhine olacak şekilde giderek bozulması; siyaset, inanç ve yaşam tarzı anlayışlarındaki farklılıkları kutuplaştırıp toplumun çeşitli kesimlerini birbirinden ayrıştıran söylem ve politikalar akla ilk gelen nedenler arasında sayılabilir.
Kuralsız yaşayanların hüküm sürdüğü, kayıt dışı ekonomi alanında faaliyet gösterenler hızla zenginleşirken eğitim hayatını binbir güçlükle tamamlayanların iş bulamadığı, bulsa bile düşük ücretler nedeniyle geçim zorluğu yaşadığı; suçların çoğu zaman cezasız kaldığı; arkası sağlam, çevresi geniş olanlar toplumsal basamakları hızla tırmanırken önemli yerlerde tanıdığı olmayanların sıkıntılarıyla baş başa kaldıkları düşüncesinin yerleşip kök saldığı bir iklimde yaşayanlar, doğal olarak kendilerini güvensiz hisseder ve korunma reflekslerini öne çıkararak kendi çıkarına öncelik veren bir bencilliğin başkaları üzerinde yarattığı olumsuz etkileri de görmezden gelmeye başlar.
Bireylerde başlayan bu değişim, canavarlaşmış devasa bir elma kurdunun iştahıyla kişiler arası ilişkiler ağı üzerinden yola çıkarak birlik duygusu ve dayanışma temellerinden yükselen toplumu içinden yiyip bitirmeye başlayan ve domino etkisi yaratan süreçlerin hazırlayıcısı olur.
Bu koşullar altında toplumun sağlıklı bir şekilde devam edebilmesini sağlamak çok zor olsa da yapılacak ilk şey, birlik duygusunu ve dayanışma ruhunu canlandıracak adımların süratle atılması, haksızlıkları gideren adil politikalar devreye sokularak güven ortamının tesis edilmesidir.
Elbette insanı paslandıran insandır ama onun pasını silerek yeniden ışıl ışıl parlamasını sağlayacak olan da yine insandır. Ya birbirimizi daha iyi hâle getirerek var olacağız ya da hep birlikte yok olacağız.
HLotus